Yalnız Mesajı Göster

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında

Eski 09-08-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hz.Muhammed (S.A.V.) Hakkında-Peygamber Efendimiz (S.A.V.) Hakkında



PEYGAMBER BİZE GELSE

KAÇ SENE OLDU BİLMİYORUM, AMA herhalde yedi-sekiz sene kadar öncesiydi Bir dost meclisinin son faslında bir gönül dostum bize ya bir radyodan yahut bir kasetten kaydettiği bir şiiri dinletmişti Şiiri okuyanın Allah vergisi sesi etkileyiciydi, hoştu Şiir de hayli dokunaklıydı doğrusu
Şiiri okuyan kişiyi, aynı zamanda şiirin yazarı olarak bildim seneler boyu Yıllar geçip internet denilen hayra da şerre de son derece müsait keşfi kullanır hale gelip bu şiirle tekrar be tekrar karşılaşınca da kanaatim değişmedi İnternet üzerinden bana gelen mektuplar arasında, bu şiiri arkadaş çevresine yaymaya çalışan samimi insanların mektupları da vardı Ayrıca, İslâm adına hazırlanmış elliye yakın sitede bu şiirin ya Türkçe yahut İngilizce olarak mü?minlerin dikkatine ve rikkatine sunulduğunu görecektim Ne ki, kimi yazarının isminin bilinmediğini söylüyor, kimi şiiri ilk kez kendisinden işittiğim kişinin adını zikrediyor, kimi başka bir isim veriyordu
Bunca rivayet arasında, şiirin yazarı kimdir, nerelidir, çözebilmiş değildim Ama bu şiirin özellikle internet kanalıyla elden ele, dilden dile dolaştığını yakinen biliyordum
Şiirin yazarı, bunu merak ettiğini söylüyordu işte Ama gerçekte pek de merak ettiği söylenemezdi Zira, Peygamber bize gelse neler yapacağımızdan emin gibi bir hali vardı Onun yaptığı, bir merakı dizelere taşımak değil; bir ?merak? imgesi etrafında ?olan?la ?olmamız gereken? arasında yüzleşme yaşamamızı sağlamaktı Bu yüzleştirmeyi yaparken, gönül huzuruyla Peygamberin karşısına çıkacak yüzümüzün olmadığını ihsas etmekteydi
İlk kez duyduğumda, kendimi kendisiyle tamamen hemfikir bulduğum bir şiirdi bu Yaşadığım hayatın Peygamberin yaşadığı hayata tastamam uyduğunu, yaşadığım mekânın da Peygamberin yaşadığı mekân olduğunu söyleyemezdim Arkadaşım, dostum, tanıdığım olan kişilerin çoğu için de yapamazdım bunu Resûlullah?ın hayatında olan birçok şey bizim hayatımızda yoktu; bunu biliyordum Evlerimizde Resûlullah?ın evinde olmayan birçok şeyin olduğunu da biliyordum Bu halimizle Peygamber bize gelse yaşayacağım duygunun ancak ve ancak utanç olacağını, yüzümün renginin atacağını, Peygamber aleyhisselam evde olduğu müddetçe evimin bana dar geleceğini tahmin edebiliyordum Yakın çevremden duyduğum sözler ve tahliller de bu kanaatimi destekler mahiyetteydi
?Olan? halimin ?olması gereken?in uzağında olduğunu biliyor olduğum için benim böyle düşünmem normaldi Beni endişeye sevkeden asıl husus ise, ?olması gereken?e benden çok daha yakın olan insanlardan da benzeri yakınmalar gelmesiydi Takvalarına imrendiğim kimi insanlar dahi, "Peygamber bize gelse" diye başlayan karamsar enstantaneler sıralıyorlardı İçlerinden öyleleri vardı ki, bırakın girip de sonra birşeyler söylemeyi, Hz Peygamber şöyle kapıdan içeri baktığı ân evimize girmeyip geri döner diyorlardı Takvalarına imrendiğim ve evlerinin Peygamberin evine bir derece benzediğini düşündüğüm insanlar böyle düşünüyorsa benim hisseme neler düşmezdi ki? Onlar böylesine karamsar iken, ben Peygamberin evimizi ziyarete geleceğini hayal edebilir miydim? Geldi ve girdi diyelim, ondan bir yığın azar işitmeyeceğimi umabilir miydim?
Kaldı ki, Peygamber bize gelmeden Peygamber adına bir yığın azar işitiyordum zaten Birileri, Peygamber adına, beni-seni-onu-bizi-sizi-onları zaten azarlıyorlardı "Peygamber bize gelse" yaşayacağım yüzleşmenin hüznü beni zaten sarsıyorken, "Peygamber size gelse" kalıbında konuşan birileri, sarsmaktan öte, iç dünyamda yıkımlar yaşatıyorlardı bana
Kimilerinin azarı ise, evimizden ziyade, doğrudan şahıslarımızla, daha doğrusu görüntümüzle ilgili idi Sakal, sarık, cübbe yoksa üzerimizde, vaziyetimiz sakat demekti Resûlullah?ın sakal bıraktığı ve sakalın fıtrattan olduğunu söylediği ortada iken sakalsız dolaşmak ona karşı bir isyan ve itiraz alâmeti değil miydi? Bu çıkarımdan son derece emin öyleleri vardı ki, imanı sakalla eşleyen kitaplara dahi rastlamıştım Sonuçta, sırf sakalı olmadığı için, hatta sakalı filan kişinin sakalıyla aynı boyda olmadığı için imanından şüpheye düşen insanlar da görmüştü gözlerim
Aynı gözler, tesettürü ?çarşaf?a kilitleyen kitaplar ve kişiler de görmüştü Binbir mihnetin ve eziyetin ortasında tesettürüyle okumuş olan, tesettürüyle okuma uğruna sene kaybını göze alan eşim ve emsalleri, kimilerine göre, ?mesture? bile sayılmazlardı aslında Kimisi ?sünnete uygun tesettür?ü çarşaf ve peçeye indirgeyerek söylüyordu bunu; kimileri ise, başörtüsünü belli renklerle sınırladığı için
Hem, bakıma muhtaç çocuğu yüzünden tesbihatı yahut Kur?ân okuması aksadığı için çocuğuna kahırla bakan anneler olduğunu duymuştum Böylelerinden aldığı derse binaen ?sünnete uygun? yaşamak adına çocuksuzluğu düşünen evlilik adayları olduğunu da Uyamadığı bazı sünnetlerden dolayı kendisini Peygambere isyan halinde bilen, kendisine bu derece kahırla yaklaştığı için de Allah?ın ona nasip ettiği güzel düşünceleri başkalarıyla paylaşmaktan çekinen, zira ?kendisi isyan halinde iken başkalarına onları tebliğ etmenin ikiyüzlülük ve hatta nifak alâmeti olduğunu? düşünen insanlardan da haberdardım
Ve bütün bunlar, sünnete karşı apaçık savaş açmış olan kesimlerin ve onların nabzına uygun şerbet hazırlayan ?her devrin alimi? kişiliklerin yapmak istedikleri şeyin yanlışlığına bedel, samimiyetle ve dosdoğru bir niyetle sünnete sarılan kesimler arasında da bir algılama ve uygulama sorununun varlığını hissettiriyordu bana Sonuçlar doğru çıkmıyorsa, yanlış giden birşeyler olmalıydı Bir yerlerde bir yanlışlık vardı da, bu yanlışlık neydi ve neredeydi peki?
90?lı yılların ortasında ve tam da bu sorularla boğuştuğum hengâmda kader-i ilâhî önüme iki imkân çıkaracak; ve bu iki imkân, hayatımın sonraki zamanları için ciddi açılımlar temin ederken, böylesi sorulara da cevap bulmamı sağlayacaktı
Bu kemal formülünün, bu celâl-cemal denkleminin hayatın değişik alanlarına uzanan bir dizi veçhesi vardı Amel-iman dengesi, azimet-ruhsat dengesi, korku-ümit dengesi, uyarma-müjdeleme dengesi, hikmet-rahmet dengesi, ilim-hilim dengesi bunlar arasındaydı İşte, bir kere ana formülü bulunca, o güne kadar hayatımda ve zihnimde bölük pörçük duran, hatta hepsini doğru yerine oturtamadığım için aslında bir türlü yerine oturmayan bir dizi ölçü asıl yerini bulmuştu artık Hayat binamın temel taşları bu formülle yerine oturmuştu
Hayatımın ?denge? ve ?kemal? eksenine yöneldiği bu zaman zarfında, hasbelkader, yoğun bir hadis ve siyer okumasına da başlamıştım Zamanın ve olayların idaresi Kudret Elinde olan Rabb-ı Rahîm, Hz Peygamber?in hayatına dair Türkçe?deki en geniş hacimli kitabın redaksiyonu gibi bir işi çıkarmıştı karşıma Bir yıl boyu koskoca sekiz cildi üç defa okuyacak; bu arada Resûlullah?ın hayatında ?uçlar?dan azâde bir ?zirve? halinin en mükemmel örneğini bulacaktım Bu vesileyle öğrendiğim bir diğer şey, o güne kadar ?Peygamber? ve ?sünnet? adına yüzyüze geldiğim bazı yaklaşımların gerçekte ?sünnet?le ne derece örtüştüğünü sorgulamam gerektiğiydi Nitekim, Hz Peygamber?i hayata, kâinata ve fıtrata muhatabiyeti cihetiyle tanımaya adanmış ?Peygamberin Bir Günü? başlıklı çalışmam için otuz küsur cilt hadisi taradığımda, bu sorgulama had safhaya erişecekti
Bu okumalarımın bana gösterdiği en yalın gerçek, gündelik hayatta yüzyüze geldiğim bir dizi yaklaşımın sünnetin geniş yolunu dar bir patikaya dönüştürdüğü gerçeğiydi Bu patikadan gidemiyor olmamız, sünnetin dışında olduğumuz anlamına gelmiyordu; zira sünnet yolu o patika değildi Hadis külliyatları ile günümüze taşınan sünnet yolu, her fıtrattan insanın içinde kendine uygun bir şerit bulabileceği bir çeşitlilik arzetmekteydi
Meselâ, o kudsî nebi(asm), "En faziletli amel nedir?" diye sorulduğunda, soran kişinin ihtiyacına ve istidadına göre farklı farklı cevap vermişti Genç bir sahabiye "Allah yolunda cihad" cevabını verirken, anne-babasıyla sorunu olan bir başkasına "Ana-babaya iyilik etmendir" demişti Yaşlı bir hanıma verdiği cevapta ise, en kısa namaz tesbihatı zikredilmekteydi
Meselâ, o kudsî nebi(asm), ümmet için nümune-i imtisal olan Ehl-i Beytinin en mümtaz siması olarak kızı Fâtıma?nın renkli ve nakışlı bir perde edinmesi üzerine kızının evinden içeri girmemiş; ama böylesi perdeleri olan başka evlere girmişti Hatta, kızına da "O perdeyi filanlara gönder" diye tenbihlemişti?"O perde senin putun Yak, yırt onu!" gibi sözler ise asla çıkmamıştı onun mübarek ağzından
Meselâ, o kudsî nebi(asm), hanımı Aişe?nin duvara astığı aslan resimli örtüyü kaldırtmış; bu tavırdaki nebevî kasdı çok iyi anlayan Hz Aişe?nin kumaşı bir-iki parçaya ayırıp minder yapmasına ise ses çıkarmamış, bilakis evinde otururken bu minderleri kullanmıştı
Risale müellifinin sünnet yolunu tarif ederken ?minhâc,? yani ?geniş yol? tabirini kullanmasındaki inceliği, o şefkatli nebînin hayatından böylesi kesitlerin farkına vardığımda, nihayet anlamış sayılabilirdim artık Hayır, Hz Peygamber ancak çok az kişinin geçebileceği dar bir geçit hazırlamış değildi; o, ardına düşenleri patikadan geçiren bir kılavuz da değildi O, ardına düşen her istidadın kendine münasip bir şerit bulabileceği geniş bir cadde hazırlayan ?rahmeten li?l-âlemîn?(asm) idi
Bir kısmını bizzat yaşadığım, bir kısmının yaşandığını gözlemlediğim açmazların ardında ise, bu geniş yolu, genişliği ve kuşatıcılığı ile yerli yerinde kavramayınca gerçekleşen seçmeci ve daraltıcı bir ?sünnet eklektisizmi? vardı
Bu okumalar vesilesiyle farkettiğim bir diğer yaklaşım hatası, Hz Peygamberin şahsiyetine dairdi Bizim kafamızda öyle bir Peygamber tarifi vardı ki, bu tariften ?rahmet peygamberi? mânâsının çıkması asla mümkün değildi Evlerimize geldiğinde bizi delici bakışlarla süzecek olan, daha evimizin kapısı kendisine açılır açılmaz evi tarassuda başlayacak olan, evimizde olduğumuz sürece yapıp ettiğimize, yiyip içtiğimize, gelene gidene karışacak olan, hatta evlerimizi ?puthane?ye benzetecek olan, hatta evimizde olan kimi şeyleri alıp atacak olan bir peygamber! Huzurunda sürekli ?falso yapmama? telaşı yaşadığımız, bir yanlışımızı görür görmez lâfı yapıştıracak olan bir peygamber! Bizi kendisiyle yargılayacak olan, kendisinin yapıyor olup da bizim yapamıyor olduğumuz her bir şey için bize lâf söyleyecek olan bir peygamber!
Hz Peygamberin evinde büyümüş olan ve kendisi mizaç itibarıyla celâl taşıyan Hz Ali ise, şöyle tarif edecekti Hz Peygamberi:
Hz Ali?nin bu sözleri, Resûlullah?la yaşanmış otuz küsur yılın şahitliğinde söylemiş olduğu sözlerdi Hz Peygamberle on yıl evlilik hayatı yaşamış olan Hz Aişe ise, onun için, şöyle diyecekti:
O, böyle bir peygamberdi işte Rahmet peygamberiydi Şimdi, bu hal üzere olan Peygamberin gelip bizi yerden yere vuracağını, hakkımızda kaba sözler sarfedeceğini nasıl düşünebiliyorduk peki?
Sanırım, sahabiler hakkında geliştirdiğimiz yaklaşımdaki zaaflardan ötürü Öyle bir ?sahabi? tablosu çiziyorduk ki, bu tarife göre, onlar insan değil de melek idiler âdeta Her biri doğuştan mükemmel, hepsi doğuştan koruma altında idi sanki Hiçbiri hiçbir zaman hiçbir yerde sürçmemiş olmalıydı Eh, etrafında böylesine düzgün insanlar olunca, Peygamber niye bağırıp çağırsın, niye kaba söz söylesin, neden öfkelensindi ki?
Halbuki, vâkıa böyle değildi Evet, bütün dünya Allah?a ve Resûlüne savaş açmış iken onun yanında saf tutma gibi, İslâm yolunun ?saff-ı evvel?i olma gibi muazzam bir kalite sergilemişti sahabiler Ama bu, onların asla sürçmedikleri, doğuştan kusursuz oldukları gibi bir anlama da gelmiyordu Kaldı ki, hiç sürçmemiş olsalar, sık sık sürçebilen bizlerin çıkış yolunu bulmasını sağlayacak birer örnek olabilirler miydi?
Sahabileri ?doğuştan kusursuz? gördüğümüzde ise, hem Resûlullah?ın eliyle gerçekleşen mucizevî dönüşümün büyüklüğü nazarımızdan gizleniyor, hem de bugün Resûlullah?ın getirdiği nurun aydınlığında böylesi dönüşümler yaşanmasını sağlayacak dersler çıkarma imkânımız yitip gidiyordu
O, Uhud?da Osman dahil birçok sahabinin, Hudeybiye?de Ömer dahil birçok sahabinin yaşadığı sürçme karşısında asla ve asla kırıcı, kınayıcı ve dışlayıcı olmuş değildi Uhud?da onun direktifi hilafına yapılan işler, amcası Hamza ve sancaktarı Mus?ab dahil birçok güzide sahabinin şehadetine, kendisinin ise yüzünün yaralanıp dişinin şehit olmasına sebep olduğu halde, bizatihî Cenab-ı Hakkın Kur?ân?ıyla buyurduğu üzere, Allah katından gelen bir rahmetle onlara kötü bir söz etmiş değildi Peygamber Yine de yumuşak davranmıştı Ki, Kur?ân?ın belirttiği üzere, o suçluluk psikolojisi içinde kendilerine sert davransaydı, hepsi tastamam dağılıp giderlerdi Ama o öyle davranmazdı O rahmet peygamberiydi O düşenlerin dostuydu; düşenleri düşüren şeytanın değil Kaba sözle, dışlamakla onların şeytanlarına yardım etmez; bilakis, yumuşak sözle, affedip bağışlamakla kalblerine yardım eder ve şeytanların oyununu bozardı Onun içinde bulunduğu ortamda kasvet değil, rahmet vardı Öfke değil, mağfiret vardı
Zaten, çokları, sırf onun bu haleti ve hasleti sayesinde Müslüman olmuşlardı Kendisini öldürme kasdıyla ucu zehire bulanmış bir kılıçla mescidine gelen Umeyr b Vehb?i Mescid-i Nebevî?den çıkmadan Müslüman yapan sır bu değil miydi? Huneyn?de onu öldürme hesapları yapan Şeybe b Osman, Resûlullah?ın mütebessim yüzünü gördüğünde, hele o mübarek ellerini göğsüne koyduğunda mutlak bir dönüş yaşamamış mıydı? Medine?nin Yahudi alimlerinden Zeyd b Sa?ne?nin İslâm?ı seçişinin ardındaki nebevî sır neyin nesiydi? Müşrik oldukları bir halde bir vadide alay etme kasdıyla ezan okuyup gülüşen Kureyşli gençler, Peygamber hiç öfkelenmeden onları yanına çağırdığında, sohbet-i nebevînin iksiriyle yoğrulup birkaç saati geçmeden İslâm?ı seçmemişler miydi?
O halde, Peygamber bize gelse neler yapacağımızı merak edenlerin şunu da merak etmesi gerekirdi: Peygamber bize gelse, biz aynı kalır mıydık?
Bana kalırsa, yapacağınız iş, sonuncusu olurdu Onu size kadar ulaşan sözleriyle bir rahmet peygamberi olarak tanıyabilmiş iseniz, bütün eksiğiniz ve gediğinizle kendisine koşar, kapınızı da kalbinizi de gönül huzuruyla o gönüller tabibine açardınız
Onu olduğu gibi, sahabilerinin tanıdığı gibi tanıyabilsek, sanırım yalnız ona bakışımız değil, kendimize bakışımız da değişecek; ve, hayatlarımız da asıl o zaman değişecek Kasvetten rahmet, ümitsizlikten gayret, trajediden zafer, dövünüp durmadan dönüşüm çıkmıyor çünkü
O halde, hep ümit, hep ümit
Metin Karabaşoğlu

Zafer Dergisinden alınmıştır

Alıntı Yaparak Cevapla