Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-04-2008   #317
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük





ÂZER
Hz İbrahim (as)'ın babası Kur'an'da "Âzer" ismiyle zikredilir Tarih kaynaklarında İbrahim (as)'in babasının Süryânîce "Tarah" olduğu belirtilir Buna göre, Yakup ve İsrail gibi biri isim diğeri lâkap olmak üzere "Âzer ve Tarah" aynı şahsa ait isim ve lâkap demektir Bazıları "Âzer" in çok yaşlı ihtiyar anlamına geldiğini veya bir put ismi olduğunu söylemişlerdir Ayrıca Tarah'ın, İbrahim (as)'ın babası, Âzer'in ise amcası olduğunn ifade eden görüşler de vardır (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, IX, 126)
Kur'an'da şöyle buyurulur: "Ey babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi birşeyden koruyamayan şeylere niçin tapıyorsun?" (Meryem, 19/43)
"İbrahim babası Âzer'e, putları ilâh olarak mı benimsiyorsun? Doğrusu, ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti" (el-En'âm, 6/74)
Muhammed b İshak, "Âzer, Hz İbrahim'in babasıdır ve Kûfe çevresinde "Kûsâ" köyü halkındandır" demiştir (Tefsîru't-Taberî) Ebû Hayyân tefsirinde; Âzer'in, marangoz, yıldız bilimci ve mühendis olduğunu ve Nemrud'un da yıldızlara ve hendeseye özel merakı bulunduğundan, ona nezdinde itibar ettiğini bildirir
Hz İbrahim ve babası, Hz Muhammed (sas)'ın ecdadındandır Çünkü İbrahim (as), oğlu İsmail'i Filistin'den Hicaza getirmiş; Nûh tufanından sonra izi kaybolan bugünkü Kâbe'nin bulunduğu yerde, Hacer'le birlikte bırakmıştır Daha sonra oraya gelip yerleşen Cürhümî kabilesi ve İsmail (as)'ın nesli Mekke'nin ilk yerlileri olmuştur İşte Hz Muhammed (sas) de Mekke'de İsmail (as)'ın, dolayısiyle Hz İbrahim'in torunlarından olarak dünyaya gelmiştir
Putperestliğin tarihi çok eskidir Hz Nûh (as) kavmini tevhîd inancına çağırmış, inananlar bir gemide kurtulurken, puta tapanlar helâk olmuştur Bundan sonra yine bazı kavimler, dünya olayları ile yıldızlar arasında bağlantı görmüş, yıldıza tapar olmuş; yıldız kaybolunca, onun suretini yaparak puta tapmıştır Bazıları da âlemi meleklerin idare ettiğini düşünerek, meleklere ve suretlerine tapmışlar Bazı kavim ve insanlarda sevdikleri kişilerin suretlerini yapıp ara sıra onlara tazim ederken, aşırı sevgilerini ibadete kadar götürmüşlerdir Sonra gelenler öncekileri taklid ederken putperestlik dünyaya yayılmıştır
İşte İbrahim (as) devrinde de Nemrud; kendisini ilâh ilân etmiş ve kavmi ona ibadet etmeye başlamıştı Bu arada inandıkları ilâhları temsil etmek üzere puthanede de putlar vardı İbrahim (as)'ın babası Âzer de Nemrud tarafından bu puthaneye görevli tayin edilmişti
Sa'lebî'nin naklettiğine göre, daha önce adı Tarah iken, puthanede adı Âzer'e çevrilmiştir Çünkü Âzer puthanedeki bir putun adı idi (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX, 126) İbrahim (as)'ın babasını inancından dolayı tenkit etmesi, onu hak dine çağırması adaba aykırı değildir Çünkü evlâdın ana-babaya itaat veya karşı gelme ölçüsü şu ayette belirtilmiştir: Ana-baban, hakkında bir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için baskı yaparlarsa, onlara boyun eğme ve dünyada onlara iyilikle muamele et" (Ankebût, 29/8) Hz İbrahim'in davranışı bu ayetin hükmü dışında bir davranış değildir
AZİL
Azil, arapça bir kelime olup, ayırmak ve uzaklaştırmak anlamına gelir Terim olarak ise; kadın hamile olmasın diye erkeğin menisini dışarıya atmasıdır Azil; İslâm'dan önce ve İslâmî devirde iki sebeple yapılıyordu: Ya cariye gebe kalmasın diye buna başvurulur (çünkü gebe kalan cariye satılmaz); yahut hür olan kadın gebe kalmasın veya memedeki çocuğa bir zarar gelmesin diye yapılırdı Hz Peygamberin azil hakkında çeşitli hadisleri vardır Kendisine azlin hükmü sorulduğunda; "O gizli ve'ddir"demiştir (Müslîm, Nikâh, 141; İbn Mâce, Nikâh, 61) Burada ve'd; kız çocuğunu diri diri mezara gömmek, demektir Ancak daha sonra Allah Resulu'nun azle izin verdiği anlaşılıyor
Câbir (ra)'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Bizim cariyelerimiz vardı ve onlardan azil yapıyorduk Yahudiler, işte küçük mev'ûde yani çocuğu diri diri toprağa gömme budur, dediler Bunun üzerine mesele Resulullah (sas)'a soruldu: "Yahudiler yalan söylemiş, eğer Allah onu yaratmak istese onu sen reddedemezdin" buyurdular (Ebû Dâvûd, Nikâh, 48; Nesaî, Nikâh, 55; Ahmed b Hanbel, III, 22, 49, 51) Ebû Saîd el-Hudrî ve Enes b Mâlik'ten de aynı nitelikte hadisler nakledilmiştir Yine Câbir (ra) şöyle demiştir: "Biz Resulullah (sas) devrinde Kur'an inerken azil yapıyorduk Eğer ondan bir şey yasak edilecek olsa bizi Kur'an nehyederdi" (Buhârî, Kader, 4), Müslim'in rivayetinde "Bu, Resulullah'ın kulağına vardı, fakat bizi ondan nehyetmedi" ilâvesi vardır
Yukarıdaki hadislerden ilki azlin çirkin bir iş olduğuna delâlet eder İbn Hazm bunu esas alarak azli haram saymıştır İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu ise; diğer hadislere dayanarak, bir erkeğin hür olan karısının izni ile, cariyenin ise izni olmaksızın dahi azil yapmasının câiz olduğunu söylemişlerdir
Doğum kontrolünün caiz olup olmaması da azlin hükmü ile yakından ilgilidir Azli kabul etmeyenler, bunun kadere karşı çıkmak, ona çatmak anlamına geldiğini; bunda müslümanların nüfusunu azaltma gayesi bulunduğunu ileri sürerler Bu konuda ayrıca şu delillere dayanırlar: Kur'an-ı Kerîm'de "Çocuklarınızı fakirlik korkusuyla öldürmeyin Onları da, sizi de biz rızıklandırırız Şüphesiz, onları öldürmek büyük bir suçtur" (İsrâ, 17/31) buyurulur Hz Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Nikâh benim sünnetimdir Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir Evlenin, çünkü ben diğer ümmetlere sizin çokluğunuzla övüneceğim" (İbn Mâce, I, 592, H No: 1846)
Erkeğin veya kadının sağlığına zarar vermeyen diğer korunma çeşitleri ve ilâçla gebeliği önleme çocuğa henüz ruh verilmeden önceki dönemlerde azil kapsamına girer Azli caiz gören İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu; bugünkü, ruh verilmeden önceki doğum kontrolünü de caiz görürler
Diğer yandan azlin, kaderde yazılan çocuk doğumlarını da değiştirmeyeceği belirtilmiştir Azil yoluyla doğum kontrolü yapan bir sahabe; daha sonra Allah Resuluna gelerek, ailesinin gebe kaldığını haber vermiştir (Ebû Dâvud Nikâh, 48


el-AZÎM

Yüce Allah'ın isimlerinden biri
Pek azametli Azamet, büyüklük demektir Hakiki büyüklük Allah'a mahsustur Allah hiç bir şeye muhtaç değildir ve yarattığı her şeyde O'nun büyüklüğünü görmek mümkündür Allah'ın azametini tefekkür eden insan; O'nun büyüklüğü karşısında gafletten kurtulur, imanı kuvvetlenir; acz, fakr ve kusurlarını anlar, Kur'anı Kerîm'de Allah'u Teâlâ, kudret-i Rabbâniyenin mucizatını göstererek, insanların bunları düşünerek ibret almalarını beyan buyurur Alemin düzenliliğini, yaratılış gayesini, verilen nimet ve güzellikleri, dünyanın geçiciliğini, süt veren hayvanlardaki icazı, gece ve gündüzün dönüşümünü düşünen insan, Allah'u Teâlâ'nın sonsuz ihsanlarıyla kullarını nasıl donattığı karşısında O'nun büyüklüğünü idrak eder
Yeryüzündeki bütün denizler mürekkep olsa Allah'u Teâlâ'nın azametine delâlet eden kelimelerini, yazıp bitiremezler Akıl, Allah'ın yüceliğini kavramaktan acizdir Ancak, O'nun mucizelerini akledebilir Kâfir ve müşrikler ise akletmezler: sağır, dilsiz ve kördürler (el-Bakara, 2/171) Oysa müslümanlar; ayette bildirildiği gibi
"Çok büyük Rabb'ın adını tesbih ederler " (el- Vâkıa, 56/74, 96; el-Hakka, 69/52) Yine Bakara suresinde Allah'ın büyüklüğü şöyle beyan buyurulur: Allah, (o Allah'tır ki) kendinden başka hiç bir ilah yoktur (O, zatî, ezelî ve ebedî hayat ile) diridir (bakîdir) Zatiyle ve kemâliyle kâimdir (Yarattıklarının her an tedbir ve hıfzında yegane hakimdir, her şey onunla kâimdir) Onu ne bir uyuklama tutabilir ne de bir uyku Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur O'nun izni olmadıkça katında şefaat edecek kimmiş? O, yarattıklarının önlerindekini, arkalarındakini bilir (Yaratılmışlar) O'nun ilminden yalnız kendisinin dilediğinden başka hiç bir şeyi kavrayamazlar O'nun kürsüsü gökleri ve yeri (kucaklamıştır, o kadar) vâsidir Bunların gözetilmesi O'na ağır gelmez O, çok yüce, çok büyüktür " (el-Bakara, 2/255)

AZÎMET

Allah'ın yapılmasını emrettiği ve yapılmamasını istediği hususlarda tam bir titizlik gösterip bir emir ve yasaklara kuvvetle ve kesin kararlılıkla uymakla ilgili bir fıkıh ıstılahı Azimet, kuvvetle, ısrarla ve büyük bir kararlılıkla bir şeyi istemek veya yapmaktır Azimetin karşıtı olarak; ruhsat tabir ve ıstılahı kullanılmıştır Bir İslâmî emir ve hükmü tam ve mükemmel olarak yerine getirme hususunda dikkat ve sağlam irade kullanılırsa bu tavır azimettir Fakat bu hükmü tam ve mükemmel bir şekilde yerine getirmek mümkün olmazsa o zaman ruhsatları kullanmak sözkonusudur
Bu duruma göre azimet; farz, vacip, sünnet, müstehap, mübah, mekruh ve haramların tümünü içerir Meselâ vaktinde ve bütün şartlarını yerine getirerek namaz kılmak bir azimettir Fakat hastalık halinde oturarak; yolculukta cem ve takdim yaparak kılmak ruhsattır Oruç, normal zaman ve şartlarda bütün müslümanların tutması ve yerine getirmesi gereken bir ibadettir Fakat hastalık ve yolculuk halinde daha sonra kaza etmek şartıyla orucu Ramazan'dan sonraya bırakmak bir ruhsattır
Zaruretler bazı haram ve yasak olan şeyleri mübah kılar İşte buna ruhsat denir Bu açıdan haram olan şeyler üç kısma ayrılır:
1-Hiç bir şekilde işlenilmesine ruhsat verilmeyen haramlar Meselâ bir kimse ne kadar tehdit ve baskı altında kalsa da başkasını öldürmesi veya bir uzvunu kesmesi caiz değildir Buna ruhsat verilmemiştir
2-Zaruret ile sakıt olan haramlar Zaruret bunların işlenmesini mübah kılar ve haram olmasını ortadan kaldırır Ölmek tehlikesiyle karşı karşıya kalan kimse, ölmeyecek kadar murdar et yiyebilir Tedavi maksadıyla doktor, kadın ve erkeklerin avret mahallerine bakabilir
3-Haram olması tamamen ortadan kalkmayıp, zaruret anında ruhsat ihtimali olan ve mübah muamelesi gören haramlar Meselâ bir kimsenin malına tecavüz etmek haramdır Aç kalıp da ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir kimse başkasının malını rızası olmasa da alıp yiyebilir Bundan dolayı günahkâr olmaz ve sorguya çekilmez Ancak sonra mal sahibine hakkını vermesi veya helâlleşmesi gerekir (Ali Haydar, Mecelle Kavaid-i Külliye Şerhi, İstanbul, 1317, 28-29)
Aslî emir ve hüküm olduğundan dolayı ibadetlerde azimeti kullanmak esastır Bir mazeret olmadığı müddetçe ruhsatlara başvurmamak, takvaya en yakın olan yoldur Meselâ Allah'ı inkâra veya onun emir ve hükümlerini redde zorlanan bir insanın, bu imanında direnip kâfirler tarafından şehit edilmesi bir azimettir Fakat böyle bir işkenceye katlanamayıp, bir an için imanı içeride gizleyerek, kâfirlerin dediğine uymak bir ruhsattır Aynı şekilde yolculuk veya hastalık anında ölüm söz konusu ise, o zaman azimetle amel edip oruç tutmağa kalkmak haramdır Böyle tehlikeli bir durumda ruhsatı tercih etmek müslüman için farzdır Açlıktan ölmek üzere olan bir kimsenin de başka bir yiyecek olmadığı takdirde ölü hayvan eti veya domuz eti yemesi de onun için farzdır Böyle bir durumda da azimetle amel edilemez (es-Serahsî, el-Usûl, Kahire, 1372, I, 118, 121)

el-AZİZ

Kıymetli, değerli seçkin izzet sahibi, muhterem, kuvvetli, üstün, yüce, şeref sahibi, bulunmaz derecede az ve nadir olmak; her şeye gücü yetmek, hiç bir zaman yenilmemek
Aziz, arapça "azze" kökünden gelmekte olup, "izz" masdarından bir sıfattır, "eizze" ve "eizzâ" şeklinde gelen kalıpları da vardır
Istılahta ise; "Aziz" Yüce Allah'ın isimlerinden birisidir O'nun mutlak hâkimiyet ve üstünlüğünü ifade eder O hiç bir şekil ve surette asla yenilgiye uğramayan, herşeye gücü yetendir O, haksızlık yapılamayacak kadar güçlüdür' O en üstündür, en yücedir, şeref ve izzet sahibidir
İzzet; tam olarak zilletin, yani aşağılık, düşüklük ve acizliğin zıddıdır
Aziz ve izzet ile bunların zıddı olan zelil ve zillet kelimeleri halk arasında da kullanılmakta ve genellikle aynı lûgat anlamını korumaktadır Bir hitap sözcüğü olarak kullandığımız "aziz" kelimesi, hitap ettiğimiz topluluğa veya kişiye bir şeref ve üstünlük atfetmekte ve bir iltifat ifade etmektedir Aynı zamanda bir saygı ve bağlılık sözcüğüdür
Yüce Allah'ın isimlerinden olan "el-Aziz" ismi, Kur'an-ı Kerîm'de doksanbir yerde geçmektedir Fakat hiç bir yerde tek başına zikredilmemiş; daima Esmâ-ı Hüsnâ'dan diğer bir isimle beraber vârid olmuştur Bunların başında el-Hakîm gelmektedir ki, toplam kırk yedi yerde beraber geçmektedir Bunu onbeş yer ile el-Alîm, daha sonra sırasıyla el-Kavî, er-Rahîm, Zuntikâm, el-Hamîd, el-Gaffâr, el-Cebbâr, el-Gafûr, el-Vehhâb, el-Kerîm ve el-Muktedir isimleri takip eder Aziz isminin geçtiği doksanbir ayetin ellisi Mekkî, kırkbiri ise Medenî'dir Burada dikkati çeken önemli bir husus da, Yüce Allah'ın azamet ve kudretini ifade eden bu Aziz sıfatının daha ziyade Cemâl sıfatlarıyla beraber zikredilmesidir Bu doksanbir ayetin onüçünde Zuntikâm, el-Kavî ve el-Cebbâr isimleriyle yani Celal sıfatlarıyla beraber geçmektedir Geriye kalan yetmişsekiz ayette ise Cemâl sıfatlarıyla beraber geçmektedir O ne kadar merhametli ve ne kadar affedicidir Zirâ O azîzdir, izzet sahibidir, kullarına en çok acıyandır
Aziz isminin geçtiği ayetlerden bir kaç tanesi şunlardır: el-Bakara, 2/129, 209, 220, 228, 240 ve 260; Âli İmrân 3/6, 18, 62 ve 126; Hûd, 11/66; eş-Şuarâ, 26/9 ve 68; es-Seb'e, 34/6; Sâd, 38/9 ve 22; el-Fâtır; 40/2; ed-Duhân, 44/49

AZÎZ HADÎS

En az iki ravinin rivayet ettiği hadîs Âhâd haberler arasında yer alan Azîz hadîsin tarifinde muhaddisler ihtilaf etmişlerdir İbnü's-Salâh, (Ulûmü'l-Hadîs, s 243) ve onu izleyen İmam Nevevî (et-Takrîb ve't-Teysîr, s 375) Azîz hadisi şöyle tarif etmişlerdir: "Zührî ve Katâde gibi hadisleri muteber olan imamlardan iki veya üç kişinin rivayetleriyle infirâd ettikleri hadîse azîz denir" İbn Hacer'e göre ise, en az üç ravisi olan haberlere meşhûr, en az iki ravisi olanlara azîz denir (İbn Hacer, Nuhbetü'f-Fiker Şerhi, Çev Talât Koçyiğit, Ankara 1971, s 28) Haberin bu şekilde isimlendirilmesi, ya az bulunduğu için veya başka bir isnadla kuvvetlenmesi sebebiyledir İbn Hıbbân el-Büstî, Azîz hadîsi, senedinin sonuna kadar hep iki kişinin diğer iki kişiden rivayet ettiği hadis şeklinde tarif ettiği için, bu tür hadîsin hiç bulunamayacağını iddia etmiştir İbn Hacer, İbn Hıbbân'ın bu anlayışına cevaben der ki: "İbn Hıbbân, bütün tabakalarda yalnız iki kişinin iki kişiden rivayetini kastediyorsa, bu doğrudur; gerçekten bu çeşit bir rivayet bulmak hemen hemen imkânsız gibidir Fakat bizim anlayışımıza göre azîz hadîs, isnadının başından sonuna kadar ravisi ikiden az olmayan haberdir" Buna Buhârî ve Müslim'in Enes b Mâlik'ten müştereken, Buhârî'nin ayrıca Ebû Hüreyre'den rivayet ettikleri şu hadis örnek gösterilmektedir: Resulullah (sas) buyurmuştur ki:
"Herhangi biriniz beni anasından, babasından ve çocuğundan daha çok sevmedikçe hakkıyle iman etmiş olmaz " (Buhârî, İman, 9; Müslim, İman, 67) Bu hadisi, Enes'ten Katâde ve Abdülazîz b Suheyb; Katâde'den Şu'be ve Saîd, Abdülazîz'den de İsmaîl ve Abdülvâris rivayet etmiş; bunların herbirinden de birer cemaat rivayet etmiştir (İbn Hacer, Nuhbetü'l-Fiker Şerhi, s 28; Subhi Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, Çev Yaşar Kandemir, Ankara 1973, s199; Talât Koçyiğit Hadis Istılahları, Ankara 1980, s 56)
Yalnız bir sahabîden rivayet edildiği hâlde daha sonraki tabakalarda en az iki ravisi olan hadislere de azîz denmiştir (Ahmed Naîm, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi Mukaddimesi, I,108) Bazen bir hadise azîz ve meşhur denildiği de olur İki sahabînin rivayetiyle azîz sayılan bir hadis,daha sonra pek çok kimsenin rivayetiyle meşhur olabilir
Herhangi bir tabakada yalnız iki ravi tarafından rivayet edilen hadîsler olarak tarif edebileceğimiz azîz hadîs;ravilerinin durumuna göre sahîh, hasen veya zayıf olabilir

AZRÂİL

Allah'ın kendisine verdiği emirle canlıların ruhlarını almakla görevli olan ölüm meleği Kur'an-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde bu şekliyle değil, doğrudan anlamı olan Melekü'l-Mevt (ölüm meleği) terimi kullanılmaktadır
"De ki; üzerinize memur edilen ölüm meleği, canınızı alır Sonra Rabbinize döndürülürsünüz " (es-Secde, 32/11)
Azrail (as) Cenâb-ı Hakk'ın emrindeki öteki melekler gibidir Dört büyük melekten birisidir O yalnızca kendisine verilen emri yerine getirir ve eceli tamam olmuş kulların ruhlarını alıp bu ruhu isteyene götürür Onun emrinde de bazı melekler vardır Bu melekler de kendilerine Allah'u Teâlâ tarafından ulaştırılan emirleri yerine getirirler
" Nihayet birinize ölüm gelince elçilerimiz onun canını alırlar, onlar hiç geri kalmazlar" (el-En'âm, 6/61)
Kur'an-ı Kerîm'de, meleklerin kâfir olan bir kul ile mümin olan bir kulun canlarını alışları tasvir edilmektedir Kâfirlerin can verişleri şöyle tarif edilmektedir:
"Melekler, kâfirlerin canlarını alırken onları görseydin Onların yüzlerine ve arkalarına vuruyorlar: Haydi, yangın (Cehennem) azabını tadın diyorlardı " (el-Enfal, 8/50)
Nâşitat meleklerinin müminlerin canlarını da tatlılıkla alışları şöyle ifade edilmektedir:
"Melekler iyi insanlar olarak canlarını aldıkları kimselere de: Selâm size, yaptıklarınıza karşılık Cennet'e girin' derler" (en-Nahl, 16/32)


__________________
Alıntı Yaparak Cevapla