Sevilen Hikayeler |
09-06-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sevilen HikayelerALTIN SAÇLI KIZ Zamanın birinde, bundan çok yıllar önce Saraylarda padişahların yaşadığı, meydanlarda okların atıldığı, pazarlarda altın sikkelerle alış veriş yapıldığı zamanın birinde Güzel bir bahçenin tam ortasına kurulu bembeyaz bir ev varmış Bu evde altın sarısı saçları olan güzel mi güzel, alımlı mı alımlı; al yanaklı, gül dudaklı, boylu poslu, Bukle adında bir genç kız anneciği ile beraber otururmuş Güzeller güzeli Bukle her sabah, babaannesinden kalma bir kemik tarak ile saçlarını taramayı pek severmiş Bir saat, iki saat hiç bıkmadan tarar da tararmış yumuşacık saçlarını Sonra da tarağın dişlerine takılan, bir de yere dökülen tellerini itinayla toplarmış Onları pembe ipek mendilinin içine sarar bir çekmecede saklarmış Oturdukları beyaz evin bahçesi öyle güzel çiçeklerle bezeliymiş ki, kokuları siz deyin on mahalle, ben diyeyim yirmi mahalle öteden duyulurmuş Renkleri o kadar canlı, o kadar başkaymış ki; bahçenin önünden her geçen durup bakar, hayran kalırmış bu güzelliğe Bukle’nin annesi Menzile, bir çocuk gibi severmiş bu güzel çiçekleri Okşarmış, öpermiş; her akşam güneş batınca dağların gerisine, ay ışığı altında sularmış tek tek Laleler onu gördüklerinde daha dik durmaya, menekşeler kokularını her köşeye yaymaya, güller iri iri açmaya çalışırlar; güzellik yarışına girişirlermiş Hem çiçeklerle yaşamak öyle kolay da değilmiş Çabuk küser, çabuk solar, çabuk bükerlermiş boyunlarını Pek nazlı, pek nazenin, pek hassas, pek narin, pek kırılgan imişler Öyleymişler işte Sevgi imiş asıl onları besleyip büyüten Menzile haftada bir kere, karanlık çöker çökmez Bukle’nin altın sarısı tellerinden birisini alır, bahçedeki o güzel çiçeklerden seçtiğinin içine usulca koyarmış Ertesi sabah da aynı çiçek bir altın verirmiş Menzile’ye Bu, kimseye duyurmak istemedikleri bir sırmış Anne kız böyle yaşar giderlermiş işte Kimseye zararları yokmuş Kimseye de muhtaç değillermiş Ancak insanlar çeşit çeşitmiş İyiler de çokmuş, kötüler de Kimin iyi, kimin kötü olduğunu ise bilebilmek pek zormuş Günlerden bir gün nasıl olduysa, kadının biri, bir köşede durur iken Menzile’nin çiçekten aldığı altını görüvermiş Hayret etmiş, gözlerine inanamamış, dönüp bir daha bakmış “gördüklerim doğru mu acep!” diye Hemen aklında türlü fikirler dolaşmaya, bu fikirler bir kurt gibi beynini kemirmeye başlamış Sonunda bu fikirlere yenilip de aklınca bir plan hazırlamış Üzerine eski püskü, yırtık pırtık giysiler geçirip elini yüzünü kire pasa bulayıp, varmış güzel bahçeli beyaz evin kapısına Menzile çıkmış bu perişan görünen kadının karşısına “Buyrun” demiş gülümseyerek Kadın iki büklüm durarak, kısık sesle “misafir etseniz beni birkaç gün Allah rızası için” demiş ve kapının önüne yığılıp kalmış Menzile kadına pek acımış, haline pek üzülmüş Hemen ana kız içeri taşımışlar kadını Yatağa yatırıp üstünü örtmüşler Merakla başında beklemeye başlamışlar Bir süre sonra kadın açmış gözlerini “su içsem” demiş Bukle bir koşu su getimiş “Açım” demiş bunun üzerine kadın Bu sefer de Menzile koşmuş mutfağa, sıcak çorba getirmiş Bir güzel karnını doyurmuş kadın Ardından da açmış elerini, uzun uzun dua etmiş bu güzel insanlara: “Allah ne muradınız varsa versin Sağlık, mutluluk, huzur dolsun eviniz Tuttuğunuz altın, sofranız bereketli olsun Eviniz sıcak, yüreğiniz ferah olsun Yarınınız güzel, seveniniz bol olsun Kötülük dokunamadan geçip gitsin çatınızın üzerinden ” Bir güzel dualar etmiş ki kadın oturduğu yerden, Bukle ve Menzile pek sevinmişler Menzile “evin yoksa kal bizimle, yoldaş olursun bize” demiş Kadın hiç beklemeden hemen atılmış “Olur olur, kalırım” diyerek bir çığlık bırakmış havaya Kim ne düşünür nereden bilsin Menzile Kimin niyeti nedir nasıl bilsin Menzile O günden sonra birlikte yaşamaya başlamışlar beyaz evde Güzel, temiz elbiseler vermiş Menzile kadına Birlikte yiyip birlikte içmeye, birlikte gezip birlikte tozmaya, birlikte oturup birlikte kalkmaya kısa zamanda pek alışmışlar Her sabah Bukle’nin altın sarısı saçlarını o tarar olmuş Her teli itinayla toplamış, kimse görmeden bir kısmını ayırıp saklamış Fırsat buldukça bahçeye çıkıp çiçeklere koymuş telleri Ertesi sabah da bir bir toplamış altınları Günler geçmiş, haftalar geçmiş, aylar geçmiş Kadın usanmış bu işten Yorulmuş, bıkmış, “yeter artık” diyerek bir gece yarısı uyurken Bukle derin derin, mışıl mışıl; almış makası eline, altın saçını kökünden tutup kesmiş bir çırpıda İşte o an olmuş ne olduysa, altın saçın her bir teli kocaman bir yılana dönüşüp atlamışlar kadının üstüne Oracıkta sokup öldüreceklermiş neredeyse, Bukle “durun” demeseymiş Kadın korkudan küçük dilini yutmuş da, bir dahi hiç konuşamamış Ödü “pat” diye patlamış da aklı yerinden oynamış O günden sonra da kiminle karşılaştıysa, saçının tellerini yaşmağının ucundan gösterip birşeyler geveler, birşeyler anlatmak istermiş Lakin kimse ne dediğini bir türlü anlayamazmış bu deli kadının Acıdıklarından eline ekmek parası tutuşturup yollarına devam ederlermiş Birgün bir sokağın köşesinde bağdaş kurmuş otururken ak sakallı bir dede gelip durmuş karşısında Uzun uzun bakmış gözlerine bir şey okur gibi Sonra da “bir adam vardı buralarda yaşayan” demiş kadına “Nalbant idi Herkes sever, herkes hürmet eder, herkes pek güvenirdi ona Bir sabah senin gibi o da gördü çiçeklerin verdiği altınları Göz bir gördü mü, akıl bir yazdı mı kenara gözün gördüklerini insan kendini tutamaz olur Günler boyu eline iş alamadı Gelip gidenler “niye çalışmıyorsun, hasta mısın?” diye sordular uzun süre Nalbant kimseyle tek kelime konuşmadı Gözünün önünden çil çil altınlar gitmiyordu Bir damla uyku girmedi gözüne Sonra baktı ki olmayacak; eline koluna, diline kulağına bir de aklına hakim olamayacak Her bir şeyini, neyi var neyi yoksa olduğu gibi bırakıp çekti gitti buralardan Kimseler bir daha haber alamadı nalbanttan Ne nereye gittiğini öğrendiler, ne de neler yaptığını duydular Ben sana söyliyeyim mi ne oldu nalbanta?” Kadın gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi bakmış dedeye, karşısında duran bir canavarmış gibi Devam etmiş ak sakallı dede konuşmaya “Nalbant şimdi padişahın sağ kolu Vezir oldu memlekete Eğer senin gibi tutamasaydı kendini, bu şehrin sokaklarında dolaşacak, adı “deli nalbant”a çıkacaktı belki de” Konuşması bitince dede yürüye yürüye uzaklaşmış kadının yanından Onun arkasından bakakalan kadın saçını başını yola yola bağırmış da duyanlar gök yarıldı sanmış Çocuklar öyle bir ağlamış ki üç gün üç gece susturamamışlar Kediler korkup damdan dama atlaya atlaya başka şehirde miyavlamaya gitmişler Bukle’nin saçları da kısa sürede uzamış, yine eskisi gibi taranacak hale gelmiş Açgözlü olmanın, yalan söylemenin, kötü düşüncelerin ne kadar zararlı olduğunu da daha iyi öğrenmiş Anne kız uzun yıllar mutlu bir şekilde, beyaz evlerinde, güzel çiçekleri ile yaşamaya devam etmişler Bir daha da kimseye güvenip evlerine almayı hiç düşünmemişler |
Sevilen Hikayeler |
09-06-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sevilen HikayelerUYUYAN GÜZEL Bundan yıllar önce uzak ülkelerin birinde bir kralla güzeller güzeli bir kraliçe yaşıyorduKocaman görkemli bir şatoda oturan kral ve kraliçeyi ülkenin halkı çok seviyordu Özellikle güzel olduğu kadar iyi kalpli olan kraliçeye herkes hayrandı Bu iyi yürekli kraliçenin hayattaki en büyük dileği bir çocuk sahibi olmaktı Sonunda bu dileği gerçekleşti ve güzel bir ilkbahar sabahı harika bir kız çocuğu dünyaya getirdi Genç kralla Kraliçenin mutluluğuna diyecek yoktu Küçük prensesle doğumunu kutlamak için o güne kadar görülmemiş bir şenlik düzenlendi Bu şenliğe o ülkedeki bütün insanlar ve periler davet edilmişti Şenlikler şatonun büyük salonlarında kutlanıyordu Her taraf o günün şerefine süslenmişti Bütün davetlerin dikkati, yatağında uslu uslu yatan minik prensesin üzerindeydi Melek yüzlü iyilik perileri beşiğin çevresinde toplanmıştı Her biri sırayla bebeğe iyi dileklerde bulundular Kimi ona güzellik, kimi akıl, kimi de cömertlik armağan etti Fakat büyük bir talihsizlik olmuş ve yaşlı bir periyi şenliğe davet etmeyi unutmuşlardı Bütün konuklar neşe içinde eğlenirken yaşlı peri birden ortaya çıkıverdi Şenliğe davet edilmediği için çok kızmıştı Öfaaale küçük prensesin beşiğine yaklaşarak "Onaltı yaşına geldiğinde parmağına bir iğ batacak ve öleceksin" dedi Oradaki herkes şaşkınlıktan donakalmıştı İşte tam bu sırada henüz dilekte bulunmayan perilerin en genci ileri atıldı " Üzülmeyin, dedi yavrunuz ölmeyecek Küçük prenses yüz yıl sürecek derin bir uykuya dalacak ve bir prens gelip onu öptüğünde bu uzun uykudan uyanacak" Kral ve Kraliçe genç periye teşekkür ettiAma kral yinede bu kehanetin gerçekleşmesinden büyük kaygı duyuyordu Hemen bütün muhafızlarına, ülkedeki iğlerin kaldırılmasını emretti Bu emre uymayanların cezası ölüm olacaktı Böylece aradan uzun yıllar geçti Mutlu bir hayat süren prenses hergün biraz daha büyüyüp güzelleşiyordu Onaltı yaşına geldiğinde bir gün şatoyu gezmeye karar verdi Şato okadar büyüktü ki, bilmediği pek çok yeri vardı O zamana kadar görmediği küçük bir odada yaşlı bir kadına rastladı Kadın elindeki iğ ile iplik eğiriyordu Bu iğ nasıl olduysa muhafızların gözünden kaçmıştı Çok meraklanan prenses tanımadığı bu garip alete dokunmak istedi ve iği eline alır almaz eline battı Kötü kehanet sonunda gerçekleşmişti Hemen uykuya dalan güzel prenses ipek örtüler içinde altından yapılmış bir yatağa yatırıldı Prensesle birlikte bütün şato yüz yıl sürecek derin bir uykuya daldı Kral Kraliçe muhafızlar, hizmetkarlar ve saray çalgıcıları da uyumuştu Sadece onlarda değil Sahibiyle birlikte avludaki köpek, ahırdaki koşulmuş at, hatta dallardaki kuşlar bile uyudu Her tarafa derin bir sessizlik çökmüş onları uyandırmamak için rüzgar bile susmuştu Ağaçların yaprakları da kımıldamaz olmuştu Bu arada uyuyan şatonun çevresinde sık bir orman göğe doğru yükselip onu bütün gözlerden gizledi Bu arada aradan tam yüz yıl geçmişti Yine ilkbahar gelmiş bütün doğa uyanmıştı günlerden bir gün genç ve cesur bir prensin ormana yolu düştü Uyuyan güzel efsanesini duymuş ve onu bulmaya karar vermişti Günlerce aradıktan sonra, önüne geçemediği bir duygu onu bu ormana çekmişti Sonunda şatoyu buldu ve prensesin uyuduğu odaya girdi Daha onu görür görmez yüreğini tarifsiz bir sevgi kapladı Prenses'e daha o anda aşık olmuştu Genç kıza doğru eğildi ve onu hafifçe öptü Güzel bir prenses sihirli bir değnekle dokunulmuş gibi hemen gözlerini açtı Onunla birlikte şatodakilerde gözlerini açtı Kötü kalpli perinin büyüsü artık bozulmuştu İki genç kısa süre sonra görkemli bir düğünle evlendiler ve uzun yıllar birlikte mutlu bir hayat sürdüler |
Sevilen Hikayeler |
09-06-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sevilen HikayelerYOKSUL ODUNCU Yoksul bir oduncu, ıssız bir ormanın kıyısındaki küçük bir kulübede karısı ve üç kızıyla birlikte oturuyormuş Bir sabah yine işine giderken karısına demiş ki "Bugün öğle yemeğimi büyük kızla ormana gönder Çünkü öğleye kadar işimi bitiremeyeceğim Kız yolunu şaşırmasın diye yanıma bir torba darı alıp yollara serpeceğim" Güneş ormanın tepesine kadar yükselince, kız bir tas çorbayla yola çıkmış Fakat ormanlarda, kırlarda uçuşan serçeler, çayır kuşları, ispinozlar, kara tavuklar, kanaryalar darı tanelerini çoktan toplayıp yemişlermiş Bu yüzden kız yolu bulamamış Gün batıncaya, gece oluncaya kadar sağ ve esen dolaşıp durmuş Gecenin karanlıkları içinde ağaçlar uğulduyor, baykuşlar ötüyormuş Kızın içine bir korku girmeye başlamış O sırada uzakta, ağaçların arasında parıldayan bir ışık görmüş "Orada insanlar olsa gerek Bunlar beni gece yanlarında misafir ederler" diye düşünmüş; ışığa doğru ilerlemiş Çok geçmeden bir evin önüne varmış Pencerelerinde ışık görünüyormuş Kız kapıyı çalmış İçeriden boğuk bir ses "gel" diye bağırmış Kız evin karanlık taşlığına girmiş Odanın kapısını vurmuş Aynı ses "girsene içeri" demiş Kız kapıyı açtığı zaman saçı sakalı bembeyaz bir adamın masanın başında oturduğunu görmüş Adam yüzünü iki eliyle kapamışmış Ak sakalı masanın üzerinden yere kadar uzanıyormuş Sobanın yanında üç hayvan uzanmış, yatıyormuş: küçük bir horoz, mini bir tavuk, alaca tüylü bir inek Kız başından geçenleri yaşlı adama anlatmış Geceyi geçirmek için ondan bir yer istemiş Adam hayvanlara seslenmiş "güzel tavuk, güzel horoz, alacalı güzel inek! Ne dersiniz buna siz? " Hayvanlar hep bir ağızdan "bizce uygun" demişler Yaşlı adam kıza dönerek "burada her şeyden bol bol var! Haydi ocağa git, bize akşam yemeği pişir" demiş Kız mutfakta ne aradıysa bulmuş Güzel bir yemek pişirmiş, ama hayvanları hiç düşünmemiş Doldurduğu tabakları sofraya getirip koymuş Ak saçlı adamın yanına oturmuş, karnını tıka basa doyurduktan sonra "o kadar yorgunum ki demiş, uzanıp uyuyacağım yatak nerde? " Hayvanlar seslenmişler "onunla yedin içtin bizleri düşünmedin Geceyi nerede geçirirsen geçir! Bunun üzerine yaşlı adam "haydi merdivenden yukarı çık Orada iki yataklı bir oda göreceksin O yatakları düzelt, beyaz keten çarşaflarını yay Biraz sonra ben de gelip yatarım" demiş Kız yukarı çıkmış Yatakları düzeltip çarşaflarını yaydıktan sonra, yaşlı adamı beklemeden, bunlardan birinin içine girip uzanmış Bir süre sonra ak saçlı adam gelmiş Elindeki ışığı kızın yüzüne tutmuş Başını sallamış Kızın derin uykuda olduğunu görünce döşemedeki kapağı açmış Kızı, odanın altındaki mahzene indirmiş Akşam üstü ortalık kararırken oduncu evine dönmüş Kendisini bütün gün aç bıraktığı için karısına çıkışmaya başlamış Kadın "benim suçum yok Kız yemeği alarak çıkıp gitmişti Herhalde yolunu şaşırmış olacakSabahleyin dönüp gelir" Oduncu güneş doğmadan kalkmış Yine ormana gidecekmiş Bugün de öğle yemeğini ortanca kızın getirmesini tembih etmiş: "Yanıma bir torba mercimek alıyorum Taneleri darınınkinden iridir Kız bunları daha iyi görür, yolunu şaşırmaz!" Öğle üzeri kız yemeği alıp yola çıkmış Fakat mercimekler ortada yokmuş Ormandaki kuşlar bunları da, dünkü gibi, yiyip bitirmişlermiş Kızcağız bütün gün ormanda dolaşıp durmuş Akşam olunca o da yaşlı adamın evine varmış İçeri alınmış Yiyecek bir şeyle, yatacak bir yer istemiş Ak saçlı adam yine hayvanlara sormuş "Güzel tavuk, güzel horoz, alacalı güzel inek! Ne dersiniz buna siz?" Hayvanlar aynı yanıtı vermişler "bizce uygun" demişler Bundan sonra her şey bir gün önceki gibi olmuş: Kız güzel yemekler pişirmiş Yaşlı adamla birlikte yemiş, içmiş; fakat hayvanları düşünmemiş Yatacağı yeri sorunca hayvanlar "onunla yedin içtinBizleri düşünmedin Geceyi nerde geçirirsen geçir!" Kız uykuya dalınca yaşlı adam gelmiş Kafasını sallayarak kızı seyretmiş Onu da mahzene indirmiş Üçüncü gün sabah oduncu karısına demiş ki bugün bana yemeği küçük kızla gönder! Bu çocuk her zaman usludur, söz dinler Herhalde dosdoğru yoluna gidecek, öbür haylaz kardeşleri gibi ormanda dolaşıp durmayacak!" Fakat annesi bu kızını da göndermek istemiyormuş "En sevgili yavrumu da mı yitireyim?" demiş Adam da "merak etme, kız yolunu şaşırmaz! Bu kez bezelye götüreceğim Yollara serpeceğim Bunlar mercimekten daha iridirler Ona yolu gösterirler" Fakat kız kolunda bir sepetle yola çıktığı zaman kuşlar bezelyeleri yiyip bitirmişlermiş Kızcağız nereye gideceğini şaşırmış Üzüntü içindeymiş Babasının acıkacağını, yiyecek bir şey bulamayacağını, gecikirse anneciğinin merak edeceğini düşünüyormuş Sonunda ortalık kararınca uzaktaki ışığı görmüş Ormandaki evin yanına varmış Geceyi orada geçirmesini güler yüzle rica etmiş Ak sakallı adam yine hayvanlara sormuş "güzel tavuk; güzel horoz, alacalı güzel inek! Ne dersiniz buna siz?" Onlar da bir ağızdan "bizce uygun" demişler! Bunun üzerine kız, önünde hayvanların yattığı sobaya doğru gitmiş Tavukla horozun parlak tüylerini okşamış Alaca ineğin alnını hafif hafif kaşımış Yaşlı adamın isteği üzerine güzel bir çorba pişirmiş Tasa koymuş Sofraya getirmiş Sonra "ben karnımı doyururken bu hayvancıklara hiçbir şey yok mu? Dışarıda her şeyden bol bol var Önce onlara yiyecek getireyim" demiş Dışarı çıkmış; arpa getirerek tavukla horozun önüne serpmiş İneğe de bir kucak dolusu güzel kokulu saman vermiş: "Afiyetle yiyin sevgili hayvanlar! Susadığınız zaman içersiniz diye size serin su da getireyim" demiş Bir kova su getirmiş Tavukla horoz hemen kovanın kıyısına sıçramışlar, gagalarını suya daldırmışlar; sonra kafalarını havaya kaldırmışlar Böylece su içmeye başlamışlar Alaca inek de bu sudan kana kana içmiş Hayvanlar yemlerini yiyince kız, yaşlı adamın yanına giderek sofraya oturmuş Ondan artan yemekleri yemiş Çok geçmeden tavukla horoz başlarını kanatları arasına sokmaya başlamışlar Alaca inek de gözlerini kapamış Bunun üzerine kız "artık ben de dinlenmeliyim" demiş Kız merdivenlerden çıkmış, yatağı düzeltmiş, tertemiz örtüler örtmüş İşi bitince yaşlı adam gelmiş, yataklardan birine yatmış Ak sakalı ayaklarına kadar uzanıyormuş Kız ikinci yatağa girmiş, duasını etmiş, uykuya dalmış Küçük kız gece yarısına kadar rahat bir uyku uyumuş Fakat ondan sonra evin içinde bir karışıklık olmuş Evin köşe bucağından gıcırtılar, çıtırtılar duyuluyormuş Kapılar kendiliğinden açılıyor, duvarlar yumruklanıyormuş Tavanın kirişleri yerlerinden fırlayacaklarmış gibi büyük bir gürültü olmuş Az sonra daha güçlü bir çatırtı duyulmuş Bu kez de evin damı çöker gibi olmuş Sonunda her yanı yine sessizlik kaplamış Keza hiçbir şey olmamış Yattığı yerden kımıldanmamış, yine uykuya dalmış Sabahleyin ortalık aydınlandıktan sonra uyandığı zaman bir de ne görsün? Kendisi büyük bir salonun ortasında yatıyormuş Kız sanki bir saraydaymış Duvarlarda yeşil ipekten fon üzerinde altından çiçekler fışkırıyormuş Yatak fil dişindenmiş Üstündeki yorgan kırmızı kadifedenmiş Yanındaki bir sandalyenin üzerinde incilerle işlenmiş bir çift terlik duruyormuş Kız bunları düşte gördüğünü sanmış Fakat içeriye çok şık giyinmiş üç uşak girmiş Ne gibi buyrukları olduğunu sormuşlar Kız "gidin, şimdi yataktan kalkacağım, yaşlı adama çorba pişireceğim Güzel tavukla güzel horoza, alacalı güzel ineğe de yem vereceğim" Kız yaşlı adamın kalktığını sanıyormuş Onun yatağına bakmış Fakat yatakta yaşlı adamın yerine yabancı bir erkek yatıyormuş Dikkatle bakınca bu adamın hem genç, hem de güzel olduğunu görmüş Adam uyanmış Yatakta doğrulmuş "ben bir prensim demiş, kötü bir cadı beni ak saçlı, ak sakallı bir yaşlı kılığına sokarak ormanda yaşamaya zorlamıştıBir tavuk, bir horoz ve alacalı bir inek kılığında üç uşaktan başka hiç kimse benim yanıma gelemiyordu Eski durumuma dönmem için yalnızca insanlara değil; hayvanlara da iyilik etmeyi seven, temiz yürekli bir kızın yanıma gelmesi gerekti İşte bu kız sen oldun Cadının yaptığı tılsım, bu gece yarısı senin yardımınla bozuldu Eski orman kulübesi yeniden sarayıma dönüştü" Yataktan kalkınca prens üç uşağını kızın ana-babasına yollamış Onları düğüne çağırmış Bu sırada kız "ama benim öbür kız kardeşlerim nerede?" diye sormuş Oğlan yanıt vermiş: "Onları mahzene kilitledim Sabahleyin ormana götürülecekler Kötü huylarını düzeltinceye, zavallı hayvanları aç bırakmayıncaya kadar bir kömürcüye hizmetçilik edecekler! " |
Sevilen Hikayeler |
09-06-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sevilen HikayelerÇOBAN ÇOCUĞU Bir zamanlar her soruya insanı şaşırtacak cevaplar veren akıllı bir çoban çocuğu varmış Şöhreti etrafa öyle yayılmış ki, kral da merak edip çocuğu saraya davet etmiş: “Sana üç soru soracağım” demiş “Birinci sorum şu: Dünyadaki bütün denizlerde kaç damla su vardır?” “Haşmetli kralımYeryüzündeki bütün ırmakların akışını durdurun bir süreBen sayarken yanlış olmasın Sonra ben size denizlerde kaç damla su olduğunu söyleyeceğim” Bu akıllıca cevaba hayret eden kral ikinci soruyu sormuş: “Gökyüzünde kaç yıldız vardır?” Çoban çocuğu: “Bana büyük bir tabaka kağıt verin” demiş Kağıt getirilince, üzerine sayılamayacak kadar nokta koymuşSonra kağıdı krala uzatarak: “Bu kağıdın üzerinde ne kadar nokta varsa gökyüzünde de o kadar yıldız vardırSayın inanmazsanız” demiş Kral son soruyu sormuş: “Sonsuzluk nedir?” “Bizim köyde bir dağ vardır Yüksekliği, genişliği, uzunluğu tam bir saat çekerOraya yüzyılda bir kuş gelir ve gagasını bir kayaya sürter Bütün dağ yok oluncaya kadar, sonsuzluğun yalnız bir saniyesi geçmiş olurGerisini siz hesaplayın” Çocuğun zekasına hayran kalan kral: “Sen bütün sorduklarıma bir bilgin gibi cevap verdinŞimdiden sonra benim sarayımda oturacak ve öz oğlummuş gibi saygı göreceksin” demiş |
Sevilen Hikayeler |
09-06-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Sevilen HikayelerASLA YALAN SÖYLEME Eski zamanlarda, insanlar ilim öğrenmek için çok çalışırlar, her türlü güçlüklere katlanırlardı Küçük yaşlarında köylerinden, ailelerinden ilim öğrenmek için ayrılırlar, yıllarca onlardan uzaklarda zor şartlar altında yaşarlardı Seyyid Abdulkadir’in de küçük yaşta içine öğrenme arzusu düşmüş, bunun çarelerini aramaya başlamıştı Sonunda dayanamadı, annesine gelerek; -Anneciğim, ilim öğrenmek için Bağdat’a gitmek istiyorumdedi Annesi ise; -Senden ayrılmaya gönlüm razı olmuyor Ancak seni de Allah yolundan alıkoymak istemem Annesi Abdulkadir için yol hazırlıkları yaptı En sonunda da oğluna lazım olur diyerek, 40 altını kaybetmemesi için bir kese içinde yeleğinin koltuk altına dikti Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak şöyle dedi; -Sana son olarak nasihatim şudur ki, eğer beni ve Allah’ı memnun etmek istiyorsan asla yalan söyleme, doğruluktan ayrılma Allah her zaman ve her yerde doğruların yardımcısıdır Seyyid Abdulkadir annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü Bağdat’a giden bir kervana katılarak yola çıktı Hemedan yakınlarında dar bir geçide girdiklerinde kervanda bir bağrışma koptu Eşkıyalar kervana saldırmışlardı Bir anda bütün sandıklar yere yıkıldı, eşyalar yağma edilmeye başlandı Haydutlar kervandakilerin neyi var neyi yoksa hepsini alıyorlardı Eşkıyalardan biri de Abdulkadir’in yanına geldi Onun fakir haline bakarak şaka olsun diye; -Söyle bakalım senin neyin var fakir çocuk? Abdulkadir; -Yalnız 40 altınım var, diye cevap verdi Haydut önce şaşırdı sonra gülmeye başladı İnanamadı ve tekrar sordu; -Doğru mu söylüyorsun? Abdulkadir: -Evet, doğru söylüyorum, 40 altınım var Eşkıya meraklandı Abdulkadir’i elinden tutup reislerine götürdü Durumu reislerine anlattı Haydutların başı; -Senin 40 altının varmış, doğru mu bu? Abdulkadir; -Evet doğru Reis; -Söyle bakalım Onu nereye sakladın? Abdulkadir; -Hırkamın içinde koltuğumun altında saklı Bunun üzerine haydutlar hırkasının içinde, koltuğunun altında saklı bulunan 40 altını bularak reislerine verdiler Herkes çok şaşırmıştı Reis hayretle sordu; -Peki evladım, sen niçin üzerinde altın olduğunu söyledin? Eğer bize söylemeseydin onları bulamazdık Abdulkadir; -Ben annemden ayrılırken, asla yalan söylemeyeceğime dair söz vermiştim Arkadaşınız senin bir şeyin var mı diye sorunca, altınlarım olduğunu söyledim 40 altın için verdiğim sözden döneceğimi mi zannediyorsunuz? Bu sözleri duyan haydutların reisi çok şaşırdı ve derin bir düşünceye daldı Sonra etrafındakilere dönerek; -Yazıklar olsun bizlere Bu çocuk kadar olamadık Bu çocuk annesine verdiği sözünden dönmemek için her şeyini veriyor Bizler ise Allah’a söz verdiğimiz halde, hiçbir zaman verdiğimiz sözlerde durmadık O’nun yapma dediklerini yaptık yarın Allah’ın huzuruna çıktığımızda halimiz nice olacak? Sonra şöyle devam etti: -Sizler şahit olun Şuanda bu çocuk benim kötü yoldan dönmeme sebep olduŞimdiye kadar yaptığım bütün günahlarım için pişman olup tövbe ediyorum Bundan sonra iyi bir insan olup, Rabbim’in sevmediği işleri yapmayacağım Reislerine çok bağlı olan haydutlar hep bir ağızdan; -Reisimiz, biz senden ayrılmayızSen hangi yolda yürürsen biz de o yolda yürürüz diyerek hepsi birden pişman olup tövbe ettiler Kervandaki insanlardan ne aldılarsa hepsini geri verdiler ve bir daha haydutluk yapmayacaklarına söz verdiler Seyyid Abdulkadir ise yoluna devam ederek Bağdat’a ulaştı Orada ilim tahsiliyle meşgul oldu Kısa bir zaman içinde çok ünlü bir alim oldu Binlerce insanın Kötülüklerden vazgeçip iyi birer insan olmalarına vesile oldu |
Konu Araçları | Bu Konuda Ara |
Görünüm Modları |
|