Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #10
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



SAHÂBE:
Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında bir an gören, eğer âmâ ise (gözü görmüyorsa), bir an konuşan, îmân etmiş büyük-küçük mü'minlerin birkaç tânesine veya daha fazlasına verilen isim Sâhib kelimesinin çokluk şeklidir Hürmet v e saygı için, "Resûlullah'ın kıymetli ve mübârek arkadaşları" mânâsına Sahâbe-i kirâm denir Ayrıca onların ismi anıldığında; "Allahü teâlâ onlardan râzı olsun" mânâsına radıyallahü anhüm ecmaîn söylenir (Bkz Eshâb)
Bütün din büyükleri buyuruyor ki: "Sahâbe-i kirâm aleyhimürrıdvân, peygamberlerden aleyhimüssalevâtü vetteslîmât sonra insanların en efdali, en üstünüdür" Resûlullah'ı sallallahü aleyhi ve sellem bir kerre gören bir müslüman, görmiyenlerin hepsinden , hattâ Veysel Karânî'den kat kat daha yüksektir Eshâb-ı kirâm aleyhimürrıdvân, Şam'a girince, bunları gören hıristiyanlar, hâllerine hayran kalıp; "Bunlar, Îsâ aleyhisselâmın havârîlerinden daha yüksektir" dediler Bu dînin en büyük âlimlerinden olan Abdullah ibni Mübârek (raleyh), buyuruyor ki: "Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem yanında giderken hazret-i Muâviye'nin (ranh) bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülazîz'den bin defâ daha üstündür" (İmâm-ı Rabbânî)
Sahâbe-i kirâmın aleyhimürrıdvân üstünlüklerini bildiren âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler pekçoktur (İmâm-ı Rabbânî)

SAHÂBÎ:
Peygamber efendimizi sağlığında ve peygamber iken bir ân gören, eğer âmâ (gözü görmüyor) ise bir ân konuşan büyük ve küçük müslümanlardan bir tânesine verilen isim
Sahâbîleri aleyhimürrıdvân sevmek, onlara bağlı olmak, insanlar içinden seçilmiş, beğenilmiş, süzülüp ayrılmış olan bu çok kıymetli tabakanın hayat tarzlarına imrenip onlar gibi olmaya özenmek, Allahü teâlânın en büyük nîmetidir Hadîs-i şerîfte; "Kişi sevdiği ile berâberdir" buyrulduğundan onları sevenler, onlar iledir Cennet'te onların yakınlarında olanlar ile berâberdirler (İmâm-ı Rabbânî)

SÂHİB-İ HAYRÂT:
Hayırlar sâhibi
"İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır" hadîs-i şerîfini kendilerine düstûr edinen Osmanlı sultanları, sâhib-i hayrât olarak yaptıkları sayısız vakıflarıyla İslâm âlemini ihyâ etmişlerdir (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)

SÂHİB-İ TERTÎB:
Tertîb sâhibi Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken kimse
Sâhib-i tertîbin bir günlük beş vakit farzı ve vitir namazını kılarken ve kazâ ederken tertibi (namaz sırasını) gözetmesi farzdır (Halebî)
Sâhib-i tertîb olan, bir farz namazını özürsüz yere vaktinde kılmazsa, bu namazı gelen ilk vaktin namazından önce kazâ etmesi lâzımdır (Alâüddîn Haskefî)
Kaçırılan namazlar altı veya daha çok vakte ulaşırsa, kaçırılan namaz ile vakit namazının her ikisini de kılamayacak şekilde vakit dar olursa; bu durumda önce vakit namazı kılınır, sonra kaçırılmış namaz kazâ edilir Kazâya kalmış olan namaz unutular ak bir sonraki vakit namazının kılınmasıyla sâhib-i tertîblik vasfı (özelliği) kalkar (M Zihni Efendi)
Sâhib-i tertîb önce kılmadığı namazı namaz içinde hatırlarsa, namazı bozulur Kılmadığı namazı önce kazâ eder sonra vaktin namazını edâ eder (İbn-i Âbidîn)
Beşten fazla kazâları olan bunları kazâ ede ede azalarak altıdan aşağıya inince, sâhib-i tertiblik vasfı tekrar geri gelmez Bunlar, sırasız da kılınabilir (M Zihnî Efendi)

SAHÎFE:
Peygamberimizden sallallahü aleyhi ve sellem önce gelen peygamberlere gönderilen küçük kitablardan herbiri Çoğulu suhuftur
Kur'ân-ı kerîme ve sahîfelere inanmak îmânın şartlarındandır Kur'ân-ı kerîmde bildirilen yüz dört kitab vardır Yüzü suhûftur Bunların, on suhufu Âdem aleyhisselâma, elli suhufu Şit aleyhisselâma, otuz suhufu İdris aleyhisselâma, on suhufu İbrâhim aleyhisselâma inmiştir Yüz kitabdan dördü büyük kitabdır Tevrât Mûsâ aleyhisselâma, Zebûr Dâvûd aleyhisselâma, İncîl Îsâ aleyhisselâma, Kur'ân-ı kerîm bizim peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma nâzil olmuştur (inmiştir) Bunların hepsi Cebrâil aleyhisselâm denilen vahy meleği vâsıtasıyla nâzil olmuştur, inmiştir (Ahmed Cevdet Paşa)

SAHÎH:
Şartlarına uygun olan iş veya ibâdet
Bir amelin, ibâdetin sahîh olması başkadır, kabûl olması başkadır İbâdetlerin sahîh olmaları için, kendilerine mahsûs şartları, farzları vardır Bunlardan biri noksan olursa, o ibâdet sahîh yapılmış, yerine getirilmiş olmaz Cezâsından, azâbından ku rtulunamaz Sahîh olup da kabûl olmayan ibâdet için, azâb yapılmaz ise de, o ibâdetin sevâbına kavuşulamaz İbâdetin kabûl olması için önce sahîh olması, sonra şu dört şartın bulunması da lâzımdır: İlim, niyet, hulûs yâni ihlâs ve kul hakkına riâyet İmâm-ı Rabbânî rahmetullahi aleyh şöyle buyurmaktadır: "Bir kimse, peygamberin ameli gibi amel yapsa fakat üzerinde yarım dank (yâni çok az) kul borcu olsa, bunu ödemedikçe, Cennet'e giremez" (Abdülhakîm Arvâsî)

Sahîh Bey':
Aslı ve sıfatı dîne uygun olan satış Mûteber olması için bütün şartlarını taşıyan alış-veriş (Bkz Bey')
Sahîh bey'in meydana gelmesi için alıcı ve satıcının aynı kimse olmaması yâni bir kimsenin hem satıcıya, hem alıcıya vekîl olarak kendi kendisine satış yapmaması, akd yapılması yâni birinin îcâb yâni teklif edip, karşısındakinin onu ayrılmadan önce k abûl etmesi yâni söz kesilmesi, mebîin (malın) ve semenin (bedelin) mal olmaları, mütekavvim (kullanılmasına dînen izin verilen ve kullanılması mümkün) mal olmaları lâzımdır (İbn-i Âbidîn)
Mal, sözleşme sırasında satanın mülkünde değilse, sonra satarak teslim etse, bu sahîh bey olmaz Mülkünde olmayıp da sonra teslim edeceği malı satmak için selem satışı yapmalı, yâhut sözleşme yapmayıp semeni (bedeli) emânet almalı, satacağı mal eline geçince, pazarlık ve sözleşme yapmalıdır (İbn-i Nüceym)

Sahîh Ced:
Ölenin babasının babası veya babasının babasının babası gibi derecesi yakın olsun uzak olsun aralarında kadın bulunmayan dede Yâni araya kadın girmeyen büyük baba (Bkz Ferâiz)
Sahîh ced, ya ölenin babası ile bulunur veya bulunmaz Bulunması hâlinde babanın varlığı cedd-i sahîhi mîrâstan düşürür Meyyitin (ölünün) babası bulunmazsa, sahîh ced baba gibi olur ve babanın hakkı olan hisselerden alır (M Mevkûfâtî)

Sahîh Hadîs:
Âdil yâni yalancılıktan uzak, büyük günah işlemeyen ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, Resûlullah efendimize kadar, rivâyet edenlerden hiçbiri noksan olmayan ve mütevâtir yâni birçok Sahâbînin Resûl-i ekremden ve başka birçok kimselerin onla rdan naklettikleri hadîsler ve meşhûr, yâni ilk zamanları bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan hadîsler (Bkz Hadîs)
Dört mezheb imâmının (İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik ve İmâm-ı Hanbelî'nin) her biri, kendi re'yi (görüşü) ile konuşmadığını bildirmiş ve talebelerine; "Sahîh hadîse rastlarsanız, benim sözümü bırakın Resûlullah'ın hadîsine uyun !" demiştir Mezheb imâmlarımız bu sözü, kendileri gibi müctehîd olan derin âlimlere söylemişlerdir Çünkü böyle bir işi ancak onlar anlar ve yapabilir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Sahîh Kan:
Sekiz yaşını bitirip, dokuz yaşına bastıktan birkaç gün veya ay, yâhut seneler sonra, sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre, en az üç gün (ye tmiş iki saat) devâm eden kan; hayız ve aybaşı kanı (Bkz Hayz)
Bir kız, sahîh kan ve sahîh temizlik gördükten sonra istimrar ederse (kan devâm ederse), bu kız âdeti belli olan kadın olur Meselâ beş gün kan görse, sonra kırk gün temiz olsa, istimrâr başından beş gün hayz, sonra kırk gün temiz kabûl dilir Kan ke silinceye kadar böyle devâm eder (İbn-i Âbidîn)

Sahîh Kavl:
Fıkıh âlimlerinin bir iş hakkında müctehid âlimlerin kavillerinden (re'y ve ictihâdlarından) hakkında doğrudur veya doğru olan budur dedikleri kavl, hüküm, söz
Bir müctehidin veya iki ayrı müctehidin bir iş hakkında iki ayrı kavli bulunsa, birine sahîh, diğerine esahh kavil dense, esahh kavl ile fetvâ verilir (Bkz Esahh) (İbn-i Âbidîn)

Sahîh Temizlik:
Ergenlik çağına erişmiş bir kızda veya kadında, âdet zamânından sonra başlayan ve içinde hiç kan görülmeyen, öncesi ve sonrası hayız günleri olan on beş veya daha fazla sayıdaki temiz gün
Âdeti beş gün olan bir kadın, sahîh temizlikten sonra altı gün kan görürse, bu altı gün yeni hayız olur ve yeni âdeti olur (İbn-i Âbidîn)


Sahîh-i Buhârî:
Kur'ân-ı kerîmden sonra, doğru oldukları, bütün İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilmiş olan meşhur altı hadîs kitâbından birincisi
Sahîh-i Buhârî'de yedi bin iki yüz yetmiş beş hadîs-i şerîf vardır Bunlar altı yüz bin hadîs arasından seçilmiştir İmâm-ı Buhârî hazretleri her hadîs-i şerîfi yazacağı zaman gusül abdesti alıp, iki rek'at namaz kılar, istihâre ederdi Sahîh-i Buhâr î'yi on altı senede yazmıştır (Ahmed Nâim)
Sahîh-i Buhârî, en kıymetli hadîs-i şerîf kitâbıdır İslâm âlimleri sözbirliği ile Kur'ân-ı kerîmden sonra en kıymetli kitâb, Sahîh-i Buhârî'dir, buyurmuşlardır (Seyyid Abdülhakîm)
Sahîh-i Buhârî'deki hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:
İçinizde en sevdiğim kimse, huyu en güzel olanınızdır
Hayâ îmândandır Îmânı olan Cennet'tedir Fuhuş kötülüktür Kötüler Cehennem'dedir
Kızdığı zaman istediğini yapabilecek bir kimse, kızmazsa, Allahü teâlâ kıyâmet günü onu herkesin arasından çağırır Cennet'te istediğin Hûrinin yanına git der

SAHÎHAYN:
Kur'ân-ı kerîmden sonra, doğru oldukları, bütün İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilmiş olan altı hadîs kitâbından Sahîh-i Buhârî ile Sahîh-i Müslim'in ikisine birden verilen isim
Sahîhayn'daki hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır:
Müslüman müslümanın kardeşidir Birbirlerini incitmezler, üzmezler Bir kimse, din kardeşinin bir işine yardım etse, Allahü teâlâ da onun işini kolaylaştırır Bir kimse, bir müslümanın sıkıntısını giderir, onu sevindirirse, kıyâmet gününün en sıkıntı lı zamanlarında, Allahü teâlâ onu sıkıntıdan kurtarır Bir kimse bir müslümanın ayıbını örterse, Allahü teâlâ kıyâmet günü onun ayıblarını, kabahatlerini örter

SÂHİR:
Büyü ve sihir yapan (Bkz Büyü)
Sihir yapmak büyük günâhlardandır Sâhir tövbe etmezse muhakkak Cehennem'dedir (Muhammed Rebhâmî)
Sâhir, sihir ile istediğini elbette yapar, sihir muhakkak te'sir eder diyenin ve inananın îmânı gider Sihir, Allahü teâlâ takdir etmiş ise, te'sir edebilir, demelidir (İmâm-ı Rabbânî)

SAHÛR:
Güneşin batmasından imsak vaktine kadar olan zamânın son altıda biri, seher vakti; oruç tutmak için yemeğe kalkılan vakit
Sahur yemeğini yeyiniz Çünkü onda bereket vardır (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Bir yudum su ile de olsun sahur yapınız (Hadîs-i şerîf-İbn-i Hibbân)
Sahur yemeğinden gündüzün orucu, kaylûleden de gecenin namazı için istifâde edin (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
Üç şey vardır ki, bunlar üzerine kul hesâba çekilmez: Sahur yemeği, iftâr yemeği ve din kardeşleriyle birlikte yenilen yemek (Hadîs-i şerîf-Müslim Şerhi)
Mü'minin sahûrunun hurma ile olması ne güzeldir (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)
Ramazân-ı şerîfte, iftarı erken yapmak, sahuru geciktirmek sünnettir Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, bu iki sünneti yapmağa çok önem verirdi İftârda acele etmek ve sahuru geciktirmek, belki insanın aczini, yiyip içmeğe ve dolayısıyla her şe ye muhtâc olduğunu göstermektedir İbâdet etmek de zâten bu demektir (İmâm-ı Rabbânî)

SAHV:
Uyanıklık, aklı başında, şuuru yerinde olma hâli, sekr hâlinin zıddı Tasavvufta kendini kaybetme hâlinden kurtulup, ayılma hâli Fenâdan sonraki bekâ hâli
Sahv hâlinde olan, emirlere uygunsuz davranabilir Ancak bu davranış, Allahü teâlânın lütf etmesi ve koruması ile yalnız müstehabları yapmamak olup, bundan ileriye gitmez (Abdullah-ı Dehlevî)
Sahv hâlinde olanlarda sekr (kendinden geçme hâli) hiç bulunmaz sanmamalıdır Sahv hâlinde biraz sekr bulunması, yemeğe lezzet vermek için tuz karıştırmağa benzer Tuzsuz taam (yemek) tadsız olur (İmâm-ı Rabbânî)

SÂÎ:
Emvâl-i zâhirenin zekâtını toplayan me'mûr; sâime (senenin ekserisini çayırda otlayan) hayvanların ve toprak mahsûllerinin zekâtlarını toplamakla vazîfeli kimse, zekât me'muru
Dört çeşit zekât malından ikisine yâni zekât hayvanları ile topraktan elde edilen mallara (Emvâl-i zâhire) denir Bunların zekâtlarını sâî toplar Hükûmet, bu toplanan malları (ve âşir) denilen me'murların yolcu tüccarlardan aldıkları zekâtı beyt-ül- mâl denilen devlet hazînesinde saklayıp, yedi sınıftan herbirine sarf eder (İbn-i Âbidîn)

SA'ÎD:
Allahü teâlânın, kendisinden râzı olduğu kimse Cennetlik
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Sa'îd olanlara gelince, onlar Cennet'tedirler (Hûd sûresi: 108)
Şakîler dünyâya sarılır, sa'îdler, bâkî olana (ebedî, sonsuz olan âhirete) sarılır (Abdülhakîm Arvâsî)
Bir kimsenin sa'îd olmasının nişânı (alâmeti) şudur ki, Hak teâlâ hazretlerinin kazâ ve kaderine râzı olur Şakî olmasının nişânı da şudur ki, kazâ ve kadere râzı olmayıp, bağırır, çağırır, çok ağlar, sızlar (Süleymân bin Cezâ)

SÂİL:
İsteyen, yoksul, dilenci
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Sâile gelince (onu) azarlayıp koğma (Duhâ sûresi: 10)

SÂİME:
Senenin yarısından fazla, meralarda, kırlarda sırf sütleri alınmak veya üreme ve beslenmeleri için otlatılan (koyun, keçi, sığır, manda, at ve deve cinsinden olan), ehlî hayvanlar
Sâime hayvan sayısı nisâb miktârı olduktan (zekât sınırına ulaştıktan) bir yıl sonra zekâtı verilir Yük taşımak ve binmek için olursa, sâime denilmez ve zekâtı lâzım olmaz (İbn-i Hümâm)
Deve, sığır gibi başka cinsten sâime hayvanlar birbirlerine ve diğer ticâret eşyâsına eklenmezler (M Mevkûfâtî)
Sâime hayvanlarda; koyunlardan kırk koyunda bir koyun, sığır ve mandalardan otuz sığırdan kırk sığıra kadar, iki yaşına girmiş erkek veya dişi bir buzağı, develerde nisâb (zenginlik ölçüsü) beş olup, birer yaşlarını bitirmiş beş deve için bir koyun z ekât verilir (Burhâneddîn-i Mergınânî)

SAKAL-I ŞERÎF:
Peygamber efendimizin mübârek sakal-ı şerîfi (Bkz Lihye-i Şerîf)
Peygamber efendimizin mübârek saçları ve sakal-ı şerîfinin kılı çok kıvırcık ve çok düz değil, yaratılışta ondüle idi Mübârek saçları uzundu Önceleri kâkül bırakırdı, sonradan ikiye ayırır oldu Mübârek saçlarını bâzan uzatır, bâzan da keser, kısal tırdı Saç ve sakal-ı şerîfini boyamazdı Vefât ettiği zamanda, saç ve sakalında ak kıl, yirmiden az idi Mübârek bıyığını kırkardı Bıyıklarının uzunluğu ve şekli mübârek kaşları kadar idi Emrinde husûsî berberleri vardı (İmâm-ı Kastalânî)


SAKALÂN (Sakaleyn):
1 İnsanlar ve cinler
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Ey sakalân! Yakında (kıyâmet günü) sizi hesâba çekeceğiz (Rahmân sûresi: 31)
Sakalân, yeryüzünde bulunan diğer mahlûkâta nazaran yüklendikleri emir ve yasaklar îtibâriyle daha büyük bir varlığa sâhib oldukları için bu adı almışlardır Yâhut bunlar, yeryüzünde ölüleri ve dirileriyle bir ağırlık vermekte oldukları için kendiler ine sakalân denilmiştir (Ahmed Sâvî-Senâullah Dehlevî)
2 Kıymetlerini bildirmek için, Kur'ân-ı kerîm ve Ehl-i beyte (yâni Peygamber efendimizin akrabâlarına) verilen isim
Ben size sakalânı bırakıyorum: Kitâbullah (Kur'ân-ı kerîm) ve Ehl-i beytim (akrabâlarım) (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî)

SAKÎM AKIL:
Hasta, ileriyi göremeyen akıl (Bkz Akıl)
Sakîm akıllılar yaptıklarından hep pişmân olurlar Niye yaptım diye dövünürler Böyle bir akla nasıl güvenilir Bunların aklı dinde senet olmaz (Seyyid Abdülhakîm)

SALÂ:
Minârelerde Cumâ ve cenâze namazı için okunan salât u selâm
Salâ okunması asr-ı seâdette olmayıp, sonradan dîne sokulan bir bid'attır Okunması mûteber kaynak kitablarda yazılı değildir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

SALÂBET-İDÎNİYYE:
Din sağlamlığı, din gayreti, din kuvveti
Salâbet-i dîniyyesi olanların, malları ile, canları ve sözleri ile ve kalemleri ile, Allah rızâsı için cihâd etmeleri (İslâm dîni uğrunda düşmanla savaşmaları) lâzım olduğu, " Allah yolunda cihâd edenler, kötülenmekten korkmazlar" (Mâide sûresi: 54) âyet-i kerîmesinde bildirilmektedir (Muhammed Hâdimî-Berîka)
Müdâhenenin, yâni kudreti olduğu, gücü yettiği hâlde, haram işleyene mânî olmamanın zıddı, karşılığı; gayret ve salâbet-i dîniyyedir (Muhammed Hâdimî)
Türkler zekîdirler ve kendilerini müsbet (olumlu) yolda sevk ve idâre edecek devlet adamlarına sâhib oldukları müddetçe de çalışkandırlar Gâyet kanâatkârdırlar (elde olana râzı olurlar) Onların bütün meziyyetleri (üstünlükleri), hattâ kahramanlık d uyguları da, an'anelerine (örf-âdet ve kültürlerine) olan bağlılıklarından, salâbet-i dîniyyelerinden ileri gelmektedir (Patrik Gregoryus'un, Rus çarı Aleksandr'a yazdığı mektubdan bir parça)

SALÂH:
Sâlih olmak, iyilik, dürüstlük; iyi huylarla süslenme, dînine bağlı olma
İlim, din ve salâh sâhibi bir kızı, fâsıkın yâni günah işleyenin nikâh etmesi câiz (uygun) olmaz Çünkü, zevc ile zevcenin küfv (denk) olmaları lâzımdır (Süleymân bin Cezâ)
Babanın malını oğulları arasında pay ederken, reşîd (malını isrâf etmiyen) ve sâlih iyi veya ilim tahsîlinde olan çocuklarına daha çok vermesi câizdir Salâhları müsâvî (eşit) ise, müsâvî dağıtmalıdır (Fetâvâ-i Hindiyye)

SALÂT:
1 Allahü teâlâdan rahmet, meleklerden istiğfâr, mü'minlerden duâ
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ ve melekleri Peygambere (Muhammed aleyhisselâma) salât ederler Ey mü'minler! Siz de O'na salât ediniz (Allahü teâlânın Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemi salâtının O'nu melekler arasında senâ etmesi, övmesi demek olduğu d a rivâyet edilmiştir) (Ahzâb sûresi: 56)
2 İslâm'ın beş esâsından (temelinden) birisi olan namaz
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Resûlüm) sana vahyolunan Kur'ân-ı kerîmi oku Salâtı, şartlarını yerine getirerek kıl Çünkü salât, insanı dînin ve aklın kötü gördüğü şeylerden men eder, alıkor (Ankebût sûresi: 45)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; "Birinin evi önünde nehir olsa, hergün beş kerre bu nehirde yıkansa, üzerinde kir kalır mı?" diye sordu Yanında bulunanlar; hayır, yâ Resûlallah! dediler "İşte, beş vakit salâtı kılanların da, böyle küçük günâhları afv olunur" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Salâtı kılmayanlar, kıyâmet günü, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
Salât, dînin direğidir (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
İslâm âlimleri buyuruyor ki: Beş şeyi yapmıyan, beş şeyden mahrûm olur: Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz Sadaka vermeyenin, vücûdunda sıhhat kalmaz Duâ etmeyen, arzûsuna kav uşamaz Salât vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefeste Kelime-i şehâdet getiremez (Gaznevî)
3 Peygamber efendimizin ism-i şerîfleri anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında söylenen ve yazılan "sallallahü aleyhi ve sellem" sözü ve benzerleri Çoğulu salevâttır
Cumâ günleri bana çok salât okuyunuz! Bunlar bana bildirilir (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Allahü teâlâdan bir şey isteyen kimse, önce Allahü teâlâya hamd ve senâ ettikten sonra,Resûlullah efendimize salât okumalıdır Böyle bir duâ, kabûle lâyıktır (Duânın başında ve sonunda olmak üzere) iki salât ile yapılan duâ geri çevrilmez" (İbn-i Cezerî)
Resûlullah'a salevât getirmemiz, hâşâ ki, O'nun için Hak teâlâ katında şefâat değildir Zîrâ bizim gibiler nerede, o azîz Habîbullah nerede Lâkin Allahü teâlâ bize ihsân, iyilik edene, mükâfâtta bulunmayı ve mükâfâtında âciz olduğumuza ise iyi duâ e tmemizi emretmiştir O hâlde, üzerimizde hadsiz, hesabsız hakkı olan Resûl ve Habîbine, başka bir şeyle mükâfattan aczimizi bildiğinden, salâtla karşılık vermeyi bildirip emr etti (İbn-i Abdüsselâm)
Bâzı âlimler diyor ki: Salâtla emr olunmanın bir faydası da, salevâtın fazîleti hakkındaki hadîs-i şerîfler içinde bildirilen dünyâ ve âhiret iyiliklerinin salât okuyanda da hâsıl olmasıdır (Nişâncızâde)

Salât u Selâm:
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ism-i şerîfleri anılınca, işitilince veya yazılınca söylenen veya yazılan hayır duâlardan ibâret olan sözler yâni sallallahü aleyhi ve sellem, Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, Essalâtü ves-selâmü aleyke yâ Resûlallah mübârek sözleri ve benzerleri
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ey mü'minler! O'na (peygambere) salât ve selâm edin (Ahzâb sûresi: 56)
Kim bir kitabda bana salât u selâm getirirse (yazarsa) benim ismim o kitabda bulunduğu müddetçe, melekler, onun için istiğfâr ederler (Allahü teâlâya onun günâhını bağışlaması için yalvarırlar) (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)
Cimrilik sâdece malı tutmak, onu hayır yerlere sarfetmemek değildir İbâdetlerini yapmayan kimse, nefsine cimrilik ettiği gibi, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin ism-i şerîflerini duyduğu hâlde salât u selâm okumayan, müslüman kardeş ine rastlayıp selâm vermeyen kimse de cimrilik etmiş olur (Yûsuf Sinânüddîn)

SALÎB:
Hıristiyanlık dîninin sembolü kabûl edilen birbirini dik kesen iki doğrunun meydana getirdiği şekil, haç, istavroz (Bkz Haç)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Bu bir de inkârlarından, Meryem'e büyük iftirâda bulunmalarından, Allah'ın Resûlü Meryem oğlu Îsâ'yı öldürmelerinden ötürüdür Yoksa onu öldürmediler, salîbe germediler Fakat onlara öyle göründü Bu husustaki bilgileri ancak zandan ibârettir Onu asmadılar, onu öldürmediler Bilakis Allah onu katına yükseltti Allah azîzdir, hakîmdir (hikmet sâhibidir) (Nisâ sûresi: 156-158)
Canlı resmi; namaz kılanın başında, önünde, sağ ve sol hizâsında duvara çizilmiş veya beze kağıda yapılarak asılmış veya konmuş ise namaz kılmak mekrûhtur Canlı şeklinde olmasa dahi salîb resmi de canlı gibidir Çünkü hıristiyanlara benzemek oluyor Onlara benzemek niyeti olmasa dahi, onların yaptığı kötü şeyleri ve kötü olmayanları da onlara benzemek niyeti ile yapmak mekrûhtur (İbn-i Âbidîn)

SÂLİH:
İyi insan Dünyâya kıymet vermeyen, îtikâdı doğru olup, Allahü teâlânın rızâsını, sevgisini kazanmak için çalışan müslüman
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Sizden biriniz ölüm (alâmetleri) gelip de: "Ey Rabbim! Beni yakın bir zamâna kadar geciktirsen de, sadaka versem ve sâlihlerden olsam" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın (Münafikûn sûresi: 10)
Sâlih kullarım için, Cennet'te, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, hiçbir insanın gönlünden geçirmediği bir takım nîmetler hazırladım (Hadîs-i kudsî-Et-Tergîb vet-Terhîb)
Ümmetimin sâlihlerinin Cennet'e girmeleri, namaz ve oruçları sebebiyle değil, cömertlik, müslümanlara karşı kalblerinde kötülük beslememeleri ve müslümanlara nasîhatleri sâyesindedir (Hadîs-i şerîf-Dâre Kutnî)
Sâlihlerle sohbette berâber olunuz Onlar, dünyâ hazîneleridir Onlarla berâber olmak, ebedî seâdetin anahtarıdır ( Câfer-i Huldî)
Kim cennetliklerden olmayı isterse, sâlih kimselerle berâber olsun ( Hâris el-Muhâsibî)
Sâlihlerin hizmetinde bulunan kimse yükselir Allahü teâlânın kendisini sâlihlere hürmet etmekten mahrum ettiği kimse, insanlardan gelen sıkıntılara mübtelâ olur (Ebû Midyen Mağribî)
Allah'ım! Arzularımızın düşüklüğünden, kötülüğünden, amellerimizin noksanlığından, ecelimizin yaklaşmasından, sâlih kullarının aramızdan ayrılmasından sana sığınırız (Abdullah bin Gâlib)

Sâlih Amel:
Allahü teâlânın beğendiği iş (Bkz Amel-i Sâlih)
İnsanoğlunun, yaptığı sâlih amelleri gözünde büyüterek bir hayli ibâdet yaptığını, ibâdet ve tâat husûsunda durumunun iyi olduğunu düşünerek, günahlarını unutmaktan sakınması gerekir Çünkü bunda, amellerin onu şımartması ve işlediği günahların azâbı ndan emin olması vardır Böyle bir durum ise tehlikelidir (Ahmed bin Âsım Antâkî)

SÂLİH ALEYHİSSELÂM:
Semûd kavmine gönderilen peygamber Nûh aleyhisselâmın oğullarından Sâm'ın neslindendir Hazret-i Âdem'in on dokuzuncu kuşaktan torunudur
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki: Biz Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i peygamber olarak gönderdik (Hûd sûresi: 61)
Semûd kavmi, gönderilmiş olan peygamberlerini (Sâlih aleyhisselâmı) yalanladılar Onların (nesebde soyda) kardeşleri olan Sâlih aleyhisselâm onlara dedi ki: "Allahü teâlâdan korkmaz mısınız ki, O'na şirk (ortak) koşarsınız Ben, Allahü teâlâdan size gönderilen emin bir peygamberim Şimdi Allahü teâlâdan korkun Size bildirdiğim, O'nun emir ve yasaklarında bana itâat edin Bunun için sizden ücret istemem Bilin ki, benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi Allahü teâlânın üzerinedir" (Şuarâ sûresi: 141-145)
Sâlih (aleyhisselâm) ve onunla olan mü'minlere necât (kurtuluş) verdik Onlar küfür ve günâhtan sakınırlardı (Neml sûresi: 53)
Hûd aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği Âd kavmi helâk olduktan sonra, felâketten kurtulanlardan olan Semûd, berâberindekilerle birlikte Şam ile Hicâz arasındaki Hicr denilen yere giderek yerleştiler Semûd'un torunları tekrar Âd kavminin he lâk edildiği yerlere gittiler Dağlardaki kayaları oyup evler yaptılar Allahü teâlâ onlara çok mal verdi Zamanla daha da çoğalarak bağlar, bahçeler ve köşkler yaptılar Her türlü nîmetler içinde bulunup azgınlığa, taşkınlığa saptılar Taşlardan yaptıkları putlara taptılar Allahü teâlâ, küfür ve azgınlık içinde bulunan Semûd kavmine Sâlih aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi Sâlih aleyhisselâm onları putlara tapmaktan ve azgınlıklardan sakındırdı Allahü teâlâya îmân ve ibâdete dâvet etti Nûh aleyhisselâmın dînini tebliğ etti Sâlih aleyhisselâma az sayıda kimse tâbi olup, diğerleri yalanlayıp karşı çıktılar Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselâmı, büyülenmiş yalancı ve büyüklenen diye ithâm etmelerine rağmen Sâlih aleyhisselâm yılmadan, t atlı bir dille kavmini îmâna dâvete devâm etti İnanmadıkları takdirde, şiddetli azâbla korkuttu Fakat Semûdlular onun dâvetini kabûl etmediler Allahü teâlâ, Semûd kavminin küfür ve taşkınlığı sebebiyle kadınlarını kısır bıraktı Ağaçlar kuruyup meyve vermedi Hayvanlar yavrulamaz oldu
Bu durum karşısında Semûd kavmi Sâlih aleyhisselâma karşı hakâret etmeye başladılar Ölümle tehdîd ettiler Eğer hakîkaten peygamber isen mûcize göster dediler Mûcize gösterdiği takdirde inanacaklarını söylediler Kayadan bir deve meydana gelmesini istediler Deve olmasını istedikleri kaya büyüyüp gebe bir deve şekline döndü Deve yavruladı Bu mûcize üzerine bâzı Semûdlular îmân ettiler Devenin memesinden akan sütten Semûdlular bütün kaplarını doldurdular Daha sonra Semûdlular deveyi öldürdü ler Sâlih aleyhisselâma karşı düşmanca tavır takındılar Eğer hakîkaten peygamber isen bize vâd ettiğin azâbı getir dediler Bir takım acâib hâller görmeye başladılar Devenin bastığı yerden kan fışkırdığını, ağaçların yapraklarının kızardığını, kuyularındaki suyun kan kırmızısı, yüzlerinin de sapsarı olduğunu görüp birbirine haber verdiler Allahü teâlâ Sâlih aleyhisselâma vahy edip, kendisine inananlarla o beldeyi terk etmelerini ve kısa zamanda şiddetli azâbın geleceğini bildirdi
Sâlih aleyhisselâm kendisine inanan 4000 kişi ile birlikte o beldeyi terk ettiler Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kırmızı oldu Daha sonra simsiyah oldu Allahü teâlâ Cebrâil aleyhisselâma Semûdluları bir sayha (korkunç gürültü) ile helâk et mesini emir buyurdu Bir sabah vakti azâb sayhası Semûd kavmini yakalayıverdi Cebrâil aleyhisselâmın sayhası onları muhkem (sağlam) binâlarda helâk etti Sayhanın şiddetinden hepsinin ödleri patlayarak helâk oldular
Sâlih aleyhisselâm, kavminin helâk olmasından sonra kendisine îmân edenlerle birlikte Mekke veya Şam taraflarına gitti Remle'de yerleşti Mekke-i mükerremede vefât edip Kâbe-i muazzama yanında defnedildi (İbn-ül-Esîr, Râzî, Taberî, Nişâncızâde)

SÂLİK:
Tasavvuf yolcusu
Şunu iyi bilmelidir ki, maksada kavuşmak için çalışan sâlikin hep şerîate, İslâmiyete uyması şarttır Tasavvuf yolunda en önemli vazîfe olan zikr-i ilâhî (Allahü teâlâyı anmak) şerîatin emirlerinden biridir İslâmiyet'in yasaklarından sakınmak da bu yolda lâzımdır Farzları yapmak, sâlikin ilerlemesini kolaylaştırır Tasavvuf yolunu iyi bilen ve sâlike yol gösteren âlim aramağı da dînimiz emretmektedir (İmâm-ı Rabbânî)
Tasavvuf büyüklerinin rûhlarına Fâtiha ve salevât sevâbı göndererek onları, Allahü teâlâya kavuşmak için vesîle yapmalıdır Zâhir (sûret) ve bâtın (kalb, ruh) saâdetlerine ancak onların güzel ahlâkına sarılmak ile kavuşulur Başlangıçta olan sâlikler in kalbleri tasfiye bulmadan (temizlenmeden) önce evliyânın kabirlerinden feyz almaları güçtür Bunun için Behâeddîn-i Buhârî hazretleri; "İslâm'ın güzel ahlâkına sâhib bir kimse ile olmak, evliyânın kabirleri ile olmaktan daha iyidir" buyurdu (Mazhar-ı Cân-ı Cânân)

Sâlik-i Meczûb:
Tasavvufta cezbesi yâni hak yola çekilmesi sülûkünden sonra olan sâlik
Tasavvuf yolunun sâlikleri (yolcuları), ikiye ayrılır: Ya mürîd olurlar yâhut murâd olurlar Murâd olanlara müjdeler olsun! Cezbe ve muhabbet yolundan, bunları durmadan çekerler Aradıklarına ulaştırırlar Lâzım olan her edebi, pir yardımı ile veya a rada pir olmadan, bunlara öğretirler Yanıldıkları zaman, haber verirler Ondan dolayı bir şey yapmazlar Rehbere ihtiyacı olursa; aramadan, uğraşmadan ona kavuştururlar Kısaca, Allahü teâlânın sonsuz olan ihsânı, onun her zaman imdâdına yetişir Sebeb yaratarak veya sebebsiz olarak, işini görür Şûrâ sûresinin on üçüncü âyetinde meâlen; "Allahü teâlâ, dilediğini seçerek kendine kavuşturur" buyuruldu Tâliblerin, arada vâsıta olmadan kavuşmaları çok güçtür Cezbe ve sülûk nîmetlerine kavuşmuş, fenâ ve bekâ ile şereflenmiş olan bir vâsıtanın yardımı lâzımdır Bu vâsıtanın sözleri, ölmüş kalbleri diriltmek için devâdır Bakışları şifâdır Taş kesilmiş kalbler, onun muhabbetine kavuşmakla yumuşak olur Böyle devletli bir rehber ele geçmezse, sâlik-i meczûb da, büyük bir nîmettir Bu da tâlibleri yetiştirebilir Onun yardımı ile fenâ ve bekâ nîmetine kavuşurlar (İmâm-ı Rabbânî)

SALLALLAHÜ ALEYHİ VE SELLEM:
Peygamber efendimizin ism-i şerîfi anıldığı, işitildiği ve yazıldığında söylenen ve yazılan, Allahü teâlâdan, O'nun dünyâda ve âhirette her türlü iyiliğe ve üstünlüğe kavuşmasını istemekten ibâret olan hayır duâ, hürmet, saygı ve bağlılık ifâdesi Bu na salât u selâm da denir (Bkz Salât)
Kim bana bir kere salât ederse (meselâ sallallahü aleyhi ve sellem derse) Allahü teâlâ ona on kere salât (rahmet) eder Onun on günâhını bağışlar ve derecesini on kat yükseltir (Hadîs-i şerîf-Mevâhib-i Ledünniye)

SALSÂL:
Pişmemiş kuru çamur Pişmiş gibi kurumuş çamur
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Andolsun ki, biz insanı hame-i mesnûndan (balçık çamurundan), salsâlden yarattık (Hicr sûresi: 26)
Âdem aleyhisselâm yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk peygamberdir Bütün insanların babasıdır Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp, insan şekline koydu Mekke ile Tâif arasında kırk yıl yatıp salsâl oldu Önce M uhammed aleyhisselâmın nûru alnına kondu Sonra Muharremin onuncu Cumâ günü rûh verildi (Altıparmak Muhammed Efendi)
Âdem aleyhisselâm salsâl hâlinde iken, melekler bedenini görüp, ondaki uygunluğa, âhenge ve ilâhî san'ata hayran kaldılar Acabâ, "Allahü teâlâ bundan güzel bir şey halk etti mi?" dediler (Muhammed Hirevî)

SALVELE:
Allahümme salli alâ Muhammed ve benzeri salât u selâm denilen ve Peygamber efendimize okunan hayır duâ
Allahü teâlâdan bir şey isteyen kimse, önce Allahü teâlâya hamdele (hamd) ve salvele ile başlamalı, yine bunlarla bitirmeli Böyle bir duâ kabûle lâyıktır İki salvele arasında yapılan duâ geri çevrilmez (İmâm-ı Birgivî, Kâdızâde)

SÂM:
Nûh aleyhisselâmın üç oğlundan büyüğü
İdrîs aleyhisselâm göğe çıkarıldıktan sonra, insanlar azdı Doğru yoldan ayrıldı Putlara yâni heykellere tapmaya başladılar Cenâb-ı Hak, bunlara Nûh aleyhisselâmı gönderdi Nûh aleyhisselâm o zaman elli yaşında idi Nice yıl onları dîne dâvet etti, çağırdı Yalnız oğulları Sâm, Hâm, Yâfes ile az kimse îmân etti Çoğu kulak asmadı Kendi oğlu Yâm yâni Ken'an bile îmân etmedi Nûh aleyhisselâm ile alay ettiler, ona işkence yaptılar Nihâyet tûfân oldu Çok yağmur yağdı Sular her tarafı kapladı Altı ay sonra yağmurlar durdu, sular çekildi Nûh aleyhisselâmın gemisi Irak'taki Cudi dağına oturdu İnsanlar onun üç oğlundan türedi Nûh aleyhisselâma bu yüzden ikinci Âdem de denildi Sâm'dan, Arab, Fars ve Rum; Hâm'dan Hindistan, Habeş ve Afrika halkı; Yâfes'ten de Asyalılar ve Türkler meydana geldi Bering boğazından Amerika'ya da geçip yerleşenler oldu (Ahmed Nişâpûrî, Nişancızâde, Kisâî)
Nûh aleyhisselâmdan sonra Arabistan yarımadasında yerleşenlere Arab-ı bâide denir Âd, Semûd ve Amâlika kavimleri (toplulukları) bunlardandır Hûd aleyhisselâm Âd, Sâlih aleyhisselâm da Semûd kavmine peygamber olarak gönderilmişlerdir Hepsi Sâm'ın soyundandır Keldânîler, Âsurîler, Süryânîler, Finikeliler, İbrâniler de aynı soydandır (Kisâî, Nişâncızâde)

SAMED (Es-Samed):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Hiçbir kimseye, hiçbir şeye ihtiyâcı olmayan, bütün mahlûkâtın (yaratılmışların) kendisine muhtaç olduğu yüce Allah
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Ey Resûlüm!) De ki: O Allah tektir (eşi ortağı yoktur) Allah Samed'dir (İhlâs sûresi: 1, 2)

SAN'AT:
Ustalıkla, hünerle yapılan iş
En iyi ticâret bezzâzlıktır, yâni kumaş satmaktır En iyi san'at, terziliktir (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Allahü teâlâ, fende ilerleyen, san'at sâhibi olan kulunu elbette sever (Hadîs-i şerîf-İbn-i Adî ve Münâvî)
En üstün helâl kazanma yolu, silâhla ve kalemle cihâddır İkinci derecede ticâret, üçüncüsü zirâat, dördüncüsü san'attır (Muhammed Rebhâmî)
Bütün san'atlar, farz-ı kifâyedir Bunu düşünerek, bir san'ata yapışmak ibâdet etmek olur Kim olursa olsun her san'atı öğrenmek ve hele harb vâsıtalarını en modern, en ileri şekilde yapmağa çalışmak farzdır (İmâm-ı Gazâlî)
İnsanoğlunun bir san'atı öğrenmeğe ihtiyâcı vardır Bunun için de, araştırmak, düşünmek, tedkîk etmek, çalışmak lâzımdır Fen ve san'at, insanlığa, yaratılış îcâbı lâzımdır (Ali bin Emrullah)
Bir insanın, her san'atı öğrenmesi mümkün değildir Her bir san'atı muayyen (belirli) kimseler öğrenir, yapar Herkes, kendine lâzım olan şeyi, bu san'at sâhibinden alır Bu san'at sâhibi de, kendine lâzım olan başka bir şeyi, onu yapan diğer san'at sâhibinden alır Böylece insanlar, birbirlerinin ihtiyâçlarını te'min eder Bunun için, insan yalnız yaşayamaz Bir arada yaşamaya mecbûrdurlar (S Abdülhakîm Arvâsî)

SANÂYİ' ŞİRKETİ:
İki veya daha fazla san'at sâhibinin başkasından iş kabûl ederek ücretini paylaşmak üzere veya fabrika kurup îmâlât kârını paylaşmak üzere kurdukları şirket, ortaklık Şirket-i A'mâl
Sanâyi' şirketinde iş, işçilik eşit, kâr farklı olabilir Bir şirketin alacağı siparişi, her ortak yapar, her ortak iş kabûl eder ve satış yapar Her birinin kazancına ve zararına, her ortak, sözleşmedeki oranda ortaktır (Ali Haydar Efendi)

SANEM:
Put, odundan, altından ve gümüşten yapılan insan heykeli (Bkz Put)
Saneme tapınmak ve onun fayda ve zarar vereceğine inanmak şirktir (Allahü teâlâya ortak koşmaktır) (Tahtâvî)

SAPIK:
Doğru yoldan ayrılan, îtikâdında (îmân bilgilerinde) ve ibâdetleri yapmasında veya yaşayışında Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebinden (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundan) ayrılan, yanlış yollara sapan kimse
İlmin azalması, âlimlerin azalmasıyla olur Câhil din adamları, kendi görüşleri ile fetvâ vererek fitne çıkarırlar Hem kendileri doğru yoldan saparlar, hem de insanları saptırırlar (Hadîs-i şerîf-Mişkât)
Müslüman olduğunu söyleyen veya cemâat ile namaz kılarken görülen bir kimsenin müslüman olduğu anlaşılır Sonra bunun bir sözünde, yazısında veya bir hareketinde Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri îmân bilgilerine uymayan bir şey görülürse, bunun küfür veya sapıklık olduğu kendisine anlatılır Bundan vazgeçmesi, tövbe etmesi söylenir Kısa aklı, bozuk düşüncesi ile cevap verir vazgeçmezse, bunun sapık veya mürted (dinden çıkan) olduğu anlaşılır (Enver Şah Keşmîrî)
Mânâları açık olmayan nassları (âyeti kerîme ve hadîs-i şerîfleri) yanlış te'vîl ederek (yorumlayarak) yanlış inanan kimseler, sapık veya bid'at ehli olur Bu kimseler, Ehl-i sünnetin doğru yolundan ayrıldığı için, Cehennem'e gidecektir Bu kimse mân âsı açık olan nasslara inandığı için azabda sonsuz kalmayacak, Cehennem'den çıkarılacak, Cennet'e sokulacaktır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâbının (arkadaşlarının) yolunda gidenler Cehennem'den kurtulacağı müjdelenen kimselerdir Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkarılan bilgiler içinde kıymetli, doğru olan, yalnız büyük islâm âlim lerinin, Kitâbdan (Kur'ân-ı kerîmden) ve sünnetten anlayıp bildirdikleri bilgilerdir Çünkü her bid'at sâhibi, yâni her reformcu ve her sapık kimse, bozuk düşüncelerini kısa aklı ile Kitâbdan çıkardığını söylüyor Ehl-i sünnet âlimlerini gölgelemeğe kalkışıyor Demek ki, Kitâbdan ve sünnetten çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı, yaldızlı propagandalarına aldanmamalıdır (İmâm-ı Rabbânî)

SARF SATIŞI:
Nakd hâlindeki veya işlenmiş altını ve gümüşü birbirleri karşılığında satmaktır
Sarf satışında satanın ve alanın sözleşmeden sonra, ayrılmadan kabz etmeleri yâni eline veya cebine almaları lâzımdır (Ali Haydar Efendi)

SARF VE NAHV İLMİ:
Arabî dilbilgisi Sarf; kelime bilgisi; kelimelerde meydana gelen değişikliklerden ve birbirlerinden türemelerinden bahseden ilim Nahv; cümle bilgisi; kelimelerin cümle içinde fiil, fâil (özne), mef'ûl (nesne, tümleç) olma gibi durumlarından ve buna göre sonlarının aldıkları i'râbdan (harekelerden) bahseden ilim

SARIK:
Kavuk, fes, takke gibi başlıkların üzerine sarılan tülbent veya şal (Bkz İmâme)
Başa beyaz sarık sarmak müstehâbdır Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bâzan siyâh sarık da sarar, ucunu iki küreği arasına iki karış uzatırdı (İbn-i Âbidîn, İbrâhim Hakkı)

SARÎH:
Belli, açık, meydanda olan Kendisinden kasd edilen mânânın açıkça anlaşıldığı lafız (söz)
Yalnız boşamakta kullanılan seni boşadım, sen bana haramsın gibi sarîh bir lafzı (sözü) şaka olarak veya şaşırarak da söylediği anda, yanında değil ise, mektup veya vekîli ile bildirince, bir talâk (boşama) olur (İbn-i Âbidîn)
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde sarîh bildirilmemiş bulunan ahkâmı (hükümleri) ve mes'eleleri, sarîh ve geniş anlatılmış mes'elelere benzeterek meydana çıkarmaya uğraşmaya ictihâd denir (S Abdülhakîm-i Arvâsî)
Bir şey anlatıldığı zaman sarîh olarak îzâh edilmelidir İfâde, karşısındakini suâl sordurmayacak şekilde sarîh olmalıdır (Taşköprüzâde)

SAVM:
Oruç Fecrin (tan yerinin) ağarmasının evvelki vaktinden (imsaktan) akşam namazı vakti girinceye kadar, yemeği, içmeği ve cimâ'ı terk etmek (Bkz Oruç)

SAVMEA:
Hıristiyanların ibâdet yeri Kilise, bîa (Bkz Kilise)

SA'Y:
1 Hac ve ömre ibâdeti için Mekke-i mükerremeye gelen kimsenin Mescid-i Haram (Kâbe ve avlusu) yakınındaki Safâ ve Merve tepeleri arasında usûlüne göre Safâ'dan başlayarak Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya yedi kere gidip gelmesi Sa'y, dört gidiş ve üç gelişten ibârettir
Kârin hacı yâni hac ile ömreye birlikte niyet eden, önce ömre için tavâf ve sa'y eder, sonra ihrâmını çıkarmadan ve traş olmadan hac günlerinde hac için, tekrar tavâf ve sa'y yapar (İbn-i Âbidîn)
Sa'y, hac ve ömrenin vaciplerindendir ( M Zihnî Efendi)
Sa'y ederken her bir tepede (Safâ ve Merve'de) Kâbe görününceye kadar tepeye çıkılır (M Zihnî Efendi)
Tavâf ve sa'y ederken ezân okunursa, bunlar bırakılıp namazdan sonra tamamlanır (İbn-i Âbidîn)
2 Çalışmak, iş görmek, gayret etmek
Cenâb-ı Hak sa'yinizi meşkûr eylesin (karşılığını versin) (Ahmed Fârûkî)

SAYD:
Av hayvanı yâni eti yenen hayvanların etleri için, eti yenmeyenlerin ise (domuz hâriç) deri ve diş gibi yerlerinden faydalanmak veya zararlarından emin olmak için avlanan hayvan
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Deniz saydı yapmak ve onu yemek size helâl kılındı ki hem size, hem de yolcu olanlarınıza faydalı olsun Kara saydı ise ihramda bulunduğunuz müddet içerisinde size haram edildi (Mâide sûresi: 96)

SAYHA:
Şiddetli ses; korkunç gürültü
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Azâb emrimiz gelince, Şuayb aleyhisselâmı ve berâberinde îmân edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık O zulmedenleri ise, bir sayha yakaladı da yurtlarında çöküp helâk oldular (Hûd sûresi: 94)


SEÂDET:
Mutluluk, bahtiyarlık Dünyâda ve âhirette mutluluk
Eshâbım için, fakir olmak seâdettir Âhir zamanda gelecek olan ümmetim için, zengin olmak seâdettir (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Sâlihlerle berâber olmak sonsuz seâdetin anahtarıdır (Ca'fer-i Huldî)
Seâdet, ömrü uzun ve ibâdeti çok olanındır (İmâm-ı Rabbânî)
İki cihân seâdetine kavuşmak, ancak ve yalnız dünyâ ve âhiretin efendisi olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi olmağa bağlıdır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Bütün üstünlükler, faydalı şeyler İslâmiyet'in içindedir Eski dinlerin, görünür, görünmez bütün iyiliklerini İslâmiyet kendinde toplamıştır Bütün seâdetler, muvaffakiyetler (başarıların sırrı) ondadır İslâmiyet, yanılmayan, şaşırmayan akılların ka bûl edeceği esaslardan ve ahlâktan ibârettir (Abdülhakîm Arvâsî)
Din bilgileri, dünyâda ve âhirette huzûru, seâdeti kazandıran bilgilerdir (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)
Bir kulun, Allahü teâlânın beğendiği işleri kolayca yapabilmesi, sünnete göre hareket etmesi, sâlih kimseleri sevmesi, eş dost ile güzel geçinmesi, Allah rızâsı için insanlara iyilik yapması, müslümanların işini görmesi ve vakitlerini Allahü teâlânın dînine hizmetle geçirmesi, seâdet alâmetlerindendir (Ebû Ali Cürcânî)

Seâdet-i Ebediyye:
Sonsuz, ebedî mutluluk, bahtiyârlık
Seâdet-i ebediyyeye kavuşmak için müslümân olmak lâzımdır ( İmâm-ı Mâverdî)
Cehennem'den kurtulmak ve seâdet-i ebediyyeye kavuşmak, Peygamberlere aleyhimüsselâm tâbî olmaya bağlıdır (İmâm-ı Rabbânî)

SEB' ETMEK:
Kötülemek, dil uzatmak
Eshâbımdan birini seb' edenlere, Allahü teâlâ, melekler ve bütün insanlar lânet etsin (Hadîs-i şerîf-Savâik-ül-Muhrika)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bir kimsenin ana-babasına seb' etmesi büyük günâhlardandır" Eshâb-ı kirâm; "Yâ Resûlallah! Bir kimse ana-babasına sebb eder mi?" dediler Resûlullah efendimiz de; "Evet bir kimse başkasının babasına seb' ederse, o da onun babasına seb' eder Başkasının anasına seb' ederse, o da onun anasına seb' eder" buyurdu
Ehl-i sünnetten (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolundan) ayrılmış olan yetmiş iki bozuk fırkanın hepsi, Ehl-i kıble oldukları, her ibâdeti yaptıkları hâlde âdil değildirler Çünkü ya mülhid olarak îmânları gitmiştir, yâhut bid'at sâhibi olmuşlar dır Bunlar, Ehl-i sünneti seb' ederler ki, bu da büyük günâhtır (Abdülganî Nablüsî)
Müslümanları seb' etmek, günahtır Böyle olanın şâhidliği kabûl olmaz (Alâüddîn Haskefî)

SEBBİYYE:
Hazret-i Ali'yi seviyoruz deyip Eshâb-ı kirâmın çoğunu kötüleyen bozuk fırka
Eshâb-ı kirâma iftirâ edenler üç grupta toplanmaktadır:Birincisi; Tafdîliyye; hazret-i Ali Eshâbın en üstünüdür diyorlar İkincisi; Sebbiyye; Eshâb-ı kirâmdan birkaçından başkası zâlim, kâfir oldu, diyorlar Üçüncüsü; Gulât (azgınlar); hazret-i Ali t anrıdır, diyorlar (Abdülazîz Dehlevî)

SEBE' SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin otuz dördüncü sûresi
Sebe' sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi) Elli dört âyet-i kerîmedir On beşinci âyet-i kerîmede geçen Yemen'de yaşayan kabîlenin adı olan Sebe' kelimesinden dolayı, Sûret-üs-Sebe' denilmiştir Sûrede; Allahü teâlânın ilminin genişliği, Allahü teâlân ın Sebe halkına lütufları ve onların nankörlük göstermeleri yüzünden uğradıkları felâketler, güzel ve faydalı işlerden başka hiçbir şeyin insanı Allahü teâlâya yaklaştırmayacağı, âhirette izin verilenler hâriç kimsenin kimseye faydası dokunmayacağı bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Kurtubî)
Allahü teâlâ Sebe' sûresinde meâlen buyuruyor ki:
(Ey sevgili Peygamberim!) Seni, dünyâdaki, bütün insanlara ebedî seâdeti müjdelemek ve bu seâdet yolunu göstermek için gönderiyorum (Âyet: 28)
Kim Sebe' sûresini okursa, hiçbir resûl ve nebî kalmaz ki, kıyâmet günü ona arkadaş olmasın ve müsâfeha etmesin (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

SEBEB:
Vâsıta Bir işte te'siri olmayan fakat o işin yapılmasını, vücûdunu, var olmasını îcâb ettiren şey
Allahü teâlâ, her şeyin yaratılması için belli şeyleri sebeb yapmıştır Belli maddeleri, belli şeylere sebeb yaptığı gibi, insanın maddî ve mânevî gücü, çeşitli enerjiler de, birçok şeylerin yaratılmasına sebebdirler Allahü teâlâ, bir kuluna bir şey ihsân etmek, iyilik vermek isterse, o kimseyi o şeyin sebebine kavuşturur ve o şey var olur O dilemezse hiçbir şey var olmaz Hikmetini, yaratmasını sebeblerle örtmüş, gizlemiştir Çok kimse, yalnız sebebleri görmekte, sebebler arkasındaki hikmeti, O'nun yaratmasını anlayamamaktadır Bu anlayışsızlığı da, onun felâketine sebeb olmaktadır (Abdülhakîm Arvâsî)
Allahü teâlâ, herkese lâyık olanı, umduğunu verirSebebleri görenin işlerini, arzûlarını sebeb ile yaratır Sebebleri değil de, bunların sâhibini görene sebebsiz verir Nitekim hadîs-i kudsîde; "Kullarım beni zannettikleri gibi bulur" buyurmaktadır Evliyâ (Allahü teâlânın sevdiği kulları) yalnız sebeblerin sâhibini, sebeblere kuvvet ve te'sir edeni görüp, sebebleri görmez (İmâm-ı Rabbânî)
Başkalarının günâh işlemelerine sebeb olmak, yalnız günah işlemekten daha çok günâhtır Başkalarının bu günâhı işlemelerinin günâhları da, kıyâmete kadar bunlara sebeb olana yazılır (M Hâdimî)
Vakt, namazın sebebidir Vakit girince namaz farz olur Vakt, namazın meydana gelmesinde doğrudan te'sirli olmayıp, sâdece namazın kılınması, onun var olmasını îcâbettirir (Serahsî)

Sebeb-i Nüzûl:
Kur'ân-ı kerîmin nüzûl (inme) sebebi (Bkz Esbâb-ı Nüzûl)

Sebeb-i Vürûd:
Hadîs-i şerîflerin buyurulma, söylenme sebebi
Âyet-i kerîmeleri tefsîr etmek için nüzûl sebeblerini bilmek lâzım olduğu gibi, hadîs-i şerîflerin de açıklanması, îzâhı için sebeb-i vürûdlarını bilmek lâzımdır (İmâm-ı Süyûtî)

SEBEİYYE:
Hazret-i Ali'ye tanrı diyen bozuk fırka Bunlara Hurûfîler de denir
Sebeiyye fırkasının kurucusu, Abdullah ibni Sebe'dir Sebeiyye fırkasında olanlar, Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) hepsine fâsık (günahkâr), hattâ kâfirdir (imânsız) dediler İbn-i Mülcem, hazret-i Ali'yi öldürmedi Şeytan, haz ret-i Ali'nin şekline girmişti Şeytanı öldürdü Hazret-i Ali bulutlar içindedir Gök gürlemesi onun sesidir Şimşek, kamçısıdır dediler İran'ın Esterâbâd şehrinde ortaya çıkan Fadlullah Hurûfî isminde birisi, Sebeiyye yoluna daha birçok hurâfe ve yalan da katarak hurûfîlik ismini verdi (Abdülkâhir Bağdâdî, Abdülazîz Dehlevî)

SEBÎL:
Yol; su dağıtılan yer ve dağıtılan şeyler
Eskiden işlek yollar üzerinde, gelip-geçenlerin su ihtiyâçlarını Allah rızâsı için ücretsiz olarak karşılamak üzere inşâ edilen çeşme
İnsanlara insanca muâmeleyi şiâr edinen, onlara her an Allah rızâsı için hizmet vermeyi kendine vazîfe bilen müslümanlar, asırlar boyunca, inşâ ettikleri sebiller ve çeşmeler vâsıtasıyla, dînimizce çok sevâb olan su dağıtımını gerçekleştirdiler Gene llikle câmi, türbe, mescid gibi umûma açık binâların bir parçası olarak; pâdişâh, harem mensupları, devlet büyükleri veya mâlî durumu elverişli olanlar tarafından inşâ edilen sebillerde, bayram ve kandil günleri, buzlu şerbet dağıtılırdı (Yeni Rehber Ansiklopedisi)
Osmanlılar zamânında, bütün memleket arâzisi boyunca, hanlar ve kervansaraylar bulunur; buralarda ve hac yolunda, Kâbe-i muazzamada ve Medîne-i münevverede sebîl dağıtılırdı (İslâm Târihi Ansiklopedisi)

SEB'İYYE:
Bozuk fırkalardan biri olan İsmâiliyye fırkasının diğer bir adı Bu fırka, şerîat (din) sâhibi peygamberlerin sâdece yedi tâne ve yedincisinin Mehdî olduğunu, ayrıca her asırda yedi imâmın bulunduğunu iddiâ ettikleri için bu isimle anılmışlardır
Seb'iyye'nin kurucusu, Kaddah diye bilinen Meymun bin Deysan'dır Kaddah, İran'ın Ahvâz şehri civârında mecûsîlikteki bâtıl inanışları İslâm dînindenmiş gibi göstererek anlattı Önce kendisinin Ali bin Ebî Tâlib'in (radıyallahü anh) kardeşi Ukayl'ın neslinden (soyundan) olduğunu söyledi Ona tâbi olanlar yediciler mânâsına Seb'iyye ismini aldılar (Abdülkâhir Bağdâdî, Abdülazîz Dehlevî)

SEC':
Nesirde cümle sonlarının kâfiye şeklinde birbirine uygunluğu
İslâm âlimleri, Kur'ân-ı kerîmin î'câzını (eşsizliğini, mûcize olduğunu) başka başka bildirdiler Çok kimse, Kur'ân-ı kerîmin nazmı garîb, üslûbu acîbdir yâni bilinenlerden başkadır Arab şâirlerinin nazmlarına, üslûblarına benzemediği için mûcizedir dediler Sûrelerin başındaki ve sonundaki ve kıssalarındaki nesr kısımları da böyledir Sec'lerin Kur'ân-ı kerîmde mevcûd olmaları, insan sözlerindeki sec' gibi değildir İnsanlar, bunları Kur'ân-ı kerîmdeki gibi yapamadılar Arabça'yı iyi bilen bir kimse, Kur'ân-ı kerîmin îcâzını açıkça anlar Kur'ân-ı kerîmdeki îcâz, hem belâgatının yüksek olmasından, hem de nazmının garîb olmasındandır Yâni hiç görülmemiş bir nazm (dizilme) olmasındandır (İmâm-ı Rabbânî)

SECÂVEND:
Kur'ân-ı kerîmin, mânâsına uygun ve doğru okunabilmesi için durak ve geçiş yerlerini gösteren işâretler
Kur'ân-ı kerîmin secâvendleri şunlardır: Cim: Câiz geçmek ondan, hem revâ Durmak fakat evlâdır sana Ze: Câiz onda dahi durdular, Geçmeyi daha iyi gördüler Tı: Mutlaka durmak nişânıdır, Nerde görsen, orda hemen dur Sad: Durmakta ruhsat var dediler, Nefes almağa izin verdiler Mim: Lâzım durmak burada elbet, Geçmede küfürden korkulur pek Lâ: Durulmaz! demektir her yerde, Durma hiç! alma hem nefes de Bu tertible oku, itmâm et Sevâbın cümleye ihsân et
(Ahmed İbni Kemâl Paşa)
Secâvendlerden ayn harfi rükû demektir Hazret-i Ömer'in namaz kıldırırken ayakta okumayı bitirip, rükûa eğildiğini gösterir Ayn işâreti hep âyetlerin sonunda bulunmaktadır Lâ bulunan yerde durulursa evvelki kelime ile birlikte tekrar okunur (M Sıddîk Gümüş)

SECCÂDE:
Yere serilip üzerinde namaz kılınan küçük halı, kilim, hasır, bez gibi temiz sergi, namazlık
Üzerinde dînî yazı, hattâ bir harf bulunan kâğıdı, örtüyü, seccâdeyi yere koymak, yere sermek tahrîmen mekruhtur (Harama yakın günâhtır) Bunları her ne için olursa olsun kullanmak ve yere sermek, o dînî yazıya hakâret etmek ve kıymet vermemek olur Bunları, hakâret etmek için sermek veya kullanmak küfür olur (Abdülganî Nablüsî)
Üzerinde Kâbe resmi, câmi resmi veya mübârek yazılar bulunan halıları, seccâdeleri yere sermek câiz değildir Bunları zînet (süs) için duvara asmak câiz olur (Abdülhakîm-i Arvâsî)

SECDE:
Namazın içindeki farzlarından; namazda alnı, burnu, el ayalarını, dizleri ve ayak parmaklarını yere koyma
Kul şu yedi âzâ üzerine secde eder; yüzü, iki avucu, iki dizi, iki ayağı (Hadîs-i şerîf-Halebî)
Secde ettiğin zaman, yırtıcı kuşlar gibi, iki kolunu yere döşeme, avucuna dayan Pazun ile koltuk arasını vücûduna yapıştırma Böyle yaparsan, her uzvun secde etmiş olur (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ül-Cenne)
Yâ Fâtıma! Allahü teâlâ, bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emir buyursa idi, ben de kadının kocasına secde etmesini emr ederdim (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ül-Cenne)
Cenâb-ı Hak kulunu yoktan var etti Eline cömertlik, başına da secde kâbiliyeti verdi Aksi takdirde ne el cömertlik, ne baş secde edebilirdi (Sâdî Şîrâzî)
Secde yalnız, Kâbe'ye karşı Allahü teâlâ için yapılır Kâbe için yapılmaz (İbn-i Âbidîn)

Secde Âyetleri:
Okunduklarında veya işitildiğinde secde yapılan, Kur'ân-ı kerîmdeki on dört secde âyet-i kerîmesi Bunlar: A'râf: 206, Ra'd: 15, Nahl: 50, İsrâ: 109, Meryem: 58, Hac: 18, Furkân: 60, Neml: 25, Secde: 15, Sa'd: 24, Fussilet: 37, Necm: 62, İnşikâk: 21, Alak: 19 âyet-i kerîmeleridir
Secde âyetlerinden birini okuyanın veya işitenin, mânâsını anlamasa da, bir secde yapması vâcibdir Başkasının okuduğu yerde bulunan, fakat işitmiyen kimse, secde etmez Secde âyetini yazan, heceleyen, secde yapmaz Secde âyet-i kerîmesinin tercümesi ni okuyan veya işiten bunun secde âyeti olduğunu anlarsa, secde yapar Namaz kılması farz olan kimselerin secde âyetini işitince secde yapmaları vâcib olduğundan secde âyetini işiten cünübün, sarhoşun da abdest aldıkları zaman secde etmeleri lâzımdır (İbn-i Âbidîn)

Secde-i Sehv:
Yanılma secdesi; namazda bir farzın veya vâcibin, vaktinden önce veya sonra yapılması yâhut vâcibin terkinde yapılması lâzım gelen secde
Birkaç kere secde-i sehv îcâb etse, bir kere yapmak yetişir (Halebî)

Secde-i Şükr:
Bir nîmete kavuşan veya bir dertten kurtulan kimsenin Allahü teâlâ için yaptığı secde
Secde-i şükr, tilâvet secdesi gibidir Yâni abdestli olarak kıbleye karşı ayakta durup, elleri kulaklara kaldırmadan Allahü ekber deyip secdeye gidilir Önce niyet etmek lâzımdır Secdede önce Elhamdülillah, sonra secde tesbihi (sübhâne rabbiyel a'lâ ) okunur Secde-i tilâvette ise "Elhamdülillah" okunmaz Vakit namazlarından sonra secde-i şükr yapmak mekruhtur, yâni Peygamber efendimiz böyle yapmamıştır Bid'at olur (Tahtâvî, MMa'sum-i Fârûkî)

Secde-i Tilâvet:
Kur'ân-ı kerîmin on dört yerindeki secde âyetinden birini okuyan veya duyanın yapması vâcib olan secde
Bir kimse hüzünden, sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak, on dört secde âyetini ezberden ayakta okuyup, herbirinden sonra hemen secde-i tilâvet yaparsa, Allahü teâlâ o kimseyi o derd ve belâdan korur (İmâm-ı Nesefî)

Secde Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin otuz ikinci sûresi
Secde sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Otuz âyet-i kerîmedir On beşinci âyetinde geçen Secde kelimesinden dolayı Sûret-üs-Secde denilmiştir Sûrede; Allahü teâlânın her şeyi güzel yarattığı, öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr edenlerin âhirette pişmân olacakları, hazret-i Mûsâ'nın İsrâiloğullarına yol gösterici olarak gönderildiği bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Mücâhid, Râzî, Taberî)
Allahü teâlâ Secde sûresinde meâlen buyuruyor ki:
İsrâiloğullarından da (dinlerinde) sabrettikleri için, emrimizle (insanları doğru yola götürecek) imâmlar kılmıştık Onlar (Tevrât'taki) âyetlerimizi yakînen biliyorlardı (Âyet: 24)
Kim Secde ve Mülk sûrelerini yatsı namazından sonra okursa, sanki Kadir gecesini ihyâ etmiş (ibâdetle geçirmiş) gibi sevâb verilir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

SECİYYE:
Ahlâk, tabiat, huy
Bir insan İslâm âlimlerini görüp, doğru yolu öğrendikten sonra yolunu şaşırırsa, bu onun seciyyesinin bozukluğundandır (İmâm-ı Rabbânî)

SEDD-İ ZÜLKARNEYN:
Kur'ân-ı kerîmde Zülkarneyn adıyla bildirilen peygamber veya evliyâ olan mübârek bir zâtın, Ye'cûc ve Me'cûc için yaptırdığı sed
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede Sedd-i Zülkarneyn ile ilgili meâlen şöyle buyurdu:
(Zülkarneyn) Sonra yine bir yol buldu (doğudan kuzeye gitti) Nihâyet iki dağ arasına ulaştığı zaman onların önünde hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu Onlar (tercümanları vâsıtasıyla); "Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cûc tâifesi (topluluğu) bu yerde fesat (kâtil, tahrip, zirâatı telef) edicilerdir Acabâ biz sana masrafını tâyin etsek de bizimle onların arasında sed yapsan" dediler (Zülkarneyn); "Rabbimin bu işte bana verdiği kudret, sizin vereceğiniz harâç ve masraftan hayırlıdır Haydi siz bana (bedenî) kuvvetle (ve lâzım olan âletlerle) yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir set yapayım Bana demir kütleleri getirin" dedi Tâ ki, iki yanı (iki dağın arası) eşit oldu Sonra (çalışanlara) üfleyin (körüklerle ateşi tutuşturun) dedi Nihâyet o (demir) ateş gibi olunca; "Getirin bana üstüne erimiş bakır dökeyim" dedi Artık (Ye'cûc ve Me'cûc kavmi) onu aşmaya güç yetiremedikleri gibi, onu (duvarı) delip geçmeye de kâdir olamadılar (Zülkarneyn) "İşte bu (Sedd-i Zülkarneyn) Rabbimin va'di geldiği vakit (kıyâmet yaklaştığı zaman) ise, o bunu dümdüz yapar Rabbimin va'di bir haktır (Kehf sûresi: 92-98) Eğer maksûd eserse mısra-ı berceste kâfidir Aceb hayretteyim ben Sedd-i İskender husûsunda
(Koca Râgıb Paşa)

SEFÂHET:
Aklın az ve hafîf olması Malını dînin ve aklın beğenmediği yerlere sarfetme Lüzumsuz harcama Süse, eğlenceye ve her türlü kötülüğe, harama düşkünlük Akıl azlığı
Sefâhet kalb hastalıklarındandır Sefâhet aklın az ve hafîf olmasındandır İnsanı israfa alıştırır (İmâm-ı Birgivî)
Aklı olmayan delidir Aklını kullanmıyan sefihtir Akla uygun iş yapmamak sefâhettir (İmâm-ıRabbânî)

SEFER:
1 Senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeyi niyet ederek, bulunduğu yerin kenar evlerinden dışarı çıkmak
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Sizden biriniz hasta yâhut seferde olursa, bu hâldeki oruçlarını sonra tutsun (Bekara sûresi: 185)
Sizden birisi sefere çıktığında kardeşlerine vedâ etsin Zîrâ Allahü teâlâ onların duâları sebebiyle o kimse için bereket ihsân eder (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Seferde kavmin seyyidi (efendisi) onlara hizmet edendir Hizmette önde olanın fazîletini, şehîdlik müstesnâ, kimse hiçbir şeyde bulamaz (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
2 Harbe gitme, savaş
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Eğer (dâvet olundukları şey) yakın (ve dünyevî) bir menfaat, orta bir sefer olsaydı elbette senin arkana düşerlerdi Lâkin o meşakkatli mesâfe (Tebük seferi) onlara uzak geldi Bununla berâber "Eğer gücümüz yetseydi sizinle berâber sefere çıkardık" diye Allah'a yemin edeceklerdir Bunlar (bu sûretle) kendilerini helâke sürüklerler Allah biliyor ki, onlar hiç şüphesiz ve muhakkak yalancıdırlar (Tevbe sûresi: 42)

Sefer Der Vatan:
Nakşibendiyye yolunun on bir temel esâsından biri Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) kötü ahlâk, beşer (insan) tabiatının sıfatlarından kurtulması, beşerî sıfatlardan meleklere âit sıfatlara, kötü, çirkin vasıflardan, iyi, güzel ahlâka geçm esi
Şahsı kötü bir kimse, nereye sefer ederse etsin, kötü çirkin vasıflar ondan gitmez Bu sıfatların ondan gitmesi, ancak sefer der vatan ile mümkündür (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Sefer der vatan nasîb olunca, başkaları arasında düşüncenin dağılması da vatan gibi olan yalnızlığa sefer eder gider Dışardaki zihin dağınıklığı, kalbe sızamaz (İmâm-ı Rabbânî)

SEFERÎ:
Seferde olan, misâfir, yolcu Bulunduğu şehirden veya köyden gideceği yolun iki veya bir kenârındaki evlerin dışına çıkarken, senenin kısa günlerinde, insan veya deve yürüyüşü ile, son evden îtibâren üç günde gidilecek yere (Hanefî mezhebinde 104 kil ometre) gitmeye niyyet eden kimse (Bkz Vatan)
Seferî olan kimsenin dört rek'at olan farz namazlarını iki rek'at kılması Hanefî mezhebinde vâcibdir Mest üzerine üç gün üç gece mesh edebilir Oruç tutmayabilir Kurbân kesmesi vâcib olmaz Misâfir rahat ise orucunu bozmamalıdır Seferî kimse, gitt iği yerde giriş ve çıkış günlerinden başka on beş gün kalmaya niyet ederse veya kendi memleketine girerse mukîm olur (İbn-i Âbidîn)
Hanefî mezhebinde seferî olan, farzı dört rek'at kılarsa, son iki rek'at nâfile olur Emri dinlemediği ve nâfilenin iftitâh (başlangıç) tekbirini ve farzın selâmını terk ettiği ve nâfileyi farz ile karıştırdığı için, günahkâr olur (Alâüddîn Haskefî)
Hür kadının, zevci (beyi) veya ebedî mahrem (evlenmesi haram olan) akrabâsından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka kadınlarla yâhut âkil, bâliğ ve sâlih olmayan mahremi ile üç günlük yola gitmesi (üç mezhebde de) haramdır Şâfiî mezhebinde ka dınlar mahremsiz olarak, farz olan hacca gidebilir (Hâdimî, Abdülganî Nablusî)

SEFERÎLİK:
Senenin kısa günlerinde insan veya deve yürüyüşü ile üç günde gidilecek yere gitmeye niyet ederek bulunduğu yerin kenar evlerinin dışına çıkmak (Bkz Müsâfir, Sefer)

SEFÎH:
Malını dînin ve aklın uygun görmediği yere harc eden, aklı az olan (Bkz Sefâhet)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Mallarınızı sefihlere vermeyiniz (Nisâ sûresi: 5)
Bir kimsede üç şeyden biri bulunmazsa ameli (ibâdeti) kıymet ifâde etmez ve hesâba değmez Haramdan alıkoyacak takvâ, Allah korkusu, sefihe uymaktan men edecek hilm (yumuşaklık) , halk arasında hüsn-i muâmele ile yaşıyacağı bir ahlâk (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Kalbine ilâhî bir nûr penceresinin açılmasını isteyen, sefîh kimselerle düşüp kalkmayı bıraksın (İmâm-ı Şâfiî)
Sefîh ve câhil bir kimse, konuşunca; ona cevap verme! Sükût, ona cevap vermekten daha hayırlıdır (Muhammed bin İdris)

SEFÎNE-İ NÛH:
Nûh'un (aleyhisselâm) tûfân sırasında bindiği gemisi
Sefîne-i Nûh'un yapımı bitince, tûfân oldu Nûh aleyhisselâma inanan mü'minler bu gemiye bindi Gemiye binenlerin seksen kişi olduğu ve geminin üç kat olduğu çeşitli kitaplarda yazılıdır (Nişâncızâde, Kisâî, Taberî)

SEHÂVET:
Cömert olmak Parayı, malı hayırlı, iyi yerlere dağıtmaktan, lezzet almak (Bkz Cömerdlik)
Sehâvet, Cennet'te bir ağaçtırCömerd olan onun bir dalını yakalamıştır O dal onu, Cennet'e götürmeden bırakmaz (Hadîs-i şerîf-Edeb-ül-Müfret)
Sehâvet, iyi huyların en yükseklerindendir (Muhammed Hâdimî)

SEHER VAKTİ:
Duâların kabûl olduğunun bildirildiği, gecenin (güneşin batmasından imsâk vaktine kadar olan zamânın) son altıda biri
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Onlar, geceleri pek az (bir zaman) uyurlar, seher vakitlerinde hep istiğfâr (tövbe) ederlerdi (Zâriyât sûresi: 17,18)
Üç ses vardır ki, onları, Allahü teâlâ sever Zikredenin sesi, Kur'ân-ı kerîm okuyanın sesi ve seher vaktinde istiğfâr edenlerin sesi (Hadîs-i şerîf-Sülûk-ul-Ulemâ)
Gece seher vaktinde ve namazlardan sonra yapılan duâ kabûl olunur (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Seher vaktinde uyanık olmayı mümkün olduğu kadar elden bırakmamalı Seher vakitlerinde ağlamayı ve istiğfâr etmeyi ganîmet bilip, en büyük iş saymalıdır (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)
Seher vaktinde ibâdet eyle ki, yarın Sırat'tan geçerken her tarafın aydınlık olsun (Süleymân bin Cezâ) Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ, Göz yaşının seher vakti yaptığını, Düşman kaçıran süngüleri çok defâ, Toz gibi yapar, bir mü'minin duâsı
(Muhammed Rebhâmî)

SEHV:
Yanılma
Ey dünyâ ile mağrûr olan zavallı, gündüzün sehv ve gafletle, gecen de uyku ve istirâhatle geçmektedir Âkıbetin ise üzüntü, elem ve keder olacaktır (Ömer bin Abdülazîz)

Sehv Secdesi:
Yanılma secdesi; namazda bir farzın veya vâcibin, vaktinden önce veya sonra yapılması yâhut vâcibin terkinde yapılması lâzım gelen secde (Bkz Secde)

SE'ÎR:
Cehennem'i meydana getiren tabakaların ikincisi Burada Tevrât'ı değiştirenler yanacaktır
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Yahûdîlerden kimi Muhammed aleyhisselâma îmân etti, kimi de ondan yüz çevirdi O îmân etmeyenlere se'îr alevi kâfidir (Nisâ sûresi: 55)

SEKAR:
Cehennem'i meydana getiren tabakalardan üçüncüsü Burada İncîl'i değiştirenler azâb görecektir
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ben, onu (Velîd bin Mugîre'yi) Sekar'a atacağım Sekar'ın ne olduğunu bilir misin? Hem o Cehennem, bedeninden hiçbir eser bırakmaz (hepsini helâk eder) hem yine eski hâline getirip (aynı azâbı yapmaya) devâm eder (Müddessir sûresi: 26,27)

SEKER:
Hurmadan elde edilen içki, bir nevi şarap
Hurma su içinde ısıtmadan bırakılınca, köpüklenir ve tadı keskin olursa buna seker denir Damlası haramdır Eğer gazlanmaz ve tadı keskin olmazsa, içilmesi sözbirliği ile helâl olur (İbn-i Âbidîn)

SEKERÂT-ÜL-MEVT:
Ölüm sarhoşluğu, can çekişmesi hâli
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Bir de (bakarsın ki) sekerât-ül-mevt, hak (gerçek) olarak gelmiştir (Ey insanoğlu!) İşte bu, senin kaçıp durduğun şeydir (Kâf sûresi: 19)
Misvâk kullanmanın on beş kadar faydası vardır Bunlardan biri de; sekerât-ül-mevtte, şehâdet kelimesini (Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh) söylemeye sebeb olur (Hazret-i Ebû Bekr)
İnsan, sekerât-ül-mevt hâlinde iken; cesedi terler, gözleri sür'atle iki tarafa gider, burnunun iki tarafı çekilir, göğüs kemikleri kalkar, soluğu kabarır ve benzi sararır (İmâm-ı Gazâlî)

SEKÎNE:
Rahatlık Kalb huzûru
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
O (Allahü teâlâ) , îmânları üstüne îmân artırsınlar diye mü'minlerin kalblerine, sekîne indirdi Bütün göklerin ve yerlerin orduları Allahü teâlânındır Allahü teâlâ, Alîmdir (her şeyi bilir) , Hakîmdir (hikmet sâhibidir) (Feth sûresi: 4)
Eğer siz O'na (Resûlüme) yardım etmezseniz, bilin ki Allah vaktiyle O'na yardım ettiği gibi yine eder Hani Mekke kâfirleri O'nu Mekke'den çıkardıklarında bizzat Allah O'na yardım etmişti (Hicret esnâsındaResûlullah ancak) ikinin ikincisinden ibâretti O zaman onlar (Sevr dağının tepesindeki) mağaradaydılar O zaman Peygamber arkadaşına (Ebû Bekr-is-Sıddîk'a); "Mahzûn olma, zîrâ Allah'ın yardımı bizimle berâberdir" diyordu Allah onun (arkadaşının) üzerine (kalbine) sekînetini indirmiş, O'nu (Habîbini) görmediğiniz (mânevî) ordularla kuvvetlendirmiş, kâfirlerin kelimesini (küfürlerini) alçaltmıştı (Tevbe sûresi: 40)
İlim ve sekîne sâhibi olunuz Öğrenirken ve öğretirken yumuşak söyleyiniz İlim ile tekebbür etmeyiniz (kibirlenmeyiniz) (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Allahü teâlâyı anmak için oturan kimseleri melekler kuşatırlar Onları Allahü teâlânın rahmeti kaplar Onlara sekîne iner Allahü teâlâ onları kendi katında olanlar arasında anar (Hadîs-i şerîf-Dimyâtî)

SEKR:
Şuursuzluk, kendinde olmama hâli Tasavvufta mânevî sarhoşluk
Tasavvuf yolunda ilerlerken, İslâmiyet'te bulunmayan şeylerle karşılaşılmakta ve sekr hâli bulunmakta ise de, yolun sonuna varınca bu bilgilerin ve hâllerin hepsi yok olur Yalnız İslâmiyet'in bildirdiği şeyler, açık ve geniş olarak bilinir (İmâm-ı Rabbânî)
Sekr hâlinde olan şeyler, vilâyet (evliyâlık) makâmlarında bulunmaktadır Sahv (şuurlu olma) hâlinde olan şeyler ise nübüvvet yâni peygamberlik makamındadır Peygamberlerin yolunda gidenlerin büyükleri, onlara tam uydukları için, onların makâmının sa hvından (uyanıklığından) pay alırlar (Muhammed Bâki-billâh)
Sekri çok olanın, sözlerindeki uygunsuzluk da çok olur (Şihâbüddîn Sühreverdî)
Hâlinde doğru ve istikâmet üzere olan sâlik (tasavvuf yolcusu), sekr ânında sevinçli ve hâlini gizleyici olur (Abdülhakîm Arvâsî)
Şerîat bilgilerinin hepsi nübüvvet mertebesinden çıkmış oldukları için baştan başa sahvdırlar Bunlara uymayan bilgiler nasıl olursa olsunlar sekrden hâsıl olmuşlardır Sekr sâhipleri mâzûrdurlar yâni sorguya çekilmez, azâb edilmezler Hallâc-ı Mansû r "Enelhak" sözünü sekr hâlinde söylemiş olup, mâzûrdur Yalnız sahv sâhipleri taklid olunurSahv bilgilerine uyanlar kurtulur Sekr bilgilerine uyulmaz Bunlara uyanlar mâzûr olmaz, sorguya çekilirler, cezâlandırılırlar (İmâm-ı Rabbânî)

SELÂM (Es-Selâm):
1 Esmâ-i hüsnâdan (Allahü teâlânın güzel isimlerinden) Zâtı ayıplardan (kusurlardan), sıfatları noksanlıklardan ve işleri kötülüklerden uzak, temiz olan
Eceli gelmeyen bir hastaya elem ve hastalıkları için yüz yirmi bir defâ Selâm (es-Selâm) ism-i şerîfi okunursa, Allahü teâlânın izniyle o kimse şifâ bulur veya hastalığı hafifler (Yûsuf Nebhânî)
2 İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Es-selâmü aleyküm" veya "Selâmün aleyküm" yâni dünyâda ve âhirette selâmette ol, sıhhat ve âfiyet sizin üzerinize olsun" demesi, diğerinin de; "Ve Aleyküm selâm" yâni "Bana ettiğin bu gü zel duâ senin de üzerine olsun" diye söylemesi
Birbirinize selâm veriniz (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Müslim)
Îmân etmedikçe Cennet'e giremezsiniz Birbirinizle sevişmedikçe tam îmâna kavuşamazsınız Size bir şey göstereyim mi? onu yaparsanız, sevişirsiniz Aranızda selâmı çok yayınız (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Müslümanın müslüman üzerinde beş hakkı vardır Selâmına cevap vermek, hastasını yoklamak, cenâzesinde bulunmak, da'vetine gitmek ve aksırıp; "Elhamdülillah" deyince; "Yerhamükallah" diyerek cevap vermek (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Selâmda sünnet şöyledir ki; önce büyük küçüğe, şehirli köylüye, devedeki ata binmiş olana, attaki merkebde olana, merkeb üstündeki yaya yürüyene, ayakta olan oturana, az olan çok olana, efendi hizmetçisine, baba oğluna, ana kızına verir Rütbe ve ni' meti çok olan önce verir İki müslüman, birbirine aynı anda selâm verirse, her ikisinin de birbirine cevâb vermesi farz olur Birbirinden sonra selâm verirlerse, ikincisinin verdiği selâm cevâb yerine geçer Çok kimseye selâm verildiği zaman, bir kişi, hattâ bir çocuk cevâb verince, ötekiler vermese de olur (MuhammedRebhâmî)
İki müslüman karşılaşınca, birinin "Selâmün aleyküm" demesi sünnet, diğerinin cevap olarak "Ve aleyküm selâm" demesi farz-ı kifâyedir (Muhammed Rebhâmî)
3 Sevginin ve muhabbetin ifâdesi olarak hayır duâ
Allahü teâlâya hamd olsun Resûlullah'a salât ve selâm olsun Biz bu dünyâdan gider olduk, Kalanlara selâm olsun Bizim için hayır duâ, Kılanlara selâm olsun
(Yûnus Emre)

SELÂMET:
Her türlü korku ve tehlikeden uzak olma, kurtulma
Kimi, selâmette olmak sevindirirse, onun san'atı susmak olsun (Hadîs-i şerîf-Usûl-ü Aşere)
Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikrâm ediniz! Akrabânızın haklarını gözetiniz! Gece herkes uyurken namaz kılınız Bunları yaparak selâmetle Cennet'e giriniz (Hadîs-i şerîf-Kitâb-ül-Metcer-ur-Râbih)
Sâlih ameller, İslâm'ın beş şartıdır Sâlih amelleri yapmadan kalb selâmette olmaz (İmâm-ı Rabbânî)
Nefsin arzûlarını terk eden temiz olur, âfetlerden selâmet bulur (Ahmed Fârûkî)

SELÂMÜN ALEYKÜM:
İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Ben müslümanım Benden sana zarar gelmez, selâmettesin Dünyâda ve âhirette selâmette ol, sıhhat ve âfiyet üzerinize olsun" mânâsına söylenen söz
"Selâmün aleyküm" diyerek selâm vermek sünnet "Ve aleyküm selâm" diyerek cevap vermek farz-ı kifâyedir (Muhammed Rebhâmî)

SELEF:
Önce gelenler Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn (Eshâb-ı kirâmı gören büyükler) ve Tebe-i tâbiîne (Tâbiîn'i gören büyüklere) verilen isim

Selef-i Sâlihîn:
Hicrî ilk asrın müslümanları Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînin büyükleri
Zamânımız tarîkatçileri, câmilerde mevlid cemiyetleri, ilâhîler, mersiyeler okutuyorlar Tekkelerde çalgı, tanbur dinliyorlar Bunlar gibi nice bid'atleri, dinde olmayıp, sonradan dîne sokulan şeyleri tarîkatin îcâbı olarak yapıyorlar, dünyâya düşkün olanlarla, fâsıklarla (açıktan günâh işleyenlerle) birlikte bulunuyorlar Namazda kavmeye, celseye ve cemâate hattâ Cumâ namazına ehemmiyet vermiyorlar Selef-i sâlihînin zamanlarında böyle şeyler hiç yoktu Bunların hiçbiri İslâmiyet'te yoktu (İmâm-ı Rabbânî)
Selef-i sâlihînin halefleri (sonra gelenleri) olan Ehl-i sünnet âlimleri zamânımıza kadar, hattâ bugün bile yazdıkları kitablarında Selef-i sâlihînin mezhebi olan Ehl-i sünnet îtikâdı (îmân) bilgilerini savunmuşlardır (Şeyhzâde)
Eshâb-ı kirâmdan sonra insanların en üstünleri, Eshâb-ı kirâmı gören ve onların sohbetinde yetişen müslümanlardır Bunlara Tâbiîn denir Bunlar bütün bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan almışlardır Tâbiîn'den sonra insanların en üstünleri Tâbiîn'i gören ve onların sohbetinde yetişen müslümanlardır Bunlara Tebe-i tâbiîn denir Selef-i sâlihînden sonra gelen din adamlarının arasında sözleri, işleri Resûlullah'ın ve Selef-i sâlihînin bildirdiklerine uygun olup, îtikâdda (îmânla ilgili bilgilerde) ve amelde bunların yolundan hiç ayrılmayan zekî, akıllı ve İslâmiyet'in hududlarını aşmayan bir kimse, başkalarının kötülemesinden korkmaz (Muhammed Bahît)

SELEFİYYE:
Selef-i sâlihînin (Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn, Tebe-i tâbiînin) yolunda olduklarını iddiâ ettikleri hâlde, onların yolundan ayrılan bozuk îtikâdlı kimseler
İlk devir müslümanları olan Selef-i sâlihîn, Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdında idiler Ancak onlar, îmân ve îtikâd bilgilerini, icmâlî (kısaca), Halef denilen ve sonra gelen Ehl-i sünnet âlimleri ise, îtikâd bilgilerini tafsîlî yâni açık ve geniş ol arak bildirdiler Bu iki tavır, mânâları kapalı olan müteşâbih âyetlerde daha açık görülür Meselâ Kur'ân-ı kerîmde müteşâbih lafızlardan olan "yed" kelimesinin görünen mânâsı el; "vech" kelimesinin mânâsı yüz demektir Fakat Allahü teâlâ hakkında bu iki mânâ mahzurlu olduğundan yed lafzını kudret, vech lafzını ise zât diye te'vil etmişlerdir (yorumlamışlardır) Hicrî dördüncü asırda Hanbelî mezhebinden dolayısıyle Ehl-i sünnetten ayrılıp, kendilerine selefiyye veya selefî denilen bâzı kimseler, müteşâbih nassların (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin) sırf zâhirine (görünen), konuşma dilindeki mânâlarına yapışarak kendi akıllarına göre yanlış mânâlar verdiler Bu sebeble teşbih ve tecsîm (Allahü teâlâyı mahlûkuna benzetme) gibi bozuk bir i nanışın içerisine düştüler Sözlerine inandırabilmek için de Selef-i sâlihînin yolunda olduklarını söyleyerek, kendilerine Selefiyyeciler adını verdiler Hanbelî mezhebinde olan Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî ve başka âlimler; bu selefiyyecilerin, Selef-i sâlihînin yolunda olmadıklarını, bid'at ehli mücessime (Allahü teâlânın cisim olduğunu söyleyenlerin) fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin yayılmasını önlediler Yedinci asırda İbn-i Teymiyye (v 1328/728), bu fitneyi tekrâr alevlendirdi İbn-i Teymiyye'nin talebesi olan İbn-i Kayyım el-Cevziyye (v1350/751), hocasının bozuk yolunu devâm ettirdi Hicrî on ikinci asırda selefîlik fitnesi, Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından tekrar ortaya çıkarıldı Onun ve İbn-i Teymiyye'nin yolundakil er tarafından devâm ettirildi Görülüyor ki, İslâmiyet'te selefiyye mezhebi diye bir şey yoktur Tek doğru îtikâd ve selef-i sâlihînin yolu olan Ehl-i sünnet vel-cemâat yolu vardır Ehl-i sünnetin ise Mâturîdiyye ve Eş'ariyye diye iki kolu vardır Asırlardan beri müslümanlar Ehl-i sünnet îtikâdını bu iki koldan öğrenerek gelmişlerdir (Bkz Mâturîdî, Eş'arî) (İbn-i Halîfe Alîvî, Zâhid-ül-Kevserî, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

SELEM:
İleride teslim edilecek bir malın peşin para ile satılması Yâni belli miktârda peşin para ile belli zaman sonra bilinen yerde bilinen bir malı satın almak için yapılan sözleşme Peşin parayı verene sâhib-üs-selem veya rabb-üs-selem; veresiye mal ver me borcu altına giren satıcıya müslemün ileyh, bu yolla satın alınan mala müslemün fîh denir
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! (Yaptığınız alış-veriş sonunda) muayyen (belirlenmiş) bir vâde ile birbirinize borçlandığınız zaman, onu yazın (Bekara sûresi: 282)
(Buradaki borç mânâsı umûmî olup, selem borcunu da bildirir İbn-i Abbas (ranh) onu (borcu) selem borcu diye tefsir etmiştir)
Sizden selem satışı (selem akdi) yapan kimse, belirli bir vâdeye kadar ölçeği bilinen ve tartısı bilinen bir mal ile selem yapsın (Hadîs-i şerîf-İhtiyâr)
Selem, söz kesilirken ve malı teslim edinceye kadar geçen zaman içinde, çarşıda benzeri hep bulunan ve sıfatı, iyilik ve aşağılık derecesi ve miktârı belli edilebilen, yâni hacm (ölçek), vezn (tartı), metre ve sayı ile ölçülen ve tayin edilince teayy ün eden (belli olan) malda sahîh (geçerli) olur (İbn-i Âbidîn)
Selem yapılan mal, belli zamanlarda taksit ile verilebilir Semen (para) pazarlık yerinde hepsi peşin teslim edilmelidir Hepsi peşin verilmezse, selem sahîh olmaz Selem müddeti en az bir aydır (İbn-i Âbidîn)
Selemden iki taraf uyuşarak vaz geçebilir ve bâyi' (malı satan), semeni (parayı) veya mislini (benzerini) veya kıymetini geri verir (İbn-i Âbidîn)

SELÎM AKIL:
Yanılmayan, pişman olacak bir işi yapmayan ve peygamberlere, âlim ve evliyâlara mahsus, ileriyi gören akıl (Bkz Akıl)
Selîm akıl sâhibi, nefsine uymaz İslâm dînine uyar Aklı dinlemeyen kimse ise nefsine uyar (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

SELVÂ:
Mûsâ aleyhisselâma îmân eden İsrâiloğullarına Allahü teâlânın ihsân ettiği bıldırcın eti (Bkz Men ve Selvâ)

SEM':
İşitme, işitici olma Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından

SEMÂ':
Bir veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz okudukları, dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren ilâhî, mevlid, kasîde ve şiirleri dinlemek (Bkz Simâ')
Hoş âhenk ve güzel nağmelerden doğan semâ' ve aynı şekilde okunan şiir ve gazelleri dinlemek; nefsine hâkim olan, onun isteklerine gâlib gelen ve her türlü gayr-i meşrû yâni dîne uygun olmayan işlerden sakınıp uzak duran kişiler için mübâhtır (Mazhar-ı Cânı Cânân)

SEMÂHAT:
Cömertlik ve el açıklığı; vermesi lâzım ve vâcib olmayan şeyleri seve seve vermek
Resûl-i ekreme, "Hangi amelin daha faziletli" olduğu soruldukta; "Sabır ve semâhattır" buyurmuştur (İbn-i Hibbân)

SEMÂVÎ:
Allahü teâlâdan gelen
Malın iki ortağı vardır Biri semâvî âfetler, diğeri de vârisler Eğer malından en az nasibi olan kimse olmak istemiyorsan ve buna gücün yetiyorsa, Allah yolunda sarfet (Ebû Zer Gıfârî)

Semâvî Din:
İnsanları dünyâ ve âhirette seâdete, mutluluğa kavuşturmak için, Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol
Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin senede, bir peygamber vâsıtası ile insanlara bir semâvî din göndermiştir Bu peygamberlere resûl denir Her asırda, en temiz bir insanı peygamber yaparak, bunlar ile dinleri kuvvetlendirmiştir Resûlle re tâbi olan bu peygamberlere nebî denir Bütün peygamberler hep aynı îmânı söylemişler, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere îmân etmeyi istemişlerdir Fakat şerîatleri yâni kalb ve beden ile yapılması ve sakınılması lâzım olan şeyleri başka başka olduğ undan, İslâmlıkları, müslümanlıkları da ayrıdır (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Semâvî Kitab:
Hak dinlerin kitapları Semâvî kitapların bize bildirileni yüz dörttür Bunlardan on suhuf Şist (Şit) aleyhisselâma otuz suhuf İdris aleyhisselâma, on suhuf İbrâhim aleyhisselâma indirildi Mushaflar; Tevrât Mûsâ aleyhisselâma, Zebur kitabı Dâvûd aleyhisselâma, İncîl kitabı Îsâ aleyhisselâma ve Kur'ân-ı kerîm Muhammed aleyhisselâma nâzil olmuş, inmiştir (Ahmed Cevdet Paşa)

SEMEN:
Mebî'ye yâni satın alınan şeye karşılık verilen mal veya para
Altın ile gümüş semen olarak yaratılmıştır Her ne hâlde olurlarsa olsunlar dâimâ semendirler (İbn-i Âbidîn, Kâşânî)
Kâğıt liralar fülûstur Bunların zekâtını vermek lâzımdır Fakat bunların kıymetleri altın ile gümüşün kıymetleri gibi hakîkî kıymet değildir Îtibârî kıymettir Hükûmetlerin verdikleri kıymettir Verdikleri gibi geri de alırlar Îtibârî kıymetleri g idince semen olmazlar (İbn-i Âbidîn)
Bir satışta semen gösterilmeden akd (sözleşme) yapıp da sonra semen olarak haram olduğu bilinen şey verilirse, bu şey karşılığı alınan mebî' (mal) helâl ve tîb (güzel) olur Fakat haram olduğu bilinen veya kendinde vedî'a (emânet) bulunan şey semen o larak gösterilerek söz kesilir ve bu semen verilirse, satın alınan mebî (mal) haram olur Haram semene işâret edip, başka şeyi verirse veya başka semene işâret edip, haram semeni verirse, mebî (mal) haram ve habîs (pis) olmaz (İmâm-ı Kerhî)

Semen-i Misl:
Satılan malın piyasadaki fiyatı

Semen-i Müsemmâ:
Bâyi' (satıcı) ile müşterinin karşılıklı rızâ ile mebî (mal) için hakîkî kıymetine uygun olsun veya olmasın, tâyin ettikleri yâni uyuştukları bedel
Semen-i müsemmâ, mebîin (malın) hakîkî kıymeti olacağı gibi, az çok ondan ziyâde veya noksan da olabilir Meselâ bir kimse hakîkî değeri elli altın olan bir atı elli altına satsa, semen-i müsemmâ, atın hakîkî değerine uygun olur Altmış altına satsa, semen-i müsemmâ atın hakîkî değerinden ziyâde (fazla) olmuş olur Kırk altına satsa bu defâ da hakîkî değerinden noksan olmuş olur (Ali Haydar Efendi)

Semen-i Râyic:
Bir malın o günkü değeri

SEMÎ':
İşitilecek şeyleri ne kadar gizli olsa da işiten, hamd ve senâda bulunanların, hamdini işitip mükâfat veren, kullarının duâlarını işiten ve icâbet eden, münâfık ve yalancıların kalbden söyledikleri sözleri işiten mânâsında Allahü teâlânın Esma-i hüsn âsından (güzel isimlerinden)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
O'nun (Rabbinin) sözlerini değiştirecek kimse yoktur Semi'de, Alim de O'dur (En'âm sûresi: 115)
Allahü teâlâ Semî'dir O, ne kadar gizli olursa olsun her şeyi işitir O'nun işitmesi bizim işitmemiz gibi kulakla ve hava titreşimi ile değildir İşitmesi, kulak zarına ses dalgalarının vurmasıyla olmaz Bundan münezzeh (uzak)dir (İmâm-ı Gazâlî)
Duhâ namazından sonra beş yüz kere Semî' ism-i şerîfini okuyan kimsenin duâsı kabûl olur ve Allahü teâlânın izniyle murâdına kavuşur (Yûsuf Nebhânî)

SEMİ'ALLAHÜ LİMEN HAMİDEH:
"Allahü teâlâ, hamd ve senâ eden kimsenin hamd, şükür ve senâsını (övgüsünü) işitir" mânâsına rükûdan kalkarken (doğrulurken) söylenen söz (tesbih)
Rükûdan kalkarken "Semi'allahü limen hamideh" demek, imâma ve yalnız kılana sünnettir Cemâat bunu söylemez (İbrâhim Halebî)

SEMÛD KAVMİ:
Sâlih aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği ve îmân etmedikleri için büyük bir sayha (korkunç gürültü) ile helâk olan kavim
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biz Semûd'a (nesebde) kardeşleri Sâlih'i resûl (peygamber) olarak gönderdik (Hûd sûresi: 61)
Hûd aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği Âd kavmi, âsî olup, şiddetli rüzgârla helâk edilince, îmân ettikleri için bu azâbdan kurtulan mü'minler kendilerine yeni yurtlar bulmak için çeşitli bölgelere dağıldılar Bu büyük felâketten kurtulanla rdan birisi de Nûh'un aleyhisselâm oğlu Sâm'ın neslinden gelen Semûd idi Semûd ve berâberindekiler, Şam ile Hicâz arasında bulunan Hicr mevkiinde yerleştiler Daha sonra Semûd'un torunları bu beldeden ayrılıp, Âd kavminin helâk edildiği yerlere göç ettiler Buraları îmâr ettiler Burada çoğalanSemûd'un torunları önce bir kabîle, sonra da büyük bir kavim (topluluk) oldular Dedeleri Semûd'a nisbetle Semûd kavmi denildiği rivâyet edilmektedir Kur'ân-ı kerîmde "Eshâb-ül-Hicr" diye zikredilen bu kavim, Âd kavminin devâmı olması ve onun yerini alması sebebiyle Âd-ı sânî (ikinci Âd) diye de anılır (Sa'lebî, Kisâî)
Semûd kavmi, Âd kavmi gibi taşları yontup, dağları oyarak kayalara, tepelere saraylar yapıp, ovalara köşkler kurup, bağlar, bahçeler meydana getirdiler Allahü teâlâ Âd kavmi gibi bunlara da bol nîmetler ve çok uzun ömür verdi Meskenlerinde her türl ü nîmetler içinde yüzüp, üç yüz sene ile bin sene arasında ömür sürdüler Önceleri bu nîmetlere şükrederlerken, sonraları unutup terkederek, zevk ve sefâya düştüler Üstelik kabîle reisleri başta olmak üzere zulüm ve haksızlığa dayalı çeteler kurup, karışıklıklar çıkardılar İnsanları ifsât ettiler, bozdular ve putlara tapmaya başladılar Peygamberleri olan Sâlih aleyhisselâma inanmadılar Sâlih aleyhisselâm, kendisine inanan 4000 kişi ile birlikte o beldeyi terk etti Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kırmızı olduDaha sonra simsiyah oldu Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselâma, Semûdluları bir sayha (korkunç gürültü) ile helâk etmesini emir buyurdu Bir sabah vakti azâb sayhası Semûd kavmini yakalayıverdi Sayhanın şiddetinden hepsinin ödleri patlıyarak helâk oldular Helâk edilişleri, dillere destân oldu (Nişâncızâde, Kisâî, Sa'lebî)

SENÂ:
Hamd, medh, övgü
Görünen, görünmeyen, bilinen, bilinmeyen bütün nîmetleri gönderen, bizlere kurtuluş yolunu gösteren ve çok sevdiği Muhammed aleyhisselâmın ümmeti yapmakla şereflendiren Allahü teâlâya hamd-ü senâlar olsun (İmâm-ı Rabbânî)
Hamd, senâ etmenin, övmenin en üstün şeklidir Sevinç hâlinde de sıkıntı hâlinde de hamd edilmektedir Şükr ise nîmet zamanlarında olup, devamlı değildir (İmâm-ı Rabbânî)

SENED:
1 Delîl, dayanak
Hoca çocuğa, Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocuğun anasının, babasının ve hocasının Cehennem'e girmemesi için sened yazdırır (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Ya'kûb-ı Çerhî)
Din âlimi olmak, sözü dinde sened olmak için, sekiz yüksek din bilgisini bütün incelikleri ile öğrenmek, fen bilgilerinde lüzumu kadar ilim sâhibi olmak lâzımdır Ancak bunlara İslâm âlimi denir Bunların her sözü her açıklaması, Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin açıklamasıdır Her sözleri sâbit ve müsellem (kabûle lâyık) ve muhakkak doğrudur (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
2 Hadîs-i şerîfleri rivâyet edenlerin silsilesine verilen ad
Kur'ân-ı kerîm okumak sünnettir ve sevâbı çoktur Fakat namaz içinde okunan Kur'ân-ı kerîmin sevâbı daha çok olduğu hadîs-i şerîfte bildirilmiştir Bu hadîs-i şerîf senedleriyle birlikte Hazînet-ül-Esrâr'da 22 sahîfede yazılıdır (M Sıddîk Gümüş)
3 Bir hakkı tesbit eden yazılı vesîka
Ödünç verdiğinin senedine ödeme târihi koymak haramdır, fâiz olur (Hamza Efendi)

SEREYÂN:
Yayılma, dağılma, sirâyet etme
Allahü teâlâ için söylenen kurb (yakın olmak), maiyyet (berâberlik), ittisâl (kavuşma), ihâta (çevirme) ve sereyân gibi sözlere inanmalı, nasıl olduklarını düşünmemeli ve araştırmamalıdır Allahü teâlâ bilir demelidir (İmâm-ı Rabbânî)

SERMÂYE:
Ana para
Ortaklardan bir kısmı sermâye vermek, bir kısmı da iş yapmak üzere kurulan şirketlere müdârebe şirket denir Kâr, önceden sözleşilen oranda paylaşılır Sermâye, iş yapanlarda emânettir (Ali Haydar Efendi)
Ömrün en kıymetli sermâyesi vakitlerdir (Ahmed Gazâlî)

SERVER-İ ÂLEM:
Âlemin efendisi, en üstünü Muhammed aleyhisselâm
Server-i âlem (sallallahü aleyhi ve sellem) bizim bilmediğimiz bir hayat ile şimdi hayattadır Cesed-i şerîfi (mübârek bedeni) aslâ çürümez Kabrinde bir melek durup ümmetinin okudukları salevât-ı şerîfeleri (Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed sözü ve benzerleri) kendisine haber verir Minberi ile kabr-i şerîfi arası Cennet bahçelerindendir (İmâm-ı Kastalânî)
Server-i âlemin (sallallahü aleyhi ve sellem) mübârek gözleri uyur, kalb-i şerîfi uyumazdı Aç yatıp tok kalkardı Aslâ esnemezdi Mübârek vücûdu nûrânî olup, gölgesi yere düşmezdi Elbisesine sinek konmaz, sivrisinek ve diğer böcekler mübârek kanını içmezdi Allahü teâlâ tarafından Resûlullah (peygamber) olduğu bildirildikten sonra şeytanlar göklere çıkarak haber alamaz ve kâhinler (geleceğe âit şeylerden bahsedenler) söyleyemez oldu (İmâm-ı Kastalânî)
Server-i âlemin (sallallahü aleyhi ve sellem) isimleri, hâlleri, Tevrât'ta ve İncîl'de yazılı idi Yahûdî ve hıristiyanlar, teşrif etmesini bekliyordu Fakat kendi cinslerinden gelmeyip, Arabdan geldiği için bâzıları kıskandı, inkâr etti Halbuki bir çok âlimleri ve akıllıları, insaf edip müslüman oldu (Abdülhakîm Arvâsî) Server-i âlem! Sana hayran olup yanarım Görmüyor birşey gözüm, her an hulyânla aklım
(Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

SERVER-İ KÂİNÂT:
Kâinâtın efendisi, en kıymetlisi Muhammed aleyhisselâm
Server-i kâinât, habîb-i Rabbil'âlemîn (Alemlerin Rabbi olan Allahü teâlânın sevgilisi) aleyhisselâm buyurdu ki: "Dünyâ ile âhiret birbirinin zıddıdır, birbirine uymaz Birini râzı edersen öteki gücenir (Mektûbât-ı Rabbânî)
Server-i kâinât sallallahü aleyhi ve sellem güzel huylu idi İyilik etmesini severdi Herkesle iyi geçinirdi Güler yüzlü, tatlı sözlü idi Söylerken gülmezdi Üzüntülü görünürdü Fakat çatık kaşlı değildi Cömerd idi Fakat israf etmez, fâidesiz yer e bir şey vermezdi Herkese acırdı Mübârek başı hep önüne eğik idi Kimseden birşey beklemezdi Se'âdet huzûr isteyen onun gibi olmalıdır (Muhammed Rebhâmî)

SETR-İ AVRET:
Mükellef olan yâni akıllı ve bâliğ (ergenlik, evlenme yaşına erişmiş) bir kimsenin namazda veya her zaman başkasına göstermesi haram olan yerlerini örtmek (Bkz Avret)
Setr-i avret namazda da, namaz dışında da farzdır (Halebî)
Setr-i avret üç şeyle tamam olur:
1) Erkekler göbeği altından dizi altına varıncaya kadar olan yerlerini örtmekle,
2) Kadınlar yüz, el ve bir rivâyete göre ayaktan başka bütün bedenlerini örtmek ve göstermemekle,
3) Câriyeler (harpte esir edilen kadın) sırtını ve göbekten diz altına kadar örtmekle (Kutbüddîn İznikî)

SETTÂR (Es-Settâr):
"Kulların günâhını örten" mânâsında Allahü teâlânın sıfatlarından
Ey müslüman! Sen de Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem güzel huyları ile ahlâklanmalısın! Hattâ Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmak, her müslümana lâzımdır Çünkü Resûl aleyhisselâm; "Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanınız!" buyurdu Meselâ Allahü teâlânın sıfatlarından birisi Settâr'dır Müslümanın da din kardeşinin aybını, kusurunu örtmesi lâzımdır (İmâm-ı Ahmed Kastalânî)

SEVÂB:
İyilik ve ibâdet yapana âhirette Allahü teâlâ tarafından verilecek mükâfât, iyi karşılık Ecir (Bkz Ecr)
Benim şerîkim (ortağım) yoktur Başkasını bana şerik eden, sevaplarını ondan istesin (Hadîs-i kudsî-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)
Ümmetimin arasında fitne (ve) fesâd yayıldığı zaman, sünnetime sarılana yüz şehîd sevâbı vardır (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Allahü teâlâ, dünyâda iyilik ve ibâdet yapanlara sevâb vereceğini vâd etmiştir İyilik ve ibâdet yapana âhirette sevâb verilmesi, vâcib ve lâzım değildir Allahü teâlâ lutf ederek, merhamet ederek, bunlara âhirette sevâb vereceğini vâd etmiştir Alla hü teâlâ vâdinden dönmez Muhakkak yapar (Muhammed Hâdimî)
Sâlih amellerin sevâbını bütün mü'minlerin rûhuna hediye etmek iyi ve makbûldür Herbirine ayrı sevab ulaşır Hakkında hediye etmek için niyet edilip okunan ve hediye edilen meyyitin, sevâbı hiç eksilmez ( Muhammed Ma'sûm Fârûkî)

SEVÂD-I A'ZAM:
Müslümanların çoğunluğu
Ümmetim dalâlet (sapıklık) üzere birleşmez Bunun için, ayrılık gördüğünüz zaman sevâd-ı a'zama tâbi olunuz (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
Allahü teâlâ bu ümmeti aslâ dalâlet (sapıklık) üzerine birleştirmez Allahü teâlânın ihsânı, yardımı cemâatledir Sevâd-ı a'zama tâbi olunuz Çünkü topluluktan ayrılan ateşe düşer (Hadîs-i şerîf-Hâkim)
Dört mezhebden ayrılmak, Sevâd-ı a'zamdan ayrılmaktır (Şah Veliyyullah Dehlevî)
Fıkıh âlimleri doğru yoldadırlar Muhammed aleyhisselâmın sünnetine yapışan ve Hulefâ-i râşidînin yâni dört halîfenin yoluna sarılan bunlardır Sevâd-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yolundadır Bunların yolundan ayrılanlar Cehennem ateşinde yanacaklardır (Seyyid Ahmed Tahtâvî)

SEV'ETEYN:
Kadın ve erkeğin galiz yâni kaba avret mahalli, ön ve arka uzuvları; iki abdest bozma uzvu (Bkz Avret)
Mübâşeret-i fâhişe yâni çıplak olarak sev'eteyni sürtünmek erkeğin de kadının da abdestini bozar (Halebî)
Konuşmaya başlamamış olan küçük çocukların avret mahalli yalnız sev'eteynidir (Abdurrahmân Cezîrî)
Başkasının sev'eteynine bakmak haramdır (Halebî)
Sev'eteyn dört hak mezhebde de kaba avrettir Yâni namazda ve namaz dışında başkalarına göstermek haramdır Bunları örtmek sözbirliği ile farzdır Örtmeye, ehemmiyet vermeyen îmânsız olur (İbn-i Âbidîn)

SEVK-İ TABİÎ:
İstek dışı hareket İç güdü Canlıların hayâtiyetini ve nesillerini devâm ettirmek için, Hak teâlâ tarafından kendilerine verilen kuvvet
Aklı olan kimse, sevk-i tabiîleri, İslâmiyet'in emrettiği, izin verdiği gibi kullanır ve günah olmaz Aklı dinlemeyenler ise, nefse uyarak mubahlardan (izin verilenlerden) dışarı taşar ve günaha girer Çünkü sevk-i tabiîleri mübahların dışına çıkmaya zorlar, mübahlardan başka şeyler de ister Hayvanlarda kalb, rûh, nefs olmadığından, sevk-i tabiî ile hareket ederler Meselâ acıkınca, doyuncaya kadar bulduklarını yerler İnsanlar ise, kalb ile hareket eder Kalb nefse uyarsa, bulduğu ile doymaz Haram olan şeyleri arar Doyduktan sonra da yer (İmâm-ı Rabbânî)

SEVM-İ NAZAR:
Bir malı görmek yâhut göstermek üzere sâhibinin izniyle almak
Sevm-i nazar yoluyla alınan mal, fiyatı belli olsun veya olmasın kabz eden (alan) kimsenin elinde emânet bulunduğundan, bu mal istemeyerek telef ve zâyi (yok) olsa, bunu alan kimsenin tazmin etmesi (ödemesi) lâzım gelmez (Ali Haydar Efendi)

SEVM-İ ŞİRA':
Bâyi'in (satıcının) ve müşterinin, mebî'e (mala) fiyat koymaları, bir fiyatta anlaşmaları
Sevm-i şira' yoluyla uyuşup malı götür, beğenirsen al deyip müşteri de beğenirsem alırım diyerek alıp götürürken mebi' (mal) telef ve zâyi olsa (zarar görse veya yok olsa) müşteri kıymetini veya mislini öder (Dâmâd)

SEYF-İ NEBEVÎ:
Peygamber efendimizin kılıcı
Seyf-i Nebevînin iki tânesi Topkapı Sarayında bulunmaktadır Yer yer altın, birisi de kıymetli taşlarla süslüdür (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)

SEYR:
Tasavvuf yolunda ilerleme
Başka tarîkatlerde seyre nefsin tezkiyesinden yâni temizlenmesinden başlanır Cesedi temizlerler Bundan sonra âlem-i emre sıra gelir Bizim yolumuzda ise, seyr kalbden başlar Kalb de âlem-i emrdendir Bunun içindir ki, başkalarının yolunun sonu biz im büyüklerimizin yolunun başında yerleştirilmiştir (İmâm-ı Rabbânî)

Seyr-i Âfâkî:
Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin; ilminin, bilgisinin ve kendi ihtiyârı (dilemesi, istemesi) olmaksızın dış âlemde ilerlemesi
Seyr-i âfâkîde kötülüklerden temizlenmek ve seyr-i enfüsîde iyi ahlâk ile ahlâklanmak vardır (İmâm-ı Rabbânî)

Seyr-i Anillah-i Billâh:
Yüksek bilgilerden, aşağı bilgilere inme Tasavvufta nihâyete (maksada) ulaşan velînin geri dönmesi ve mahlûkları bilmeğe kadar inmesi
Seyr-i anillah-i billah ve seyr-i fil-eşyâ (velînin geri döndükten yâni yol gösterip sonra eşyânın bilgilerine tekrar vâkıf olması) başkalarını irşâd edip kemâle getirmek içindir (Muhammed Bâki-billah)

Seyr-i Enfüsî:
Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kendinde ilerlemesi, kötü huylardan temizlenen nefsin, iyi huylarla bezenmesi, süslenmesi
Seyr-i âfâkî (kendinin dışında ilerleme) insanı matlûbdan (aranılandan) uzaklaştırır; seyr-i enfüsî ise insanı, matlûba kavuşturur (Ebû Saîd-i Harrâz)
İnsan her şeyi, kendini sevdiği için sever Çocuğunu, malını sevmek onlardan istifâde edeceği içindir Seyr-i enfüsîde, insanı, Allahü teâlânın sevgisi kaplıyarak, insan, kendini sevmekten kurtulduğu için evlâd ve mal sevgisi de bununla berâber yok o lur O hâlde seyr-i enfüsî muhakkak lâzımdır (Abdülkâdir-i Geylânî)

Seyr-i Fil-Eşyâ:
Tasavvufta nihâyete kavuşan bir velînin geri döndükten sonra daha önce unutmuş olduğu eşyânın bütün bilgilerine yeniden sâhib olması
Seyr-i fil-eşyâ, dâvet makâmını elde etmek içindir Dâvet makâmı, Peygamberlere mahsustur (Muhammed Bâki-billâh)

Seyr-i Fillah:
Allahü teâlânın isimlerinde ve sıfatlarında ilerleme Allahü teâlânın beğendiği ve râzı olduğu şeylerde fânî olma (yâni O'nun sevdiklerini sevmek ve O'nun sevdikleri kendine sevgili olmak)
Allahü teâlâya kavuşmakta zulmet perdelerinin kalkması için mahlûkların hepsini aşmak, yâni seyr-i âfâkîyi ve seyr-i enfüsîyi tamamlamak lâzımdır Nûrdan perdelerin aradan kalkması için de seyr-i fillah gerekir (Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr)

Seyr-i İlallah:
Allahü teâlâya doğru olan yolda ilerlemek, mânevî ilimde durmadan yükselmek Seyr-i âfâkî (kötü hâllerden kurtulma) ve seyr-i enfüsî (iyi hâllerle süslenme) yi içine alan tasavvuf yolculuğu
Seyr-i ilallah ve seyr-i fillah yâni Allahü teâlânın beğendiği şeylerde fânî olma hâsıl olmadıkça, tam ihlâs (her işini yalnız Allahü teâlânın rızâsı için yapma) elde edilemez Muhlislerin (ihlâs sâhiplerinin) olgunluğuna kavuşulamaz (Abdülhakîm bin Mustafâ)

Seyr-i Murâdî:
Murâdların, seçilmişlerin Allahü teâlânın lutf ve ihsânı ile çekilerek kavuştukları yol
Tasavvuf yoluna girip ilerlemek, yol gösteren rehberi sevmeğe bağlıdır Seyr-i murâdî ile ve kuvvetle çekilerek vilâyetin (evliyâlığın) yüksek derecelerine kavuşturulan bu rehberin bakışları, kalb hastalıklarına (kalbin Allahü teâlâdan başka şeylere tutulmasına) şifâdır Onun teveccühü yâni sevgisine kavuşmak, mânevî hastalıkları giderir (Muhammed Behâeddîn-i Buhârî)

Seyr ve Sülûk:
Tasavvuf yolculuğu, tasavvuf yolunda ilerlemek
Seyr ve sülûktan maksad, nefsi kötü huylardan ve çirkin sıfatlardan temizlemektir Bu çirkin sıfatların başı nefse düşkün olmak ve onun arzularına, isteklerine tutulmaktır (İmâm-ı Rabbânî)

SEYYİD:
1 Efendi
Genç olarak Cennet'e girenlerin Seyyidi Hasen ve Hüseyin'dir" (Hadîs-i şerîf-Üsüd-ül-Gâbe)
2 Hazret-i Hüseyin'in neslinden (soyundan) gelenler
Seyyidlerin bulunduğu bir memlekette ben oturamam Zîrâ Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem bağlı bir nesebden (soydan) gelmenin şerefini taşıyanlara lâyık oldukları tâzimi (hürmeti) gösterememekten korkuyorum (Ubeydullah-ı Ahrâr)
Seyyidler, İmâm-ı Hasen'in torunları olan şerîflerden daha üstündür Osmanlı Devleti zamânında Haleb'de seyyidlere ve şerîflere mahsûs bir mahkeme vardı Bütün evlâdları orada kayıtlı olup, yalancılar seyyidlik iddiâ edemezdi Seyyidlerin kıymeti bil inmeli, hürmette ve hizmette kusûr edilmemelidir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Seyyid-ül-Enâm:
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın lakablarından biri Beşerin yâni insanların efendisi, en yükseği
Seyyid-ül-enâm Muhammed aleyhisselâm, her zamanda, her memlekette, yâni dünyâ yaratıldığı günden, kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür Hiç kimse, hiçbir bakımdan O'nun üstünde değildir Bu, güç birş ey değildir Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O'nu böyle yaratmıştır Hiçbir insanın O'nu medh edecek gücü yoktur Hiçbir insanın, O'nu tenkîd edecek iktidârı yoktur Allahü teâlâ hadîs-i kudsîde; "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım!" buyuruyor (S Abdülhakîm Arvâsî)

Seyyid-ül-İstiğfâr:
Duâ ve istiğfârların başı İstiğfâr duâlarının büyüğü Allahü teâlâdan günâhın bağışlanmasını istemek için yapılacak duâların en üstünü, en kıymetlisi
"Allah'ım! Sen benim Rabbimsin İbâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur Ancak sen varsın Beni sen yarattın; şüphesiz ben senin kulunum Gücüm yettiği kadar, ezelde sana verdiğim ahd ü mîsâk (Allahü teâlâ, rûhları yarattığında; "Elestü bi Rabbiküm - Ben si zin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, rûhların; "Kâlû belâ - Evet Rabbimizsin" dediği günkü verdiğim söz) ve vâ'dim üzerinde duruyorum Yâ Rabbî! İşlediğim günâhların şerrinden sana sığınıyorum Bana lütuf ve ihsân buyurduğun nîmetleri ikrâr ve îtirâf ederim (kabûl ederim) Günâhımı da îtirâf eylerim Beni affet Allah'ım! Zîrâ senden başka günâhları kimse affedemez" İşte her kim bu seyyid-ül-istiğfâr duâsını (ihlâs ile, sevâb ve fazîletine inanarak) gündüz okuyup, o gün akşam olmadan ölürse, o kimse Cennetlik olur Her kim de sevâb ve fazîletine inanarak gece okur da, sabah olmadan ölürse, o kimse de Cennet ehlindendir" (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)

Seyyid-ül-Mürselîn:
Muhammed aleyhisselâmın lakablarından Gönderilmiş olan peygamberlerin önderi, efendisi
Seyyid-ül-mürselîn sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bir kimse, bir günâh yapmak istese ve sonra Allah'tan korkup, onu terk eylese, Hak teâlâ hazretleri, o kula iki Cennet ihsân eder (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Allahü teâlânın rızâsına; Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdıyla yâni Resûlullah efendimizin ve O'nun sohbetinde yetişen Eshâb-ı kirâmın yolunda olmakla, onların bildirdiklerine tam inanmakla kavuşulur Bu doğru îtikâd (inanış) her şeyden kıymetli ve kaz anılan şeylerin en üstünüdür Kim bu doğru îtikâda sâhib olursa, bütün şerefleri ve üstünlükleri toplamış olur Cennet kapıları, bu îtikâda sâhib olmakla açılır Dünyâ ve âhirette üstünlük onunladır Peygamberler bunun için gönderilmiş olup, onların sonuncusu Seyyid-ül-mürselîn Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemdir (Serahsî)

Seyyid-üs-Sakaleyn:
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın lakablarından İnsanların ve cinlerin efendisi, iki cihânın seyyidi Muhammed aleyhisselâm
Hak teâlâ kullarını Cennet'e dâvet edip cemâlini (güzelliğini) müşâhede etmelerini (görmelerini) vâd eyledi Bu devletin ele geçmesine Seyyid-üs-Sakaleyn efendimiz hazretlerini vâsıta kıldı O'nu (sallallahü aleyhi ve sellem) mîrâca götürmesi sebeple rinden ve hikmetlerinden bir sebep ve hikmet de bu olsa gerektir (Harâitî)

SEYYİE:
Kötülük, günah
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Her güzel, her iyi şey, sana Allahü teâlâdan geliyor Her seyyieye de nefsin sebeb oluyor (Nisâ sûresi: 79)
Hiçbir kimse yoktur ki, tertemiz abdestini alsın, sonra (şu) mescidlerden birine gitsin de Allah, ona attığı her adım karşılığında bir sevâb yazmasın; her adım karşılığında onun bir seyyiesini affetmesin! (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Mü'minin başına sâbit bir sızı veya bir meşakkat, bir hastalık, bir hüzün, hattâ kendini üzen bir keder gelirse, onunla seyyielerinden bâzısı örtbas edilir (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Kalbe gelen düşünce seyyie olup, terk edilirse sevâb yazılır Azm edilir, yapmamaya karar verilirse, bir günâh yazılır İşlemezse bu da affolur Hadîs-i şerîfte; "Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affolur" buyruldu (Muhammed Hâdimî)

SIBTEYN-İ MÜKERREMEYN:
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın iki mübârek torunu; hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhümâ)

SIDDÎK:
1 Pek doğru, hiçbir zaman yalan söylemeyen, işinde ve sözünde doğru olan
Doğru sözlü olmak iyiliğe götürür İyilik Cennet'e götürür Kişi doğru söyleye söyleye Allahü teâlânın katında sıddîk olarak yazılır (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Doğru olan tüccar kıyâmette sıddîklarla ve şehîdlerle berâber olacaktır (Hadîs-i şerîf-Rıyâd-ün-Nâsihîn)
Aralarında şu dört kimseden biri bulunan topluluk helâk olmaz: İmâm, velî, sıddîk ve üstâd ( Ebü'l-Hasan)
Sıddîklar, harama sebeb olmak korkusu bulunmayan hallerden de sakınır Bunları meydana getiren sebeblerden birine haram karışmış olmasından çekinirler ( İmâm-ı Gazâlî)
2 Hazret-i Ebû Bekr'in lakabı
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, mîrâcdan döndükten sonra, sabahleyin Kâbe'nin yanına gidip mîrâcını anlatmıştı Bunu işiten kâfirler alay ettiler Müslüman olmaya niyeti olanlar da vazgeçti Mîrâcı duyan Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh, Resûlullah'ın yanına geldi Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle; "Yâ Resûlallah! Mîrâcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi Parlayan yüzünü görmekle, kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nîmetlendirdi Yâ Resûlallah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem! Senin her sözün doğrudur İnandım Canım sana fedâ olsun!" dedi Ebû Bekr'in sözleri, kâfirleri şaşırttı Diyecek şey bulamayıp dağıldılar Şübheye düşen, îmânı zaîf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem o gün Ebû Bekr'e; "Sıddîk" dedi Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi (Ahmed Cevdet Paşa, M Sıddîk Gümüş)

SIDK:
1 Doğruluk
Sıdk, sözün süsüdür (Hazret-i Ali)
İnsanları, sıdktan daha güzel birşey süsleyemez (Fudayl bin Iyâd)
Sabır bütün hayırların; sıdk ise kurtuluşun ve nîmetlere şükretmek, bereketin anahtarlarıdır Kimde bu hasletler bulunursa, o en yüksek mânevî mertebelere kavuşur (Bâhilî)
Araştırıldığında sıdkın şecâatle, yalanın da korkaklıkla berâber olduğu görülür ( İbn-ül-Mugter)
2 Peygamberlerin sıfatlarından
Bütün peygamberler sıdk sâhibidirler Her sözleri doğrudur Aslâ yalan söylemezler (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

SIFAT:
Özellik, hâl, keyfiyyet Varlıkta kendi kendine duramayıp başka bir şeye muhtaç olan şey
Varlıklar birbirlerinden sıfatlarıyla ayırt edilmektedir (Teftâzânî)
Allahü teâlânın insanlar içinden seçmiş olduğu peygamberler (aleyhimüsselâm) da insanlık sıfatlarında diğer insanlarla aynıdır Yâni onlar da yerler, içerler, soğukta üşürler Ancak Allahü teâlâ, onlara husûsî (özel) nîmetler ve çeşitli mûcizeler ihs ân etmiştir (Harputlu İshâk Efendi)
Noksan sıfatlar Allahü teâlâda yoktur O, maddelerin, cisimlerin, ârâzların yâni hallerin sıfatlarından ve bunlara lâzım olan şeylerden münezzehtir (uzaktır) (Ahmed Fârûkî)

Sıfat-ı İlâhiyye:
Allahü teâlânın zâtî ve subûtî sıfatlarının hepsi
Perdeler tamâmen kalkıp, hakîkat bütün açıklığıyla bildirilince anladım ki, âlemler, mahlûklar (yaratılmışlar) sıfat-ı ilâhiyyenin aynaları ve esmâ-i ilâhiyyenin (Allahü teâlânın isimlerinin) görünüşleri ise de, görünenler gösterenin kendi değildir Bir şeyin görüntüsü o şeyin kendisi değildir (İmâm-ı Rabbânî)

Sıfat-ı Ma'neviyye:
Allahü teâlânın subûtî sıfatları
Allahü azîm-üş-şân hakkında bize bilinmesi vâcib (lâzım) olan sıfat-ı ma'neviyye sekizdir Bunlar; Hayy, Allahü teâlâ diridir Semi', Allahü teâlâ sem-i kadîmi (ezelî işitme sıfatı) ile işiticidir Basîr; Allahü teâlâ görücüdür Mürîd; Allahü teâlâ i râde-i kadîm ile (ezeli olan dileme sıfatıyla) dileyicidir Alîm; Allahü teâlâ ilm-i kadîmi ile (ezelî ilim sıfatıyla) bilicidir Kadîr, Allahü teâlâ kudret-i kadîmesiyle (ezelî kudreti ile) gücü yeticidir Mütekellim; Allahü teâlâ kelâm-ı kadîmi (ezelî, başlangıcı olmayan kelâmı) ile söyleyicidir Mükevvin; Allahü teâlâ her şeyi yaratandır (Kutbüddîn İznikî)

Sıfat-ı Nefsiyye:
Allahü teâlânın Vücûd yâni var olma sıfatı
Allahü teâlâ hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfat-ı nefsiyye birdir Yâni var olmaktır Kur'ân-ı kerîmdeki İhlâs sûresi ve bu âlemdeki bütün yaratılmışlar Allahü teâlânın sıfat-ı nefsiyyesi olan vücûd sıfatının delilleridir (Kutbüddîn İznikî)

Sıfat-ı Selbiyye:
Allahü teâlâda bulunması câiz olmayan sıfatlar
Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyye ve sıfat-ı subûtiyyeden başka sıfatları ya îtibârî (var kabûl edilen) veya selbîdir Meselâ Allahü teâlâ cisim değildir Cisimden değildir Madde değildir Arâz yâni hal değildir Mekânı yoktur Zamanlı değildir Bir ş eye girmiş, bir yere yerleşmiş değildir Hudûdlu, bir şeyle çevrilmiş değildir Bir tarafta, bir cihette değildir Bir şeye mensûb değildir Bir şeye benzemez Misli, ortağı ve zıddı yoktur Anası, babası, zevcesi (hanımı), çocukları yoktur Bunların hepsi mahlûklarda (sonradan yaratılanlarda) bulunur Hepsi noksanlık ve kusûr alâmetleridir Bütün bunlar sıfat-ı selbiyyedir Bütün kemâl sıfatlar Allahü teâlâda vardır Bütün noksan sıfatlar yoktur (İmâm-ı Rabbânî)

Sıfat-ı Sübûtiyye:
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan sıfatları Bu sıfatlara sıfat-ı hakîkiyye de denir
Mükellef yâni âkıl ve bâliğ olan, kadın-erkek her müslümanın Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesini ve sıfat-ı sübûtiyyesini, doğru bilmesi ve inanması lâzımdır Herkese ilk farz olan şey budur Bilmemek özür olmaz Bilmemek günâh olur (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Allahü teâlânın sıfatları sıfat-ı zâtiyye (zâtında bulunan sıfatlar) ve sıfat-ı sübûtiyye olmak üzere ikiye ayrılır Allahü teâlânın sıfat-ı subûtiyyesi sekiz tânedir Bunlar; Hayat (diri olmak), İlim (bilmek), Sem'(işitmek), Basar (görmek), Kudret ( gücü yetmek), Kelâm (konuşmak), İrâde (dilemek) ve Tekvîn (yaratmak)dır Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesi de zâtı gibi ezelî (başlangıcı olmayan) ve ebedî (sonu olmayan) dirler Mahlûkların (yaratılmışların) sıfatları gibi değildirler Akıl ile zan ile dünyâdakilere benzetilerek anlaşılamazlar Allahü teâlâ bu sıfatlarından birer örnek insanlara sınırlı olarak ihsân etmiştir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla