Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #37
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



Nezr-i Mutlak:
Şarta bağlı olmadan yapılan adak
Allahü teâlâ için bir sene oruç tutacağım demek Nezr-i mutlak olup bunu söylerken kasd (niyet) etmese söz arasında dilinden çıkmış olsa bile yapması vâcibdir (Alâüddîn-i Haskefî)

NISF:
Yarım, yarı İslâm mîrâs hukûkunda eshâb-ı ferâiz adı verilen yâni Kur'ân-ı kerîmde payları bildirilenlerden bâzı kimselere verilen yarım hisse
Meyyitin (ölen kişinin) oğlu yok ise, kızı mîrâsın nısfını alır (M Mevkûfâtî)

Nısf-ül-Leyl:
Gece yarısı yâni Akşam namazının girişi ile, sabah namazının girişi arasındaki vaktin ortası
Yatsı namazını nısf-ül-leylden sonra kılmak ve böylece gece namazı sevâbını da düşünmek çok yanlıştır Çünkü dört hak mezhebden biri olan Hanefî mezhebindeki imâmlara (derin âlimlere) göre yatsı namazını nısf-ül-leylden sonra kılmak mekrûhtur (Ahmed Fârûkî)

Nısf-ün-Nehâr:
Gün ortası
Gölge nısf-ün-nehâr hattından ayrılınca, öğle namazının vakti başlar (İbn-i Âbidîn)
Güneş doğarken, batarken ve nısf-ün-nehârda kılınmaya başlanan namazlar sahîh olmaz Öğle vaktinden önceki yirmi dakika, kerâhet yâni namaz kılmanın haram olduğu vakittir (İbn-i Âbidîn)

NİFÂK:
1 Münâfıklık; kalbiyle, îmân etmediği hâlde inanmış görünmek; için dışa uymaması, kâfir (Bkz Münâfıklık)
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Bedevîler, küfür ve nifak bakımından hem daha beter, hem de Allahü teâlânın Resûlüne indirdiği sınırları tanımamaya daha lâyıktır (onlar buna daha müsâittirler) Allahü teâlâ, alîmdir, hakîmdir (Tevbe sûresi: 97)
Kalbinde küfür olan kimsenin mü'min olduğunu söylemesi, dinde nifâk olur Kalbinde düşmanlık olup, dostluk göstermek dünyâ nifâkı olur Küfrün en kötüsü, dinde nifâk yapmaktır (Muhammed Hâdimî)
2 Dışı içine uymayan, iki yüzlü
Suyun buzu eritmesi gibi nifâk da kalbi eritir (Hadîs-i şerîf-Tebyîn-ül-Mehârîm)
Nifâk sâhiblerinde bulunan günâhlar bildirilmiş olsa idi, yeryüzünde basacak yer kalmazdı (Hasen-i Basrî)

NİFÂS:
Lohusalık hâli Kadınların doğumdan sonraki özür hâlleri
Elleri, ayakları, başı belli olan düşükte gelen kan da nifâstır Nifâs zamânının azı yoktur Kan kesildiği zaman, gusül edip namaza başlar En çok zamânı Hanefî mezhebine göre kırk gündür Kırk gün tamam olunca, kan kesilmese de gusl edip namaza başl ar (İbn-i Âbidîn)
Nifâs günlerinde namaz, oruç, câmi içine girmek, Kur'ân-ı kerîm okumak ve tutmak, Kâbe'yi tavâf, cimâ' haram olur Oruçları kazâ eder, namazları kazâ etmez (İbn-i Âbidîn)

NİGÂHDÂŞT:
Kalbde yalnız Allahü teâlâyı anıp, O'ndan başka her şeyi unutma hâlinin devâmını muhâfaza
Nigâhdâşt, bir sâlike (tasavvuf yolundaki kimseye) bir saat veya iki saat veya daha çok müyesser (nasîb) olduğu taktirde artık mâsivâ (Allahü teâlâdan başka şeyleri) onun hatırına, düşüncesine yol bulamaz (Seyyid Abdülhakîm)

NİKÂH:
Evlilik için yapılan akit, sözleşme Evlenecek müslüman bir erkek ile kadının şâhidler huzûrunda ben seni zevceliğe (hanımlığa) aldım, diğerinin de kabûl ettim demesi
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(Size) helâl olan kadınlardan nikâh ediniz (Nisâ sûresi: 3)
Nikâh yapmak benim sünnetimdir Sünnetimden yüz çeviren benden değildir (Hadîs-i şerîf-Menâhic-ül-İbâd)
Nikâhlanın, çoğalın! Kıyâmet günü, ümmetlere karşı sizinle övüneceğim (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Nikâhtan önce kızı görmek sünnettir ve iyi geçinmeyi sağlar (Saîdeddîn Fergânî)
Âdem aleyhisselâmdan beri bütün ümmetlerdeki evlenmelerde nikâh yapılması devâm etmiş, kaldırılmamıştır Her ibâdet gibi nikâhın da sahîh olması için, nikâh yapılırken niyet etmek lâzımdır Yâni nikâhlanacakların, Allahü teâlânın emri ile Peygamberim izin sünnetine uyarak nikâh yapıyorum diyerek kalblerinden geçirmelidirler (Süleymân bin Cezâ ve Saîdeddîn Fergânî)
Nikâhsız evlenmek haramdır Nikâh lâzım olduğuna ehemmiyet (önem) vermiyenin îmânı gider (Abdullah-ı Mûsulî)
Âkıl ve bâliğ (ergenlik çağına gelmiş) bir kız ile oğlanı nikâh ettiklerinde, kendilerine îmânın şartları sorulduğunda bilemeseler, bunların nikâhı geçerli olmaz Çünkü bunlar îmânı bilmediklerinden müslüman olmazlar (İbn-i Âbidîn)

Nikâh-ı Müt'a:
Şâhidsiz olarak, bir kadınla belli para verip, belli zaman için berâber yaşamağı sözleşmek (Bkz Müt'a Nikâhı)
Nikâh-ı müt'a, Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde haramdır (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî)

NİKÂR:
Tasavvuf yolunda ilerliyenlerin birbirlerine emr-i ma'rûf nehy-i anil-münker yapmaları yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeleri
Tasavvuf ehli arasında nikâr kalkınca bunlarda hayır kalmaz (Ebü'l-Hasen Ali bin Muhammed Müzeyyen)

Nİ'MET (Nîmet):
İyilik, rızık, saâdet
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Her nîmetin şükründen muhakkak sorulacaksınız (Tekâsür sûresi: 8)
Allahü teâlâ bir kulunu nîmetlendirirse, o nîmetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister (Hadîs-i şerîf-Kenz-ül-Ummâl)
Bir müslüman üç şeyde bulunursa, Allahü teâlâ onu muhâfaza ve himâye eder, onu sever, merhamet eder Nîmete şükr etmek, zâlimi affetmek, gadaba gelince gadabını yenmek (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Çoğunlukla bolluk ve nîmetler içinde bulunanlar, bu nîmet gitmedikçe, bunun kıymetini ve değerini anlayamazlar (Ali Havvâs Berlîsî)
Nîmetlerin başı üç nîmettir Birincisi bütün iyilikleri içine alan İslâm nîmetidir İkincisi hayâta tad veren sıhhat ve âfiyet nîmetidir Üçüncüsü insana faydalı olan (azdırmayan) zenginliktir (Ebû Yûsuf)
Bir kimsenin saçının sakalının siyahlığını îmân ile ve ibâdetler ile ağartması ne büyük nîmettir
Nîmet ne kadar çok ise şükür etmek lüzumu da çok olur Zenginlerin zenginlik derecesine göre fakirlerden daha çok şükür etmesi lâzımdır (İmâm-ı Rabbânî)
Sıkıntılara sabretmeyen kimsede rızâ yoktur Nîmetlere şükretmeyen kimsede kemâl (olgunluk, yükseklik) yoktur Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ârifler (Allah adamları, Allahü teâlânın sevdikleri) Allahü teâlâya muhabbet, takdîrine rızâ (Allah'tan gel enleri hoş karşılayarak) ve O'nun nîmetlerine şükür ederek maksada kavuşmuşlardır (Ebû Ali Sakafî)
Nîmetlerin en iyisi çalışarak kazanılandır (Ebü'l-Hasen-i Harkânî)
Her nîmet bir külfet (zorluk) karşılığıdır (Atasözü)

NİSÂ SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin dördüncü sûresi
Nisâ sûresi, Medîne'de nâzil oldu (indi) Yüz yetmiş altı âyet-i kerîmedir Nisâ, kadınlar demektir Sûrede; toplum içinde kadınların hukûkî ve ictimâî yer ve değerlerinden bahsedildiği için, Sûret-ün-Nisâ denilmiştir Sûrede; İslâmiyet'te âile, kadı n ve kadın hakları, müşrikler ve ehl-i kitâbın sapık inançları, savaş yüzünden babalarını kaybeden yetimlerle dulların hukûku ve mîrâs hükümleri bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Kurtubî)
Allahü teâlâ Nisâ sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Ey insan! Sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsânı ve nîmeti olarak gelmektedir Her dert ve belâ da kötülüklerine karşılık olarak gelmektedir Hepsini yaratan ve gönderen Allahü teâlâdır (Âyet: 78)
Ey îmân edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın Onlarla iyi geçinin Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın, hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz (Âyet: 19)

NİSÂB:
Dinde zenginlik ölçüsü İslâm dîninde, zenginlik ile fakirlik arasındaki maddî sınır
Altının nisâbı (Hanefî mezhebinde)yirmi miskal (96 gram)dır (Kâşânî)
Zekât vermenin farz olması için, zekât malının nisâb miktârı olduktan îtibâren bir hicrî sene sonra da mülkünde bulunması lâzımdır (Kâşânî)
Ödünç alma karşılığı olan borçlar ve zekât vermek farz olduğu günden önce ödeme zamânı gelmiş olan müeccel (taksitli) kul borçları nisâb hesâbına katılmaz (İbn-i Âbidîn)
Yiyecek, içecek, giyecek ve barınacak ev gibi lüzumlu nafakayı satın almak için saklanan altın, gümüş ve kâğıt paranın hepsi nisâb hesâbına katılır (İbn-i Âbidîn)
Ticâret eşyâsının altın ve gümüş üzerinden kıymetleri, nisâb miktârını bulmaz ise ve yanında altın veya gümüş de varsa, eşyânın kıymeti altın veya gümüş kıymetine eklenerek nisâb tamamlanır (İbn-i Âbidîn)
Ticâret eşyâsının zekâtı, altın nisâbına göre verilir İhtiyaç eşyâsından ve kul borçları çıkarıldıktan sonra kalanın kırkta biri (yüzde iki buçuğu) zekât olarak verilir (İbn-i Âbidîn)

NİSBET:
1
Soy bakımından bağlılık, mensub olma
Kendisini babasından başkasına nisbet eden, Cehennem'e hazırlansın (Hadîs-i şerîf-Savâik-i Muhrika)
2 Tasavvufta velî bir zâtla mânevî irtibat, feyz alma, huzûr
Bir velînin kabrinden feyz almak için, o zâta karşı diri imiş gibi, edeb ve saygı göstermek, kabri üzerine basmamak lâzımdır O zât mürşîd-i kâmil (yetişmiş ve yetiştirebilen bir rehber) ise kalbdeki nisbet, geç hâsıl olup, uzun zaman kalır Mürşîd-i kâmil değil ise hâsıl olan feyz ve nisbet, keskin olup çabuk gelip geçicidir (Abdülhakîm bin Mustafâ)
Bâtındaki yâni kalbdeki nisbetin artmasına çalışınız Allah ismini bâzan da kelime-i tehlîli (yâni lâ ilâhe illallah sözünü) çok zikr ederek, bâzan salevât getirerek, Kur'ân-ı kerîm okuyarak Allahü teâlâya yaklaşmağa çalışınız (Abdullah-ı Dehlevî)
Resûlullah'a uymak, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdında bulunmak ve bu büyüklerin nisbetini kalbinde saklamak, dünyânın her nîmetinden iyidir (Muhammed Hâşim-i Keşmî)
Büyüklerimizin yolu, Allahü teâlâya kavuşturan yolların en kısasıdır Başka yolların sonunda ele geçenler, bu yolun başında olanlara tattırılmaktadır Bunların nisbeti, başkalarının nisbetinin üstündedir Bütün bu üstünlükler, bu yolda sünnete yapışm ak ve bid'atten (dinde sonradan çıkarılan şeylerden) sakınmak bulunduğu içindir (İmâm-ı Rabbânî)

NİYÂBET:
1Vekillik
Allahü teâlâ bir hac ile üç kişiyi Cenet'e koyar 1) Vasiyet edeni, 2)Vasiyeti yerine getireni, 3) Niyâbeten hacca gideni (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Hac gibi, hem mâlî ve hem bedenî olan ibâdette, bir kimsenin malı olur fakat hac etmeye gücü yetmemesi (âcizlik) ve devamlı özürlü olması hâlinde niyâbet câiz, gücü ve kuvveti varken niyâbet câiz değildir (M Zihni Efendi)
2 Kâdı vekilliği, kâdılık
Kıyâmet günü hesâba çekileceklerin ilki kâdılardır Niyâbet makâmında olanların bâzı hasletleri olması lâzımdır Yaptığı işi sevmesi, sağlam görüşlü ve azimli olması, gâfil bulunmaması, doğruluktan ayrılmayıp ciddî olması, âcizlik, yumuşak olması, is raf etmeden cömert olması, siyâset ve idâresi ilme dayanması, adâletli ve affı çok olması lâzımdır (Seyyid Alizâde)

NİYÂZ:
Yalvarma, yakarma, dilekte bulunma, isteme
Bütün hamd ve senâlar Allahü teâlâya mahsustur O'na hamdeder, O'ndan yardım dilerim O'ndan af niyâz eder, O'na inanırım, O'na güvenirim Hidâyeti Allahü teâlâdan bekler; sapıklık, düşüklük, şüphe ve basîretsizlikten O'na sığınırım Allahü teâlânın istikâmet (doğruluk) nasîb ettiği kimse, dosdoğru yol alır O'nun saptırdığı kimse ise, ne bir dost ne de bir rehber bulabilir (Hazret-i Ebû Bekr)

NİYYET (Niyet):
Kasd etme, kalbin bir şeye yönelmesi İbâdetleri, emre itâat ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yaptığını kalbinden geçirmek
Ameller (iş, ibâdet) , niyete göre iyi veya kötü olur (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Kul, birçok iyi ameller işler Bu ameller mühürlü bir zarf ile melekler tarafından Allah'a yükseltilir ve bu zarf Allah'ın huzûruna konur Allahü teâlâ; "Bu zarfı atınız, zîrâ bunun içindeki amel, benim rızâm için yapılmamıştır" buyurur Sonra Allahü teâlâ melekleri çağırır ve; "Şu şu amelleri ona yazınız" buyurur Melekler; "Yâ Rabbî! O bunların hiçbirini yapmadı" derler Allahü teâlâ; "Yapmadı ama, yapmaya niyet etti" buyurur (Hadîs-i şerîf-Dâre Kutnî)
Niyet her şeyin başıdır Hayırlı işler, iyi niyetlerle, güzel maksadlarla yapılırsa, sevâbı çok olur Böyle kimseye, Allahü teâlâ doğruluk, sıhhat ve başka birçok nîmetler ihsân eder Kimin niyetinde zayıflık bulunursa, bildirilen faydalara kavuşamaz (Ebû Ali bin Kâtib)
Niyet kalb ile olur Ağız ile niyet etmek bid'attir Bu bid'ate hasene demişler Halbuki bu bid'at yalnız sünneti yok etmekle kalmıyor, farzı da yok ediyor Çünkü, çok kimseler, yalnız ağız ile niyet ederek, kalb ile niyet etmiyorlar Böylece, namazı n farzlarından biri olan kalb ile niyet yapılmıyor Namaz kabûl olmuyor Bu fakir, hiçbir bid'ati, hasene (güzel) olarak bilmiyorum Hiçbir bid'atte güzellik görmüyorum (İmâm-ı Rabbânî)
Kıymetli oğlum! Mübahların fazlasından sakınmalısın Mübahları lüzumu kadar kullanmalısın Bunları da Allahü teâlâya kulluk etmek niyyeti ile yapmalısın Meselâ, bir şey yirken dînin emirlerini yerine getirmek için kuvvetlenmeğe, giyinirken örtünmeğe ve soğuktan, sıcaktan korunmağa niyyet etmeli ve her mübah için ve ders çalışırken böyle gerekli niyyetler yapmalıdır (İmâm-ı Rabbânî)

NİZÂM:
Düzen, uygunluk
İnsan, etrâfını meselâ yerleri, gökleri ve yıldızların boşlukta döndüklerini, asırlar boyunca, çarpışmadıklarını, yeryüzünde, sıcaklık, basınç, hava, su miktârlarının; yapılarının, hareketlerinin tam, hayata uygun olarak ayarlanmış olduğunu, insanlar ın hayvanların, nebâtların (bitkilerin), cansız maddelerin, atomların, hücrelerin kısaca lise ve üniversitelerde okunan, tedkîk edilen, incelenen sayısız varlıkların yapılarındaki ve hareketlerindeki nizâmı görerek bunları yapan, yaratan, kudretli, bilgili bir sâhibin bulunduğunu, ister istemez kabûl etmek, O'na inanmak zorunda kalır Aklı olan kimse, kâinattaki bu azameti (büyüklüğü), nizâmı görerek hemen Allahü teâlânın varlığına inanır, müslüman olur (M Sıddîk Gümüş)

NOEL GECESİ:
Hıristiyanların 25 Aralık veya buna yakın bir târihte Îsâ aleyhisselâmın doğduğunu kabûl ettikleri gece
Noel gecesi hazret-i Îsâ'nın doğumu kabûl edilen gün olarak bilinmekte ise de Îsâ aleyhisselâmın doğum günü kesin belli değildir Kudüs civârında dünyâya gelen hazret-i Îsâ'nın doğumu hakkında, o zamâna âit eserlerde, hiçbir bilgiye rastlanmamaktadır En küçük hâdiseleri bile yazan Roma târihçileri bu hususta derin bir sükût içindedirler Yunanca, İbrânice eserler yazanlar da aynı şekilde bu konuya ilgisizdirler Putperestlikten hıristiyanlığa dönen Büyük Kostantin'in yılbaşı olarak kabûl ettiği noel, ilmî ve târihî bir hakîkate dayanmamaktadır Bu sebeble noel, efsâneden öteye bir mânâ taşımamaktadır Noel gecesinin ve gününün İslâmiyet'te yeri hiç yoktur (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Bizans imparatoru Büyük Kostantin putperest iken mîlâdın 313 yılında nasrâniyeti kabûl etmiş, bütün İncîl'lerin birleştirilerek yeni bir İncîl'in yazılmasını emretmişti Yeni yazılan İncîl'e eski dîni olan putperestlikten birçok şey sokturdu Noel g ecesinin de yılbaşı olmasını kabûl etti Böylece yeni bir hıristiyanlık dîni kuruldu (M Sıddîk bin Saîd)

NOKTA-İ CEVVÂLE:
Dâimî hareket hâlindeki nokta Dâire şeklinde hızlı dönen bir nokta
Vehm (zan) ve hayâl, nokta-i cevvâleyi hâricde dâire şeklinde görür Hâlbuki hakîkatte dâire yoktur Nokta vardır Fakat vehm ve hayâl bakımından, hâricde dâirenin bulunması hakîkîdir Bunun gibi vahdet-i vücûd (Mahlûkâtı tek bir varlık olarak görme) her bakımdan hakîkîdir Birden ziyâde varlık ise vehm ve hayâl bakımından hakîkîdir (İmâm-ı Rabbânî)

NÛH ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden Peygamberlerin büyükleri olan ve kendilerine Ülü'l-azm denilen altı peygamberin ikincisi İdrîs aleyhisselâmdan sonra peygamber olarak gönderildi
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Muhakkak biz Nûh'u (aleyhisselâm) kavmine resûl (peygamber) olarak gönderdik (A'râf sûresi: 59)
Biz Nûh'u (aleyhisselâm) kavmine peygamber olarak gönderdik O, onlara dedi ki:Ben sizi Allahü teâlânın azâbıyla korkutuyorum ve azâbdan kurtuluşun çâresini açıklıyor beyân ediyorum Allahü teâlâdan başkasına ibâdet etmeyin Bana muhâlefet etmeniz hâlinde bir gün üzerinize elem verici çok şiddetli bir azâbın gelmesinden korkuyorum (Hûd sûresi: 25,26)
Nûh (aleyhisselâm) "Bismillah" ve "Elhamdülillah" demeden büyük olsun, küçük olsun herhangi bir iş yapmazdı Bu sebeple Allahü teâlâ onu "Çok şükredici bir kul" olarak isimlendirdi (Hadîs-i şerîf-Taberânî, İbn-i Cerîr)
İdrîs aleyhisselâm göke çıkarıldıktan sonra, insanlar azdı Doğru yoldan ayrıldı Putlara yâni heykellere tapmaya başladılar Cenâb-ı Hak bunlara Nûh aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi O zaman elli yaşında idi Onları yıllarca dîne dâvet etti, putlara tapmaktan sakındırdı ve Allahü teâlâya ibâdet etmelerini söyledi Nûh aleyhisselâma kendi oğlu Yâm yâni Ken'ân bile îmân etmedi Nûh aleyhisselâmı alaya alıp işkence ettiler Nûh aleyhisselâm onlara bedduâ etti Allahü teâlâ ona gemi yapmasını emretti Gemi bitince tûfân oldu Nûh aleyhisselâm mü'minler (inananlar) ile gemiye bindi Üç katlı olan gemiye binenlerin sayısı seksen kişi kadardı Nûh aleyhisselâm gemisine her hayvandan da birer çift aldı Oğlu Ken'ân'ı da gemiye almak için çağırdı fakat o, ben bir dağa çıkar kurtulurum diyerek gemiye binmedi Bir dalga gelip oğlunu aldı ve boğdu Sular dağları aştı İnsanlar ve hayvanlar telef oldu Altı ay sonra yağmurlar durdu, sular çekildi Gemi Irak'taki Cudi dağına oturdu Nûh aley hisselâma inanıp gemiye binenler kurtuldu Daha sonra insanlar Nûh aleyhisselâmın; Sâm, Hâm ve Yâfes adlı üç oğlundan türedi (çoğaldı) Bunun için Nûh aleyhisselâma ikinci Âdem aleyhisselâm denildi Nûh aleyhisselâm bin yaşında vefât etti (Sa'lebî, Taberî, Nişâncızâde)

NÛH SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş birinci sûresi
Nûh sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Yirmi sekiz âyet-i kerîmedir Nûh aleyhisselâmın, peygamber olarak gönderilişi ve mücâdeleleri anlatıldığından sûreye, Sûret-ün-Nûh denilmiştir Sûrede; Nûh aleyhisselâmın peygamber gönderilmesi, kavmini îmâna d âveti, onların inkârlarında devâm etmeleri ve Nûh tûfânı anlatılmaktadır (İbn-i Abbâs, Vehb bin Münebbih, Taberî, Sa'lebî)
Allahü teâlâ Nûh sûresinde meâlen buyurdu ki:
Gerçekten biz, Nûh'u kavmine gönderdik "Kavmine acıklı bir azâb gelmezden önce onları korkut" diye (Nûh onlara) dedi ki: "Ey kavmim! Muhakkak ki ben, size (azâb ile korkutan) açık bir peygamberim; Allah'a ibâdet edin, O'ndan korkun ve bana da itâat edin" (Âyet: 1-3)
Nûh şöyle demişti: "Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını sapıtırlar ve ancak bir nankör fâcir doğururlar Rabbim! Beni, ana-babamı, mü'min olarak evime gireni, bütün mü'min erkekleri ve mü'min kadınları bağışla Zâlimlerin ise, ancak helâkini artır (Âyet: 26-28)
Kim Nûh sûresini okursa, sanki Nûh'un (aleyhisselâm) dâvetini idrâk eden (kabûl eden) mü'minler gibi olur (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

NUKÛD:
Basılmış altın ve gümüş paralar Müfredi (tekili) Nakddır

NÛR:
1Aydınlık, ışık, feyz, bereket ihsân
Kur'ân-ı kerîm okunan evden, arşa kadar nûr yükselir (Hadîs-i şerîf-Sünen)
Müslümanlıkta beyazlayan kıllar, kıyâmet günü nûr olacaklardır (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Ebû Zer-i Gıfârî hazretlerine; "Sana Kur'ân-ı kerîmi okumayı tavsiye ederim O, senin için yeryüzünde nûr, gökte meleklerin övgüsüdür" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Kitâbu Metcer-ur-Râbih)
Âşıkların kalbleri, Allahü teâlânın ihsân ettiği nûr ile aydınlanır Konuşurlarsa dudaklarından nûr saçılır (İsmâil Fakîrullah)
Evlerinizi Allahü teâlâyı anmak sûretiyle nûrlandırınız Evlerinizi onda namaz kılarak nasîplendiriniz Allahü teâlâya yemîn ederim ki, böyle yapanlar gök ehli arasında tanınırlar Gök ehli; "Falan oğlu falan, evini, Allahü teâlâyı anarak süslüyor" d erler (Kâ'bü'l-Ahbâr)
Vekî'e (Vekî bin Cerrah'a) unutkanlığımdan şikâyette bulundum Ma'siyeti (günâhı) terk eyle diye nasîhat etti "İlim, envâr-ı ilâhiyyeden (ilâhî nurlardan) bir nurdur Allahü teâlâ, âsî (günah işleyen) kuluna, bu nûru vermedi (İmâm-ı Şâfiî)
2 Kur'ân-ı kerîm
O hâlde Allah'a, O'nun peygamberlerine ve indirdiğimiz o nûr'a îmân edin Allah ne yaparsanız hakkıyla haberdârdır (Tegâbün sûresi: 8)
3 Îmân
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlânın nûr vermediği kimsenin nûru olmaz (Nûr sûresi: 40)
Allahü teâlânın nûr vermediği kimse münevver (nûrlu) olmaz (Abdülhakîm Arvâsî)
4Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından Tam ve kusursuz olarak zâhir olup her şeyi ortaya çıkarıcı, yaratıcı veya göktekileri ve yerdekileri nûru ile hidâyet edici, doğru yolu gösterici, gökleri; güneş, ay ve yıldızlarla yeri; peygamberler aleyhimüssel âm, âlimler, mü'minler (inananlar) ile yâhut bitkilerle ve ağaçlarla tezyîn eden, süsleyen
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ göklerin ve yerin nûrudur (Nûr sûresi: 35)
En-Nûr ism-i şerîfini söyleyenin kalbi nurlanır (Yûsuf Nebhânî)

Nûr Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin yirmi dördüncü sûresi
Nûr sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi) Altmış dört âyet-i kerîmedir Otuz beşinci âyetinde Allahü teâlânın, göklerin ve yerin nûru olduğu bildirildiği için, Sûret-ün-Nûr denilmiştir Sûrede, zinâ suçu işleyen kadın ve erkekler ile zinâ iftirâsında b ulunanların cezâları, evlere girerken izin istemek, selâm vermek gibi muâşeret kuralları, harama bakmanın kötülüğü, kadınların örtünmeleri ile müslümanların Peygamber efendimize saygı göstermeleri gerektiği bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, İmâm-ı Gazâlî, Râzî, Taberî)
Allahü teâlâ Nûr sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Ey Resûlüm! Mü'minlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar! Îmânı olan kadınlara da, söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haram işlemekten korusunlar (Âyet: 30)

Nûr-ı İlâhî:
İlâhî nûr Allahü teâlânın ihsân ettiği mânevî aydınlık, mânevî ilim
Kur'ân-ı kerîmi anlıyabilmeleri için, Allahü teâlâ, müctehîd denilen âlimlere aklî ve naklî ilimleri anlama kuvveti ile keskin zekâ ve çok akıl ve daha nice üstünlükler ihsân eylemiştir Bu üstünlüklerin başında takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlar dan sakınma) gelmektedir Bundan sonra kalblerindeki nûr-ı ilâhî gelmektedir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Nûr-ı Nübüvvet:
Peygamberlik nûru
Sahâbe-i kirâm, Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sohbetiyle şereflenip, ef'âlini ve ahvâlini (işlerini ve hâllerini) gördüler Her husûsta O'na uyup, yardımcı oldular ve Nûr-ı nübüvvetten doğrudan faydalanarak, herbiri yüksek derecel ere kavuştular (Abdullah-ı Dehlevî)

Nûr-ı Pâki Muhammedî:
Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) temiz, mübârek nûru
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem her nereye gitmek murâd eylese, O'nun nûr-ı pâki, kendinden evvel varırdı Her kimin yanında dursa mübârek boyu, dört parmak kadar yüksek görünürdü (Kutbüddîn İznikî)

NÛRÂNÎ:
Nûrlu, ışıklı, parlak, münevver
Alev iki kısımdır Biri zulmânî (karanlık) ikincisi nûrânî Zulmânî olandan cin, nûrânî olandan ise melekler yaratılmıştır İnsanlar toprak maddelerinden yaratıldığı hâlde, Allahü teâlâ bu maddeleri, organik ve organize hâle, et ve kemiğe çevirdiği g ibi, melekler ve cinde alev şekli değişerek, onlara mahsûs latîf, her şekle dönebilen bir hâle gelmiştir (Abdülhakîm bin Mustafâ)
İmâm-ı Kastalânî, zamânındaki insanların en nûrânî yüzlüsü olup, uzun boylu idi Kur'ân-ı kerîmi, on dört rivâyet üzere çok güzel okurdu Okumasından en katı kalbli kişilerin kalbi yumuşar, dayanamayıp gözyaşı dökerlerdi (Abdülvehhâb-ı Şa'rânî)

NUSAYRÎ:
Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) iftirâ eden şîanın kollarından On birinci imâm olan Hasen bin Ali Askerî'nin adamlarından olduğunu söyleyen İbn-i Nusayr adındaki bozuk inanışlı kimseye uyanlar
Eshâb-ı kirâma iftirâ eden şia, üç grupta toplanmaktadır:Birincisi, Tafdiliyye; hazret-i Ali, Eshâbın en üstünüdür, diyorlar İkincisi, Seb'iyye; Eshâb-ı kirâmdan birkaçından başkası zâlim, kâfir oldu diyorlar Bunlar, sebbediyor (söğüyor), kötülüyor lar Üçüncüsü Gulât; hazret-i Ali tanrıdır diyorlar Sebeiyye ve Nusayriyye fırkaları da böyledir İbâdet etmezler (Abdülazîz Dehlevî)

NUSH:
Nasîhat, öğüt (Bkz Nasîhat) Nush ile uslanmayanı etmeli tekdîr, Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir
(Ziyâ Paşa)

NUSRET-İ İLÂHÎ:
Allahü teâlânın yardımı, imdâd-ı ilâhî, ilâhî yardım
Eshâb-ı kirâmdan bâzıları Huneyn gazâsında, askerin çokluğunu görerek, artık biz hiç mağlûb olmayız dedi Bu sözler Resûlullah'ın mübârek kulağına gelince üzüldü Bunun için harbin başlangıcında nusret-i ilâhî yetişmeyip, mağlûbiyet başladı Sonra, c enâb-ı Hak merhamet ederek, zafer nasîb eyledi (Hâdimî)
Ben demek yâni nefsine güvenmek kendini üstün görmek felâkettir Nusret-i ilâhînin gelmesine mâni olur (İmâm-ı Rabbânî)

NÜBÜVVET:
Peygamberlik; insanları Allahü teâlânın beğendiği yola kavuşturmak, onlara doğru yolu göstermek için Allahü teâlâ tarafından seçilmiş kimselere verilen peygamberlik vazîfesi (Bkz Nebî)

Nübüvvet Yolu:
Tasavvufta insanları Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü Velî bir zâtın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebeb ve vâsıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan yâni Resûlullah efendimizden alındığı yol Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ikinci yol, vilâyet yolu (sülûk yolu)dur (Bkz Vilâyet Yolu)
Nübüvvet yolu aslın aslına kavuşturur Eshâb-ı kirâm bu yoldan kavuştular Sonra gelenlerden pek az kimse de bu yoldan maksada ermiştir İmâm-ı Rabbânî hazretleri (nübüvvet yoluyla vâsıl olmuş, kavuşmuştur (Abdullah-ı Dehlevî)

NÜCEBÂ:
Allahü teâlânın tanınıp bilinmeyen velî kullarından bir topluluk
Nücebâ, insanların imdâdına yetişip, işlerinde dara düştükleri zaman yardımcı olurlar Onların belâlardan korunmasına sebeb olurlar (Molla Câmî)

NÜKTE:
1 Güzel mânâlı söz
Nükte: "Malı seviyorsan yerine sarf et de, sana sonsuz arkadaş olsun Eğer sevmiyorsan ye de yok olsun" (Abdullah-ı Ensârî)
Nükte yaparken dikkat etmeli, dinleyicilerin yanlış anlıyacağı nüktelerden sakınmalıdır (Seyyid Alizâde)
2 Derin düşünerek ve zihni yorarak ilmî, edebî veya başka bir söz ve yazıdan çıkarılan ince mânâ Meselâ bu sözde bir nükte vardır, bu şiirin nüktelerini anlamak kolay değildir, denir

NÜKÛL:
Dönme, cayma, vazgeçme; bir malı satın aldıktan sonra vazgeçerek satıcıya geri verme
Ayıplı (özürlü) mal satıcıya iâde edilir, geri verilirse, bu satıcı da, kendine satana geri çeviremez İkisinden birinin ikrâr (kabûl) etmesi veya nükûl etmesi lâzımdır veya şâhidlerin dinlenmesiyle hâkim karar verir (Ali Haydar Efendi, Mecelle)

NÜSÜK:
İbâdet Hac ve umrede yerine getirilmesi lâzım olan işlerin herbiri (Bkz Menâsik)
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
De ki: "Şüphesiz benim namazım, nüsüküm, hayâtım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir (En'âm sûresi: 162)

NÜZÛL:
İnmek Tasavvuf yolunda ilerleyerek, sebebler âlemini görmeyip yalnız sebeblerin sâhibini yâni Allahü teâlâyı bilme hâline ulaşan bir velînin insanları irşâd ve terbiye için, tekrar sebebler âlemine inmesi
İnsanları Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan rehber ne kadar çok nüzûl ederse, rehberliği, irşâdı (doğru yolu göstermesi de) o kadar kuvvetli olur İrşâd edebilmek için tâlib (tasavvufta yetişen talebe) ile rehberin yakın olması lâzımdır Bu da rehb erin aşağı dereceye yâni tâliblerin derecesine nüzûl etmiş olması ile olur (İmâm-ı



ON İKİ İMÂM:
Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Ehl-i beytinden (akrabâsından) olup, tasavvufun vilâyet yolunda en yüksek derecelere ulaşmış olan on iki büyük zât Bunların hepsine birden Eimme-i İsnâ aşere de denir
On iki imâm; Ali bin Ebî Tâlib, Hasen, Hüseyn, Zeyne'l-âbidîn, Muhammed Bâkır, Câfer-i Sâdık, Mûsâ Kâzım, Ali Rızâ, Muhammed Cevâd Takî, Ali Nakî, Hasen Askerî Zekî ve Muhammed Mehdî'dir (Abdülazîz Dehlevî)
Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve selem gelen feyzler (mânevî yardımlar) ve mârifetler (mânevî ilimler) hep hazret-i Ali'nin vâsıtasıyla gelir Fâtımat-üz-Zehrâ ve hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhüm) bu makamda hazret-i Ali ile ortaktırlar Öyle sanıyorum ki, hazret-i Ali dünyâya gelmeden önce de bu makamda idi Vefât ettikten sonra da bu yolda her velîye gelen feyzler, hidâyetler (mânevî ilimler) yine onun vâsıtası ile gelmektedir Çünkü kendisi bu yolun en yüksek noktasında bulunuyor Bu makâmın sâhibi odur Hazret-i Ali vefât edince ondan yayılan feyzler hazret-i Hasen ve sonra hazret-i Hüseyn vâsıtası ile geldi Daha sonra on iki imâmdan sağ olanları da vâsıta oldular Bunlardan sonra gelen evliyâya feyzler bu on iki imâm vâsıtasıyla geldi Abdülkâdir-i Geylânî velî oluncaya kadar hep böyle idi (İmâm-ı Rabbânî)
Ehl-i beyti seven ve on iki imâmın yolunda olanlar Ehl-i sünnettir (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundadır) Doğru yoldan ayrılanlar, on iki imâmı sevme adı altında on iki imâma iftirâ edip haklarında kötü sözler sarf etmektedirler Doğru yold aki İslâm âlimleri hiçbir zaman on iki imâm hakkında iftirâda bulunmamışlar, bilhassa on iki imâmın sevgisinin, son nefeste îmân ile gitmeye vesîle olacağını bildirmişlerdir On iki imâmda Resûlullah efendimizin zerreleri vardır Bunlara kıymet vermek, saygı göstermek her müslümanın vazîfesidir (Abdülazîz Dehlevî)

ORTA YOL:
Îmân ve ibâdetlerde yâni dinde Ehl-i sünnet (Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının yolunda olan) âlimlerin gösterdiği ve bildirdiği doğru yol (Bkz Ehl-i Sünnet)
Orta yolun sağında ve solunda olmak iyilikten ayrılmak olur Orta yoldan uzaklığı kadar iyiliği azalır Hak yol orta yoldur (Hâdimî)

ORTODOKS:
Hıristiyanlık mezheblerinden Ortodoks mezhebinin rûhânî (dînî) lideri patrik olup, merkezi İstanbul Fener'deki patrikhânedir Roma İmparatoru Konstantin üç yüz on senesinde hıristiyanlığa izin verdi Kendi de hıristiyan oldu İstanbul şehrini yaptı Roma'dan İstanbul'a taşındı Fakat bu dînin esasları bozulmuş, unutulmuş olduğundan, papazların elinde oyuncak oldu Mîlâdın 395 senesinde Roma Devleti ikiye ayrıldı 1054 (H446)'da İstanbul patriği olan Mihael Kirolarius, Roma'daki papadan ayrılarak Ortodoks kilisesini (mezhebini) kurdu Roma'daki papaya tâbi olanlara katolik, İstanbul'daki patriğe tâbi olanlara ortodoks denildi Kiliselere resimler, heykeller kondu (M Sıddîk Gümüş)
Şark kiliseleri olarak da bilinen ortodoks dünyâsında İstanbul'dan başka İskenderiye, Antalya ve Kudüs'te de patriklik vardır Çok sayıda millî kiliseler bu dört patrikliğe bağlıdır (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Ortodoks mezhebini diğer hıristiyan mezheplerinden ayıran noktalardan bâzıları şunlardır: Rûhânî başkanları patriktir Papanın üstünlüğünü, hazret-i Îsâ'nın vekîli olduğunu, yanılmazlığını kabûl etmezler Rûh-ul-kuds'ün (kutsal rûhun) oğul yoluyla ba badan çıktığını ileri sürerler İbâdetlerini her ülkenin diliyle yaparlar Papazlar evlenebilir, keşişler, piskoposlar ve patrikler evlenemez Boşanma bâzı şartlara bağlı olarak vardır (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

ORUÇ:
İslâm'ın beş şartından biri Fecrin (tan yerinin) ağarmasından yâni imsaktan güneş batıncaya kadar yimeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ey mü'minler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sizin üzerinize de farz kılındı Umulur ki oruç sâyesinde fenâlıklardan sakınırsınız (Bekara sûresi: 183)
Oruç bana mahsustur Onun karşılığını ben veririm (Hadîs-i kudsî-Buhârî)
Bir kimse, Ramazân ayında oruç tutmayı farz bilir, vazîfe bilir ve orucun sevâbını, Allahü teâlâdan beklerse, geçmiş günâhları affolur (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Oruç tutan çok kimse vardır ki, onların orucu yalnız açlık ve susuzluk çekmek olur (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ, benim ümmetime, Ramazân-ı şerîfte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir peygambere vermemiştir
1) Ramazanın birinci gecesi, Allahü teâlâ mü'minlere rahmet eder Rahmet ile baktığı kuluna hiç azâb etmez
2) İftar zamanında, oruçlunun ağzının kokusu, Allahü teâlâya, her kokudan daha güzel gelir
3) Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların affolması için duâ eder
4) Allahü teâlâ, oruç tutanlara, âhirette vermek için Ramazân-ı şerîfte Cennette yer tâyin eder
5) Ramazân-ı şerîfin son günü, oruç tutan mü'minlerin hepsini affeder (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Çok namaz kılan, oruç tutan, sadaka veren, fakat dili ile komşularını incitenin gideceği yer Cehennemdir (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin Zîra evlenmek gözü haramdan daha çok meneder İffeti de öylece korur Kim evlenmeye muktedir olamazsa oruca sarılsın Çünkü oruç onun için bir enemidir (Şehveti kesen, nefsi kıran hafif bir ameliyye gibidir) (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Ayı görünce oruç tutunuz! Tekrâr görünce, orucu bırakınız (Hadîs-i şerîf-Eşi'at-ül-Lemeât)
Vazîfe olduğuna inanmayarak, ehemmiyet vermeyerek, hafîf görerek namaz kılmamak, oruç tutmamak, zekât vermemek küfür olur (Hâdimî)
Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatlarıyla sıfatlanmaktır Zîrâ Allahü teâlâ yemekten ve içmekten münezzehtir (Muhammed Bâkibillah)
Oruç tutmanın on bir faydası vardır: Cehennem'e kalkan olur Diğer ibâdetlerin kabûlüne sebeb olur Bedenin zikri olur Kibri kırar Ucbu (yaptığı ibâdetleri ve hayırları beğenmeyi) kırar Huşû'u (Allah korkusunu) arttırır Sevâbı mîzânda (kıyâmet gü nü terâzide) ağır gelir Allahü teâlâ o kulundan râzı olur Îmân ile vefât ederse, Cennet'e erken girmeğe sebeb olur Kalbi ve aklı nûrlanır (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Ramazân-ı şerîf orucunu ta'zîm (hürmet ve kıymet vererek) ve vakar ile tut Her kim Ramazan orucunu güzelce tutsa, haramlardan sakınsa, kazâ namazlarını kılsa, Hak teâlâ hazretleri her gün için, bin gün nâfile oruç tutmuş gibi sevâb ihsân eyler ve o kimse ile Cehennem arasına birçok perdeler konur (Süleymân bin Cezâ)

Oruç Kazâsı:
Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması

Oruç Keffâreti:
Ramazân-ı şerîfte bilerek orucu bozmanın cezâsı
Oruç keffâreti cezâsı, mübârek Ramazân ayının hürmet ve nâmus perdesini yırtmanın karşılığıdır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Oruç keffâreti olan, bir köle âzâd eder Köle âzâd edemeyen ard arda altmış gün oruç tutar Keffâret orucu, hastalık, yolculuk gibi bir özürle veya bayram günlerine rastlamak sebebiyle bozulursa veya Ramazâna rastlarsa yeniden altmış gün tutmak lâzım olur Kadın hayız ve nifas sebebiyle bozunca yeniden başlamaz Temizlenince geri kalan günleri tutarak altmışa tamamlar (İbn-i Âbidîn, Tahtâvî, Mehmed Zihnî)
Devamlı hasta veya çok yaşlı olup, oruç keffâretini tutamayan kimse altmış fakiri, bir gün sabah-akşam olmak üzere iki defâ, yâhut bir fakiri, sabah-akşam olmak üzere altmış gün doyurur (Tahtâvî, Mehmed Zihnî)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla