Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-03-2008   #40
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



Müftî-yüs-Sekaleyn:
İnsanlara ve cinnîlere fetvâ veren büyük âlim
Ahmed ibni Kemâl, Osmanlıların dokuzuncu şeyhülislâmı idi Cinnîlere de fetvâ verirdi Bunun için, müftî-yüs-sekaleyn adı ile meşhûr oldu Tefsîr, fıkıh ve hadîste derin âlim idi Çok kitâb yazdı (İbn-i İmâd)
Müftî-yüs-sekaleyn Ahmed ibni Kemâl hazretleri buyurdu ki: "Müslümanlara îmândan sonra farz olan ilk şey, beş vakit namazdır Çünkü namaz, dînin direği ve âhiret amellerinin başıdır Bunun için Peygamber efendimiz; "Her şeyin bir direği vardır Dînin direği de namazdır" buyurdu
Müftî-yüs-sekaleyn Ebüssü'ûd Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân ve İkinci Selîm'in saltanatları zamânında otuz sene Şeyhülislâmlık yaptı (Atâî)

MÜHÂYEE:
Müşterek (ortak) bir mal, bâki (sâbit) kalmak üzere bu malın menfeatini taksim etmek
Mislî eşyâda yâni çarşıda aynı evsâfta (özellikte) benzeri bulunan eşyâda mühâyee olmaz Ev, tarla; zaman veya mekân ile mühâyee olur (Mecelle)

MÜHEYMİN (El-Müheymin):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden); her mahlûkun (yaratılmışın) ömrünü, amelini, rızkını, ecelini, nefeslerini, sözlerini bilen, gören, onların bütün hallerinden haberdâr olan
Müheymin yalnız Allahü teâlâya mahsûs isimlerdendir Bunu insanlara isim yapmak haramdır (Abdülganî Nablüsî)
Her kim gusül abdesti aldıktan veya namazdan sonra el-Müheymin ism-i şerîfini söylerse, kalbi aydınlanır, himmet ve şerefe kavuşur Hâfızası kuvvetlenir, unutkanlığı gider (Yûsuf Nebhânî)

MÜHR-İ NÜBÜVVET:
Peygamberlik mührü; Peygamber efendimizin mübârek sırtı ortasında, sol küreğine yakın kalbi hizâsında bulunan nübüvvet mührü Gümüş teninde, letâfet vardı, İrice Mühr-i nübüvvet vardı Sırtında idi, Mühr-i nübüvvet, Sağ tarafına yakındı elbet Bildirdi bize edenler ta'rîf, Bir büyük ben idi, mühr-i şerîf Rengi, sarıya yakın, karaydı, Güvercin yumurtası kadardı Etrâfını çevirmiş, sanki hatlar, Birbirine bitişik, kılcağızlar
(M Sıddîk Gümüş)

MÜKÂBERE:
Hakkı, doğruyu işitince, kabûl etmemek, inâd etmek, kendini büyük görmek (Bkz Kibir)

MÜKÂFÂT:
İyi karşılık
Oruç yalnız benim içindir, onun mükâfâtını ben veririm (Hadîs-i kudsî-Şir'at-ül-İslâm)
Günâhlar unutulmaz, mutlaka cezâsı verilir İbâdetler çürümez, sevâb ve mükâfâtı verilir (Mâverdî)
Cömertlikten doğan güzel huylar vardır Bunlardan biri de mükâfâttır yâni iyiliğe karşı iyiliktir (Ali bin Emrullah)
Yâ Rabbî! Artık sana rücû etmek (dönmek) zamânım çok yakın Bundan sonraki, dünyâ ve âhiret hayâtımın safhaları şu olacak: Dünyâ elemleri, sekerât-ül-mevt (ölüm hâli), kabir hayâtı, haşr (dirilip toplanma) âlemi, mükâfât ve mücâzât (cezâ) ihtimâlleri (Hayri Aytepe)

MÜKÂŞEFE:
Kalb gözü ile görmek
Tasavvuf yolunda olanların kalbine gelen müjdeler üç kısımdır Bunlar; rüyâ, vâkıa (uyku ile uyanıklık arasında) ve mükâşefeler hâlindedir Mükâşefelerle gelen müjdelerin yüzde doksanı hak ve hakîkate uygundur
Mükâşefe derecesine ulaşanların, delîl bulmaya ve sebeb aramaya ihtiyâçları yoktur Gayb nîmetlerine kavuşmuş, zan ve şüphe hücumlarına uğramaktan kurtulmuşlardır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Allahü teâlâ bilinmez ve anlaşılamaz Görülebilen, anlaşılabilen şühûd ve müşâhede yoluyla belli olan her şey, O değildir Allahü teâlâ ötelerin ötesidir (İmâm-ı Rabbânî)

MÜKÂTEB:
Efendisi ile anlaşıp belli bir ücret ödeyince hür olacak köle
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hayır ve tâat; Allahü teâlâya, âhiret ve meleklere ve Allahü teâlânın indirdiği kitablara ve peygamberlere îmân etmektir Ve Allahü teâlânın rızâsı için muhabbet ile malını; fakir akrabâsına, fakir yetimlere ve muhtaçlara, yolda kalmışlara (garib yolculara, misâfirlere) , isteyen fakirlere ve mükâteb kölelere ve esirlere vermektir (Bekara sûresi: 177)

MÜKELLEF:
Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse (Bkz Ef'âl-i Mükellefîn)
Mükellef olan erkek ve kadının birinci vazîfesi; Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları akâid (îmân ve îtikâd) bilgilerini öğrenmek ve bunlara uygun olarak inanmaktır (İmâm-ı Rabbânî)
Mükellef olan kadın, erkek her müslümanın Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesini (zâtına âit sıfatlarını ki, bunlar; Vücûd, Kıdem, Bekâ, Vahdâniyyet, Muhâlefet-ün-lil-havâdîs ve Kıyâm bi-nefsihî'dir) ve sıfât-ı sübûtiyyesini (Hayât, İlim, Semî', Basar, İrâde, Kudret Kelâm, Tekvin) doğru bilmesi ve inanması lâzımdır Herkese ilk farz olan şey budur Bilmemek özür olmaz Bilmemek günâhtır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Hanefî mezhebinin âlimleri dediler ki: Mükellef olan her müslümanın, her gün beş vakit namaz kılması farzdır Farz olduğu, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiştir (İbn-i Âbidîn)
Mükellef olanların, ölümü çok hatırlaması sünnettir Çünkü, ölümü çok hatırlamak, emirlere sarılmaya ve günahlardan sakınmağa sebeb olur Haram işlemeğe cesâreti azaltır Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Lezzetleri yıkan, eğlencelere son veren ölümü çok hatırlayınız!" (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)

MÜKEMMİL:
Olgunlaştıran, yetiştiren
Kâmil (yetişmiş) ve mükemmil bir rehbere tâbi kimse, Allahü teâlânın rızâsına kavuşur (Abdullah-ı Dehlevî)

MÜKERREM:
Muhterem, azîz, saygı değer
Peygamber efendimizin anaları ve babaları arasında bulunmakla şereflenen bahtiyarların hepsi, zamanlarının ve memleketlerinin en asîl, en şerefli, en temiz zâtları idi Hepsi azîz ve mükerrem ve muhterem idiler (Celâleddîn Süyûtî)

MÜKRİH:
Bir kimseyi istemediği bir şeyi yapması için zorlayan, tehdîd eden (Bkz İkrâh)
Zorla başkasının malı telef edilince, mükrih, malı öder (Ali Haydar Efendi)

MÜLÂANE:
Zevcesini (eşini) zinâ ile suçlayan erkeğin dört şâhit getirememesi hâlinde, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çıkarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmelerde bildirilen ifâdelerle) karşılıklı yemin etmeleri ve lânetleşmeleri (Bkz Liân)

MÜLCÎ İKRÂH:
Ölümle veya bir uzvunu yok etmek, şiddetli vurma ve hapsetme gibi tehdidlerle bir kimseyi istemediği şeyi yapmaya zorlama (Bkz İkrah)
Mülcî ikrâh ile olan sözleşmeler sahîh (geçerli) olmaz (Ali Haydar Efendi)

MÜLEFFIK:
Telfik yapan Belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, dört mezhebin hükümlerinden kolayına geleni yapıp karıştıran (Bkz Telfîk)
Bir işin, bir ibâdetin sahîh (doğru, geçerli) olması için, dört mezhebden herhangi birine uygun olması lâzımdır Yâni o işin sahîh olması için, bir mezhebde uyulması lâzım olan şartların hepsine uygun olması lâzımdır Bir ibâdeti yaparken şartlarında n biri bir mezhebe, diğer şartı da başka mezhebe uygun olursa, bu ibâdet sahîh olmaz Müleffık, mezhebleri birbirine karıştırdığı için, ibâdeti sahîh, mûteber olmaz (İbn-i Âbidîn, A Nablüsî, Şernblâlî)

MÜLHİD:
Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere yanlış mânâ vererek dinden çıkan, yâni îmânı bozuk olan, Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) söğen
Mülhid, Allahü teâlâya ve peygamberine inanır ve inandığını söyler Fakat, küfre kaymıştır, İslâmiyet'ten ayrılmıştır Îtikâdı (inancı) bozuktur Kendini tam müslüman sanır Kendisi gibi olmayanlara kâfir der (İmâm-ı Rabbânî)

MÜLK:
1 Sâhib olunan; insanın başkasının rızâsını ve iznini almadan kullanmağa hakkı olan şey
Mülk maldır veya malın kendi değil, yalnız menfaatidir Bir kimsenin her malı meselâ atı, onun mülküdür Fakat her mülkü, meselâ kirâcının evi, malı değildir (Ali Haydar Efendi)
Ganîmet (savaşta düşmandan ele geçen mal), dâr-ı İslâm'a (İslâm memleketine) nakledildikten sonra askerin hakkı olursa da, taksim edilmeden önce, mülk olmaz ve askerin bu hakkını mülk olmadan önce satması câiz olmaz (İbn-i Âbidîn)
Hizmet karşılığı alınacak ücreti, maaş çekini, bonosunu teslim almadan önce satmak câiz değildir Ücret, hak edilmiş ise de, kabz edilmemiş (ele alınmamış, ele geçmemiş), mülk olmamıştır (İbn-i Âbidîn)
Süleymân aleyhisselâm bir seyâhatinde, sağında-solunda insanlar ve cinler, ardında orduları olduğu ve kuşlar da başı üzerinde gölge ettikleri hâlde giderken, İsrâiloğullarından bir âbide (ibâdet edene) uğradı Âbid; "Ey Dâvûd'un oğlu! Allahü teâlâ sa na muazzam bir mülk vermiştir" dedi Süleymân aleyhisselâm âbidi dinledikten sonra; "Kıyâmet günü mü'minin defterinde, bir tesbîhin (zikr, Allahü teâlâyı ve büyüklüğünü anmanın) yazılı olması, Dâvûd'un oğlu Süleymân'a verilen bu mülkten daha kıymetlidir Zîrâ Süleymân'ın bu mülkü kaybolur gider, fakat o tesbîhin mükâfâtı kaybolmaz" buyurdu (İmâm-ı Gazâlî) Mal sâhibi, mülk sâhibi, Hani bunun ilk sâhibi? Mal da yalan, mülk de yalan, Var biraz da sen oyalan
(Yûnus Emre)
2 Tasarruf, saltanat, kudret
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Bütün mülk elinde bulunan Allahü teâlânın şânı ne yücedir! O, her şeye hakkiyle kâdirdir (gücü yetendir) (Mülk sûresi: 1)
O, geceyi gündüzün içine sokuyor, gündüzü gecenin içine sokuyor Güneşi ve Ay'ı (insanoğlunun istifâdesine) tâbi ve bağlı kılmıştır Bunlardan herbiri muayyen bir vakte (kıyâmete) kadar akıp gidiyor (dolaşıp duruyor) İşte bunları yapan Allah'tır, sizin Rabbinizdir Mülk O'nundur O'nu bırakıp taptıklarınız (putlar) ise, bir hurma çekirdeğinin zarına bile mâlik olamazlar (Fâtır sûresi: 13)
O gün onlar (kabirlerinden dışarı) çıkarlar Onların hâl ve amellerinden hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz, (Allahü teâlâ şöyle buyurur): "Bugün mülk kimindir?" (Hiç kimse buna cevâb veremez Yine Allahü teâlâ kendi kendine buyurur); "Vâhid (bir olan) ve Kahhâr olan (her şeye gâlib gelen) cenâb-ı Allah'ındır (Mü'min sûresi: 16)
Süleymân aleyhisselâm; "Yâ Rabbî! Benden sonra kimseye nasîb etmeyeceğin bir mülkü bana ihsân eyle!" diyerek, melik ve emir olmak istemiştir (Muhammed Hâdimî)
Mûsâ aleyhisselâm, Fir'avn'a; "Îmân et, mülk ve saltanatın sende kalsın" dedi Fir'avn da; "Hâmân ile görüşeyim" dedi Hâmân; "Nasıl olur! Aramızda tapılan bir rab iken, şimdi ibâdet eden bir kul mu olacaksın?" dedi Böylece, Allah'a kul ve Mûsâ aley hisselâma ümmet olmaktan istinkâf etti (yüz çevirdi, vazgeçti) (İmâm-ı Gazâlî)

Mülk Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin altmış yedinci sûresi
Mülk sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi) Otuz âyet-i kerîmedir İlk âyet-i kerîmede geçen el-Mülk kelimesinden dolayı, sûreye, Sûret-ül-Mülk denilmiştir Ayrıca Tebâreke, Münciye, Mâni'a, Vâkı'a adları ile de anılır Sûrede; hayâtın ve ölüm ün yaratılış sebebi, âlemdeki kusursuz nizam, müşriklerin (Cenâb-ı Hakk'a ortak koşanların) âhiretteki acıklı durumu, Allahü teâlânın gizli-açık her şeye vâkıf olduğu anlatılmaktadır (İbn-i Abbâs, Taberî, Râzî)
Allahü teâlâ Mülk sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Sırât-ı müstekîm (İslâmiyet'in gösterdiği doğru yol) üzere gidenle, gözleri âmâ olup yüzüstüne gittiği yolu bilmiyen aynı mıdır? (Âyet: 22)
Mülk sûresi kötülüklerden engelleyici ve kurtarıcıdır Kabir azâbından koruyucudur (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Her gece Mülk sûresini okuyanı Allahü teâlâ kabir azâbından korur (Hadîs-i şerîf-Nesâî)

Mülk Şirketi:
İki veya daha çok kimsenin, mîrâs veya hediye sûreti ile veya parasını belirli oranda verip satın alarak, bir mala berâber sâhib olmaları; yâhut mallarını ayrılmayacak şekilde karıştırıp ortak olmaları
Mülk şirketi ile müşterek (ortak) olan malların geliri, sâhibleri arasında hisselerine göre taksim olunur (Mecelle)

Mülk-i Habîs:
Helâl yolla kazanılan mal ile, haram yolla kazanılan malın karışmasından meydana gelen ve birbirinden kolayca ayrılamayan mülk
Bir kimsenin elindeki malın, gasb edilmiş, çalınmış, zulüm, hıyânet ile alınmış haram mal olduğu veya mülk-i habîs olduğu bilinmedikçe, mallarını bu yollardan edinmekte olduğu bilinse dahi, elindeki bu malı helâl mülkü bilmek lâzımdır (Abdülganî Nablüsî)
Verilenin haram mal veya mülk-i habîs olduğu bilinirse, bunu verenden almak hiçbir sûrette câiz (uygun) olmaz (İbn-i Âbidîn)

Mülk-i Yemîn:
Bir kimsenin emrindeki köleler ve câriyeler
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Allah'a ibâdet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın Ananıza, babanıza (güzel söz ve fiil ile) , akrabânıza (ziyâret etmekle) , yetimlere (gönüllerini almakla) , fakirlere (sadaka vermekle) , akrabânız olan komşularınıza (şefkat ve merhâmetle) , uzak komşunuza (onlar için hayır istemek ve zararı gidermekle) , dost ve arkadaşlarınıza (haklarına riâyet etmek ve sevgi ile) , yolcuya (ikrâm etmek ve doyurmakla) , mülk-i yemînlerinizde bulunanlara (yumuşak muâmele etmekle) iyilik ediniz Muhakkak ki, Allahü teâlâ (bunlara böyle iyilik etmeyip) kibirlenerek insanlara haksız yere övünenleri sevmez (Nisâ sûresi: 36)
Avret yerini ört! Zevcenden ve mülk-i yemîninden başkasına gösterme! Yalnız iken de, Allahü teâlâdan hayâ ediniz! (Hadîs-i şerîf-İmâm-ı Tirmizî, Ebû Dâvûd, İbn-i Mâce)

MÜLKİYET:
İnsanın bir şeyi başkasının rızâsını, iznini almadan kullanabilme yetkisi gücü
İslâm hukûkunda devlete, cemiyetlere ve ferdlere mülkiyet hakkı tanınmıştır Fakat mülk edinirken, haram yollara baş vurmak, başkalarının haklarına tecâvüz etmek, zayıfları ezmek, kesin olarak yasaktır İslâmiyet, mülkiyet hakkını tanımakla berâber, insanların bu konuda hırslı olmalarını da istemez Çünkü Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve selem; "Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin anasıdır" buyurmuştur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

MÜLTEZEM:
Kâbe-i muazzamanın kapısı ile Hacer-ül-esved denilen mübârek siyah taş arasında kalan Kâbe duvarı
Hac esnâsında Minâ'da şeytan taşlandıktan sonra,Mescid-i Haram'a gelinirTavâf-ı sadr veya vedâ tavâfı yapıldıktan sonra, Zemzem suyu içilirKâbe'nin kapı eşiği öpülür Göğüs ve sağ yanak, Mültezem denilen yere sürülürSonra Kâbe perdesine yapışıp d uâ edilir Ağlıyarak mescid kapısından dışarı çıkılır (Mevkûfâtî)
Bir kimse karnını Kâbe duvarına değdirip, Mültezemi vesîle (vâsıta) ederek Allahü teâlâya yalvarırsa, Allahü teâlâ onu zarardan kusurdan korur Böyle olduğu çok tecrübe edilmiştir Allahü teâlâ, Mültezem denilen yerdeki birkaç taşa; hayra, faydaya ve sîle olma özelliği vermiştir Aspirine ağrı kesmek, alkole aklı gidermek özelliklerini verdiği gibi, Mültezem denilen yerdeki taşlara başka taşlardan farklı olarak duâların kabûl olmasına sebeb olma özelliğini vermiştir (M Sıddîk Gümüş)

MÜMEYYİZ:
Akıllı; faydalı ve zararlıyı birbirinden ayırabilen
Mümeyyiz olmayan çocukların bütün sözleşmeleri bâtıldır (geçersizdir) Mümeyyiz çocuğun zararlı işlerdeki sözleşmeleri, velîsi izin verse de, sahîh (geçerli) değildir (Mecelle)

MÜ'MİN (El-Mü'min):
1 Allahü teâlânın Esmâ-ül-hüsnâsından (ism-i şerîflerinden) Her türlü emân ve emniyet (güven) veren
Âyet-i kerîmede meâlen buyruldu ki:
O, öyle bir Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur O, mâlik ve sâhiptir, münezzehtir, selâmet verendir, mü'mindir, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır Allahü teâlâ puta tapanların ortak koştukları şeylerden münezzehtir, uzaktır (Haşr sûresi: 23)
2Îmân eden, Resûl-i ekremin bildirdiklerinin hepsini kalbi ile kabûl edip, dili ile söyleyen
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey mü'minler! Hepiniz, Allahü teâlâya tövbe ediniz ki, dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşasınız (Nûr sûresi: 31)
Mü'minin firâsetinden korkunuz Zîrâ o, Allahü teâlânın nûru ile bakar (Hadîs-i şerîf-Menâzil-üs-Sâirîn)
Mü'min o kimsedir ki, kendi için sevdiğini din kardeşi için de sever (Hadîs-i şerîf-Risâle-i Münîre)
Mü'minler birbirini sevmekte, birbirine acımakta, birbirini korumakta bir vücûd gibidir Vücûdun herhangi bir uzvu rahatsız olursa, diğer âzâları da bu yüzden humma ve uykusuzluğa tutulurlar (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Mü'min olmak için, yalnız Kelime-i şehâdeti (Eşhedü en lâ) söylemek yetişmez Münâfıklar (inanmadığı hâlde müslüman görünenler) de bunu söylüyorKalbde îmân bulunduğuna alâmet, şerîatin (İslâmiyet'in) emirlerini seve seve yapmaktır (İmâm-ı Rabbânî)
Kâmil (olgun) mü'minin dört alâmeti vardır:Dili zikreder (Allahü teâlâyı anar), sessizliğinde tefekkür eder (Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünür), ibret nazarıyla bakar, hayırlı işler yapar (Ebû Bekr Verrâk)
Mü'minin istirahati âhirettedir İki üç gün bu fânî dünyâda zahmet çeker Bu, günahlarına keffâret olur (Abdülhakîm-i Arvâsî)

Mü'min Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin kırkıncı sûresi Gâfir sûresi de denir
Mekke-i mükkerremede nâzil oldu (indi) Sûre 85 âyet olup, 56 ve 57 âyetleri Medîne-i münevverede nâzil oldu 28-45 âyet-i kerîmelerinde, Fir'avn'ın âilesinden mü'min bir kişinin vasıfları anlatıldığı için, Sûret-ül-mü'min denilmiştir
Sûrede; îmân etmenin önemi, günahları bağışlayan, tövbeleri kabûl eden, bununla berâber cezâsı şiddetli olan Allahü teâlânın inkârcılara vereceği cezâlar, Allahü teâlâya itâat etmek ve nîmetlerine şükr etmek gerektiği bildirilmektedir (Senâullah Dehlevî, İbn-i Abbâs, Râzî,Taberî)
Mü'min sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki:
Size mûcizelerini gösteren, size gökten rızık indiren O'dur Allah'a yönelenlerden başkası ibret almaz (Âyet: 13)
Kim Mü'min sûresini okursa, ona salât (duâ) etmeyen ve onun için istiğfârda bulunmayan hiçbir nebî, sıddîk, şehîd ve mü'min rûhu kalmaz (Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)

MÜ'MİNÛN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yirmi üçüncü sûresi
Mü'minûn sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Yüz on sekiz âyet-i kerîmedirSûrenin ilk âyetlerinde kurtuluşa eren mü'minlerin ibâdetlerinden, yaşayışlarından ve kavuşacakları âhiret nîmetlerinden bahsedildiği için Sûret-ül-mü'minûn denilmiştir Sûrede ayrıca, Allahü teâlânın insanları yarattığı, onlara neler bağışladığı, Nûh, Mûsâ, Hârûn ve Îsâ aleyhimüsselâmın karşılaştıkları güçlükler, inkârcıların uğrayacakları felâketler, Allahü teâlânın büyüklüğü ve kudreti, kıyâmet günü ve o günde olacak şeyler bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Taberî,Râzî, Kurtubî, Ebû Hayyân)
Allahü teâlâ Mü'minûn sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Ey Peygamberim! Helâl ve temiz yiyiniz ve bana lâyık ibâdetler yapınız! (Âyet: 52)
Kâfirler, mal ve çok evlad gibi dünyâlıkları verdiğimiz için, kendilerine yardım mı ediyoruz sanıyor! Peygamberime (sallallahü aleyhi ve sellem) inanmadıkları ve dîn-i İslâm'ı beğenmedikleri için onlara mükâfât mı ediyoruz, diyorlar?Hayır öyle değildir Aldanıyorlar, bunların nîmet olmayıp, musîbet olduğunu anlamıyorlar (Âyet: 55,56)

MÜMÎT (El-Mümît):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Ölümü yaratan, ruh bulunan cisimden rûhu alan, öldüren
Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde bildirdiği doksan dokuz isminden birçoğu, yaratıcı olduğunu gösterirMeselâ Mukît, Hâlık, Bârî, Musavvir, Razzâk, Mubdî, Muîd, Muhyî, Mümît,Kayyûm, Vâlî, Bedî' isimleri böyledir (İmâm-ı Rabbânî)
El-Mümît ism-i şerîfini söyleyenin nefsi itâate gelir (Yûsuf Nebhânî)

MÜMKİN-ÜL-VÜCÛD:
Var da olabilen, yok da olabilen Allahü teâlâdan başka her şey, bütün âlem
Mevcûd yâni var olan şey ikidir Biri mümkin-ül-vücûd, ikincisi, kendi kendine hep var olan, başkası tarafından yaratılmayan demek olan Vâcib-ül-vücûddur Eğer mevcûd, yalnız mümkin-ül-vücûd olsaydı ve vâcib-ül-vücûd bulunmasaydı, hiçbir şey var olma zdı Çünkü yok iken var olmak bir değişikliktir, bir olaydırHer cisimde bir olay olması için, bu cisme dışardan bir kuvvetin te'sir etmesi, bu kuvvet kaynağının bu cisimden önce mevcûd olması lâzımdır Bunun için mümkin-ül-vücûd olan mevcûd, kendi kendine var olamaz ve varlıkta duramaz Ona bir kuvvet te'sir etmeseydi, hep yoklukta kalırdı Var olamazdı Kendi kendine vâr edemeyen, başka varlıkları elbette var edemez, yaratamaz O hâlde, mümkin-ül-vücûdu yaratanın, Vâcib-ül-vücûd olması lâzımdırBütün mümkin-ül-vücûdların tek yaratıcısı Vâcib-ül-vücûd olan Allahü teâlâdır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

MÜMTEHİNE SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin altmışıncı sûresi
Mümtehine sûresi Medîne-i münevverede nâzil oldu (indi) On üç âyet-i kerîmedirMü'mine olduklarını iddiâ eden kadınların imtihâna tâbi tutulmalarını emrettiği için sûreye, Sûret-ül-Mümtehine denilmiştir Ayrıca İmtihân sûresi de denilmektedir Sûred e; müşriklerle dostlukta bulunmanın yasak olduğu ve mü'mine olduklarını iddiâ edip hicrette bulunan kadınların imtihâna tâbi tutulmalarının gerektiği bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Kurtubî, Taberî)
Allahü teâlâ Mümtehine sûresinde meâlen buyuruyor ki:
"Ey mü'minler! İbrâhim aleyhisselâmın gösterdiği güzel yolda yürüyünüz! Yâni siz de, onun gibi ve onunla berâber bulunan mü'minler gibi olunuz! Onlar, kâfirlere dedi ki, bizden sevgi beklemeyiniz Çünkü siz, Allahü teâlâyı dinlemeyip, başkalarına tapıyorsunuz O taptıklarınızı da sevmiyoruz Sizin uydurma dîninize inanmıyoruz Bu ayrılık aramızda düşmanlığa sebeb oldu Siz, Allahü teâlânın, bir olduğuna inanmadıkça ve emirlerini kabûl etmedikçe, bu düşmanlık, kalbimizden silinmeyecek, her şekilde kendini gösterecektir (Âyet:4)
Kim Mümtehine sûresini okursa, kadın-erkek bütün mü'minler ona kıyâmet günü şefâat eder (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

MÜMTENİ'-UL-VÜCÛD:
Var olması mümkün olmayan, hep yok olması lâzım olan
Allahü teâlâya ortak (eş, benzer) bulunması Mümteni'-ül-vücûddur Allahü teâlâ gibi ikinci bir ilâh var olamaz Bu imkânsızdır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

MÜNÂCÂT:
Allahü teâlâya duâ etmek, yalvarmak
Kul, şehvetlerini (nefsinin isteklerini) benim tâatim üzerine tercîh ettiği vakit, ona vereceğim cezânın en hafifi, bana münâcât zevkinden onu mahrûm etmektir (Hadîs-i kudsî-İhyâ)
Aklı başında olan, günü dörde bölmelidir Birinde Rabbine münâcât etmeli, diğerinde nefsini hesâba çekmeli, öbüründe Allahü teâlânın sun'ı bedî' (yarattıklarının güzelliğini) ve azametini tefekkür etmeli (düşünmeli) , diğerinde de yemesi ve içmesi ile uğraşmalıdır (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Namaz kılmak, münâcât ve gizli yalvarıştır Gaflet ile münâcât olmaz (İmâm-ı Gazâlî)
"İlâhî! Herkesi sıkıntıdan kurtaran yalnız sensin Bizi dünyâda ve âhirette sıkıntıda bırakma! Muhtâclara, her şeyi gönderen yalnız sensin! Dünyâda ve âhirette bize, hayırlı ve faydalı şeyleri gönder! Dünyâ ve âhirette, bizi kimseye muhtâc bırakma!" diye Allahü teâlâya münâcâtta bulunmalıdır (Muhammed Rebhâmî)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla