Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #33
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



NAZAR:
1 Bakmak Göz atmak
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, misvâkını ve tarağını yanından ayırmazdı Mübârek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eylerdi Geceleri mübârek gözlerine sürme çekerdi (İmâm-ı Ahmed Kastalânî)
"Allahü teâlâ mü'min bir kulunun gönlüne bir gecede üç yüz altmış defâ nazar eder" sözünün mânâsı; "Kalbin vücûda açılan üç yüz altmış penceresi vardır Gönül, Allahü teâlânın zikriyle kaynayıp coşunca, Allahü teâlâ o kalbe nazar eder Bu nazar ile k albe doğan feyzler ve nurlar bu üç yüz altmış koldan bütün vücûda yayılır Böyle nurların ve feyzlerin yayıldığı bir uzuv kendi hâline göre zevkle ibâdet eder Yapılan tâat ve ibâdetlerden lezzet alır (Ali Râmitenî)
Kalb hastalıklarının giderilmesi, Allah adamlarının tedâvisi ile olur Bunların sözleri ilâcdır Nazarları şifâdır Onlarla berâber bulunanlar kötü olmaz (İmâm-ı Rabbânî) Âlimin bir nazarı, bulunmaz hazînedir Bir sohbeti, yıllarca, bitmez kütübhânedir
(M Sıddîk bin Saîd)
2 Düşünme, inceleme
Aklın nazarı ile elde edilen ilim (bilgi) iki çeşittir Birincisi bedîhî yâni düşünmeye ihtiyaç olmadan ilk bakışta elde edilen bilgi Meselâ; bütünün, parçasından büyük olduğunu bilmek böyledir İkincisi, istidlâlî yâni, aklın düşünmesiyle elde edil en bilgi Meselâ; kâinâta ve ondaki inceliklere bakarak, onun bir yaratıcısının bulunduğunu anlamak böyledir (Sa'düddîn Teftâzânî)

Nazar Ber Kadem:
Nakşibendiyye yolunun temel bilgilerinden birisi olup, tasavvuf yolculuğunda adımdan ileriye bakmak ve adımını baktığı yere atmak
Nazar ber kadem, gönlü perişanlıktan kurtarır ve kendi iç âlemine bağlı kılar (Mevlânâ Sâfî)
Göz kalbe tâbidir Kalbi maksattan ayırmamak için göz ile sağa sola bakmayıp önüne bakmalıdır Nazar ber kadem kalbi toparlamak için iyi bir yoldur (Hüseyin Vâiz-i Kâşifî)
Nazar ber kademe riâyet edilmezse tasavvuf yolunda bulunan kimsenin şevki ve istîdâdı bozulabilir (İmâm-ı Rabbânî)

Nazar Değmesi:
Göz değmesi, bâzı kimselerin gözlerinden çıkan zararlı şuâların, canlı ve cansız bir şeye bakıp beğendikleri zaman bozulmalarına sebeb olması
Nazar değmesi haktır Nazarı değen kimse, hattâ herkes, beğendiği bir şeyi görünce "Mâşâallah" demeli, ondan sonra o şeyden bahsetmelidir Önce mâşâallah deyince nazar değmez (Abdülhak-ı Dehlevî)
Nâs sûresini devamlı okumayı alışkanlık hâline getiren kimse, dâimâ sıhhat ve âfiyette olur Nazar değmesine karşı okunursa, şifâ bulur (Muhammed Osman Sâhib)

NAZARGÂH-İ İLÂHÎ:
Allahü teâlânın nazar ettiği (baktığı) yer
Allah adamlarının kalbleri, Hakk'ın nazargâhıdır O kalblere girmiş olanlara da, o nazardan nasîb erişir (Ali Râmitenî) Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-i Hüdâ'dır bu, Nazargâh-ı İlâhîdir Makâm-ı Mustafâ'dır bu
(Nâbi)

NAZARİYYE:
Bir veya birkaç hipotez (faraziye) ile, birçok hâdiseleri îzâh ederek ve bunlardan yeni hâdiselere vararak ve bu hâdiseleri tecrübe ile inceleyerek görülen hipotez Hipotez, aynı sebeblerle îzâh edilen çeşitli hâdiselerin hepsini birden îzâh edebilec ek umûmî bir fikirdir
Müslümanlık nazariyyeler dîni değil, amelî bir dindir İslâmiyet, insanın rahîm ve gafûr (merhametli ve affedici) olan, doğru yolu gösteren Allahü teâlâya kendini teslim etmesi demektir (Muhammed Emîn)

NÂZIR:
1 Gören, görücü
Allahü teâlâ hayy (diri), alîm (bilici), kâdir (gücü yetici) ve mütekellim (konuşucu) olarak sonsuz zamanlarda hep hâzırdır ve nâzırdır Hayat, ilim, kudret ve kelâm sıfatları zamansız ve mekansız olduğu gibi, hâzır ve nâzır olması da zaman ve mekâna bağlı değildir Allahü teâlânın sıfatlarının hepsi böyledir Allahü teâlânın hâzır olması gibi hiç kimse hâzır değildir Peygamberlerin aleyhimüsselâm, evliyânın ve sâlih mü'minlerin rûhlarının yardım için çağrıldıklarında ve başka zamanlarda hâzır olmaları, zamâna ve mekâna bağlı olarak meydana gelir Evliyânın rûhları hâzırdır, bilirler demek, îmânı giderir Burada îmânı gideren husus, evliyânın rûhlarının hâzır olacağına inanmak değil, onların rûhlarının hâzır olduklarını bilmediği hâlde gaybden haber vermektir Çünkü gaybı Allahü teâlâ ve O'nun bildirdikleri bilir (Seyyid Abdülhakîm)
2 Vakfın işlerini, dînin emirlerine uygun olarak idâre etmek üzere vâkıf (vakıf yapan) veya hâkim tarafından tâyin edilen mütevellînin vakıf işlerindeki tasarruflarını murâkabe (kontrol) etmesi ve gerektiğinde ona re'yleri (görüşleri) ile yardımcı o lması için vazîfelendirilen kimse Bâzan mütevellîye de nâzır denmiştir
Vakfın nâzırı veya herhangi vazîfelisi, suç işlemedikçe azl olunamazlar (bu vazîfelerinden alınamazlar) Vakfı kirâya vermek, mütevellînin vazîfesidir Hâkim, vâli karışamaz Bir vakfın bir nâzırı ve bir mütevellîsi olsa, mütevellî, nâzırın haberi ol madan bir şey yapamaz Kayyım (vakfın hizmetçisi), mütevellî ve nâzır aynı hakka sâhibdirler (Fetâvây-ı Hayriyye)

NÂZİÂT SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş dokuzuncu sûresi
Nâziât sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Kırk altı âyet-i kerîmedir Sûrenin ilk kelimesi olan ve söküp koparan ve çekip alan mânâsına gelen Nâziât kelimesi sûreye isim olmuştur Sûrede; kıyâmetin şiddeti ve onu inkâr edenlerin dirilişi, yeri göğü yaratan Allahü teâlânın insanları yeniden diriltmeye kâdir olduğu bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Ebû Hayyân, Begavî)
Allahü teâlâ Nâziât sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Kim ki Rabbinin azametinden (büyüklüğünden) korkarak kendisini günâhlardan men ederse, işte Cennet, onun varacağı yerin tâ kendisidir (Âyet: 40,41)

NÂZİL OLMAK:
Yukardan aşağıya inmek; mukaddes kitabların vahiy yoluyla peygamberlere gönderilmesi
Kur'ân-ı kerîm Kadir gecesinde nâzil olmaya başladı ve tamâmının inmesi yirmi üç sene sürdü Tevrat, İncîl ve bütün kitablar ve suhuflar (sahîfeler) ise, hepsi birden bir defâda nâzil olmuştu Kur'ân-ı kerîm dışında hepsi insan sözüne benziyordu Ve lafızları mûcize değildi Onun için çabuk bozuldular, değiştirildiler (Süyûtî, Zerkeşî)

NAZM:
Kelimeleri inci gibi yanyana dizmek
Kur'ân-ı kerîmin kelimeleri Arabîdir Fakat bu kelimeleri yanyana nazmeden Allahü teâlâdır Bu kelimeler insan nazmı değildir Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlâ tarafından mübârek kalbine bildirilen şeyleri, Arabça olarak da anlatmış değildir Bu Ar abî kelimeler, Allahü teâlâ tarafından nazmedilmiş olarak âyetler hâlinde gelmiştir Cebrâil aleyhisselâm ismindeki bir melek bu âyetleri, bu kelimelerle ve bu harflerle okumuş, Muhammed aleyhisselâm da mübârek kulakları ile işiterek ezberlemiş ve hemen Eshâbına (arkadaşlarına) okumuştur (Zerkânî)
Şiirler birer nazmdır Her şâirin nazm yapma kâbiliyeti başkadır Kur'ân-ı kerîmin nazmı, hiçbir insan sözüne benzemiyor Kur'ân-ı kerîmin insan sözü olmadığı tecrübe ile de isbât edilmiştir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Nazm-ı İlâhî:
Allahü taâlâ tarafından yanyana dizilen mübârek sözler, Kur'ân-ı kerîm
Kur'ân-ı kerîm nazm-ı ilâhîdir, Arabçadır Bu arabî kelimeler, Allahü teâlâ tarafından nazmedilmiş olarak âyetler hâlinde gelmiştir (Zerkânî)

NEBÂTÎ RUH:
Her canlıda mevcud olan ve doğma, büyüme, beslenme, zararlı maddeleri dışarı atma, üreme ve ölme gibi canlılık hallerini yapan rûh
Nebâtî rûha sâhib olan canlılarda büyüme bütün hayat boyunca olmaz Muayyen bir miktâra vardıktan sonra, bu iş durur Beslenme ölünceye kadar devâm eder Çünkü gıdâ olmadan yaşanamaz (Ali bin Emrullah)

NEBE' SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş sekizinci sûresi
Nebe' sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi) Kırk âyet-i kerîmedir Kıyâmet haberlerini ihtivâ ettiği için sûreye bu mânâya gelen Sûret-ün-Nebe' denilmiştir Amme kelimesi ile başladığı için Amme sûresi de denir Sûrede; Allahü teâlânın insanl ara olan eşsiz lütufları, kıyâmet günü ve o gün meydana gelecek hâdiseler, Cehennem'in şiddeti ve Cehennemlikler, Allahü teâlâya hesap verdikten sonra kâfirlerin pişmanlıkları bildirilmektedir (Senâullah Dehlevî, Abdülazîz Dehlevî, İbn-i Abbâs)
Allahü teâlâ Nebe' sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Muhakkak ki, Cehennem (melekler tarafından kâfirleri) bir gözetleme yeridir Kâfir için bir dönüş yeridir Nice devirler boyunca içinde kalacaklar Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de içilecek bir şey! Bir kaynar su ve irin içecekler (Âyet: 21-26)
Nebe' sûresini okuyan, îmânsız gitmekten emin olur Allahü teâlâ onun rızkını genişletir, kendisine bol mükâfât verir O kimse ölmeden Cennet'teki yerini görür (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

NEBÎ:
Yeni bir din getirmeyen, daha önce gönderilmiş olan bir Resûlün dînine dâvet eden, çağıran peygamber Resûllere (yeni bir dinle gönderilen peygamberlere) tâbi olan peygamberler (Bkz Peygamber)
Allahü teâlânın dînine çağırmakta, Resûl ile Nebî arasında bir ayrılık yoktur Peygamberlere îmân etmek; aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin doğru sözlü olduğuna inanmak demektir Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur (Seyyid Abdülhakîm)
________________

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla