Yalnız Mesajı Göster

Felsefe Sözlüğü

Eski 07-22-2012   #15
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe Sözlüğü



Kant, Immanuel: 1724-1804 yılları arasında yaşamış olan ünlü Alman filozofu Temel eserleri: Kritik der Reinen Vernunft [Saf Aklın Eleştirisi], Kritik der Pratischen Vernunft [Pratik Aklın Eleştirisi] ve Kritik der Urteilkraft [Yargı Gücünün Eleştirisi]

Temeller Modern felsefenin gelişim seyrine uygun olarak epistemolojiyi ön plana çıkartmış olan Kanıt, öncelikle Hume’dan etkilenmiştir Kendi deyişiyle Hume onu dogmatik uykusundan uyandıran, spekülatif felsefe alanındaki araştırmalarına yeni bir yön veren filozof olmuştur Öte yandan, o Descartes’ın akılcılığının da birtakım olumlu yönler içerdiğini saptamış ve zihnimizin, matematikle uğraştığı zamanki işleyiş tarzı karşısında adeta büyülenmiştir Kanıt, bundan başka asıl, on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda göz kamaştırıcı gelişmeler kaydeden bilimden, özellikle de fizikten etkilenmiştir Kant’ın gözünde bilim, öncülleri kesin olan ve yöntemleri, ancak Hume’unki gibi felsefi bir kuşkuculuk benimsendiği zaman, sorgulanabilen evrensel bir disiplindir Bir bilim adamı, Kanta göre, bir yandan kendisinden önceki bilim adamlarının ulaştığı sonuçları kabul eder; yine, bu bilim adamı kabul ettiği bu sonuçlara ek olarak, yeni araştırmalara giriştiği zaman, deneysel yöntemler kullanır Bilim yansızdır ve nesneldir

Öte yandan bilimin, özellikle de Newton tarafından geliştirilen modern fiziğin çok başarılı sonuçlar doğurmuş olan yöntemi, Kant’a göre, rasyonalizmi de empirizmi de aşarak gelişmiştir Başka bir deyişle, fizik bilimi, rasyonalizmin ulaştığı sonuçları da empirizmin ulaştığı sonuçları da yanlışlayarak gelişimini sürdürmektedir Buna göre, kendisine en sağlam bilgi modeli olarak düşünülen matematiği örnek alan rasyonalizm, şeylerin bizatihi kendilerine yönelmeden, şeylerin kendileriyle bir temas kurmadan, yalnızca düşünceleri birbirlerine bağlamak-la yetinip, şeylerin kendileriyle ilgili olarak a priori sonuçlara ulaşır Oysa fizik, matematiği de kullanarak şeylerin bizzatihi kendilerine yönelmekte, şeylerin kendileriyle, rasyonalizm tarafından kurulamayan teması, başarılı bir biçimde kurmaktadır

Kant’a göre, İngiliz filozofu Hume’un empirizmi, belirli bir nedenden daima aynı sonucun çıkacağını hiçbir zaman kesin ola*rak bilemeyeceğimizi savunmak suretiyle, nedensellikle ilgili olarak kuşkucu bir tavrı benimsemiştir Oysa, çok başarılı sonuçlar elde etmiş olan fizik bilimi hemen tümüyle nedensellik ilkesine dayanmaktadır Kanıt bu bağlamda, kendisine düşen işin, rasyonalizm tarafından da, tempirizm tarafından da açıklanıp temellendirilemeyen bilimi, özellikle de fizik bilimini temellendirmek, bilimsel bir biçimde düşündüğü zaman, İnsan zihninin nasıl işlediğini bulmak olduğunu düşünmüştür

Başka bir deyişle, o felsefedeki ilk ve temel misyonunun bilimi temellendirmek, daha sonra da ahlâkın ve dinin rasyonelliğini savunmak olduğuna inanmıştır Bununla birlikte, bu hiç de kolay bir iş değildir, çünkü bilim ve din yüzyıllardır birbirlerine karşı amansız bir mücadele içinde olmuşlar ve bilim, dinin otoritesi karşısında mutlak bir zafer kazanma yoluna girmiştir Bu zafer, Kant’a göre, bilimin bakış açısından iyi ve olumlu olmakla birlikte, ahlâk ve dinin bakış açısından tam bir felakettir

Bilimin dinin müdahaleleri karşısında özerkliğini kazanması hiç kuşku yok ki iyi bir şeydir, fakat bu, bilimsel olmayan tüm inançlarını, din ve ahlâkın temelsizleşmesi ve anlamsızlaşması anlamına geliyorsa, bilimin zaferi, İnsanlık açısından, dinin bakış açısından gerçek bir felakettir Kanıt, öyleyse, yalnızca din, bilim ve ahlâkı temellendirmek durumunda kalmamış, fakat rasyonel bir varlık olmanın ne anlama geldiğini gösterme durumunda kalmıştır O, işte bu amacı gerçekleştirebilmek için, hem Descartes’ın rasyonalizminden ve hem de Humeun empirizminden önemli gördüğü öğeleri alarak, transendental epistemolojik idealizm diye bilinen kendi bilgi kuramını geliştirmiş, yükselen bilimin felsefi temellerini gösterdikten sonra, özgürlük ve ödev düşüncesine dayanarak Hıristiyan ahlâkını savunma çabası vermiştir

Bilgi Görüşleri: Düşüncesinde rasyonalist felsefeyle empirist felsefenin bir sentezini yapan Immanuel Kant, bilgide hem dene*yimin ve hem de aklın katkısının kaçınılmaz olduğunu öne sürmüştür O, ilk olarak en basit bir deneyimin, duyu izlenimlerinin bile a priori bir öğeyi, deneyden türemeyen, fakat deneyi yaratan ve mümkün kılan bir öğeyi içerdiğini göstermiştir Söz konusu a priori öğelere karşılık gelen zaman ve mekana, deneyin transendental koşulları adını veren Kanıt, böylelikle Hume’un matematiksel bilimlerin tümüyle analitik bir yapıda olduğu görüşüne karşı, matematiğin mekan ve sayıyla ilgili yargılarının sentetik doğasını ortaya koyabilme imkanı bulabilmiştir

Başka bir deyişle, zihnin bilgideki temel, ayırıcı faaliyetini deneyimden gelen ham ve işlenmemiş malzemeyi bir sentezden geçirmek ve bu malzemeyi birleştirip, ona bir birlik kazandırmak olarak tanımlayan Kant’a göre, zihin söz konusu sentezi, her şeyden önce, çeşitli tecrübelerimizi sezginin belirli kalıpları içine yerleştirerek gerçekleştirir Sezginin söz konusu kalıpları ise zaman ve mekandır Buna göre, biz şeyleri zorunlulukla zaman ve mekan içinde olan şeyler olarak algılarız Bununla birlikte, zamanı ve mekan duyu-deneyinden türetilmiş ideler, izlenimler ya da kavramlar değildirler Zaman ve mekanla, Kant’a göre, doğrudan ve aracısız olarak sezgide karşılaşılır Bunlar sezginin a priori, yani her türlü deneyimden önce gelen ve her tür deneyin onsuz olunamaz koşulları olan kalıplarıdırlar Yani, bunlar duyu-deneyindeki nesneleri her zaman kendileri aracılığıyla algılamakta bulduğumuz gözlüklerdir O zamanı ve ‘mekanla ilgili bu öğretisine transendental estetik adını verdikten sonra, transendental analitiğe, kategoriler öğretisine geçmiş ve tıpkı, duyarlık ya da deneyimin a priori algı formları içermesi gibi, doğaya ilişkin araştırma ve bilginin de bağıntı, töz ve nedensellik türünden a priori ilkeleri içerdiğini göstermiştir

En sıradan düşüncede bile, sistematik olmayan bir tarzda varolan bu kategoriler, matematiksel-mekanik bir doğa biliminin temel öğeleri olarak ortaya çıkar ve rasyonel bir doğa kavrayışını mümkün hale getirir Başka bir deyişle, düşüncenin ya da İnsan zihninin duyu-deneyinden gelen malzemeye bir birlik kazandırması veya söz konusu malzemeyi bir sentezden geçirmesiyle ilgili olan belirli kategorilerin bulunduğunu ifade eden Kant’a göre, zihin söz konusu sentez ya da birleştirme faaliyetini çeşitli yargılar ortaya koymak suretiyle gerçekleştirir, öyle ki bu yargılar bizim dünyaya ilişkin yorumumuzun temel bileşenlerini meydana getirir Deneyimde söz konusu olan çokluk, Kant’a göre, bizim tarafımızdan nicelik, nitelik bağıntı, töz gibi belirli değişmez formlar ya da kavramlar aracılığıyla değerlendirilir ya da yargılanır Örneğin, nicelikle ilgili bir yargı söz konusu olduğunda, zihnimizde bir ya da çok olan vardır Nitelikle ilgili bir yargı öne sürdüğümüz zaman, ya olumlu ya da olumsuz bir önerme ortaya koyarız Bağıntıyla ilgili bir yargıda bulunduğumuz zaman ise, ya neden ile sonucu ya da özne ile yüklem bağıntısını düşünürüz

Bütün bu düşünme tarzları, Kant’a göre, zihnin duyu-deneyinden gelen malzemeyi birleştirme, bu malzemeyi sentezden geçirme ya da söz konusu malzemeye bir birlik kazandırma faaliyetinin temel bileşenleridir Ve biz bu sentez faaliyetiyle de duyu izlenimlerinin çokluğundan yani sonsuz sayıdaki darmadağınık izlenimden, tek bir tutarlı dünya resmi elde ederiz

Kant’a göre, duyu deneyinin kapsamı içine giren her nesne, bu kategorilerden birine ya da diğerine uymak durumundadır Zira anlama yetisi, İnsan zihni bu kategorilere uymayan bir şeyi hiçbir şekilde konu alamaz, alsa bile anlayamaz Görünüşlerin, fenomenlerin bir şekilde anlaşılabilmeleri için, onlara anlama yetisinin kategorileri aracılığıyla bir yapı kazandırılması gerekmektedir Anlama yetisinin kategorilerine uymayan bir şey İnsan zihni tarafından bilinemez Kant’a göre, duyu-deneyimiz belirli bir yapı ve bir birlik sergilemektedir İşte duyu-deneyinin sergilediği bu yapı ve birlik, ancak ve ancak görünüşleri kendi kategorilerine göre düzenleyen anlama yetisinin faaliyetiyle açıklanabilir

Bununla birlikte, kategoriler düşüncenin ya da bilginin öznel koşulları olduklarından, burada bunların nasıl olup da nesnel bir geçerliliğe sahip olabildiği, yani nesnelere ilişkin bilgimizi mümkün kılan koşulları sağlayabildikleri sorusu ortaya çıkar Kant’a göre, a priori kavramlar olarak kategorilerin nesnel geçerliliği, İnsanın nesnelere ilişkin duyu-deneyinin yalnızca bu kategoriler sayesinde mümkün olabilmesi olgusuna dayanır Duyu-deneyinin bir nesnesi, yalnızca bu kategorilerle düşünülebilir Bir nesneyle ilgili bir düşünce, onunla ilgili tüm yargılar ve dolayısıyla ona ilişkin bilgi, yalnızca kategorilerin sağladığı kavramsal çerçeve içinde olanaklıdır

İnsan zihninin yalnızca, kategorileri aracılığıyla kendilerine bir yapı kazandırdığı fenomenleri bilebileceğini, bunun ötesi ne giderek şeylerin bizatihi kendilerini bilemeyeceğini, duyu deneyindeki nesnelerin İnsan zihninin işleyişine uyduğu için bilinebildiklerini söyleyen ve tüm empirik yasaları İnsan zihninin yasalarına indirgeyen Kant’ın bu bilgi anlayışının en önemli sonuçları, mutlak bir determinizm, bilginin sınırlılığı ve metafiziğin imkansızlığıyla ilgili sonuçlardır Bilgimiz iki bakımdan sınırlıdır Bilgi, her şeyden önce duyu-deneyinin dünyasıyla sınırlanmıştır Bilgimiz ikinci olarak, algılama ve düşünme yetilerimizin deneyimin ham malzemesini işleme ve düzenleme tarzlarıyla sınırlanmıştır Kant elbette ki, bize görünen dünyanın nihai ve en yüksek gerçeklik olmadığından kuşku duymaz Nitekim, o fenomenal gerçeklikle, yani bizim duyular aracılığıyla tecrübe ettiğimiz dünya ile numenal gerçeklik, yani duyusal olmayan ve akılla anlaşılabilir olan dünya arasında bir ayrım yapmıştırBir şey algılanmadığı zaman nedir? Şeyin bizzatihi kendisi ne anlama gelir?

Metafiziği: Biz algılamadığımız şeyleri elbette ki bilemeyiz Bizim bildiğimiz şeyler numenler, şeylerin kendileri değil de, fe*nomenlerdir, şeylerin görünüşleridir Bizim bildiğimiz nesneler duyular aracılığıyla algılanan nesnelerdir Biz buna ek olarak, duyusal dünyanın bizim zihnimiz tarafından yaratılmadığını biliyoruz Zihin, bu dünyayı yaratmak yerine, şeylerin kendilerinden türetilmiş olan ideleri ona yüklemektedir Bu, bizden bağımsız olarak var olan, ancak bizim kendisini yalnızca bize göründüğü ve bizim tarafımızdan düzenlendiği şekliyle bilebildiğimiz bir dış gerçekliğin varolduğu anlamına gelir Böyle bir gerçeklik bizim bilgimizi arttırmaz, fakat bize bilgimizin sınırlarını gösterir

Immanuel Kanıt bu öğretisiyle bilimsel bilginin olanaklı olduğunu göstererek, Newton fiziğini temellendirir, fakat varlığın genel ilkeleri, Tanrı’nın varoluşu, ruhun ölümsüzlüğü gibi konuları ele alan geleneksel metafiziği olanaksız hale getirir Çünkü metafizik alanında, ruh, Tanrı, evren kavramlarını düşündüğümüz zaman, burada duyu-deneyi tarafından sağlanan malzeme bulunmaz Bilginin iki temel öğesinden biri olan deney, tecrübe öğesi metafizik alanında söz konusu olmadığı için, akıl burada antinomilere düşer Öyleyse, metafizik alanında bilimsel bilgi olanaklı değildir

Etiği: Bununla birlikte, Kanıt görünüş- gerçeklik ya da fenomen-numen ayırımını İnsan varlığına uygulayarak, ahlâk imkanını kurtarır Zira, ona göre, İnsanın bir fenomen, bir de numen tarafı vardır Yani, İnsanın biri duyusal, diğeri akılla anlaşılabilir olan iki farklı boyutu vardır Duyusal yönüyle ele alındığında, İnsan doğadaki mekanizmanın bir parçasıdır Başka bir deyişle, İnsan fiziki eğilimleriyle, içgüdüleriyle fenomenler dünyasının bir öğesidir

Buna karşın, İnsan kendisini hayvandan ayıran aklıyla, fenomenler dünyasının üstüne yükselir, aklı sayesinde, nedenselliğin, doğal zorunluluğun hüküm sürdüğü dünyanın ötesine geçip özgür olur Başka bir deyişle, metafiziğin ancak pratik akıl alanında, ahlâki iradenin kesin kanaatleriyle mümkün olabileceğini savunan ve deneyimdeki a priori öğeyi çıkarsama yöntemini, ahlâk alanında ahlâki yargılara da uygulayan Kanıt, önce ahlâki yargıları psikolojik bir açıdan değerlendirmiş ve sonra kategorik buyrukla, yani formel olarak koşulsuz olma özelliğiyle, ahlâk alanındaki a priori öğeyi yakalamıştır

Ona göre, kategorik buyruğun, yani İnsandan İnsan olduğu için belli şeyleri yapması isteyen ahlâk yasasının, iyi iradenin tanınması, İnsanın yüceliğini, gerçek kişiliğini ve İnsan varlıklarını kişiler olarak birbirlerine bağlayan halkayı oluşturur Pratik ve ahlâki temeller üzerinde gelişen bir metafizik öne süren Kant’ın felsefesinde, bu ikinci alan, teorik aklın zorunlulukla belirlenen duyusal dünyasından sonra, pratik aklın özgürlükle belirlenen akılla anlaşılabilir dünyası olarak ortaya çıkar Akılla anlaşılabilir özgürlük dünyasının fiziki ve doğal dünyayla olan ilişkisinin ne olduğu sorusu ise, Kant’ı her iki dünyayı da uyumlu kılan bir tanrısal düzen postülasıyla, ölümsüzlük postülasına götürür ki, bu postülalar da ifadesini Tanrı düşüncesinde bulmaktadır

Kapitalizm: En genel anlamı içinde, sermayenin, genel temel üretim aracı olduğu ekonomik sistem veya üretim tarzı için kullanılan genel terim

Bir üretim tarzı ya da ekonomik sistem olarak kapitalizmi belirleyen en temel özellikler şöyle sıralanabilir: 1- Üretim araçları*nın özel mülkiyeti ve denetimi 2- Ekonomik faaliyetin kar elde etmek amacıyla yapılması veya özel karın teşebbüs faaliyetinde başlıca saik olması 3- Söz konusu ekonomik faaliyeti düzenleyen bir pazarın varlığı 4- Karın, sermaye sahiplerine ait olması 5- Üreticilerin, kullanmak amacıyla değil de, satmak amacıyla üretmek durumunda olmaları 6- Değişim biriminin belli bir zaman karşılığı parasal ücret olması 7- Sistemdeki temel değişim aracının para olup, 8- üretim sürecinin üretim araçlarına sahip bulunan kapitalist ya da onun adına yöneticisi tarafından denetlenmesi 9- Sermaye birikiminde borç/kredi kullanılırken, mali kararlar üzerinde tam bir denetimin bulunması, ve nihayet, 10- sermayedarlar arasında rekabet

Kökeni, feodalizm içinde tüccar sermayenin ve dış ticaretin büyümesi olgusuna geri götürülen kapitalizmin birinci evresi, on beşinci yüzyılla on sekizinci yüzyıl arasında kalan ticari sermayenin evresi olarak bilinir Buna karşın, ikinci evre olan endüstriyel evre, sanayi devrimi adı ile bilinen ve enerji kullanan makinelerin ortaya çıkışı ve gelişimiyle başlayan evredir Kapitalizmin gelişiminde bundan sonra gelen evre, tekelci kapitalizm olup bu evrenin başlangıç tarihi ikinci sanayi devriminin gerçekleşmesiyle büyük ölçekli endüstriyel süreçlerin ortaya çıktığı 20yüzyılın başlarıdır

Kapitalizm aynı zamanda, belli bir sosyal adalet öğretisiyle bireysel haklar anlayışını içeren bir ideoloji olarak görülmüştür Buna göre, kapitalizm ideolojisi gelir ve refah düzeyiyle ilgili eşitsizliklerin, bireylerin ekonomik faaliyetlere yaptıkları farklı katkıların toplumsal bakımdan adil olan karşılıkları olduğunu savunur Söz konusu ideoloji, kapitalist toplumun var oluşu ve sağlıklı gelişimi için, belli bir takım hak ve özgürlüklerin gerekli olduğunu iddia eder Buna göre, örneğin bireyler devletin keyfi iktidarından korunup, aynı devlet bireylerin ekonomik çıkarlarını, mülkiyet hakkını savunmak ve ticari sözleşmelerin geçerliliğini teminat altına almak suretiyle korumalıdır
Karşı kültür: Geleneksel davranış tarzına, geleneksel değerlere, kısacası varolan yerleşik kültüre karşı çıkıp, ona bir alternatif oluşturan yeni, fakat yeterli toplumsal temelden yoksun olan kültür türü

Karşı kültür deyimi, radikal öğrenciler, hippiler ve kimi entellektüeller, 19601ı yılların sonlarına doğru, siyaset, iş ve aile ya*şamı konusunda, uzlaşımsal bir çerçeve içinde kabul görmüş değerlerle davranış kalıplarına ters düşen görüş ya da teoriler geliştirdikleri zaman popüler hale gelmiştir Karşı kültür her şeyden önce geleneksel ve uzlaşımsal aile yaşamının engelleyici ve bastırıcı yönlerine karşı çıkışı, İnsanlara kendi hayatlarını yaşamalarına izin verme konusunda ısrarlı olmayı, çok çeşitli türden uyuşturucuyla tanışıklık içinde olmayı ve cinsel özgürlüğün erdemlerinin savunuculunu yapmayı içerir

Kautsky, Karl: 1854-1938 yılları arasında yaşamış olan ünlü Avusturyalı demokratik sosyalist teorisyen

Sosyalizm yolunda demokrasiye sımsıkı sarılan Kautsky, ihtilalci komünizme yönelik şiddetli eleştirileriyle ün kazanmıştır Ona göre, demokrasi burjuva egemenliği ve hegemonyasının bir şekli değildir Burjuvazi aslında mülkiyet koşuluna bağlı sınırlı bir oy hakkına inandığı için, evrensel oy hakkının uygulanır hale gelmesi, Kautsky’nin gözünde, işçi sınıfının başarısıdır Onun gözünde demokrasi evrensel oy hakkıyla, sınıf mücadelesini sille tokat savaştan bir zeka savaşına dönüştürme yöntemidir Demokrasi, daha yüksek bir yaşam tarzının kendisiyle gerçekleştirilebileceği tek ve yegane yöntemdir ve sosyalizmin ilan ettiği şey medenileşmiş İnsanların haklarıdır’ Onun sosyalizme, ve sosyalizm hedefine varmak için demokrasiye olan inancını pekiştiren başka bir etken de, Nazi deneyimi olmuştur Kautsy nazizm benzeri rejimleri yıkmak için ihtilalci yöntemlerin kullanılabileceğini kabul etmekle birlikte, anayasal yönetimin bir kez kurulmasından sonra, sosyalizm yolunda yalnızca ve tamamen demokratik araçların kullanılacağına inanır

Kautsky, komünizme yönelik eleştirisi söz konusu olduğunda, komünist partileri, siyasi değil de, askeri teşkilatlara benzetir Bu tür partiler kendi liderlerini ve sloganlarını seçmez, bunun yerine liderlerini üstlerinden alırlar Komünizmi yalan ve aldatmacaya dayalı bir ‘köle ekonomisi’ sistemi olarak görürken, komünist diktatörlüğün, varolduğu sürece, modern işçi sınıfının kurtuluş mücadelesi için ciddi bir tehdit ve büyük bir tahribat oluşturduğunu savunur

Kavimcilik: 1- Genel olarak bir halk kavim ya da bir grup İnsanın, kendi halk ya da kavimlerinin, kendi değer, din, ırk, kül*tür ya da dillerinin diğerlerinden daha üstün olduğu inancı; 2- Biraz daha özel olarak da, teknik ve bilimsel bakımdan güçlü ve sömürgeci olup, ırkçı önyargılarla körleşmiş Batı Uygarlığının kendi üstünlüğüne inanırken, diğer uygarlıkları küçümsemesi ve kendi üstünlük iddiasını güçlendirecek malzemeler bulmaya çalışması tavrı

Böyle bir tavra antropoloji içinde, Levi Straus, bilim felsefesi ve kültürel problemler bağlamında ise, Paul Feyerabend tarafından şiddetle karşı çıkılmıştır

Kavram: Bir şeyin bir nesnenin zihindeki ve zihne ait tasarımı; soyut düşünme faaliyetinde kullanılan ve belli bir somutluk ya da soyutluk derecesi sergileyen bir düşünce, fikir yada ide

Kelam: Birtakım kanıtlara başvurarak, temel dini hükümleri açıklayan, sistemleştiren ve savunan; İslam inancının ilkelerini akıl temeline oturtmayı, açıklamayı amaçlayan disiplin

Dinde geçen temel kavramları konu alan, İslam mezheplerinin kurucularını ve dogmalarını, felsefi okulların görüşlerini, paganizmi ve metafizik problemleri inceleyen disiplin olarak kelam, Allah’ın özünden ve sıfatlarından, peygamberlikle ilgili konulardan, varlıkların hallerinden, başlangıç ve sonlarından söz eder Kesin birtakım kanıtlar ortaya koyarak ve bu arada karşıt görüştekilerin itiraz ve kuşkularını gidererek, dini inançları temellendirmeye ve kanıtlamaya çalışır

Materyalist görüşler, Hıristiyanlık ve İslam inançlarından birini ya da hepsini birden reddeden görüşler karşısında İslamiyetin savunmasını yapma amacının bir parçası olarak ortaya çıkmış olan dini-felsefi disiplin olarak kelamın kaynağında Kuran ve hadisler vardır Hicretin ilk yüzyılının sonlarına doğru ortaya çıkan kelam, itikat, tevhid, Tanrı’nın sıfatları, kaza ve kader, ahiret, ruhun ölümsüzlüğü, ölümden sonra diriliş gibi konuları işlemiştir Zamanla İslam görüşlerini savunmayı ana ilke edinen kelam, Kuranın ayetlerine anlam vermek, O’nu anlamak, temellendirmek, her türlü İslam dışı inançla mücadele etmek ve İslamla ilgili arılaşmazlıkları çözmek amacı gütmüştür Yaratılanı yaratanı göstermesi ba*kımından ele alan kelam, Tanrı’nın özünü ve niteliklerini, yaratan-yaratılan ilişkisini de inceler

Kierkegaard, Sören: 1813-1855 yılları arasında yaşamış olup, varoluşçu felsefenin öncüsü olarak tanınan Danimarkalı filozof Temel eserleri: Enten -Eller [Ya/Ya Da), Forfrens DagBog (Baştan Çıkarıcının Güncesi], Frygt og Baeven [Korku ve Titre*me], Sygdommen Til Döden [Umutsuzluk Üzerine İnceleme]

Aydınlanmanın geliştirdiği doğa bilimlerini örnek alan bilgi ve akılcılık anlayışına şiddetle karşı çıkan Kierkegaard, Aydınlan*manın nesnelliği vurgularken, geleneksel din ve ahlâkın hakikatlerine karşı aldığı düşmanca tavırdan rahatsız olarak, öznel hakikatin önemini vurgulamıştır Hegel gibi, inanç ve aklı, hümanist bir teolojiyle daha yüksek bir düzlemde uzlaştırmaya çalışmak yerine, inançla aklın uzlaşmaz Olduğunu savunan ve inançla akıl arasındaki yarığı daha da genişleten Kierkegaard, fideizm yoluna girmiştir

Başka bir deyişle, rasyonalist bilgi görüşüne karşı çıkan, nesnel bilgi idealinin içsel yaşama, bireyin öznel deneyimine kör olduğunu savunan, onun İnsan yaşamını anlamaya hiçbir katkısı olmadığını söyleyen Kierkegaard’a göre, rasyonalist sistemler gerçekliğin tümünü bir düşünce sistemi içine sıkıştırır, her şeyi akla indirger; akıl dışındaki öğeleri ve hepsinden önemlisi varoluşu unutur Varoluş terimini Kierkegaard İnsan için kullanır, zira var olmak belirli bir birey olmak, çabalayan, alternatifleri hesaba katan, seçen, karar veren bir birey olmak anlamına gelir Aklı, toplumu, vb, ön plana çıkartan bir felsefe kişiselliği, kişisellik ilkesi olan varoluşu, İnsanın varoluşunu meydana getiren öğeleri hiç dikkate almaz Oysa gerçek felsefe ancak varoluş felsefesi olabilir, yani felsefe derinden derine kişisel bir özellik taşımalıdır Felsefe genel olana değil, özel olana, nesnel değil de öznel olana yönelmelidir

Kierkegaard’a göre, İnsan yaşamı, soyut düşünceye göre çok daha önemlidir Dahası, genel felsefi problemlerin, soyut düşüncelerin İnsanın en önemli anlarında hiçbir yardımı olmaz Ona göre, İnsan yaşamının en önemli anları, bireyin bir özne olarak kendisinin bilincine vardığı kişisel anlardır Bu kişisel ve öznel öğeler, yalnızca nesnel öğeleri, tüm İnsanlarda ortak olan nitelikleri dikkate alan rasyonel düşünce tarafından açıklanamaz Oysa, her İnsanın, her kişinin biricik varoluşunu meydana getiren bu öznelliktir Tanınmaya ve açıklanmaya muhtaç olan budur

İnsan için önemli olanın kişiliğin geliştirilmesi olduğunu savunurken, Kierkegaard İnsan varoluşunu, varoluş halini betimleyip, İnsanın ne olduğuyla ne olması gerektiği arasında bir ayrım yapar Ona göre, İnsanın yaşamında İnsanın özünden varoluşuna doğru bir hareket vardır Hıristiyan dininde bu harekete ilişkin geleneksel açıklama günah kavramından oluşur Kierkegaarda göre de, İnsanın özü Tanrı’yla, sonsuz olan yüce varlıkla ilişkiyi gerektirir İnsanın varoluş hali, onun özünden uzaklaşmasının, yani Tanrı’ya yabancılaşmasının bir sonucudur Bundan dolayı, İnsanın bu dünyadaki yaşamı, ‘korku’yla, ‘yılgınlık’la ve İnsanın sonluluğundan duyduğu ‘sıkıntı ‘yla doludur Bir İnsanın eylemleri, onu Tanrı’dan daha’da uzaklaştırırsa, onun yabancılaşması ve umutsuzluğu daha da artar

Akıl yoluyla kanıtlanabilecek ahlâki bir sistem ya da din olamayacağını, ahlâk ya da din içinde, bize belli bir biçimde yaşamamız gerektiğini gösterecek, hiçbir rasyonel kanıt olmadığını savunan Kierkegaard, dini ya da ahlâki doğrularla ilgili kesinliğin, İnsan varlıklarında söz konusu olan kesinsizlik öğesini ortadan kaldırırken, özgürlüğü de yok edeceğini öne sürer Öte yandan, rasyonel kanıt, bize doğru yaşamakta olduğumuzu entellektüel olarak gösterse bile, bizi hiçbir zaman öznel olarak ikna edemez Bundan dolayı, onun gözünde kesinsizlik ya da belirsizlik, öznel hakikat açısından bir kusur olmak bir yana, onun özünü meydana getirir Kesinsizlik, İnsan yaşamı açısından en önemli olan şeyin, seçme özgürlüğümüzün doğal bir sonucudur

Kierkegaard’a göre, kesinsizlik özgürlüğü içerir Bizim, teorik kesinliğe ulaşamasak bile, hakikati arama gibi bir sorumluluğumuz vardır O, İnsanın, şu ya da bu biçimde yaşamak, ve seçiminin sonuçlarıyla birlikte yaşamak durumunda olduğu için, seçimde bulunmaktan başka bir alternatifi bulunmadığını söyler Bir seçimde bulunmamak da, daha az bilinçli bir seçim olsa bile, bir tercihtir Ona göre, biz, özgürlüğümüzün farkından olmadığımız zaman bile, sorumluyuz İşte, İnsandaki endişe ve tasanın korku ve yılgınlığın kaynağında bu durum, yani özgürlük ve sorumluluğumuz vardır

Kierkegaard’da aralarında çok yakın bir ilişki bulunan korku ve özgürlük kavramları, ikici bir metafiziği yansıtır Başka bir de*yişle, onda İnsan varlıkları, hayvansal olan-la tanrısal olanın, sonluyla sonsuzun bir karışımını ifade eder Buna göre, İnsan varlığı zamansal olanla ebedi olanın, sonluyla sonsuzun, tinle maddenin, özgürlükle zorunluluğun bir sentezidir Özgürlük imkanı tinsel doğamıza bağlıdır Fakat İnsan varlıklarının bir de hayvani doğaları vardır Bu nedenle, İnsan özgürlüğünü, hep bir çatışma ve korku olarak yaşar İşte İnsan varlığının en temel seçimi, özgürlüğünü benimseyip, hayata geçirme ya da özgürlükten kaçıştır Kierkegaard, özgürlükten kaçışı 19 yüzyıl toplumunun, burjuva ahlâkının en temel özelliği olarak ifade eder İnsanlar uzlaşımsal davranış tarzlarına uymakta, ortalama olana sığınmaktadırlar Ölümün kaçınılmazlığı gerçeğiyle yüzyüze gelmek yerine, gelip geçici hazların sağladığı tatminle yetinip, unutmayı ve yılgınlığı seçmektedirler

Kierkegaard, bu durumu ve çıkış yolunu, estetik varoluş tarzı, ahlâki varoluş evresi ve nihayet dini varoluş tarzından meydana gelen üç ayrı varoluş evresiyle göstermeye çalışmıştır Ona göre, her İnsan gerçekleştirmek durumunda olduğu bir öze sahiptir Bu öz ise, İnsanın Tanrı’yla ilişki içinde olması olgusu tarafından belirlenir İnsan bu dünyadaki yaşamı sırasında, üç varoluş tarzından her birinde olabilir

Fakat İnsanının yaşadığı yabancılaşma, umutsuzluk ve suç duygusu, İnsana bu varoluş tarzlarının niteliğini ve bunlar arasındaki farklılıkları öğretir Kierkegaarda göre, İnsanın yaşadığı bu olumsuz duygular, ona bazı varoluş tarzlarının diğerlerinden daha sağlam ve gerçek olduğunu gösterir Sağlam ve gerçek bir varoluş tarzına ulaşmak ise, akılla değil de, inançla ilgili bir konudur

Kitle toplumu: Batı tipi toplumları özellikle de ABD’yi tanımlamak için kullanılan terim

Kitle toplumu kavramı, öncelikle büyük ölçekli sanayileşmeyi, büyük kentleşme hareketlerini ve işbölümünde yüksek düzeyde uzmanlaşmayla yönetimi bir bütün olarak bürokratikleşmiş bir toplumsal ortamı ifade eder

Kitle toplumu terimini kullanan yazar ve düşünürler, çoğunluk bireyin toplumuyla olan ilişkisi üzerinde yoğunlaşırken, bireyin modern toplumda sahip olduğu özgürlük derecesini, bireyin toplumsal çevresini nasıl algılayıp, ona ne şekilde değer biçtiğini incelerler Bu bağlamda, biri İnsandaki özgürlük kaybına, artan vasatilik ve yanılsamayla birlikte yabancılaşmaya dikkat çeken, diğeri ise geleneksel bağların ortadan kalkışının İnsana yeni avantajlar sağladığını dile getiren iki ayrı ve karşıt görüş varolmakla birlikte, genel kanaat kitle toplumunu eleştirel bir gözle değerlendirir Sözgelimi, Gasset ve Heidegger gibi, terimi ilk kez olarak kullanan düşünürlere göre, kitle toplumu, özgürlüklerini çok büyük ölçüde yitirmiş, geleneksel kültürün uygarlaştırıcı etkisiyle aydınlanmamış, basmakalıp değerleri benimsemek zorunda kalan yabancılaşmış, ilkel, kültürsüz, alelade İnsanlardan oluşan bir yığındır Frankfurt Okulu düşünürlerinden Adorno ve Horkheimerin gözünde kitle toplumu, İnsanların edilgen, ilgisiz, atomize varlıklar haline geldikleri, geleneksel bağlarından, dinsel kimliklerinden koparıldıkları, kitle iletişim araçlarının tek yönlü baskısı altında yalnızlaştıkları, tepeden tahakküme imkan veren bir toplum biçimidir

Kitle toplumu, kapitalizmin bir ürünü olup, sanayileşme, kentleşme ve modernleşme süreçleriyle ortaya çıkmıştır Bütün bu süreçler, bireyler arasındaki farklılıkların ortadan kalkmasına, bireylerin özgürlüklerini yitirmelerine, onların birbirlerinden yalıtlanmalarına, bireylerin birbirlerine daha benzer hale gelmelerine neden olmuştur Kitle toplumunun kültürel alandaki ifadesi ise, kitle kültürüdür Başka bir deyişle, kitle toplumunda kitleyi oluşturan bireylerin hemen hemen tamamı okuryazar olsa da, onlar klasik eğitimden yoksun kaldıkları için, sıradan veya düşük düzeyde, ve hiçbir zaman seçici olmayan beğenilere sahip olurlar Kitle toplumunda, yüksek kültürle aşağı kültür arasındaki sınır çizgisi yok olur veya daha doğru bir deyişle, yüksek kültürün yerine, hem yüksek kültürü ve hem de geleneksel toplumların halk kültürünü yok eden ve aleladiliği, uyumluluğu, edilgenliği ve kaçışı teşvik eden bir kitle kültürü gelişir

Alıntı Yaparak Cevapla