Haus Ohne Hüter Romanında Savaşın Yıkıntıları

Eski 09-10-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Haus Ohne Hüter Romanında Savaşın Yıkıntıları



HAUS OHNE HÜTER ROMANINDA SAVAŞIN YIKINTILARI
Haus ohne hüter romanında savaşın yıkıntıları
Almanya’da savaşın bitmesinin ardından binlerce kadın dul, binlerce çocuk da babasız kaldı Bu romanda da işte bu çocuklar ve kadınların birer örneği olan, tipik bir savaş sonrası ailesini oluşturan bireyleri karşımızda buluyoruz Bu romanda savaşın etkilerine maruz kalmış olan kişiler babaları savaşta ölmüş olan Heinrich ve Martin, bunların anneleri, genç yaşta dul kalmış olan Wilma ve Nella, ve Nella’nın evinde yaşayanlardan kocasının eski dostu Albert, annesi (romanda ismi verilmemiş; büyükanne olarak bahsediliyor) ve sahibi oldukları fabrikada çalışıp onlarla birlikte aynı evde yaşayan Glum’dur Şimdi tek tek bu kişileri inceleyelim 1 Martin:

Bu romanda babalarının savaşta ölmesinden dolayı baba sevgisini tanımadan, baba kavramını bilmeden büyümek zorunda kalan binlerce çocuktan biri de Martin’dir O da o zamanki bir çok çocuk gibi babasını resimlerinden tanımaktadır Ama annesinin yatağının başında asılı duran, ağzında piposu ile gülümseyen bir adam olan babasının resmi onun baba imajıyla hiç bağdaşmamaktadır Çünkü bu onun tanıdığı bütün babalardan farklıdır Martin birçok gece uykuya dalmadan önce babasını gözünün önüne getirmek ister Babasının resmi tanıdığı hiçbir babaya benzemediğinden o resmi arkadaşlarının babalarından edindiği baba profili ile birleştirip onu gözünde canlandırmaya çalışır ama bu hep sonuçsuz kalır:

Babası çok geç görünüyordu Adeta neredeyse lisedeki çocuklar kadar gençti ama görünüşünün bir babaya benzer yanı yoktu Babaların görünüşü daha yaşlı, daha heybetli ve daha ciddiydi Babalar kahvaltıda yumurta yerler, gazete okurlar ve bir tek hareketle sırtlarınaki ceketi atabilirlerdi (s 78)

Bu şekilde bir tanımlama yapmıştır kendince ama bunlar onun babasına uymamaktadır, ve onun için en büyük mutluluk babasını rüyasında görebilmektir Onu düşünerek uykuya daldığı bazı geceler babasının rüyasına girdiği oluyordu Fakat bu rüyalarda hep eksik olan bir yan vardır; babasının yüzünü hiçbir zaman seçemez Babası daha o doğmadan önce öldüğünden ve fotoğrafını da bir babaya benzetemediğinden babasının yüzünü göremez Böll bu savaş yetiminin babasını rüyasına giren şekliyle şöyle anlatıyor:

“Sonunda babası düşüne geldiğinde istediğinden çok farklı bir görünümdeydi: büyük bir ağacın altına oturmuş, ellerini yüzüne kapatmıştı, ve yüzünün örtülü olmasına rağmen gördüğünün babası olduğunu biliyordu Babası sanki birşeyi çok uzun zamandan beri bekler gibiydi Yüzündeki acı ancak milyonlarca yıl bekleyen birinin yüzünde görülebilirdi ve babası ne zaman ellerini yüzünden çekse, bundan sonra olacakları bildiği halde gene de korkardı Babasının yüzü yoktu ve sanki ‘işte gördün mü şimdi?’ der gibiydi Belki de yüzüne kavuşmayı beklemekteydi babası o ağacın altında Yüzünün olmamasına karşın mutsuzluğu ve yorgunluğu anlaşılıyordu Konuşmaya başladığında hep Gaeseler’den söz edeceğini sanırdı ama babası ne bu adı ağzına alır, ne de onunla ilgili bir tek söz söylerdi” (s 80)

Tam istediği gibi bir rüya olmasa da babasıyla ilgili olduğu için bu rüyadan uyanmayı hiç istemez Ama annesinin geç saat olmasına karşın hala gitmeyen misafirlerinin sinir bozucu kahkalarıyla uyanır:

“Yan tarafta bulunan bir budala karının kahkahası ile kendine geldi ve babasına ait düş böyle birdenbire kesiliverdiğinden öfke ve hayal kırıklığı ile yanan başını göz yaşları içinde yastığına gömdü Düş kesilmese belki babası bir yüze kavuşacak, konuşmaya başlayacaktı” (s 81)

Babasız oluşunun getirdiği mutsuzluğun yanısıra Martin evlerindeki düzensiz hayattan da rahatsız olmaktadır Annesi sıklıkla dışarıya çıkmakta veya eve az önceki alıntıda belirtildiği gibi uykusunun bölünmesine neden olan bir takım arkadaşlarını getirmekte, onlarla geç saatlere kadar oturmaktadır Martin ise kendisine tatlı sözler söyleseler de bu insanlardan nefret etmektedir:

“Annesinin odasından gelen öbür budala karılar da ‘ne tatlı şey!’ diye bağırdılar Kadınların dışında iki erkek de ona ‘ne tatlı şey!’ demekte hiçbir budalalık görmediler Akşamları annesinin ziyaretine gelen bütün bu konukları budala buluyordu Bu budala herifler ‘ne tatlı şey’ sözünün, erkeklerin ağzına daha fazla yaraştığına inandıkları bir eş anlamını bulmuşlardı ‘çok şirin çocuk’ diyorlardı (s 74)

Bazen okuldan eve geldiğinde kimseyi bulamadığı zamanlar da olur Bu kendisine kapıya sıkıştırılmış bir not ile bildirilir Belki ilk anda evde kimsenin olmayışının bir notla çocuğa bildirilmesi normal gibi görünebilir Ama bu Martin’in yaşadığı hayatın düzensizliğinin bir göstergesidir Normal ailelerde gün içinde yapılacak herşey, genellikle daha sabahtan bellidir ve ona göre harekat edlir Fakat burada Albert ani bir kararla evden ayrılmıştır ve çocuk sabahları çıkarken boynuna astığı soğuk anahtarı koynundan çıkarıp kapıyı açarken sözkonusu bu notu görür:

“Martin ışık düğmesine basarak Albert amcanın yazdığı kağıdı okudu: “sonunda gitmek zorunda kaldım” (s 65)

Martin annesinin evde olmadığını önceden bilir Albert’in de evde olmaması demek büyükannenin hakimiyeti altına girmek demektir Çünkü aslında evde kimsenin olmaması demek büyükanneden başka kimsein olmaması demektir, ve Martin böyle zamanlarda büyükannesinin onun eve geldiğini duymamasını ister Çünkü büyükanne, anne veya Albert gibi, Martin’e göre birincil kişilerin evde olmayışını fırsat bilip çocuğa sevgi gösterisi sandığı, fakat aslında çocuğun nefret ettiği bir takım davranışlarda bulunur:

“Büyükannesi onun eve döndüğünü bilmemeliydi Yoksa onu yanına çağırır, pembe et parçaları gibi hiç sevmediği şeyleri yedirmeye kalkışır, ondan din dersine ilişkin bir takım sorularla o değişmez Gaeseler sorularının karşılıklarını isterdi” (s 65)

Martin’i herşeyden çok huzursuzlandıran, uğraştıran bir başka sorun da eve sık sık misafirler getiren, bazı akşamlar eve geç döndüğü için büyükannenin “nerelerde dolaşıyorsun?” sorusunu cevapsız bırakan annesinin durumudur Acaba annesi ahlaksız mıdır? Kendi değer ölçülerine göre annesini ve birlikte oturduğu yakınlarını Martin şu şekilde karşılaştırıyor:

“Bolda bozulmuş ama iyi bir insandı Anne de bozulmuştu; belki bunun yanısıra ahlaksızdı da, ama bunu Martin pek iyi bilmiyordu Yalnızca holden ‘hep nerelerde sürtüyorsun böyle?’ fısıltıları kulağına gelirdi Glum bozulmamıştı Dikkate değer ve iyi yürekli bir insandı Albert’e gelince, o ne bozulmuş, ne de dikkate değer bir insandı Yalnızca iyi yürekliydi Öbür çocukların babaları gibiydi Bozulmuş sözü büyükanneye de uymuyordu Hatta büyükanne ilginç bile değildi Aslında iyi bir insandı Genellikle iyi değildi ama aslında iyi bir insandı Martin ‘aslında’, ‘genellikle’ ve ‘bunun dışında’ kelimelerinin okulda tutulmamasının nedenini anlayamıyordu Çünkü öyle bir takım şeyler vardı ki, ancak bu sözlerle anlatılabilirdi Sözgelişi Bolda genellikle iyi bir insandı Annesi ise yalnızca iyiydi, ama bunun yanııra da aslında ahlaksızdı Bu noktanın aydınlatılması gerekiyordu Öte yandan Martin’in içinde bu noktanın aydınlığa çıkmasının pek hoş olmayacağı gibi bir duygu vardı (s 157)

Martin annesini ahlak kategorilerinden hiçbirine yerleştiremez Arkadaşı Heinrich’in annesinin ahlaksızlığı kuşkusuz bellidir Ama kendi annesinde durum böylesine açık seçik değildir Onun annesi başka erkeklerle yaşamamaktadır, ama rahibe hayatı sürmediği de ortadadır Evlerine gelip gece geç saatlere kadar kalan kadınlı erkekli misafir grubu Martin’e pek tekin görünmez Üstelik eve geç geldiği zamanlar büyükannesinin o malum sorusunu da cevapsız bırakması hep annesinin aleyhine işleyen noktalardır Martin annesini sık sık öteki çocukların anneleryle de karşılaştırır, ve üzülerek tespit eder ki, annesi öteki anneler gibi değildir:

“Öteki çocukların anneleri yemek pişirirlerdi, dikiş dikerlerdi, ekmek dilimleri hazırlarlardı Ahlaksız olanlar da dahil, ama onun annesi çok ender yemek pişirirdi Dikiş hiç dikmezdi, ve yağlı ekmek dilimleri de hazırlamazdı Okula giderken yağ sürülmüş ekmek götürüldüğünü akıl eden genellikle Albert amca olurdu” (s 160)

Evde bir babanın, bir direğin bulunmayışından dolayı anne birçok insanla arkadaşlık etmekte, büyükanne ise saçma saplantılara kapılarak Martin’e sürekli babasının intikamını alması doğrultusunda baskı yapmaktadır Böyle bir ortamda Martin’in yanında bulunmaktan zevk aldığı tek kişi Albert’tir Albert amca yalnızca Martin’in yağlı ekmeğini hazırlamakla kalmaz Evde ona gerçek ilgi ve şevkati gösteren de odur Bir anlamda Albert ona gerçek babasının yerine babalık yapmaktadır Yani sanki babasının ölümünden sonra babalık görevini o devralmış gibidir Ama bu hiçbir zaman gerçek babasının yerini tutmaz Eğer tutmuş olsaydı evde bu düzensizlik, anesinin durumu vs olmazdı Albert Nella’nın misafirleri geldiğinde çocuğu kendi odasında yatırır, okul dönüşlerinde geciktiği zaman kuşkulanır, onunla birlikte oynar, sorularını cevaplandırır Kısacası bir baba gibi onunla ilgilenir Martin Albert amcanın bütün bu iyiliklerini takdir ederek duygulanır ve onun kendisini ne kadar sevdiğini bilir:

“Martin eve geç kaldığı zamanlar Albert’in sanki meraktan hastalandığını bildiğinden Albert’in onu dört saat aradığını ve beklediğini düşündükçe içinin bir tuhaf olduğunu hissediyordu Ayrıca Albert üzerinde ne büyük bir güç sahibi olduğunu da hissediyor, ama bunu bilmek ona mutluluk yerine huzursuzluk veriyordu Babalar oğulları eve geç kaldığında meraktan hasta olmazlar, onları hiçbir şey söylemeden karşılarlar, dövdükten sonra aç karnına yatmaya yollarlardı Bu tarz davranış belki sertti ama, hiç olmazsa sınırları belliydi Martin Albert’ten kendisine dayak atmasını değil, ama anlatamadığı düşüncelerinde bile bir kalıba sokamadığı birşeyler bekliyordu (s 265)

2 Heinrich:

“Annesinin babasının adı olan Heinrich adıyla vaftiz ettirdiği küçük çocuk annelerin ‘amcasız’ yaşayamayacakları bilinciyle büyüdü (s 20)

Bir çocuğun büyüme süreci bu şekilde geçiyordu Başta kendi annesinden hareketle bütün çocukların annelerinin böyle olduğunu düşünüyordu ama daha sonra bunun sadece kendi annesine özgü, “amca” kavramının sadece kendine ait bir şey olduğunu öğrenecekti Bu çocuk savaş yetimliğinin yükünü Martin’e oranla daha ağır şartlara katlanarak çekmek zorunda olan bu romandaki ikinci çocuk kahraman olan Heinrich’tir Onun da babası savaşta ölmüştür, o da babasını odasında asılı duran fotoğrafından tanır Fakat onun maddi durumu Martin’den çok daha kötüdür Annesi şehit maaşıyla evi geçindiremez ama az da olsa bu maaşı kaybetmemek için bir başka erkekle nikahlanmadan evlenmek zorunda kalır İşte Henrich’in hayatı “amca” dediği, annesiyle nikahsız yaşayan bu adamalrın mizacına göre şekillenmektedir:

“yaşamının ilk yılları Erich adında ve kahverengi üniformalı bir amcanın yanında geçti Bu adam hem o sırlar dolu amcalar kategorisinden, hem de bilinmekte ondan aşağı kalmayan ikinci bir kategoriden, ‘nazilerden’di Her iki kategoride de aksayan yanlar vardı Dört yaşındaki çocuk bu aksaklıkları az çok farkediyor, ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu”
“Her ne hal ise Erich amcayı hiçbir zaman unutmadı Astım denen bir hastalığı vardı bu amcanın Geceleri inler, ‘boğuluyorum’ diye bağırırdı Sirkeye batırılmış bezler, tuhaf kokulu çaylar ve kafuru kokusu çocuğun belleğinde yer etmişti Erich amcanın olan fakat Saksonya’dan ayrılırken yanlarına aldığı bir şeyi de hiç unutmamıştı Bir çakmaktı bu Erich Saksonya’da kalmıştı ama çakmak yanlarındaydı ve kokular çocuğun anılarından hiçbir zaman silinmemişti (s 20)

Erich amcadan sonra ortaya çıkan ikinci amca Heinrich’in hafızasında Virjinya sigaraları, tavada eriyen margarin ve ıslak alçı kokularıyla yer eden Gert’tir Gert Erich’ten daha esrarengiz bir adamdır ve döşemecilik yapmaktadır Onun ardında bıraktığı hatıra sigara, alçı ve margarin kokusunun yanında annesinin kelime hazinesine yerleşen bir küfürdür: “scheisse!”

Heinrich’in amcalar serisine Gert’ten sonra da Karl adında bie yenisi eklenir Ona ait olan kokular ise belediyede çalışan memurlara verilen çorbanın kokusudur

“Heinrich annesi ve Karl ile aynı odada kalıyordu Daha önceleri de Erich ve Gert amcalar ve annesi ile aynı odada yatmıştı Karl hafif ışıkta annesiyle radyonun başında oturduğu zaman, Heinrich onlara arkasını dönmek zorundaydı Onlara arkasını dönünce babasının ölmezden kısa bir süre önce üstünde tank başçavuşu üniformasıyla çektirmiş olduğu fotoğrafını görüyordu Amcalar saltanatı sırasında bile bu resim duvarda asılı kalmıştı Arkasını dönmesi, ne denildiğini anlamamakla birlikte, Karl’ın fısıltılarını duymasını engellemiyordu Bu arada annesinin kısık sesle gülüşmeleri de kulağına geliyor ve bundan ötürü bazı anlar annesinden nefret ediyodu (s 23)

Annenin elinde olmayan sebeplerden dolayı içinde bulunduğu durum, hafif bir gülüşme nedeniyle çocuğun annesinden nefret etmesine sebep oluyor Gerçi çocuk bunu ileride anlayabilecek duruma gelecektir, ama gelişimi süresince bu tarz etkileşimlerle sürekli karşılaşacağından annesiyle arasındaki ilişki hiçbir zaman bir anne ile oğul arasında olması gerektiği gibi olmayacaktır Eğer baba savaşta ölmemiş olsaydı kulağına gelen o gülüşme sesleri belki o dönemki birçok çocuğun aksine bir babaya sahip olmasından dolayı ona mutluluk verecekti Bunun dışında evde bir babanın olmayışının en büyük sonuçlarından biri olan parasızlık annesini böyle bir hayata sürüklemiş, Heinrich’e küçük yaşta geçim sıkıntısının ne demek olduğunu öğretmiş, onun bazı konularda vaktinden önce olgunlaşmasını sağlamıştır Evin alışveriş işlerini daha okula başlamadan üzerine almak zorunda kalan Heinrich, yaşıtlarının ancak ilkokul üçüncü sınıfa gelince öğrendikleri birçok matemetik problemini daha okul öncesi çağda çözebilecek alışkanlığı kazanmıştır Bunun dışında karaborsa alışverişinin en elverişli şekliyle nerelerde yapıldığını yatişkinlerden bile iyi biliyordu

“O sıralarda Heinrich Brielach beşbuçuk yaşındaydı Aynı binada oturanlar için belirli bir komisyon karşılığında karaborsadan alışveriş yapıyor ve böylece annesiyle kendi geçimine katkıda bulunuyordu
“Karaborsada herkesi tanıyor, kimin ne sattığını biliyordu (s 21)

O yaştaki diğer çocuklar parklarda oyun oynayıp, anne-babalarıyla vakit geçirirlerken Heinrich bu tip işlerle uğraşmak zorunda kalıyordu Bundan başka Heinrich, o yaşta bir çocuğun duymaması, bilmemesi gereken şeyler de biliyordu Annesi ile ‘amcalar’ arasında çıkan tartışmalardan kaptığı kelimeler kelime hazinesini genişletiyor, bilgi dağarcığına yeni bilgiler ekleniyordu

“Heinrich o sıralar ikinci sınıfa gitmekteydi ve ‘o’ nun ne demek olduğunu çoktan öğrenmiş bulunuyordu
“Çocuğu aldırmayacağım” diyordu anne “Aldıracaksın!” “Çocuğu aldıracağım” demişti anne Karl’a Karl ise “Aldırmayacaksın!” diye karşı koymuştu o zamanlar Şimdi herşey tersineydi
“Demek aldırabilmek olanağı da vardı çocukları(s 26)

Bayan Brielach Karl’dan doğacak çocuğunu aldırınca bu ‘amca’ da evi terkeder ve çok geçmeden evlerinde bitişik odanın kiracısı ölünce yerine taşınan biletçi Leo annesiyle ilişki kurar ve Leo amca olur Heinrich’in amcalar arasında en çok nefret ettiği Leo cimri, küfürbaz ve gürültücü bir adamdır Ve Heinrich’in bu adamdan Wilma adında bir kız kardeşi olur Fakat Leo birlikte yaşadığı bayan Brielach’ı dişçi ücreti yüzünden aralarında çıkan tartışmadan sonra terkeder Bu noktadan sonra Heinrich için sefaletin doruğu gelmiş olur Çünkü annesi yanında çalıştığı fırıncının evine taşınacaktır Bu olay Heinrich için yüzkızartıcı hayatlarının dünyaya ilan edilmesi demektir ki, Heinrich bu durumun ağırlığı altında ezilir Bu taşınma sırasında arkadaşı Martin ve onun da çok sevdiği Albert amca onlara uğramışlar ve karşılaştıkları manzara karşısında şaşırmışlardır:

“Albert merdivelerden hızla çıktı Heinrich onun ayak seslerini ve Martin’in “Heinrich!” diye bağıran sesini duydu “Heinrich, ne oluyor?” Ama Heinrich onlara dönüp bakmadığı gibi, Martin’e koşmak isteyen Wilma’yı da tuttu Albert omuzuna dokunduğu zaman da hiçbir hareket yapmadı Artık merdivenlerden inerken yalnız olmayacağına inanamıyordu Gözyaşlarını tutmayı başardı Sonra hızla dönüp Albert’in yüzüne baktı; Albert anlamıştı Zaten böyle birşeyi anlayabilecek tek kişi Albert’ti Sonra dönüp dikkatle aşağıdaki kamyonu seyreden Martin’e baktı Martin onun yoksulluğunun bu ani belirginleşmesini düşünüyor olmalıydı Ama aynı zamanda da Martin’in bütün bunlardan bir şey anlamadığını hem hayretle, hem de iç rahatlığıyla farketti Martin’in anlamaması, Albert’in anlamış olması kadar iyiydi” (s 284)

Martin’in annesi hakkındaki çelişkili düşünelerinin aksine Heinrich’in annesi hakkındaki yargısı kesindir Sadece o değil, herkes Heinrich’in annesinin ahlaki konumunu bilmektedir Yeterince açık olan bu durum içinde Heinrich, aksi bir durumu düşünmemekte, yapması gerken her şeyi kabullendiği bu durum dahilinde yapmaktadır Herkes bir kenara, en yakın arkadaşı olan Martin’in, annesinin bu durumunu bilmemesi onun için büyük önem taşımaktadır:

“Leo Martin’in annesi hakkında konumuş ve onun erkeklerle o kelimeyle anlatılmak istenen şeyi yaptığını söylemişti Ama Martin’in bunu bilmesini istemiyordu Gerçi kendi annesi de erkekerle birleşiyordu ama Martin’in bunu öğremesi bir yıkım olurdu onun için (s 242)

Heinrich amcalarla birlikte yaşamanın beraberinde getirdiği zorukların dışında annesinin çalışması sebebiyle evdeki işlerin hemen tümüyle ilgilenmek zorunda kalıyordu Eğer babası ölmemiş olsaydı annesi çalışmak zorunda kalmaz, evde durur, o da diğer çocuklar gibi olurdu Oysa şimdi yaşıtı olan çocuklarınkinden çok daha farklı bir yaşamı vardı Ev işleri, alışveriş, vs derken şimdi de küçük kardeşi Wila onun yükünü biraz daha arttırıyordu Ve bütün bunlar Heinrich’i okulda oynanan oyunları zaman kaybı olarak nitelendiren bir çocuk haline dönüştürüyordu

“Okula geldiğide daima yorgun olur, son dersin bitimini bildiren zil çalar çalmaz da hemen yola koyulurdu Çünkü annesi son ders bitmezden yirmi dakika önce evden çıkardı O zaman Wilma evde Leo ile yalnız kalır ve Brielach okulda Wilma’nın Leo ile olduğunu düşündükçe huzuru kaçardı
“Brielach gerçekten de rahat yüzü görmüyordu Bir sürü işinin arasında okul onun için sanki hem fazla gelen, hem de hoş tarafları olan bir yan uğraştı Okulda oynanan oyunlar buz tabakasının altındaki hava kabarcıklarına benziyordu İyiydiler, ama aynı zamanda da zaman kaybına yol açıyorlardı Bazı günler okulda can sıkıntısından başka bir şey olmadığında Brielach, eğer Wilma için duyduğu kaygı engel olmazsa, son derste uyuyakalırdı (s 186)

3 Nella:

Haus ohne Hüter romanında savaşın getirdiklerinden en çok etkilenenlerden biri de şüphesiz Martin’in annesi Nella’dır Kocası Rai’nin savaşta ölmesiyle dul bir yaşamın kucağına düşmüş olan Nella, maddi açıdan oldukça rahattır İnsan yaşamı üzerinde büyük etkisi olduğu yatsınamaz olan paraya sahip olmasına, dolayısıyla rahat bir yaşam sürmesine karşın, kocasının ölümünden sonra dünyaya gelen oğlu Martin’e kendini adamış sayılmaz Ona karşı davranışları bir annenin oğluna karşı olan yaklaşımından oldukça farklıdır Bunun sebebi belki de kocasının ölümünden sonra kendini büyük bir boşlukta, büyük bir yalnızlık içinde hissetmesidir Böll’ün bu konudaki şu satırları olaya ışık tutar bir niteliktedir:

“Aslında yaptıkları yapmak istediklerinden çok farklıydı Ama böyle hareket etmesinin sebebi kendini beğenmesi değildi Savaşta ölen kocasından ötürü gurur duymuyordu İlginç insalarla tanışmak gibi bir istek de yoktu içinde Herşeyin az ya da çok anlamını yitirdiği bir noktada kendini akıntıya bırakıvermek, teslim olmak çekici geliyordu ona (s 30)

Nella’nın edebiyat ve sanatsever kadınlı erkekli bir arkadaş çevresi vardır Sık sık onlarla buluşur, bazen de geç saatlere kadar dışarıda oyalandığı olur Annesi ve oğlu gibi bütün yakınlarının gözünde pek iyi sayılmayan bir hayat sürmektedir Eve geç geldiği vakitler annesinin “nerelerde sürtüyorsun yine?” gibi sorularına maruz kalır Fakat öyle bir boşluk, öyle bir boşvermişlik, hayal kırıklığı içindedir ki, bu durumda kendini savunmak için, annesinin ve çevresinin düşündüklerinin yanlış olduğunu kanıtlamak için hiçbir girişimde bulunmamakta ve annesinin bu sorularını yanıtsız bırakmaktadır Sanki çevresine “ne düşündüğünüz umrumda değil” der gibi bir havası vardır Ama herkesin sandığının aksine kocasına bağlılığını bozmamakta, tanıdığı erkekler kocasını onun gözünde gittikçe daha da büyütmektedir:

“Böyle erkeklerle tanıştıkça kocasını daha fazla sevmişti Biraz hafifmeşrep bir kadın olarak bilinmesine rağmen on yıl boyunca başka erkeklerle yatmamıştı Rai ise diğerlerinden farklıydı Bilinçdışı eğilimleri kadar saflığı da gerçekti (s 31)

Nella için arkadaş toplantıları ya da tanıştığı erkeklerle yaptığı gezintiler onun kocasının ölümünden sonra düştüğü boşluğun içinde kendini avutmak için başvurduğu bir çaredir, bir kaçış niteliğindedir ve her seferinde hayal kırıklığıyla sonuçlanmaktadır Ferahlamak için gittiği her yerden sıkıntı ve bunalım içinde döner Yakından tanıma fırsatı bulduğu erkeklerin kocasına hiç benzemediklerini, bunların yüzleri yakışıklı birer öküz olduklarını, sanat zevkinden ne kadar uzak olduklarını keşfettikçe bunalımı artar, kocasına bağlılığı büyür

Raimund’dan kalan ve sayısı çok olmayan şiirleri, onlar hakkında yayınlanmış yazılarla birlikte saklayan Nella, kocasının adına şiir antolojilerinde rastladıkça, onun şiirlerine radyo programlarında yer verildikçe, aldığı ödüller kendisine verildikçe kocasıyla gurur duyar Bu yüzden bu yapıda, kocasını çok seven bir kadının bu matematik kafalı insanlardan nefret etmesi aykırı bir tablo oluşturmaz Fakat kocasına karşı bu tutumu sürekli değildir Kocasının ölümünden sonra kendisini teselliye gelen rahibin öğüdünü uygulamaktan, “kocasının çocuğunu ve eserini korumakla” hayatını sürdürmekten usanır, kaderine isyan eder Albert’le dertleşirken şöyle yakınıyor:

“Allah kahretsin Yaşamımın sonuna dek o otuzyedi şiirle mi yaşayacağım? Sen çocukla benden daha iyi ilgileniyorsun Evlenmek, dergilerde resimlerini gördüğümüz güleryüzlü bir anne, bir erkeğin karısı olmak istemiyorum Rai gibi biri bir daha karşıma çıkmayacaktır ve Rai’nin geri dönmesi de mümkün değil Vuruldu Ben de dul kaldım Bir alay aptalla konferanslara gitmenin benim için zevkli bir şey olduğuna gerçekten inanıyor musun?” (s 182)

Nella’yı en yakından tanıyan kişi onunla aynı evde oturan kocasının eski arkadaşı Albert’tir Rai’nin sağlığında Nella’nın aklı başında bir genç kadın olduğu onu tanıyan herkesçe bilinmektedir Fakat kocasının ölmesinin ardından bu genç kadın çok büyük ölçüde değişmiş, kocasının bu haksız ölümü onu derinden etkilemiştir Kısacası o ana kadar herşeyiyle kendisini hayata bağlayan bağlar bu ölümle birlikte tamamen kopmuştur Kocası savaşta öldükten sonra Albert, Nella’nın geçirdiği bunalımları yakından izleme fırsatını bulmuştur:

“Ama Albert savaştan sonra döndüğünde onun hepten yıkılmış olduğunu dehşetle farketmişti Bazen aylarca dini bütün bir kadın oluyor, sabahları erkenden kalkıp kiliseye gidiyor, gecelerini ve gündüzlerini dini büyüklerin hayatlarını okumakla geçiriyordu Buna karşın bazen de büyük bir karamsarlığın içine düşüyor, günlerini sanki yarı uykuda geçiriyor, çağırdığı konuklarla zaman öldürmeye çalışıyor, kendisiyle sinemaya ya da tiyatroya gidecek cana yakın bir kavalye bulduğunda mutluluk duyuyordu Ara sıra da erkeklerle birkaç gün için çıkıp gidiyor, döndüğünde gene karamsar oluyor, odasına kapanıp ağlıyordu (s 210)

Nella entelektüel bir kadındır Kocasının da mesleği gereği sanatçı ve entelektüel çevrelerle ilişki içindedir Kocasının ölümünden sonra da bu ilişkileri sürdürmüştür Kocasının ölümünün getirdiği mutsuzluk, bunalım havası onu yaşam tarzında tutarsızlığa itiyordu Bazen geç saatlere kadar arkadaşlarıyla dışarıda kalırken, bazen de dinde teselli arıyordu Böyle günlerde evine dini-felsefi tartışmalar yapabileceği rahipler davet eder, şömine karşısında iyi cins şaraplar yudumlayıp onlarla sohbet eder

“Modern ressamların güzel tablolarının altında gözleri tutkuyla yanan ve üstlerindeki cüppe sayesinde olduklarından daha zeki görünmek ayrıcalığını tadan resim gibi güzel rahiplerin dostluğundan ve bu havadan hoşlanırdı (s 212)

Nella kocasının ölümüne sebep olan albayın adını büyük bir kinle hafızasında korumuştur: Gaeseler! Nella için bu isim adeta savaşın bütün insanlık dışı kimliğinin sembolüdür Ünlü bir şairin çok çocuklu karısı olarak süreceği varlıklı hayatın yerine, tek çocuklu dul bir genç kadın olarak bu hayata katlanmasına tek sebep savaştır Ama Gaeseler savaşın uygulayıcısı durumundadır Rai’nin ölümünden sorumlu olan odur Nella yaşanmamış hayatını düşlerken her defasında bu hayatın gerçekleşmemesinin tek sebebi olan Gaeseler’i düşünür Onu kafasında iri, kaba yapılı, zeki bir subay olarak canlandırır Askerlikte emir ve itaat ilkelerine körü körüne bağlı bir asker olarak düşündüğü Gaeseler’le karşılaşacak olsa ona karşı duyacağı nefretin derecesini tahmin bile edemez Ama bu gerçekte böyle olmaz Bu karşılaşma sırasında Nella’nın hissetkleri romanda şöyle anlatılıyor:

“Gaeseler saatine bakarken o sırada taksi şoförünün eline parayı sayan Nella, birden evindekileri, Martin’i, annesini, Glum’u ve Bolda’yı özlediğini hissetti Bütün gücüyle Gaeseler’den nefret etmeye çalışıyor ama başaramıyordu İçinde uyandırabildiği soğuk, yabancı ve biraz da ürkütücü duygu bir can sıkıntısının sınırlarını aşamamıştı (s 221)

4 Wilma:

Bu romanda kocasının savaşta ölmesinden dolayı genç yaşta dul kalıp, koruyucusuz bir hayatın pençesine düşmüş ve Martin’in annesi Nella ile aynı kategoride olan bir başka kadın da Heinrich’in annesi Wilma Brielach’tır

Tıpkı Martin ile Heinrich arasında olduğu gibi bu iki kadın arasındaki tek fark maddiyattır Kocasının ölümünden sonra düştüğü durumu belli bir çevreye sahip olması ve paralı olmanın verdiği büyük avantaj sayesinde arkadaş toplantıları, küçük seyahatler ile bir dereceye kadar idare edebilmektedir Wilma’nın ise ne böyle bir arkadaş çevresi, ne de parası vardır Onun güvenebileceği tek şey güzelliğidir Öyle ki, sanki güzelliğini bir şekilde kaybederse bu onun için bir yıkım olacaktır Diş sağlığının bozulmasından dolayı, onları tedavi ettiremesi gerekir Fakat tedavi için gerekli parayı çok yüksek olmasından dolayı bulamayacağı için karşı karşıya kaldığı durumu Böll şu şekilde anlatıyor:

“Kadın ayağa kalktı ve mantosunun önünü ilikledi Her an ağlayacağından korktuğundan alçak sesle konuşuyordu Ağzındaki acı hala geçmemişti Doktorun söylediği yüksek tutar sanki idam kararı gibi bir şeydi onun için En çok ki ay sonra onüç dişi de dökülecek, böylece yaşamı bir anlamda son bulmuş olacaktı Leo’nun en nefret ettiği şey çürük dişelrdi Kendi dişleri eksiksiz, bembeyazdı ve onların bakımına büyük özen gösterirdi (s 49)

Dişlerini Leo’nun dişleriyle kıyaslamasının sebebi bir anlamda nikahsız yaşadığı bu adama maddi olarak bağımlı olmasıydı Eğer dişlerini yaptıramayacak olursa Leo onu terk edebilirdi Wilma bu nikahsız evliliklere kocasının şehit maaşını kaybetmemek için razı oluyordu Heinrich’i anlatırken bahsettiğim bu kocaların hepsi de sevgiden uzak, onu sadece fiziki anlamda seven, onun güzelliğinden faydalanmak isteyen insanlardı O ise bu duygusuz insanlarla yaşamaya mecbur kalıyordu

“Gert bir kez bile aşkın sözünü etmemişti Hatta Saporoshe ile Dnjepropetrowsk arasında ölen güler yüzlü kocası bile aşktan öz etmemişti Yalnızca mektuplarında ara sıra onu ne kadar çok sevdiğini yazmıştı Ama yazmak söylemekten çok farklıydı, daha kolaydı Leo’nun kelime hazinesinde ise aşk yoktu bile ve kadın bu durumdan memnundu Ona göre aşk ancak filmerde, romanlarda, radyodan okunan şeylerde ve şarkılarda olabilirdi (s 253)

İşte Wilma oğlu Heinrich’i bu duygusuz adamların yanında büyütmek zorundaydı Wilma’nın Nella’dan ayrıldığı bir nokta da burasıdır Yani birçok erkekle birlikte olmuştur ama bunun sebebi büyük ölçüde Wilma’nın yoksul bir kadın olmasıdır Wilma kocasına sadık kalmamıştır ama onu unutmamaya da kararlıdır Hangi adamla yaşarsa yaşasın kocasının resmini yatak odasının duvarından indirmez Kocasından kalan tek hatıra olan, vaktiyle kendisine hediye ettiği para cüzdanını yanından hiç ayırmaz Bunların dışında birlik komutanının verdiği haber Wilma’nın hafızasında kelimesi kelimesine yer etmiştir:

“Tankıyla bir keşif kolunu takviye etmek üzere gitmiş ve görevden geri dönmemiştir Ancak bölüğün en eski ve sadık askerlerinden biri olan kocanızın ruslara esir düşmediğinden emin bulunmaktayız Kocanız bir kahraman gibi ölmüştür (s 51)

Wilma kocasını, onunla geçirdiği kısa evlilik hayatını, izinli gelişlerindeki beraberliklerini, onun çok ender gülen ciddi yüzünü ve mektuplarını hiçbir zaman unutmaz Saporoshe ile Dnjepropetrowsk arasında bir yerde tankının içinde yanıp kül olmuş hali sık sık gözünün önüne gelir Kayınvalidesinin “oğlumun hatırasını yaşat!” (s 61) sözü de kulağında hep çınlar Ama Wilma kocasının ölümünden bir yıl sonra aynı evde oturan oda komşusu Erich’e kendini teslim ettikten sonra artık olan olmuştur Erich’ten sonra Gert, Karl, sonra da Leo ile yaşamış, bu hayat tarzını adeta alın yazısı saymıştır Konu komşunun gözünde bunun ne demek olduğunu tahmin etmekten uzak değildir Kızı küçük Wilma’yı zaman zaman emanet ettiği komşusu gibi, bazen Heinrich’i ziyarete gelen kayınvalidesi herkesin aklından geçen gerçeği onun yüzüne vurur:

“Hayatındaki bu değişiklik! Her şeyin bir sınırı var (s 62)

Wilma için artık sınır aşılmıştır ve bunun böyle sürüp gitmesine son vermek onun elinde değildir Leo ile takma diş tartışmasından sonra arası açılınca kendisine uzun zamandır kur yapan, karısı ile evliliğini kağıt üzerinde sürdüren, aynı zamanda patronu olan fırıncının evine, çırağın ayrılmasıyla boşalan odaya taşınır Fırıncının yanına taşınmak, Wilma’nın yüz karası hayatını konu komşunun önünde bir kez daha ortaya koyması demektir ki bu çocukları, özellikle Heinrich için çok utanç ve acı verici bir olaydır Wilma fırıncıya evet derken bunun bilincine varmıştır ve bunun üzerine ağlar Yanına gelerek ona “neden ağlıyorsun?”“neden ağladığımı anlamıyor musun?” diye karşılık verir (s 258) Birkaç parça kırık dökük eşyadan ibaret olan eşyalarını kamyona yüklerken komşuların meraklı bakışlarına ve birtakım iğneleyici sözlerine maruz kalır:
diye soran fırıncıya
“Bir günahın kucağından bir başka günahın kucağına atılıyor (s 281)
“Evet, evet! Eskiden söylenmiş sözlerin doğruluğundan hiçbir zaman kuşkulanmamak gerek Ne demişler: evin erkeği nasılsa eşyalar da ona göre olur(s 283)

Çevrede birikmiş insanlar bu gibi acıma ve alay ifadelerini küçük Wilma ve Heinrich’in de duyabilecekleri şekilde fısıldamaktan basit bir zevk alırlar Wilma, temeli kocasının savaşta ölmesi olan sefaletinin ortaya döküldüğü bu anı aşacak gücü kendinde bulamaz Orada biriken onca insanın içinde bir tek Albert diğerlerinden farklı düşünür Bir tek Albert bile Wilma’yı teselli etmeye yetmektedir Bu, Wilma’nın aslında kendisini seven birilerinin varolduğunu anlamasını sağlar Onu seven, onun adına üzülen bir başka kişi de komşusu bayan Borussiak’tır Bayan Borussiak taşınırlarken Wilma’yı ve küçük kızını sarılıp öper Sessiz sessiz ağlarken ona şu şekilde mırıldanır:

“Sevgili yavrucuğum, inşallah bundan sonra rahat edersin (s 281)

Alıntı Yaparak Cevapla

Haus Ohne Hüter Romanında Savaşın Yıkıntıları

Eski 09-10-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Haus Ohne Hüter Romanında Savaşın Yıkıntıları



5 Albert:

Şu ana kadar ele aldığımız kişiler savaşta ölen erkeklerin karıları ve çocuklarıydı Şüphesiz bu kişiler ölen erkeğin acısını en çok hissedecek, bundan olumsuz yönde en fazla etkilenecek kişilerdir Ve bu da romanda açık bir biçimde görülmektedir Romanda bunların dışında bu kişiler kadar olmasa da bir şekilde savaştan yeterince yara almış başka kişiler de yer almaktadır Bunlardan biri de daha önce dolaylı olarak biraz değindiğim Albert’tir

Albert romanda insani yönleri gelişmiş, iyiliksever, herkesin sevgisini kazanmış biri olarak karşımıza çıkar Savaşta ölen arkadaşının yetim kalan oğluna bir anlamda babalık etmektedir Heinrich’e de elinden geldiğince yardım etmeye çalışan Albert’in bu yönü, aynı evi paylaşmalarından dolayı Martin üzerinde daha etkili, daha açık olarak görülmektedir Martin’in annesi Nella bunu kendisi bizat Albert’e de söylemiştir:

“Şu anda nasılsa Martin’in babası durumundasın Yetmiyor mu bu sana?” (s 105)

Albert savaşta ölen Rai’nin en samimi arkadaşıdır Şu an yetim kalan oğlunu nasıl seviyor ve onunla nasıl ilgileniyorsa, zamanında Rai’yle de o derece iyi bir arkadaştı Buna en büyük örnek Rai’nin ölümüne sebep olan teğmene karşı davranışıdır Askerlik yasalarına göre bunun neye malolacağını bildiği halde, arkadaşının öcünü bir nebze de olsa almak için komutanını tokatlar ve bunu altı ay hapis cezasıyla öder

“Suratına öyle bir tokat indirdim ki, bir an için beş parmağımın izini esmer yanağında gördüm Tokatın bedelini de Odesa’daki askeri hapishanede altı ay yatarak ödedim (s 34)

Nella çoğu geceler misafirleri olduğu ya da arkadaş toplantılarına gittiği için geç yatar, sabahları da geç kalkar Martin’in okula gitmeden önce yalnız başına kahvaltı etmemesi için Albert erken kalkar, onunla birlikte kahvaltı eder, sonra okul yolunda ona arkadaşlık etmeyi de ihmal etmez Aklını kurcalayan konularda Martin’e, aynı zamanda Heinrich’e de yardımcı olur Elinden geldiğince Martin’e evdeki düzensizliği hissettirmemeye çalışır

Nerdeyse bir baba gibi Martin’e o kadar yakındır ki, Martin okul dönüşü geciktiği zaman anormal bir şekilde endişelenir Böyle zamanlarda hayal gücü işlemeye başlar, türlü kötü ihtimalleri göz önüne getirerek korkulu dakikalar yaşar

“Çocuk ne zaman geç kalsa hayal gücü harekete geçer, kafasını karşı koyamadığı binbir görüntüyle doldururdu: kazalar, kan, sedyeler birbiri ardına gözünün önünden geçerdi Hatta şimdi bir tabutun üstüne atılan toprakları bile görebiliyordu (s 218)

6 Büyükanne:

Albert’ten sonra Martin’in büyükannesi de bu romanda savaşın en çok etkilediği kişilerden biri olarak karşımıza çıkar O yaşlardaki bir çok kadın gibi huysuz, dediği dedik bir ihtiyar olan büyükanne, kendi sigarasından başka sigaralara itibar etmediği gibi, başkalarının kullandığı markalarla da açıktan açığa alay eden, kendini beğenmiş bir kadındır Bunun dışında gerçekleri herkesin yüzüne vurma gibi bir özelliği de vardır Evin içindeki herkese bir yolunu bulup şaka yollu da olsa bu huyunu hissettirir Ama buna en çok ve acımasız şekilde maruz kalan ise kızı Nella’dır Daha önce de birçok yerde değindiğim gibi arkadaş toplantıları, konferans gezileri gibi nedenlerle eve geç geldiği zamanlarda, damadının ölümünün verdiği acıyla kızına onur kırıcı sözler söylemekten hiç sakınmaz:

“Gene orospuluk faslı mı başladı? Rus topraklarında çürümekte olan kocanın anısından utan!” (s 94)

Rai’nin savaşta ölümü büyükanneyi kızına karşı bu tip sözleri sarfetmeye iterken, torunu Martin de başka bir biçimde de olsa bundan nasibini almaktadır Martn’e verdiği din derslerinin dışında onda babasının ölümüne sebep olan adama karşı intikam hissi uyandırmaya çabalar Sıkça tekrarlanan bu durum büyük bir tutarlılıkla işler:

“Baban şehit düştü değil mi?”
“Evet”
“Şehit oldu ne demek?”
“Savaşta öldü, vuruldu
“Nerede?”
“Kalinowka yakınlarında
“Ne zaman?”
“7 temmuz 1942’de
“Peki sen ne zaman doğdun?”
“8 ekim 1942’de
“Babanın ölümüne sebep olan adamın adı nedir?”
“Gaeseler
“Bir daha söyle bakayım bu adı!”
“Gaeseler
“Bir daha
“Gaeseler
“Neden yeryüzündeyiz?”
“Tanrıyı sevmek, ona hizmet etmek ve onun sayesinde cennete gidebilmek için
“Bir çocuğun babasını elinden almak ne demektir bilir misin?” (s 123)

Torununun zihninde bu diyaloğun satırı satırına yerleşmesine sebep olan büyükannenin kini Gaeseler’e karşı o kadar büyüktür ki, Nella’da beklenen etkiyi yaratmazken büyükanne onun yerini öğrenince rahat edemez ve Albert’i de yanına alarak onun bulunduğu yere gider Büyükannenin öç alma arzusunu nasıl gerçekleştirdiği Albert’in ağzından şöyle anlatılıyor:

“Evet, Gaeseler’e vurmak istiyordu Kendisine engel olmaya çalışanları da bir kenara itiyordu Schurbiegel’in suratında birkaç okkalı şamar patladı Rahip Willibrord ise göğsüne bir dirsek yedi
“Başka çare kalmadığı için ben de büyükanneye katıldım ve sıkı bir yumruk indirdim(s 301)

7 Glum:

Kalabalık sayılabilecek bu evde yukarıda bahsettiğimiz bu kadar kişinin dışında savaştan maddi, manevi büyük ölçüde zarar görmüş, ama buna romanda kısaca değinilmiş, Glum adında biri daha yaşamaktadır Bu Sibirya’dan gelmiş, çok az konuşan, kalın kitaplar okuyup lezzetli çorbalar pişirebilen yaşlı bir adamdır Dindar ve sevimli bir adam olan Glum’u eve Albert getirmiştir Vatanından kalkıp Ren havzasına geldiği zamanlarda iş bulabilme umuduyla geldiği marmelat fabrikasının önünde beklerken Albert bu dişsiz ve saçsız adamı farketmiş, ona acıyıp onu eve getirmişti Büyükanne de ona karşı iyi davramış ve ona evlerinde bir yer vermişlerdir Sonunda kendine kucak açan bir yer bulmuştur ama o güne kadar çok şey görüp geçirmiştir Vatanından kalkıp göçmesinin, saçsız ve dişsiz oluşunun bir nedeni vardır: savaş

“Tuhaf ama iyi yürekli bir insandı Martin dişsiz ağzından ve saçsız başından zaman zaman korkmasına karşın onu gene de severdi Ayrıca Glum’un saçsız ve dişsiz oluşunun önemli bir sebebi vardı Toplama kamplarında kalmıştı Gerçi kendisi bu konuda hiç konuşmazdı ama Albert amca toplama kamplarının ölüm, cinayet, zorbalık, dehşet ve milyonlarca insanın felaketi anlamına geldiğini sezdirmişti ona Glum bütün bunları yaşadığı için olduğundan daha yaşlı gösteriyordu Martin hep onun büyükanneden büyük olduğu duygusuna kapılıyordu Oysa gerçekte büyükanneden tam onbeş yaş küçüktü (s 148)
“Kampta açlık ve bunun yanısıra hiçbir zaman eksilmeyen dehşet duygusu saçlarının ve dişlerinin dökülmesine yol açmıştı(s 155)

Vücudundaki bu fiziki çöküntünün yanısıra savaşın Glum’a ettiği bir başka kötülük daha vardı Karısını ondan ayırmıştı Tambow adında bir kentte gündüzleri kömür ve patates taşıyıp, akşamları da okuma yazma öğrendiği bir okulda tanıdığı Tata adındaki sarışın tombul kadın o andan sonra artık onun için yoktu

“Ama çok geçmeden Glum’u evinden koparmışlar, batıya doğru yollamışlardı Artık karların içinde yuvarlana yuvarlana gittikçe daha da büyüyen bir kardan adam gibi durmaksızın Tata’dan uzaklaşmaktaydı; savaş çıkmıştı Glum yaralanmış, gene doğuya, Tambow’a gönderilmiş, ama Tata’yı bulamamıştı Nerede olduğunu bilen de yoktu (s 154)

Bütün aramalarına karşın Tata’nın tek bir izine bile rastlayamamıştı Daha sonra iyileştiği için gene batıya gönderilmiş, kendini savaşın ta içinde bulmuştu” (s 155) ZUSAMMENFASSUNG

Heinrich Böll ist einer der Autoren, die in der deutschen Literatur einen wichtigsten Platz haben Nachdem die Nationalsozialisten zur Regierung in Deutschland gelungen hatten, sind die meisten Autoren ins Ausland emigriert, wo sie frei wirken können und wo sie von der Regime nicht beeinflusst werden Die waren die Autoren, die den grössten teil der Naziherrschaft und die Kriegsjahre im Ausland, im Exil verbracht haben Sie waren in der Ferne des Kriegs, aber auch in der Heimatssehnsucht

Heinrich Böll, der in der Nazizeit keine wichtige schriftstellerische Versuche hatte, war direkt im Krieg als Soldat Er wurde selbst Zeuge der Mitleidslosigkeit des Kriegs, in dem er vier mal verletzt und in Kriegsgefangenschaft geraten wurde Vielleicht hatten diese Kriegsjahre eine grosse Rolle daran, dass Böll, einer der wichtigsten Namen der deutschen Nachkriegsliteratur und der besten Ausdrücker der Themen dieser Literatur wird

Böll wurde im schlimmsten Hungerjahr des ersten Weltkriegs geboren und auch seine Jugendjahre verbrachte er in einer schlimmen Situation Noch im Frühjahr seines Lebens wurde er zur Wehrmacht einberufen und obwohl er das nicht mochte, musste er am zweiten Weltkrieg teilnehmen Als der Krieg zu Ende war und er in die Heimat zurück kehrte, fand er sich in der schlimmtesten Situation der deutschen Geschichte

Als der Krieg zu Ende war, war Deutschland, vor allem die Staedte in eine Trümmerwüste verwandelt Und unter diesen Trümmern lagen noch vielfach die Leichen, die die Seuchen verursachen konnten Diese Trümmer waren so gross, dass der Schutt für neues Baumaterial aus den Staedten geschafft wurden In dieser Zeit trugen die Frauen die Hauptlast, weil da die meisten Maenner im Krieg gefallen oder verkrüeppelt, vermisst oder in Kriegsgefangenschaft geraten sind Der grosse Teil der Wohnungen war gaenzlich unbewohnbar oder baschaedigt Und das bedeutete: 20 millionen Menschen sind von der Zerstörung ihres Wohnraums betroffen

In diesem Phase, wann Deutschland vier Jahre lang unter der allierten Besatzung stand, war das grösste und zentrale Problem ‘der Hunger’ Die Lebensmittelzuteilungen waren ungenügend oder unsicher Deswegwn hatte das Volk Hunger, brauchten die Menschen einen Krümel auch Die Unsicherheit der Lebensmittelzuteilungen führte die Menschen zum Schwarzmarkt, der trotz der Razzien und drastischen Strafdrohungen nicht verhindert werden konnte Auch wenn man kein Geld hatte, war es im Schwarzmarkt möglich, die Sachen und sowie die Hauswahren gegen Nahrungsmittel zu tauschen Ausserdem fuhren die Menschen in die Dörfer, wo die Versorgungslage besser war Sie durchstreiften in den Dörfern in überfüllten Zuegen, zu Fuss oder mit dem Fahrrad, oft tagelang, ohne zu schlafen Sie müssten das, denn sie müssten ihr überleben sichern

Als Deutschland in einer so schlimmen Siruation war, kehrten viele Schriftsteller heim, die im Exil oder im Krieg waren Man erhoffte, dass das Volk durch die Schriften dieser Schriftsteller ermutigt und mit der Hoffnung erfüllt werden Die in dieser Phase durch die heimkehrenden und jungen Autoren entstandene Literatur wurde Trümmerliteratur genannt Denn in dieser Literatur wurden die Trümmer oder die Menschen geschrieben, die in den Trümmern lebten Die dichter und Schriftsteller setzten sich realistisch, in einer einfachen und sachlichen Sprache, mit der unmittelbaren Nachkriegszeit und dem Nachkriegszeitmensch, und der Motiven dieser Zeit ( Tod, Ruinenlandschaft, Heimkehr, Gefangenschaft, Hunger usw ) auseinander Die wichtigsren dieser Autoren waren: Günter Grass, Alfred Andersch, Wolfgang Borchert, Max Frisch, Günter Eich und Heinrich Böll Ein wichtigstes Werk aus diesr Literatur ist der Roman von H Böll ‘Haus ohne Hüter’, in dem Böll die Negativitaeten und die Trümmer des Kriegs erzaehlte

Im Roman sind zwei Familien zu betrachten, deren Hüter im Krieg umgekommen sind Die zentralen Figuren des Romans sind zwei gleichaltrige Kinder, Heinrich und Martin, die das gemeinsame Leid haben Die Vaeter dieser beiden Kinder sind im Krieg umgekommen Deswegen müssen sie in einer schlechten Situation leben, die sie nicht veraendern können und an der sie keinen Schuld haben Die Mütter diser Kinder, Nella und Wilma sind auch in einer aehnlichen Situation, da sie auch wegen der gemeinsamen Schicksal leiden Die Maenner der beiden Frauen sind Tod, und der einzige Schuldige ist der Krieg

Martin ist wohl als finanziell, aber im Haus diseses Kindes beherrscht eine Unordnung, weil es in diesm Haus nicht einen Fater gibt Nella, die Mutter bringt nach Hause oft viele Gaeste, mit den sie bis in die Mitternacht sitzt Und weil sie deswegen zu spaet ins Bett geht, steht auch morgen sehr spaet auf Deshalb muss sich um das Kind, das morgens zur Schule gehen muss, oft Albert, der alte Freund seines Faters kümmern Zwieschen Nella und seinem Sohn Martin gibt es keine Beziehung, die wie die Beziehung zwieschen einer Mutter und einem Kind sein soll Und das beeinflusst das Kind innerlich sehr

Das grösste Problem des Heinrich, der sich finanziell in einer schlechteren Situation als Martin befindet, ist die moralische Lage seiner Mutter Sie heiratet die Maenner ohne Trauung, um den Blutzeugenlohn seines Mannes nicht zu verlieren Weil sie immer zur Arbeit geht, muss sich Heinrich um die probleme und Bedürfnisse des Hauses kümmern İm sehr kleinen Alter wurde er deswegen reif und erfahrungsvoll in vielen Bereichen, die nötig für einen erwachsenen Mann sind İn einer solchen schwierigkeitsvollen Situation wird Heinrich mit den Vaetern erwachsen, die er “onkel” nennt

Im Roman sehen wir die Leute, die wegen des Kriegs leiden, und was der Krieg diesen Menschen mitgebracht hat Hier sind die Kinder vaterlos, die Frauen verwitwet, und Böll schildert das Schiksal der Menschen und die Trümmer des Kriegs in den Menschen durch diese Figuren in diesen Familien SONUÇ

Bugün dünya üzerindeki hemen her ülke genel kültürel çerçevede ya da sosyal gelişmişlik düzeyi ile bağlantılı olarak evrensel düzeyde belli bir imaja sahiptir Mesela bir İtalya dediğimizde, veya Fransa, Rusya, ya da İngiltereden bahsettiğimizde kafalarda oluşturdukları tablo, imaj ortadadır Bunlar bir tarafa, bizim ilgi alanımıza giren Almanya nasıl bir ülkedir? Durup kısaca bir düşündüğümüzde kabaca şunlar söylenebilir: Almanya geçmişte Goethe, Schiller gibi, ya da daha yakın bir geçmişten Brecht gibi, eserleri günümüzde dahi yankı uyandıran dehaları, Mozart, Bach, ya da Carl Orff gibi müziğe damgasını vurmuş isimleri, Kant, Marx, ya da Nietzsche gibi düşünceleri günümüzde bile etkisini yitirmemiş olan önemli düşünürleri yetiştirmiş, günümüzde de bir sanayi ve teknoloji devi olan bir ülke

Sadece bunlar mı? Hayır Tarih süreci içinde geniş bir zamana yayılmış, uzun yıllardan sonra varılan bu olumlu tablonun yanısıra, Almanya’da sadece 12 yıllık bir zamana hükmetmiş olmasına rağmen, icraatlarıyla en az yukarıda saydıklarım kadar, fakat olumsuz yönde ses getirmiş, tepki çekmiş bir isim daha var ki, bugün Almanya bu isimden ayrı düşünülemez bir durumdadır: Hitler

Almanya’nın bu isim tarafından içine sürüklendiği durum tarihi boyunca karşılaştığı en büyük felaket olmuştur Görmüş geçirmiş hemen her ülkede olduğu gibi Almanya’da da büyük yıkımlara yol açmış olan savaş, insanları açlıktan ölecek durumlara kadar sürüklemiştir Büyük kıtlıklar ve felaketlerle karşı karşıya kalan insanlar bunların yanısıra babalarını, kocalarını, oğullarını savaşta kaybetmiş, bu ölümlerin doğurduğu sonuçlarla geleceklerine şekil vermek zorunda kalmışlardır

Benim bu ödevde ortaya koymaya çalıştığım, bütün bu yukarıda anlatılanların bir uzantısı niteliğindedir Bütün bunları bizzat yaşamış ve bunları eserlerinde etkin bir dille ortaya koymuş olan H Böll, daha önce de birçok kez söylediğim gibi savaş sonrasında oluşan yeni edebiyatın en önemli temsilcilerinden biri olmuştur Savaş sonrasının en önemli eserlerinden olan “Haus ohne Hüter” romanında babasızlık, savaş yetimliği gibi kavramlar etrafında gelişen olaylar aracılığı ile savaşın insanlarda meydana getirdiği çöküşü farklı sınıflardan iki ailenin bireylerinin bakış açısından bizlere aktarmıştır Birinci bölümünde savaş sonrası Almanya’sını anlattığım bu çalışmanın ikinci bölümünde Heinrich Böll’ü ve edebiyatını, üçüncü bölümde ise savaşın bu romandaki kişilerde meydana getirdiği yıkıntıyı romandan alıntılarla anlatmaya çalıştım Bu sayede savaş sonrası Almanya’sı ve savaş sonrasındaki tipik alman insanının, bunun dışında savaşın getirdiklerinin anlaşılması açısından bunun olumlu bir çalışma olduğu kanaatindeyim

Alıntı Yaparak Cevapla
 
Üye olmanıza kesinlikle gerek yok !

Konuya yorum yazmak için sadece buraya tıklayınız.

Bu sitede 1 günde 10.000 kişiye sesinizi duyurma fırsatınız var.

IP adresleri kayıt altında tutulmaktadır. Aşağılama, hakaret, küfür vb. kötü içerikli mesaj yazan şahıslar IP adreslerinden tespit edilerek haklarında suç duyurusunda bulunulabilir.

« Önceki Konu   |   Sonraki Konu »
Konu Araçları Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş Arama
Görünüm Modları


forumsinsi.com
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
ForumSinsi.com hakkında yapılacak tüm şikayetlerde ilgili adresimizle iletişime geçilmesi halinde kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde en geç 1 (Bir) Hafta içerisinde gereken işlemler yapılacaktır. İletişime geçmek için buraya tıklayınız.