Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #31
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



NAÎM CENNETİ:
Sekiz Cennet'ten beşincisi
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Îmân edip de sâlih ameller işleyen kimseleri, onların Rabbi, îmânları sebebiyle kendilerine ağaçları altından ırmaklar akan Naîm Cennetlerine kavuşturan yolu gösterir (Yûnus sûresi: 9)

NAKDEYN:
Basılmış para hâlindeki altın ve gümüş
Fülûs denilen bakır, bronz paralar (ve kâğıt liralar) aynı sayıda (yâni îtibârî kıymetleri aynı olarak) kendi cinsleri veya altın, gümüş karşılığında satılınca dâimâ semen olurlar Nakdeyn karşılığında satılınca fâizin iki şartı da yok ise de iki kar şılıktan birisinin, ayrılmadan önce kabz edilmesi lâzımdır (İbn-i Âbidîn)

NÂKIL:
Nakleden, birinden duyduğunu veya okuduğu şeyi bildiren İctihâd derecesine varamayıp, sâdece müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilecek dereceye ulaşmış olan) âlimlerin verdikleri fetvâları (dînî suâllere verdikleri cevâb ları) nakleden âlim
Fıkıh usûlü âlimlerine göre, müftînin (fetvâ verenin) müctehid olması lâzımdır Müctehid olmayıp, mukallid (bir müctehide tâbi olan, uyan) bir âlime müftî denilmesi mecâzîdir, hakîkî olarak değildir Bunlar nâkıldır Nâkıller, fetvâları, meşhûr fıkıh kitaplarından alır Bu kitaplar, meşhûr olan mütevâtir haberler gibi kıymetlidir (Bkz Müftî) (İbn-i Âbidîn)

NÂKIS:
Eksik, noksan, kusurlu
Allahü teâlânın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde (işlerinde) ortağı ve benzeri yoktur O'nda kemâl (kusursuz) sıfatlar olmasaydı, eksik ve âciz olurdu Âciz (güçsüz) ve nâkıs olmak, Allahü teâlâ hakkında muhâldir, imkânsızdır (Kutbüddîn-i İznikî)
Bu yolda (tasavvuf yolunda) çalışmak isteyenin önce îtikâdını, inancını, Ehl-i sünnet vel-cemâat âlimlerinin bildirdiklerine göre düzeltmesi lâzımdır Sonra herkese lâzım olan fıkıh bilgilerini öğrenmelidir Bundan sonra bu öğrendiklerini yapmalıdır Ondan sonra her zamân Allahü teâlâyı zikretmeli, anmalıdır Fakat zikir yapmasını kâmil (yetişmiş) ve mükemmil (yetiştirebilen) bir zâttan öğrenmesi şarttır Nâkıs olandan öğrenirse, kemâle eremez, maksada ulaşamaz (İmâm-ı Rabbânî)

Nâkıs Temizlik:
Kadının âdetinin kesilmesinden sonra on beş gün devâm etmeyen veya âdet müddeti içinde kan görmediği günler (Bkz Fâsid Temizlik)

NAKİ':
Hurma veya kuru üzüm soğuk suda bırakılıp şekeri suya çıktıktan sonra süzülerek elde edilen sıvı
Kuru üzümden yapılan nakî'nin tadı keskin olursa, damlası dahi haram olur Gazlanmaz ve tadı keskin olmazsa, içilmesi sözbirliği ile helâl olur (İbn-i Âbidîn)
Hurmanın nakî'i, su içinde ısıtmadan bırakılınca, köpüklenir ve tadı keskin olursa buna "seker" denir, bir damlası dahi haramdır (İbn-i Âbidîn)

NAKLÎ İLİMLER:
Tefsîr, hadîs, fıkıh gibi nakil yoluyla elde edilen ve değişmeyen dînî ilimler
Naklî ilimler, aklın, insan dimâğı gücünün dışında ve üstündedir Bunlar hiçbir zaman kimse tarafından değiştirilemez Dinde reform olmaz sözünün mânâsı budur Naklî ilimler, edille-i şer'iyye (dört ana kaynak) denilen, Kitâb (Kur'ân-ı kerîm), sünnet , icmâ (müctehidlerin yâni Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilen âlimlerin bir hükümdeki sözbirliği) ve kıyâstan (müctehidlerin kitâb ve sünnet gibi kaynaklara dayanarak çıkardığı hükümlerden) çıkarılmıştır Din bilgileri nakl ile öğrenilir Din bilgilerini önce gelen âlimler sonra gelenlere bildirmişlerdir (Abdülhakîm Arvâsî)
Naklî ilimler, fen ilimleri ile anlaşılmaz Fen adamları, cisimleri ve cisimlerdeki olayları araştırır, inceler Bunlar üzerinde deneyler yapar Madde ve olayları anlar ve anladıklarını bildirir Gördüklerinden, hissettiklerinden dışarıya çıkamazlar Bundan dışarıya çıkan, vazîfesinin dışına çıkmış olur His olunamayan, incelenemeyen, deney yapılamayan konular, fen bilgisinin dışında kalır Böyle konularda fen adamının sözü kıymetsiz ve ehemmiyetsiz olur Bir fen adamı, "melek, cin yoktur" deyince, meleğin varlığı fen ile incelenemez, deney ile anlaşılamaz demek isterse, bu sözü fenne uyar Fakat, deney ile isbât edilemediği için meleğin varlığına inanılmaz demek istiyorsa, hiç kıymeti olmaz Çünkü bu sözü ile kendisi fennin dışına çıkmakta, fenne uymamaktadır Rûh, melek, cin, Cennet, Cehennem gibi fen konusu dışındaki varlıkları madde ve olay sınırları içinde aramak ve deneyle anlamaya kalkışmak fen adamına yakışmaz (Abdüllatîf Harpûtî)

NAKŞ-İ KADEM-İ NEBÎ:
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek ayaklarının taş üzerindeki izi
Osmanlı pâdişâhlarından Sultan Birinci Abdülhamîd Han'ın kabri İstanbul Sirkeci'de, Dördüncü Vakf Hanı karşısında köşedeki türbededir Oğlu dördüncü Mustafa Han da bu türbededir Türbede, Yeni Câmi tarafındaki duvarda bulunan dolaba yerleştirilmiş ta şta Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) Nakş-ı kadem-i şerîfleri mevcûttur (Ayvansarâyî)
Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin yâni Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinin son tâmirini Sultan İkinci Mahmûd Han yaptırdı Nakş-ı kadem-i Nebî, birinci Mahmûd Han'ın emri ile saraydan türbeye getirildi Türbenin câmi tarafındaki duvarına yerle ştirildi (Ayvansarâyî)
Sultan Birinci Ahmed, bir tahta üzerine resmedilen (çizilen) "Kadem-i şerîfin" kenarına kendi hattıyla şunları yazdı: N'ola tâcım gibi başımda götürsem dâim Kadem-i resmini dâim Hazret-i Şâh-ı Rusülün Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir Ahmedâ durma yüzün sür kade mine o gülün

NAKŞİBENDİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin tasavvuftaki yolu Allahü teâlânın sevgisini kalblere nekşettiği için Behâeddîn-i Buhârî hazretlerine Nakşibend lakabı verilmiştir Bu yolda olanlara Nakşibendî denilirdi
Nakşibendiyye yolunun kurucusu olan Şâh-ı Nakşibend Muhammed Behâeddîn-i Buhârî hazretleri 1318 (H718)'de Buhârâ yakınındaki Kasr-ı Ârifân kasabasında doğdu 1389 (H791)da aynı yerde vefât etti Kabri oradadır (Selâhüddîn ibni Mübârek el-Buhârî)
Sessiz zikr (zikr-i hafî) yapan tarîkatlar, hazret-i Ebû Bekr'den gelmiş olup, yol gösterici rehberlerinin adına göre; Tayfûriyye, Yeseviyye, Medâriyye, hakîkî olan Bektâşiyye, Nakşibendiyye, Ahrâriyye, Ahmediyye-i Müceddidiyye ve Hâlidiyye gibi isim ler almışlardır (Abdullah-ı Dehlevî)
Nakşibendiyye yolunun kurucusu olan Şâh-ı Nakşibend Muhammed Behâeddîn-i Buhârî hazretleri buyurdu ki: Bizim yolumuz, Allahü teâlânın gösterdiği kurtuluş yoludur Çünkü bu yol, sünnete uymak ve Eshâb-ı kirâma tâbi olmaktır Bu sebeble bizim yolumuzda az zamanda çok kazanç elde edilir Fakat sünnete uymak ve riâyet etmek sabır ve tahammül ister Biz bizim yolumuza girenleri istersek cezbe (çekme) ile, dilersek bir başka usûlle terbiye ederiz Çünkü rehber olan âlim, bir tabîbe (doktora) benzer Hastanın hastalığını, derdini tesbit eder ve ona göre ilâç verir Bizim yolumuzda yalnız kalmak değil, sohbet esastır Biz sonda ele geçecek şeyleri başa yerleştirdik (Behâeddîn-i Buhârî)
Nakşibendiyye yolunun büyükleri ile berâber olanda, huzûr ve cem'iyyet (topluluk) ve dünyâya şuursuzluk (ilgisizlik) ve Allahü teâlânın cezbeleri hâsıl olur Kalbine, rûhuna birçok şeyler ihsân edilir (İmâm-ı Rabbânî)

NA'LİN (Na'leyn):
Altı deri, üstü açık ve tasmalı ayakkabı
Namazı, na'lın veya mest ile kılmak, çıplak ayakla kılmaktan efdâldir Böylece yahûdîlere uyulmamış olur Hadîs-i şerîfte; "Yahûdîlere benzememek için namazları na'lın ile kılınız!" buyruldu Resûlullah ve Eshâb-ı kirâm sokakta giydikleri na'lın ile kılarlardı Na'lınları temiz idi ve Mescid-i nebî kum döşeli idi Kirli na'lınla girilmezdi (Hâdimî ve Muhammed bin Ahmed)

NÂME-İ SEÂDET:
Peygamber efendimizin mektubu şerîfi
Peygamber efendimizin Mısır (Kıpt) hükümdârı Mukavkıs'ı İslâmiyet'e dâvet için yazdığı Nâme-i seâdet, deriden olup on iki satır yazısı ve altında mühr-i şerîfi vardır (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)

NÂMUS:
Irz, edeb, ar, hayâ
Kadın, beş vakit namazını kıldığı, nâmusunu koruduğu ve kocasına itâat ettiği zaman, Cennet'e istediği kapıdan girer (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Metcer-ür-Râbih)
Mîdesini, nâmusunu ve iffetini korumak kadar fazîletli ibâdet yoktur (Muhammed Bâkır)
Ramazan ayı, İslâm dîninin nâmusudur Âşikâre oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur Bu aya hürmet etmiyen, İslâmiyet'in nâmus perdesini yırtmış olur (Seyyid Abdülhakîm)

Nâmus-ı Ekber:
Peygamber efendimize vahy getiren ve dört büyük melekten biri olan Cebrâil aleyhisselâm, Cibril (Bkz Cebrâil)

Nâmus-ı İlâhî:
İslâm dîni (Bkz İslâmiyet)

Nâmus-ı Rabbânî:
İslâm dîni (Bkz İslâmiyet)

NÂR:
Ateş; Cehennem (Bkz Cehennem)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ameli ve iyiliği ile kim dünyâ hayâtını ve zînetini isterse, onlara dünyâda güzel amellerinin karşılığını bol bol veririz Ecirlerinden hiçbir şey eksik bırakılmaz (Fakat) onlar için âhirette, karşılık olarak, sâdece nâr vardır (Hûd sûresi: 15)
Kalbinde hardal tânesi kadar îmân olan hiçbir kimse nâra girmez; kalbinde hardal tânesi kadar kibr (yâni küfr) bulunan hiçbir kimse de Cennet'e girmez (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Allah korkusundan gözyaşı döken kimseyi nâr yakmaz (Ka'b-ül-Ahbâr)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla