Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #44
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



MÜRTED:
Müslüman iken dinden çıkan, kâfir olan kimse (Bkz İrtidâd)
Allahü teâlâya Cebrâil aleyhisselâm gibi ibâdet etseniz, mü'minleri, Allah için sevmedikçe, kâfirlere ve mürtedlere, Allah için düşmanlık etmedikçe, hiçbiri kabûl olmaz (Hadîs-i şerîf, Berîka)
Mürtedin müslüman iken yapmış olduğu ibâdetlerin, iyiliklerin hepsi yok olur Âhirette ona fâidesi olmaz Ölmeden önce müslüman olursa, affolur Tertemiz mü'min olur Yeniden hac etmesi lâzım olur Namazlarını ve oruçlarını kazâ etmez Önceden kazâya bırakmış olduklarını kazâ etmesi lâzımdır Çünkü mürted olunca, önceki günahlar yok olmaz (Muhammed Hâdimî)
Helâli, harâmı ayırd etmeyen, farzı yapmağa, haramdan kaçınmağa ehemmiyet vermeyen mürted olur Kelime-i şehâdet getirse, namaz kılsa, ben müslümanım dese de müslüman olmaz Bu sözlerine ve ibâdetlerine inanılmaz Dinden çıkmasına sebeb olan şeye piş man olması, tövbe etmesi lâzımdır (Seyyid Abdülhakîm Efendi)

MÜRTEZÂ:
Beğenilmiş, râzı olunmuş mânâsına hazret-i Ali'nin lakabı
Âdem'in (aleyhisselâm) hilm sıfatını ve Yûsuf'un (aleyhisselâm) güzel ahlâkını görmek isteyen, Ali Mürtezâ'ya baksın (Hadîs-i şerîf-Menâkıb-ı Çıhâr-ı Yâr-ı Güzîn)
Eshâb-ı kirâmdan herbiri bir peygambere benzemektedir Ebû Bekr-i Sıddîk Muhammed aleyhisselâma, Ömer-ül-Fârûk Mûsâ aleyhisselâma, Osmân-ı Zinnûreyn Nûh aleyhisselâma, Aliyyül-Mürtezâ Îsâ aleyhisselâma, Mu'âviye hazretleri de Dâvûd aleyhisselâma benz er (İmâm-ı Rabbânî)

MÜRÛR-I ZEMÂN:
Zaman aşımı, zaman geçmesi
Ödünç vermekten veya satıştan ve kirâdan, vedîa, âriyet gibi emânetler, vergi, mülk, akar ve mîrâstan olan şahsî alacakları için on beş hicrî sene özürsüz terk edilmiş dâvâlar, borçlu inkâr ederse, dinlenmez Yâni mürûr-ı zemâna uğrarlar Fakat alaca klıların hakkı zâyî olmaz Yâni borçlu borcunu ikrâr ve îtirâf ederse, borcunu ödemesi her zaman lâzım olur (Mecelle)

MÜRÜVVET:
İnsanlık, yiğitlik Muhtâc olanlara, lâzım olan şeyleri vermek, başkalarına faydalı olmak, iyilik yapmak arzusu, insanlık Adâleti yerine getirme ve hiç kimseden intikam almayı istememe
Her kim insanlarla muâmele ederken onlara zulüm etmezse, onlarla konuşurken yalan söylemezse, onlara verdiği vaadi yerine getirirse, mürüvveti tam, adâleti açık, dostluğu vâcib olur (Hadîs-i şerîf-Edeb-üd-Dünyâ ved-Dîn)
Haram işlememek, günâhlardan sakınmak, insaf ile hüküm vermek, zulm etmemek, hakkı olmayana göz dikmemek, kölesi olmayan kimseyi karşılıksız çalıştırmamak, zayıfa karşı kuvvetliye yardım etmemek, alçak olanı şerefliye tercih etmemek, vebâl ve günâh o lan şeylere sevinmemek, kötü isim yapacak olan hareketlerde bulunmamak mürüvvetin şartlarındandır (İmâm-ı Mâverdî)
Mürüvveti bulunmayanın ibâdeti kâmil (olgun) değildir (Dâvûd-i Tâî) Kimim var hazretinden gayri arz eyleyeyim hâlim, Yüce zâtına âiddir mürüvvet, yâ Resûlallah!
(Adlî)
Malı, şerîatin ve mürüvvetin uygun görmediği yerlere dağıtmaya, isrâf veya tebzîr denir (Birgivî)

MÜSÂFEHA:
İki müslümanın, sağ elin avuç içlerini birbirine yapıştırıp, iki baş parmağın yanlarını birbirine değdirerek el sıkışması
İki erkek veya iki kadın müslüman karşılaştıkları zaman, müsâfeha ederlerse, ayrılmadan önce, günâhları mağfiret olunur (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
Her kim bir mü'min kardeşini ziyâret eyleyip, müsâfeha ederek üç kerre elini sallasa, ellerini ayırmadan her ikisinden Hak teâlâ râzı olur Ağaçtan yapraklar döküldüğü gibi, o şahıslardan günâhlar öylece dökülür (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir kimse ile müsâfeha edince o kimse elini çekmedikçe, mübârek elini ondan ayırmazdı O kimse yüzünü çevirmedikçe, mübârek yüzünü ondan çevirmezdi Bir kimsenin yanına otururken iki diz üzerine oturur, ona sa ygı olmak için mübârek bacağını dikip oturmazdı (Ebû Saîd Hudrî)
Müslümanların, birbiri ile karşılaştığı zaman, müsâfeha etmeleri sünnettir Şimdi moda olan parmakları tutarak avucuna koyarak yapılan tokalaşma, müslüman âdeti değildir Sünnet olan ise, karşılaşınca selâm söyleşirken, sağ el dört parmak içleri, çıp lak olarak eldivensiz, örtüsüz, karşısındakinin sağ eli dışına baş parmağı tarafına yapıştırmaktır Baş parmakta bulunan damardan muhabbet (sevgi) yayılırMüsâfeha ederken birbirine muhabbet geçer (Tahtâvî, Seyyid Abdülhakîm)
Her karşılaştıkta müsâfeha sünnettir Muayyen vakit tâyin etmek bid'attir (Abdülhakîm-i Arvâsî)

MÜSÂFİR (Misâfir):
Yolcu Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkan kimse (Bkz Seferî, Seferîlik)
Allah'a ve âhiret gününe îmân eden müsâfire ikrâm etsin (Hadîs-i şerîf-Meşârik-ul-Envâr)
Üç kimsenin duâsı muhakkak kabûl olur Mazlûmun, müsâfirin ve ana-babanın (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet- Terhîb)
Bir kimse üç günlük yere gitmeyi niyet etmeden yola çıksa, bütün dünyâyı dolaşsa bile müsâfir olamaz (İbn-i Âbidîn)
Müsâfir dört rek'atlı farz namazları iki rek'at kılar Mukîm olan (müsâfir olmayan) imâma uyarsa, dört rek'at kılar Müsâfir imâm olursa, dört rekatli farzların ikinci rekatının sonunda selâm verir Cemâat ise, namazlarını tamamlamak için ikişer reka t daha kılar (İbrâhim Halebî)
Müsâfir, mest üzerine, üç gün üç gece (72 saat) mest edebilir Kurban kesmesi vâcib değildir (Tahtâvî)
Evine, gelip geçici sâlih bir misâfir gelirse, onun hizmetini iyice yap! Hemen yemeğini ver, belki acıkmıştır Yanında fazla oturma belki yorgundur Yatmadan önce, kıbleyi, helâyı, seccâdeyi ona göster (Süleymân bin Cezâ)
Misâfiri çok severim Çünkü rızkını Allahü teâlâ veriyor Ben hiçbir şey yapmıyorum Bununla berâber, Allahü teâlâ bana sevâb veriyor (Şakîk-i Belhî)
Dünyâ malına, makâmına ve dünyâ hayâtına güvenme! Biz bu dünyâda müsâfiriz, yolcuyuz Sonunda ayrılıp gideceğiz (Azîz Nesefî)

MÜSÂHİB:
Arkadaş
Resûlullah'ın eshâbının (arkadaşlarının) hepsi, sözbirliği ile âdildirler, hak üzeredirler Allahü teâlâ onları seçip yaratılmışların en üstünü ve var olanların en şereflisi, Resûl-i kâinât olan habîbi Muhammed'e sallallahü aleyhi ve sellem eshâb ve müsâhib etmiştir (İmâm-ı Birgivî)

MÜSÂKÂT ŞİRKETİ:
Bağda üzüm, bahçelerde meyve ve bostanlarda sebze yetiştirmek için, toprak sâhibi ile çalışacak kimse arasında yapılan şirket, ortaklık
Çalışan kimse hastalanınca veya taraflardan biri ölünce, müsâkât şirketi bozulur (İbn-i Âbidîn)

MÜSÂLEMET:
Uyuşmak; fikirler ayrıldığı, sözler çoğaldığı zaman münâkaşa etmemek; sertliği, bölücülüğü, ayrıcılığı istemeyip, barışmak istemek
Müsâlemet, iffetten (insânî rûhun yapıcı kuvvetinin iyi olmasından) doğan iyi bir huydur (Ali bin Emrullah)

MÜSÂMAHA:
1 Hoş görü, başkasının kabahatini görmeme
Resûlullah efendimiz; "Allahü teâlâ Cennet'te, içerisinde keskin misk kokuları esen bir şehir yarattı Suyu selsebil kaynağından gelir Ağaçları nûrdandır Şehirde kusursuz güzellikte hûrîler dolaşır ki, her biri yetmiş perçemlidir Hûrîlerden bir tânesi yeryüzünde görünseydi, doğu ile batının arasını aydınlatır ve yer ile gök arasını güzel kokusuyla doldururdu" buyurunca, dinleyenler; "Ey Allah'ın Resûlü! "Bu yer kimin içindir?" diye sordular Peygamber efendimiz; "Alacağını, müsâmaha hoş görürlülük ile isteyen içindir" buyurdular (Müsned-i İmâm-ı A'zâm)
2 Terk edilmesi gerekmeyen şeyleri başkasına faydalı olmak için terk etmek
Müsâmaha, cömertlikten doğan güzel bir huydur (Ali bin Emrullah)

MÜSÂREAT:
İbâdetleri ve hayırlı işleri yapmakta acele etmek
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Rabbinizden mağfiret istemeye ve Cennet'e girmeye müsâreat ediniz (Âl-i İmrân sûresi: 133)

MÜSÂVÂT:
Eşitlik, denklik; aynı halde ve derecede olma
İslâm dînindeki hürriyet ve müsâvât, gayr-i müslimlerin çoğunu dâimâ kendine çekmiştirPekçoğu bu sebepten dinlerini değiştirmiş, müslüman olmakla şereflenmişlerdir (Herkese Lâzım Olan Îmân)
Her ticârî sözleşmede, iki tarafın zarar ve kârda müsâvât, adâlet bulunması esastır (Ebû Zühre)

MÜSÂVÎ:
Eşit, denk
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Mekke şehri alınmadan önce din düşmanları ile harb edenler ve mallarını, Allah yolunda harc edenler ile, Mekke alındıktan sonra bunları yapanlar, müsâvî değildir Birinciler elbette daha yüksektir Allahü teâlâ hepsine Hüsnâyı, yâni Cennet'i söz verdi (Hadîd sûresi: 10)
Ağırbaşlı kimse, medh olunmayı sevmez, yerilmekten de üzülmez Fakirle zenginleri müsâvî tutar Tatlıyı acıyı ayırmaz (Ali bin Emrullah)
Resûl-i ekrem Mekke'den Medîne'ye hicretleri sırasında Eylül ayının yirminci ve Rebî'ul-evvel'in sekizinci Pazartesi günü Kubâ köyüne geldiler Gece ve gündüzün müsâvî olduğu Eylül'ün yirmi üçüncü gününü burada geçirip, Rebî'ul-evvelin on ikinci Cumâ günü Medîne'ye ulaştılar (Kâdı Beydâvî)

MÜSEBBİB-İ HAKÎKÎ:
Bütün sebepleri yaratan Allahü teâlâ
Her varlığın hâlıkı (yaratıcısı), hâkimi (hükm edicisi), müsebbîb-i hakîkîsi Allahü teâlâdır Allahü teâlânın her şeyi sebepsiz vâsıtasız yaratmağa gücü yeter Fakat âdeti onları bir sebeple yaratmaktır Meselâ bir şeye ateş dokunmadıkça yakmağı yara tmaz Yakan, yanma işini yapan ateş değildir Oksijen de değildir Isı da değildir Elektron alış-verişi de değildir Yakan yalnız Müsebbib-i hakîkî olan Allahü teâlâdır Bunların hepsini yanmak için sebeb olarak yaratmıştır Müsebbib-i hakîkî olan Allahü teâlâ dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı Ateşsiz yakardı, yemeden doyururdu Uçak olmadan uçururdu Fakat lütf ederek, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı Belirli şeyleri belli sebeplerle yaratmağı diledi İşl erini sebeplerin altında gizledi Kudretini sebepler altında sakladı (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

MÜSELLES:
Tâze iken yâni gaz kabarcıkları çıkmadan, köpürmeden önce ısıtılıp, üçte ikisi uçup üçte biri kalan üzüm suyu
Kısrak, inek, deve sütleri mayalanıp, tadı keskin olunca, müselles gibi olurlarBirincisine kumis, ikincisine kefir denir Bira gibi haramdırlar (İskilipli Âtıf Efendi)

MÜSENNEM:
Balık sırtı gibi yuvarlak
Kabrin üzerini müsennem yapmak sünnettir Peygamber efendimiz kabirleri bu şekilde yaptırırlardı (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla