Naat-lar Dini siirler.. |
06-21-2012 | #1 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Naat-lar Dini siirler..Ey Rabbim! Sana “Sen” diye hitap edebilmek ne güzel! Senin, Kainatların sahibinin, Yaratıcı’mızın Huzuruna “Ya Rabbi” diyerek ulaşabilmek ne güzel! Allah’ım Sana “Allah’ım”” diyerek seslenmek ne güzel! Her an, her yerde sesimi işittiğini bilmek, Yardım istediğimde icabet ettiğini ve Benim gibi sayısız kuluna cevap verdiğini düşünmek ne güzel! Ey Halık! Herşeyi mükemmel yarattığını görmek ne güzel! Yarattıklarını şefkat ve merhametinle sardığını, Tüm mahlukatına rızık verdiğini ve Onların işlerine ve gönüllerine vekil olduğunu düşünmek ne güzel! Rabbim!Beni ve kardeşlerimi, Rahman ve Rahim sıfatınla sevginle yaşat ve öldür Rabbim!Canımı verdiğin ve alacağın günler için, Nefes aldığım ve rızkınla doyup barındığım için, Sana hamd ve selam olsun Günahlarımla vardım huzuruna, Merhametinle yıka beni Kevser Havuzu’nda Ve tertemiz yaklaştır beni, Sonsuz Rıza’na |
Naat-lar Dini siirler.. |
06-21-2012 | #2 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Naat-lar Dini siirler..NAAT Seccaden kumlardı Devirlerden, diyarlardan Gelip göklerde buluşan Ezanların vardı! Mescit mü’min, minber mü’min Taşardı kubbelerden Tekbîr, Dolardı kubbelere “âmin!” Ve mübarek geceler, dualarımız, Geri gelmeyen dualardı Geceler, ki pırıl pırıl, Kandillerin yanardı Kapına gelenler, yâ Muhammed, -Uzaktan, yakından- Mü’min döndüler kapından! Besmele, ekmeğimizin bereketiydi, İki dünyada aziz ümmet; Muhammed ümmetiydi Konsun –yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Şimdi seni ananlar, Anıyor ağlar gibi Ey yetimler yetimi, Ey garipler garibi; Düşkünlerin kanadıydın, Yoksulların sahibi Nerde kaldın ey Resûl, Nerde kaldın ey Nebi? Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed, Çağlar ne çağlardı: Daha dünyaya gelmeden Mü’minlerin vardı Ve bir gün, ki gaflet Çöller kadardı, Halîme’nin kucağında Abdullah’ın yetimi Âmine’nin emaneti ağlardı Hatice’nin goncası, Aişe’nin gülüydün Ümmetinin gözbebeği Göklerin resûlüydün Elçi geldin, elçiler gönderdin Ruhunu Allah’a, Elini ümmetine verdin Beşiğin, yurdun, yuvan Mekke’de bunalırsan Medine’ye göçerdin Biz bu dünyadan nereye Göçelim, yâ Muhammed? Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet Altın devrini yaşıyor Diller, sayfalar, satırlar “Ebu Leheb öldü” diyorlar Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor! Neler duydu şu dünyada Mevlidine hayran kulaklarımız; Ne adlar ezberledi, ey Nebî, Adına alışkın dudaklarımız! Artık, yolunu bilmiyor; Artık, yolunu unuttu Ayaklarımız! Kâbe’ne siyahlar Yakışmamıştır, yâ Muhammed Bugünkü kadar! Hased gururla savaşta; Gurur, Kafdağı’nda derebeyi Onu da yaralarlar kanadından, Gelse bir şefkat meleği İyiliğin türbesine Türbedâr oldu iyi Vicdanlar sakat Çıkmadan yarına, İyilikler getir, güzellikler getir Âdem oğullarına! Şu gördüğün duvarlar ki Kimi Tâif’tir, kimi Hayber’dir Fethedemedik, yâ Muhammed, Senelerdir Ne doğruluk, ne doğru; Ne iyilik, ne iyi Bahçende en güzel dal, Unuttu yemiş vermeyi Günahın kursağında Haramların peteği! Bayram yaptı yapanlar; Semâve’yi boşaltıp Sâve’yi dolduranlar Atını hendeklerden -bir atlayışta- Aşırdı aşıranlar Ağlasın Yesrib, Ağlasın Selman’lar! Gözleri perdeleyen toprak, Yüzlere serptiğin topraktı Yere dökülmeyecekti, ey Nebî, Yabanların gözünde kalacaktı! Konsun -yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Ne oldu, ey bulut, Gölgelediğin başlar? Hatırında mı, ey yol, Bir aziz yolcuyla Aşarak dağlar, taşlar, Kafile kafile, kervan kervan Şimale giden yoldaşlar! Uçsuz bucaksız çöllerde, Yine, izler gelenlerin, Yollar gideceklerindir Şu tekbir getiren mağara, Örümceklerin değil; Peygamberlerindir, meleklerindir Örümcek ne havada, Ne suda, ne yerdeydi; Hakkı göremeyen Gözlerdeydi! Şu kuytu cinlerin mi; Perilerin yurdu mu? Şu yuva -ki, bilinmez- Kuşları Hüdhüd müdür, güvercin mi, kumru mu? Kuşlarını, bir sabah, Medine’ye uçurdu mu? Ey Abvâ’da yatan ölü, Bahçende açtı dünyanın En güzel gülü; Hâtıran, uyusun çöllerin Ilık kumlarıyla örtülü! Dinleyene, hâlâ, Çöller ses verir; “Yaleyl!” susar, Uğultular gelir Mersiye okur Uhud, Kaside söyler Bedir Sen de bir hac günü, Başta Muhammed, yanında Ebû Bekir; Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü Destan yap, ey şehir! Ebû Bekir’de nûr, Osman’da nûrlar Kureyş uluları, karşılarında Meydan okuyan bir Ömer bulurlar; Ali’nin önünde kapılar açılır, Ali’nin önünde eğilir surlar, Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de Hakk’ın yiğitleri, şehîd olurlar Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı, Yerde kalmazdı ruh kanatlıydı Konsun –yine- pervazlara güvercinler “Hû hû”lara karışsın âminler Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Vicdanlar, sakat çıkmadan, Yâ Muhammed, yarına; İyiliklerle gel, güzelliklerle gel Âdem oğullarına! Yüreklerden taşsın Yine, imanlar! Itrî, bestelesin Tekbîr’ini; Evliyâ, okusun Kur’ân’lar! Ve Kur’ân-ı göz nûruyla çoğaltsın Kayışzâde Osman’lar Na’tını Galip yazsın, Mevlid’ini Süleyman’lar! Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle Geri gelsin Sinan’lar! Çarpılsın, hakikat niyetine Cenaze namazı kıldıranlar! Gel, ey Muhammed, bahardır Dudaklar ardında saklı Âminlerimiz vardır Hacdan döner gibi gel; Mi’râc’dan iner gibi gel; Bekliyoruz yıllardır! Bulutlar kanat, rüzgâr kanat; Hızır kanad, Cibril kanad; Nisan kanad, bahar kanad; Âyetlerini ezber bilen Yapraklar kanad Açılsın göklerin kapıları, Açılsın perdeler, kat kat! Çöllere dökülsün yıldızlar; Dizilsin yollarına Yetimler, günahsızlar! Çöl gecelerinden, yanık Türküler yapan kızlar Sancağını saçlarıyla dokusun; Bilâl-i Habeşî sustuysa Ezânlarını Dâvûd okusun! Konsun –yine- pervazlara güvercinler, “Hû hû”lara karışsın âminler Mübarek akşamdır; Gelin ey Fâtihalar, Yâsinler! Riyâ: Gösteriş Hıyanet: İhanet Mevlid: Doğuş, doğum (Süleyman Çelebi’nin Hz Peygamberimizin doğumunu konu edinen ünlü eseri) Türbedâr: Türbe bekçisi Yaban: Yabancı Şimal: Kuzey Yaleyl: Ey gece Mersiye: Ölülerin arkasından okunan beyitler Mi’râc: Peygamber Efendimizin göğe çıkarak Allah’la görüşmesi mucizesi ARİF NİHAT ASYA (1904-1975) |
Naat-lar Dini siirler.. |
06-21-2012 | #3 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Naat-lar Dini siirler..yağmur Vâreden'in adıyla insanlığa inen Nûr Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebâbil dudağından Rahmet vâdilerinden boşanır âb-ı hayat En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat Yıllardır bozbulanık suları yudumladım Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Hasretin alev alev içime bir ân düştü Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla Mehtâbını düşlerken o mühür sahibinin Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak Yeryüzü avâredir, yapayalnız ve kurak Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü Bir güzîde mektuptur, çağların ötesinden Ulaşır intizârın yaldızlı sabahına Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin Sukûtu yâr, sevinci duâlar kadar derin Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mâzide Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü Yarılan göğsümüzden umutlar bîcan düştü Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü Melekler sağnak sağnak gülümser mâveradan Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra'dan Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri Paramparça, ateşler şahının hayalleri Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım O mücellâ çehreni izleseydim ebedî Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Sarardı yeşil yaprak; dal koptu, fidan düştü Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü Kâtil sinekler deldi hicâbın perdesini İstiklâl boşluğunda arılar nâdân düştü Dolaşan ben olsaydım Sâve'nin damarında Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin Ebedî aşka giden esrarlı yollarında Senden bir kıvılcımın, süreyyâ bir şûlenin Tarasaydım bengisu fışkıran kâkülünü On asırlık ocağın savururdum külünü Bazen kendine âşık deli bir fırtınaydım Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü Mazluma sürgün evi; zâlime cihan düştü Sana meftûn ve hayran, sana râm olanlara Bir belâ tünelinde ağır imtihan düştü Bâdiye yaylasında koklasaydım izini Kefenimi biçseydi Ebvâ'da esen rüzgâr Seninle yıkasaydım acılar dehlizini Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihâr Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryâdım Tereddüt oymak oymak kemirdi gurûrumu Bahîra'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Haritanın en beyaz noktasına kan düştü Kırıldı adâletin kılıcı, kalkan düştü Mahkûmlar yargılıyor, hâkimler mahkûm şimdi Hakların temeline sanki bir volkan düştü Firâkınla kavrulur çölde kum taneleri Ahûların içinde sevdan akkor gibidir Erdemin, bereketin doldurur hâneleri Sensiz hayat, toprağın sırtında ur gibidir Şemsiyesi altında yürürsün bulutların Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların Devlerin esrarını aynalara sorsaydım Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü İlkin karardı yollar; sonra heyelân düştü Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer Sensizlik diyârından püsküllü yalan düştü Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından Alsam, ölümsüzlüğü billûr dudaklarından Madenî arzuların ardında seyre daldım Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü Tersine döndü herşey sanki; âsûman düştü Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayalî Hazîndir ki, dertleri aşmaya ummân düştü Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır Sesini duymayanlar, girdâbında boğulur Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenîn Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin Saatlerin ardında hep kendimi aradım Bir melâl zincirine takıldı parmaklarım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü Ay gibisin Güneşler parlıyor gözlerinde Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde Sümeyrâ'yı arıyor her damlada bir saray Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin Mekânın fırçasında solmayan resim senin Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım Güzellik şâhikası gülümserdi yüzüme Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryân düştü Toplumun gündemine koyu bir isyân düştü İniltiler geliyor doğudan ve batıdan Sensizlikten bozulan dengeye ziyân düştü Islaklığı sanaydı âhımın, efgânımın İçimde hicranımla tutuşuyor nağmeler Sendendir eskimeyen cevheri efkârımın Nazarın ok misali karanlıkları deler Bu değirmen seninle dönüyor; âhenk senin Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Yağmur, sayrılığıma seninle dermâan düştü Beynimin merkezine ölümsüz fermân düştü Silindi hayalimden bütün efsûnu ömrün Bir dönüm noktasında aklıma Rahmân düştü Nefesinle yeniden çizilecek desenler Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek Aydınlığa nûrunla kavuşacak mahzenler Anneler çocuklara hep seni içirecek Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin Sana mü'mindir semâ; sana muhtâçtır zemin Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım Kardeşler arasına heyhât, sû-i zan düştü Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visâlinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Bâtılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım Nurullah Genç" |
Naat-lar Dini siirler.. |
06-21-2012 | #4 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Naat-lar Dini siirler..Ben Böyle Olmamalıydım Ben, böyle olmamalıydım İsmini duyunca, boynum düşmeliydi omzuma İçime bir ateş düşmeliydi Ayaklarımın feri kesilmeliydi Kendimden geçmeliydim sonra Adını sayıklamalıydım, adımı unuttuğumda Ama bunu kimse duymamalıydı, Seni, mahşere kadar saklamalıydım Ben böyle olmamalıydım Nisan akşamlarını ıslatırken yağmur Bahar, şarkılarını söylerken karanlığa Çalan her kapıya `sensin` diye koşmalıydım Ayak sesleri gelmeliydi uzaktan Ben hep sana yormalıydım Gece yıldızlarını serpince göre Seni görmek için uyumalıydım Şarkılar kime söylenirse söylensin Sana diye dinlemeliydim Türküler dolmalıydı odama, Ben bir selvi boylu yârdan ayrıldım deyince bir ses Selvi boylu yâr sen olmalıydın Kömür gözlüm ateşine düşeli Senin için söylenmiş söz olmalıydı Bir mey yokluğuna ağlamalıydı delice Bir keman, incecik çığlık olmalıydı Ama bunu kimse bilmemeliydi, Seni mahşere kadar saklamalıydım Böyle olmamalıydım, Kelimeler Taif'i taşıyınca kulaklarıma Daha yüzüme çarpmadan Taif rüzgarı, Taşların izi çıkmalıydı yüzümde Uhud anılırken, dişlerine sızı düşmeliydi Haremde bir ikindi vakti Kem gözler çevrilince sana Ve vefasız eller uzanınca yakana İçim daralmalı, nefesim kesilmeliydi Sen ötelere hazırlanırken, Öteler senin için süslenirken, Son kez baktığın pencerede hayal edip seni, Perdenin son kez kapanması gibi, Kapanmalıydı gözlerim Sonra içime doğru gerilip, Seni bize lutfedenin ismini haykırıp, 'Allah(CC) ' deyip, Düşmeliydim yere Ama bunu kimse bilmemeliydi Seni mahşere kadar saklamıydım Ve mahşer günü Uzaktan seni seyretsem Sana yakın olmak için can atsam Beni engelleseler, 'Sen kim yakınlık kim? ' deseler Ben ağlamaktan konuşamasam Gözlerini çevirsen bana 'Benim cennetim bana bakan gözlerindir' Ve tebessüm etsen Ama bunu kimse görmese, Seni ebede kadar saklasam Dursun Ali Erzincanlı |
Naat-lar Dini siirler.. |
06-21-2012 | #5 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Naat-lar Dini siirler..Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse, Yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapınızı, Merak ediyorum neler yapacağınızı Biliyorum ama Böylesine şerefli bir konuğa açacağınızı en güzel odanızı, Ona sunacağınız yemeklerin en iyisi olacağını, Ve inandırmaya çalışacağınızı, Onu evinizde görüyor olmaktan mutluluk duyacağınızı; Gerçekten evinizde ona hizmet etmekten alacağınız hazzı Fakat söyleyin bana, Efendimizi evinize doğru gelirken gördüğünüzde, Onu kapıda mı karşılayacaksınız? Yoksa onu içeri almadan önce, aceleyle, Bazı dergileri, gazeteleri çarçabuk saklayıp Yerine Kur'anı mı koyacaksınız? Peki hala Amerikan filmlerini seyredecek misiniz televizyonda? Yoksa kapatmaya mı koşacaksınız aceleyle, O size kızmadan önce? Kimbilir? belki de ağzınızdan hiç çıkmamış olmasını mı dilerdiniz, Hatırlayamadığınız en son çirkin kelimeyi Peki ya dünyalık müziğinizi, kasetlerinizi de saklayacak mısınız? Ve bunun yerine ortalığa, Kitaplarınızın raflarında tozlanmış, Hadis kitapları mı çıkaracaksınız? Hemence içeriye girmesine izin verecek misiniz? Yoksa teleşla ne yapayım diyerek, Sağa sola mı koşturacaksınız? Merak ediyorum: Eğer Peygamber Efendimiz, Bir kaç günlüğüne sizinle birlikte yaşasa, Yapmaya devam edecek misiniz, Her zaman yaptığınız şeyleri? Ailenizdeki sohbetler eski halini koruyacak mı? Her yemekten sonra sofra duası etmeyi, Yine zor mu bulacaksınız? Hiç yüzünüzü asmadan, Oflayıp puflamadan, Her vakit namazınızı kılacak mısınız? Ya sabah namazı için, Sıcacık yatağınızından, Erkanden fırlayacak mısınız? Peki ya yine mırıldanacak mısınız, Her zaman söylediğiniz şarkıları? Ve okuyacak mısınız, Her zaman okuduğunuz kitapları? Peki bilmesine izin verecek misiniz, Aklınızın ve ruhunuzun beslendiği şeyleri? Yoksa hiç bilmemesini mi isterdiniz? Şöyle diyelim ya da: Gideceğiniz her yere götürebilecek misiniz Peygamberi de? Yoksa birkaç günlüğüne değişecek mi planlarınız? Tanıştırmaktan onur duyacak mısınız en yakın arkadaşınızı onunla? Yoksa hiç karşılaşmamalarını mı umardınız, Peygamberin ziyareti bitene dek birbirleriyle? Şimdi söyleyin açık yüreklilikle, Onun kalmasını ister misiniz sizinle? Sonsuza dek, hep birlikte Yoksa rahat bir nefes mi alacaksınız, Ziyareti bitip gittiğinde? Gerçekten bilmek ilgi çekici olabilir değil mi? Bilmek ve düşünmek, Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse Yapacağımız şeyleri Eğer bir gün Peygamber Efendimiz ziyaretinize gelse, Yalnızca birkaç günlüğüne aniden çalsa kapınızı, Merak ediyorum neler yapacağınızı İbrahim Sadri |
Naat-lar Dini siirler.. |
06-21-2012 | #6 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Naat-lar Dini siirler..Sen Gidince Efendim Sevgili! Sen gitmiştin Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda Sen gitmiştin Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda Sevgili! Nasıl iltica edelim sana ; huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?! Ve duyurabilsin mi sesini!? Efendim, duyar misin sesimizi? Sevgili! Sen aşk ikliminde sultan, sen güzellik şahikasında dolunay, sen vefa göğünde hilal Biz bir bakışının dilencisi, biz dolunay tutkunları, biz bayramı gözleyen oruçlar Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz Sen imrenme, biz ayıplanma Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz, kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim, düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver İtivermezsin elinin tersiyle bizi, değil mi efendim? Sevgili! Sen gitmiştin Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz mıknatıstan ayrıldı Sen gitmiştin Gönüllerimiz billur kadehler gibi çalındı sengsarlara; ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkum edildi Sen gitmiştin Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda Hasretinden akıllar yitirildi efendim, gönüller gölgelere düştü Kucak kucağa güneşlerimiz söndü, dudak dudağa denizlerimiz kurudu ve sen gitmiştin efendim Sen gitmiştin Seninle birlikte her şeylerimiz gitti Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra; kanlarımız sahralar doldurdu Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi, kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim, hiç kâr elde edemedik Aldandık, hep aldandık Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik Dillerimiz dilim dilim edildi efendim Bize sevmeyi unutturdular ilkin; sonra sevginin ne olduğunu Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz, gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık Vurgunlar yedik pes pese efendim Ve sen gitmiştin Sevgili! Sen gitmiştin Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın Hayırları söyleyip gitmiştin, biz ser işler olduk Uzun uzun emellere kapıldık, kapılanıp kaldık umutların kapısında Yolunda yürümekten üzerimize düşen, baş kaldırdık önce ve sonra yıkılışlar gördük hep efendim Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen; böğrümüzde kaldı ellerimiz Hanım idik halayık olduk; bay idik köle edildik Sen gitmiştin Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar, dönüşlerinin ahengini kırdılar Bölük bölük kadınlarımız, grup grup erlerimiz, demet demet çocuklarımız, kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini Ve sen gitmiştin efendim Sevgili! Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği prizmada Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna; aşkın o aynanın cilası idi hani Güzelliğin olmasa efendim, aşkı hiç bilmeyecekti cihan; aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına durmuştu efendim Ve sen gitmiştin Sevgili! Derd ile ağlayandın; hem derde salandın! Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş, "Lâ" ile "Illa"yi i'câz ile sen dillendirmiştin Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü; Hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine Artık düşmanlarımız dostlar arasında; dostumuz düşman içinde Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk Sana muhtacız! Sana en fazla muhtacız En fazla sana muhtacız Uyandır bizi uykumuzdan Gel ey sevgili! Bir gelişle gel, bir gülüşle gel Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden Sana muhtacız Sana en fazla muhtacız |
Naat-lar Dini siirler.. |
06-21-2012 | #7 |
Prof. Dr. Sinsi
|
Naat-lar Dini siirler..SEN YOKTUN Sen yoktun Hz Âdem’deydi nurun Önce cenneti, Sonra yeryüzünü şereflendirdin Âdem nuruna affedildi Arafat bu affa şâhitti Sen yoktun Nuh’un gemisindeydi Nurun Dalgalar yeryüzünü boğarken Taprağın bağrındaki su Gökyüzüyle buluşurken Ve bu bir ilahi azap derken, Allah nurunu taşıdı binbir sebeple Tûfan, nurunu selamladı edeple Sen yoktun Hzİsmail’in alnındaydı Nurun İbrahimî bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden “Rabbimiz” dedi, “Onlara kendi içlerinden Senin ayetlerini okuyacak Kitap ve hikmeti öğretecek onlara, Onları temizleyecek bir elçi gönder, Amin dedi on sekiz bin âlem Nurunla aydınlanan minicik ellerini semaya kaldırarak Amin dedi İsmail Hira Nur dağı amin diyerek ayağa kalktı Medine’den adı Uhud olan bir amin yankılandı sevr dağında Sen yoktun Hzİsa “Ahmed” diye muştuladı seni Alemlerin efendisi diye sana seslendi Artık ben sizinle çok söyleşmem, dedi havarilerine Çünkü bu âlemin reisi geliyor Bekleyin Ahmed geliyor Kainata rahmet geliyor Havarilerin yüzünü okşayan, Ölüleri dirilten bir nefes oldun Ama sen yoktun Sen yoktun Sultânım, Hz Abdullah’ın alnındaydı Nurun Başı eğik gezerdi mazlum Kuteyle göklerden seni sorardı Varaka seni arardı semada Anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler Ağlayarak süslediler ölüme Ağlayarak hadi dayına gidiyorsun dediler Sen yokken, Canlı canlı toprağa gömülmenin adıydı dayıya gitmek Anne yüreğinin çıldırtan çaresizliğiydi Ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi En son çocuk atılırken çukura Annesinin suretinde bir melek tuttu onu Ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi Melekler süslüyordu hirâyı Efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur, Efendisine hazırlanıyordu mekke Âlem Efendisine hazırlanıyordu Kainatın gözü Hz Aminedeydi Toprak yalvarıyordu rabbine, Allahım gönder artık diyordu Gel diye ağlıyordu mazlumlar, gözleri semada Ve bir gelişin vardı ya rasulallah, Bir inişin vardı yer yüzüne Önünde cebrail! Ardında yalın kılıç melekler! Bir inişin vardı yer yüzüne Yetimler en huzurlu geceyi geçirdi belki de Öksüzler annelerine sarıldı doya doya Sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini Herşey sus pus olmuştu Hadi diyordu yıldızlar, Hadi diyordu ay! Kainat bir isim duymak istiyordu Ve bir ses yükseldi Âmine’nin evinden; Muhammed! Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini Muhammed! Melekler öptü o nurdan ellerini Muhammed! Seni yaratan Allah’a kurbânız ey dürri yekta! Sana o adı veren rahmana kurbanız Artık sen vardın Susuz topraklara rahmet indi seninle Annenden sonra anne halime sevindi seninle Yağmura mı ihtiyaç var? Kaldır şehadet parmağını, Yağmurları salsın Allah Sonra tut ağacın yaprağını, Köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün Allah Yeterki sen iste, Sen iste yarasulallah Deki ben kimim? Dağlar, taşlar dile gelsin, Dilsiz çocuklar ellerinden tutup, Ente Rasulullah desin Sen vardın Bedir kârdı, Uhut dardı Hendek yârdı Yiğitlerin vardı Ölmek için yarışan yiğitler Hele bir enesin vardı senin Enes bin malik Uhut’ta öldüğünü duyunca arkadaşlarına, Niye burada oturuyorsunuz diye sormuştu Onlar da “Allah’ın Rasulü öldürülmüş deyince Enes kükremiş: “ Peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız? Kalkın ve O’nun gibi ölün! Demişti Ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü Hem de ne şehit ey nebi! Vücudu yaralardan tanınmaz haldeydi Kızkardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu Musab Bin Umeyr’in vardı senin Uhut’ta sancağını taşıyan Öyle bir aşkla sana bağlıydı ki Allah o gün melekleri Musab’ın suretinde indirdi Ebu hureyren vardı Acıkınca mescidin önünde durur sana bakardı Sen anlardın, Ya Ebâhir gel! Derdin Ve sen gittin Bir gidişle gittin Ardında hüznün kaldı Hasretin kaldı göklerde Bilal ezan okuyamaz oldu Ne zaman teşebbüs etse Muhammed rasulullah demeye Dizleri üstüne çöker, kendinden geçerdi Sonra günler ay, Aylar yıl oldu Ve asırlar oldu Sensizliğe açtık gözlerimizi Ama sen bırakmazsın bizi Sen varsın ey şehitlerin sultanı Sen varsın! Bir şehit bile ölmezken Sana nasıl yok deriz Ebutalip şama giderken devesinin önüne geçip Beni burda kime bırakıp gidiyorsun demiştin Ne anam var ne babam Ebutalip bırakmamıştı bu yüzden Sensizliğin ızdırabıyla inleyen ümmetini kime bırakıp gidiyorsun Ya Rasûlallah! Bırakma bizi ki; Allah; Sen onların içindeyken onlara azab edecek değiliz buyuruyor Bırakma bizi! Hayatı seninle öğretti Rahman Kulluğu seninle tanıdık Duayı senden öğrendik sevgili! Hz Ömer umre için senden izin isteyince, “Kardeşcik” dedin ona, Kardeşcik, duanda bana da yer ayırır mısın? Bizler Ömer değiliz ama Bütün dualarımız senin için Ey Rabbimiz! Rasulünü anışımızdan haberdar et! O’na binler salat, binler selam! Habibine Makam-ı Mahmut’u ver O’na vesileyi lutfet O’nu refik-i Âlâya yükselt Bizi de affet O’nun hatrına affet Zatının hatrına Affet |
|