Yalnız Mesajı Göster

Cevap : Çocuk Masalları

Eski 04-05-2008   #13
rock_alltime
Varsayılan

Cevap : Çocuk Masalları



BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT

"Hak budur ki o gazilerin içinde böyle gaziler olmasa, Zigetvara bu kadar yakında dört yan kafir hisarı iken bekleyiş, duraklama özellikle böyle cenge çalışmane mümkün idi"
Peçevî tarihi, s 355

Yarın arifeydi Öbür günkü bayram için hazırlanan beyaz kurbanlar, küçük Grigal palankasının etrafında otluyorlardı Karşıda Yarım mil ötede Toygun Paşa'nınson kuşatmasındân çılgın kışın hiddeti sayesinde kurtulan Zigetvar Kalesi, sönmüş bir yanardağ gibi, simsiyah duruyordu Hava bozuktu Ufku, küflü demir renginde,ağır bulut yığınları eziyor, sürü sürü geçen kargalar tam hisarın üstünden uçarken sanki gizli bir kara haber götürüyorlarmış gibi, acı acı bağırıyorlardı Palanka kapısının sağındaki beden siperinde sahipsiz bir gölge kadar sakin duran Kuru Kadı yavaşça kımıldadı; ikindiden beri rutubetli rüzgârın altında düşünüyor, uzakta, belirsiz sisler içinde süzülen kurşuni kulelere bakıyordu Bunların hepsi Türklerin elindeydi Yalnız şu Zigetvar yıkılmaz bir ölüm seddi halinde "Kızılelma" yolunu kapatıyordu Sanki bu uğursuz kargalar hep onun mazgallarından taşıyor, anlaşılmaz bir lisanın çirkin küfürlerine benzeyen sesleriyle her tarafı gürültüye boğuyorlardı
Kuru Kadı içini çekti Sonra "Ah" dedi İncecik, sinirli boynunun üstünde bir taş topuz gibi duran çıkık alınIı iri kafasını salladı Yeşil sarığını arkaya itti Islak gözlerini oğuşturdu Şimdiye kadar, asker olmadığı halde, her muharebeye girmişti Birkaç bin yeniçeriyle dört beş topu olsa bir gece içinde şu kaleyi alıvermek işten bile değildi Şimdi vakıa müstakildi Ne isterse yapabilirdiPalankanın kumandanı Ahmet Bey öteki boy beyleriyle beraber Toygun Paşa ordusuna katılıp Kapuşvar fethine gitmiş Kapuşvardan sonra Zigetvarı saran ordu kışın aman vermez zoruyla, zaptı yarı bırakarak Budin'e dönünce, o da askerleriyle tekrar palankasına gelmemiş,
Toygun Paşa'nın yanında kalmıştı Bugün Grigal'den altı mil uzaktaydı Palankaya yalnız Kuru Kadı karışıyordu; esmer, zayıf yüzünü buruşturdu: "Palanka amma
topu tüfeği kaç kişi?" dedi Bütün genç savaşçıları Ahmet Bey beraberinde götürmüştü Hisardakiler zayıflardan,bekçilerden, hastalardan, ihtiyar sipahilerden ibarettiHepsi yüz on üç kişiydi! Düşman, galiba öteki palankalardan çekiniyordu: Yoksa burasını bırakmaz, mutlaka almağa kalkardı Biraz eğildi İnce yosunlu, soğuk sipere dirseklerini dayadı Aşağıya baktı İki üç asker beyaz koyunların arasında dolaşıyordu Bir tanesi karşısına geçtiği iri bir koçu, başına dokunarak kızdırıyordu, tos vuruyordu Öbürleri, elleri silahlarında, bu oyunu seyrediyorlardı Bağırdı:
- Oynamayın şu hayvanla
Askerler, başlarını tepelerden gelen sese doğru kaldırdılar Kuru Kadı'dan hepsi çekinirlerdi Gayet sert,gayet titiz, gayet sinirli bir adamdı Adeta deli gibi bir
şeydi Sabahtan akşama kadar namaz kılar, zikreder,geceleri hiç uyumazdı Daha yatıp uyuduğunu kalede gören yoktu Vali Ahmet Bey ona "bizim yarasa" derdi
Zavallının sabahı bekleme denilen hastalığını kerametine de yoranlar vardı Tekrar bağırdı:
- Haydi, artık akşam oluyor, içeri alın onlarıAskerler koyunları toplamağa başladılar Kuru Kadı'nın dirsekleri acıdı Doğruldu Tekrar Zigetvar'a baktı Üst tarafındaki göl, kirli bakır bir levha gibi yeri kaplıyordu Kargalar, havaya boşaltılmış bir çuval canlı kömür ellemeleri gibi karmakarışık geçiyorlar, sükûtu parçalayan keskin, sivri sesleriyle gaklıyorlardıKalbinde ağır bir elem duydu "Hayırdır inşallah" dediCanı o kadar sıkılıyordu ki Elleri arkasında, başı önüne eğik, bastığı siyah kaplama taşlarına görmez bir dikkatle bakarak yavaş yavaş yürüdü Derin bir karanlık kuyusunu andıran merdivenin dar basamaklarında kayboldu
Arife sabahı, herkes uyurken, o, her vakit ki gibi yine uyanıktı! Mescit odasının önündeki taş yalakta, iki büklüm, abdestini tazeliyordu Giden gece, daha gölgeden eteklerini toplayamamıştı Bahçeye çıkan kapı kemerinde asılı kandil, sönük ışığıyla, duvarları titretiyordu
- Hey, çavuşbaşı Hey!
Elindeki ibriği bıraktı Kulak kabarttı Bu, kuledeki nöbetçinin sesiydi Kolları sıvalı, ayakları çıplak, başında takke, hemen yukarı koştu Merdivende çavuşa rastgeldi Onu itti Yürüdü Nöbetçinin yanına atıldı:
- Ne var?
- Kaleden düşman çıkıyor
Erguvani bir esmerlik içinde siyah bir kaya gibi duran Zigetvara baktı Bu kayadan yine koyu, uzun bir karartı süzülüyor, palankaya doğru akıyordu
- Bize geliyorlar dedi:
Çavuşa döndü:
- Haydi, gazileri uyandır Kurban bayramını bugünden yapacağız Koş Bana da çabuk topçuyu gönderÇavuş, bir eliyle bakır tolgasını tutarak, koştu
Merdivene daldı Kuru Kadı, uzakta, kara yerin üstünde daha kara bir leke gibi yavaş yavaş ilerleyen düşman alayına dikkatle baktı Gözlerini küçülttü, büyülttü Önlerinde birkaç top da sürüklüyorlardı Binden fazla idiler Halbuki hisardaki gaziler? Kendisiyle beraber yüz on dört kişi "Ama, yine haklarından geliriz!"
dedi Uyanan, yukarı koşuyordu Hisar kapısının iyice bağlanmasını emretti Sarığını, cübbesini, kılıcını, tüfeğini getirtti İhtiyar topçu gelince, ona da, hemen "haber topları"nı atmasını söyledi Bu bir adetti Taarruza uğrayan bir palanka hemen "İşaret topu" atarak etrafındaki kuleleri imdadına çağırırdı
Biraz sonra düşman hisarın önünde, harp düzenine girmiş bulunuyordu Zaplar başsız, gür ejderha yavruları gibi siyah ağızlarını bedenlere çevirmişti Türkçe bağırdılar:
- Size teklifimiz var Elçimizi içeri alır mısınız?
Kuru Kadı:
- Alırız Gönderin, gelsin! cevabını verdiBedenler, kalkanlı, tüfekli, oklu gazilerle dolmuştuPalankanın ruhu, neşesi, keyfi olan iki arkadaş, bu esnada tuhaf tuhaf laflar söyleyip yine herkesi güldürüyordu Bunların ikisine de "deli" derlerdi: Deli Mehmet,Deli Hüsrev Serhatın muharebelerinde, hayale sığmayacak yararlılıklarıyla masal kahramanları gibi inanılmaz bir şöhret kazanan bu iki deli, hiçbir nizama hiçbir kayda, hiçbir disipline girmeyen, dünya şerefinde gözleri olmayan Anadolu dervişlerindendi Her zaferden sonra kumandanlar onlara rütbe, hil'at, murassa kılıç gibi şeyler vermeye kalkınca gülerler: "İstemeyiz, fani vücuda kefen gerektir Hil'at nadanları sevindirir" derler, hak uğrundaki gayretlerine ücret, mükafat, övgü kabul etmezlerdi Harp onların bayramıydı
Tüfekler, oklar, atılmağa; toplar gürlemeğe; kılıçlar,kalkanlar şakırdamağa başladı mı, hemen coşarlar,
kendilerinden geçerler; naralar savunarak düşman saflarına saldırırlar alevi gözlerle takip edilemeyen birer canlı yıldırım olup tutuşurlardı
Kuru Kadı, onların herkesi güldüren münakaşalarını, saçma sapan sözlerini gülümseyerek dinlerken, elçiyi yanına getirdi, iki deli de sustu Herkes kulak kesildi Bu elçi Türkçe biliyordu Küstahça tekliflerini söyledi
Palankayı saran Zigetvar kumandanı Kıraçin'di
Yanında iki bine yakın savaşçısı vardı Grijgal'in "Vire ile verilmesini istiyordu Ateşe, nura, haça, İncil"e, Zebur'a yemin ediyor; çıkıp giderlerken muhafızlara hiçbir ziyanı dokunmayacağına dair söz veriyordu
Kuru Kadı:
- Pekâlâ! Haydi git Biz aramızda anlaşalım, kararımızı size öğleden sonra bildiririz! diye elçiyi aşağı
gönderip kapıdan attırdı Sonra etrafındakilere döndü
Şöyle bir göz gezdirdi Sırtının hafif kamburu içeri çekildi:
- İşittiniz ya, gaziler! dedi, Kıraçin haini bizim yüzon kişiden ibaret olduğumuzu anlamış üzerimize iki
bin kişi ile geldi Teklif ettiği "Vire"yi kabul etmek isteyenler vârsa ellerini kaldırsın!
Kimsenin eli kalkmadı
- Öyleyse hazır olalım Haydi
Bir gürültüdür koptu;
- Hazırız
- Hepimiz, hepimiz
- Hepimiz, hepimiz hazırız
- Kılıçlarımız, kalkanlarımız yağlı
-Oklarınız havlı_
- Yatağanlarınız keskin
- Bugün nusret bizim
- Amin, amin
Kuru Kadı, "Ey alemlerin rabbi" diye ellerini kaldırdı Bir duaya başlayacaktı Deli Mehmet yalın kılıç karşısına dikildi Palabıyık, gök gözlü, geniş beyaz çehresi,yeni doğmuş bir ay gibi parlıyordu:
- Duayı bırak, efendi dedi, gaza duadan faziletlidir Gel Lütfet Bize şu kapıyı aç Kalbindeki korkuyu
at İşte hepimiz hazırız Şu ayağımıza gelen gaza fırsatını kaçırmayalım
Kuru Kadı'nın elleri aşağı düştü Deli Hüsrev de arkadaşının yanına sokulmuştu Bütün gaziler bu iki delinin arkasına üşüştü Sanki hepsi bir anda deli oldular bir ağızdan
- Aç bize kapıyı, aç diye bağırmaya başladılarKuru Kadı'nın iri patlak gözleri yaşardı Yüzü sapsarı oldu Uzun siyah sakalı kımıldadı İki deliyi bile titreten, bütün gazilerin saçlarını ürperten ilahi bir
ağıt ahengi kadar etkili sesiyle haykırdı
- Meydan erleri! Ey mertler! Padişahımız Süleyman Gazi aşkına şu sözümü dinleyin Benim muradım
sizi gazadan engellemek değildir Bugün can, baş feda olsun Özellikle yarın kurban bayramı Fakat bakınız maksadım ne? Bugün cuma hem de arife Bugün hacılarımız Arafat'ta, diğer mü'minler camilerde bizim gibi gazilerin zaferi için dua etmekteler Bunda şüphesi olan var mı?
- Hayır
- Hayır, asla
- Hayır
- O halde münasip olan budur ki, biz de namazlarımızı eda edelim Gözlerimizin yaşını dökelim Dua
edelim Birbirimizle halelleşelim Sonra gazaya girişelim Kalanlarımız gazi, ölenlerimiz şehit olsun! Dünyada iyi nam ile anılalım Ahirette peygamberimizin âlemi dibinde toplanalım Ne dersiniz?
- Hay hay!
- Uygun
- Pekâlâ!
Gazilerin hepsi buna razı oldu Öğleye kadar durdular Abdest aldılar, namaz kıldılar, tekbir çektiler, helallaştılar Kıraçin'in askeri, sardıkları palankadan yükselen derin uğultuyu hep teklif ettikleri "Vire" münakaşasının gürültüsü sanıyorlardı
Ansızın, uzaktaki Türk kulelerinden atılan "işaret topları" işitildi Bu, "Biz, dörtnala geliyoruz" demekti
Kuru Kadı eliyle hisarın kapısını açtı Grijal gazileri "Allah, Allah" naralarıyla müthiş bir taşkın deniz gibi
fışkırdılar İki koldan hücum olunuyordu Kollardan birisine Deli Hüsrev, birisine Deli Mehmet baş olmuştu
Ovada, Grijgal'e gelen yollardan bir toz dumanıdır kalkıyordu Nice bin atlı imdada koşuyor sanılırdı Düşman, bu hali görünce şaşırdı İki ateş arasında kaldığını anladı Halbuki toz duman içinde yaklaşan ancak beş on gaziydi
Bozgun başladı
Deli Mehmet'le Deli Hüsrevin takımları düşmanı kaçırmamak için iyice sarıyordu Kara Kadı cübbesini
atmış Elindeki kılıç, cesaretlendirdiği gazileri arkasından yürüyordu Deli Hüsrev, bir sarhoş gibi Kıraçin'inalayına dalmış kesiyor, kesiyor inanılmaz bir çabuklukla kaçanlara yetişiyor, ikiye biçiyordu
Kuru Kadı'nın gözleri Deli Mehmet'i aradı
Bakındı, bakındı
Göremedi
Acaba o muydu? Yüreği ağzına geldi Düşman safına karışıp kaynaşan kolun arkasında iri bir vücut yere uzanmıştı Elli altmış adım kadar kendisinden uzaktı Siyah, yüksek atlı bir şövalye, uzun bir kargıyı bu uzanmış vücuda saplıyordu Durmadı İlerledi Koşarken ayağı bir taşa takıldı Yuvarlanıyordu Kılıcı ile fırladı Hemen toplandı Kalktı Düşen kılıcını aldı Doğruldu Koşacağı tarafa baktı Şövalye atından inmiş,kargıladığı şehidin başını teninden ayırmıştı Bu anda,bu kestiği baş elinde, yine siyah bir şeytan gibi şahlanan atma sıçradı Kaçacaktı Kuru Kadı, bütün kuvvetiyle ona yetişmek için koşarken, baktı ki sol ilerisinde Deli Hüsrev kalkanını sallayarak, avazı çıktığı kadar bağırıyor,
- Mehmet, Mehmet! Canını verdin! Bâşını verme Mehmet!
Bu nara o kadar müthiş, o kadar tesirli, o kadar yanıktı ki Kuru Kadı: "Vah Deli Mehmet'miş!" diye olduğu yerde dikildi kaldı Durur durmaz, o an, kırk adım kadar yaklaştığı kesik başlı şehidin yerden fırladığını gördü Nefesi tutuldu Şaşırdı Bu başsız vücut uçar gibi koşuyordu Kendi kellesini götüren zırhlı şövalyeye yetişti Eliyle öyle bir vuruş vurdu ki Lanetli hemen yüksek atından tepesi üstü yuvarlandı Götürmek istediği baş elinden yere düştü Deli Mehmet'in başsız vücudu canlıymış gibi eğildi Yerden kendi kesik başını aldı Hemen oracığa yorgun bir kahraman gibi, uzanıverdi Bunu Kuru Kadı'dan başka kimse görmemişti Herkes kaçan düşmanı kovalıyordu Yalnız Deli Hüsrev,
- Yüzün ak olsun, ey yiğit! diye bağırdı Sonra Kuru Kadı'ya doğru koşarak sordu
- Nasıl, gördün mü bu civanı?
- Görmedin mi?
Kuru kadı sesini çıkaramadı Gördüğü harika onu dondurmuştu Olduğu yerde öyle dimdik kaldı Sanki
ölmüştü Deli Hüsrev, onu hızla sarstı
- Ne durursun be can! Ne olsun, haydi gazaya
Düşman kaçıyor Deli Hüsrev'in kalkması Kuru Kadı'yı baştan can verdi, "Allah Allah" diyerek ileri atıldı
Mücahitlere karıştı
Cenk akşama kadar sürdü
Er meydanının kanlı yüzüne "gece siyah saçlarını" dağıtırken çağırıcının
- Gaziler hisara!
Sesi duyuldu Dönen gaziler içinde kılıcından kanlar damlayan Kuru Kadı, birkaç sipahi ile dışarıda kaldı Yaralıları taşıttı Şehit olanları saydırdı Bunlar tam ondokuz kahramandı: Düşman altmış dört ceset bırakmış, diğer ölülerinin hepsini kaçırmıştı Kuru Kadı sabahtan beri yemek yememiş, su içmemiş, durup dinlenmemişti Toplattığı şehitleri hisarın önündeki meydana yığdırdı Şehit Deli Mehmet'in cesedini kendi buldu Kesik başı koltuğunda, uyur gibi, sakin yatıyordu
Olduğu yerde gömdürdü Sonra yanındakileri savdı Butaze mezarın başına çöktü Ezberden "Yasin" okumağa başladı Dışarılarda kimse yoktu, yalnız uzakta palanka kapısındaki nöbetçi dolaşıyordu Kuru Kadı okurken, önündeki mezarın birden yeşil yeşil nurlarla tutuştuğunu gördü Sesi kısıldı Dudaklarını oynatamadıÇeneleri kitlendi Bu yeşil nurun içinde Deli Mehmet'in kanlı boynuna sarılmış beyaz kanatlı bir melaike, hem onu nurdan elleriyle okşuyor, hem açık alnını öpüyordu Bu sıcak, bu yeşil nur büyüdü, taştı, bütün âlem bu nurun içinde kaldı Kuru Kadı'nın gözleri kamaştı Ruhu yandı Kendinden geçti
Onu, daha ilk defa böyle derin bir uykuya dalmış gören yoldaşları zorla kaldırdılar Koltuklarına girdiler:
- Haydi, kapı kapanacak dediler, içeri gir
Kuru Kadı'nın dili tutulmuştu Cevap veremedi
Sarhoş gibi sallana sallana hisara girdi Hâlâ titriyordu Palankanın içinde Deli Hüsrev'in menzilinden geçerken durdu Kulak verdi; ağlıyor mu, inliyor mu diye Hayır, Deli şıkır şıkır atını kaşağılıyor, keyifli bir türkü söylüyordu Seslendi:
- Hüsrev
- Efendim?
Kapı açıldı Kaşağı elinde, kolları, paçaları sıvalı,başı kabak Deli Hüsrev daha Kuru Kadı bir şey sormadan,- Gördün mü Deli Mehmet'in zevkini? dedi
- Siz de benim gibi buradan gördünüz mü?
- "Gözlüye hotti gizli yoktur!"
Küttedek kapıyı, kapadı Yine türküsüne başladı

Kuru Kadı palankada sabahı dar etti Güneş doğmadan, Deli Mehmet'in mezarına koştu Artık bütün günlerini bu mezarın başında geçiriyordu Bu mezarın daimi ziyaretçisi oldu Büyük bir taş yontturdu Yazdırdı Başına diktirdi Beş vakit namazlarını bile cemaatine bu kabrin başında kıldırmak isterdi Artık ne hacet dilese, ona nail oluyordu
Grijgal'de, komşu palankalarda Kuru Kadı için "Deli oldu" diyorlardı Her an "sonsuzluk" badesini içmiş
ezeli bir sarhoş gibi nihayetsiz bir kendinden geçme,sonsuz sınırsız bir şevk, sükûn bulmaz bir heyecan içinde yaşıyordu Fakat nasıl "deniz çanağa sığmaz"sa,onun büyük sırrı da ruhuna sığmadı Taştı Huruç günü gördüğü harikayı herkese anlatmağa başladı Hatta
daha ileri gitti, çok iyi okuduğu "Mevlid-i Şerif" lisanıyla o gün gördüğünü yazdı Yüzlerce beyitlik bir destan düzdü
Ama o eski şevki kayboluverdi Ruhuna koyu bir karanlık doldu Kalbine acı bir ağırlık çöktü Artık Deli Mehmet'in yeşil nurdan mezarı içinde sürdüğü ilahi zevki göremez oldu Bu mahrumiyet onu delirtti Yemekten içmekten kesildi Bir gün, yine perişan kırlarda dolaşırken Deli Hüsreve rast geldi Meğer o da geziniyormuş Elindeki yayıyla yavaşça Kuru Kadı'nın arkasına dokundu
- Ahmak, dedi, niye gördüğünü halka söyledin?
Adam gördüğünü kaale geçirirse kazandığı hali kaybeder Eğer sussaydın, gördüğün keramete ölünceye kadar şahit olacaktın
Kuru Kadı yere diz çöktü, ağlamaya başladı:
- Çok perişanım diye inledi, lütfet Gel, beni gaflet uykusundan uyandır Benim o görnüş olduğum durum ne hikmettir? İçinde benimle senden başka onu gören oldu mu?
- Bir gören daha var O "can" herkese görünmez
- Kimdir?
- Bilemezsin
- Başkaları görmedi de, biz ikimiz niçin gördük?
- o şehitlik müjdesidir!" İkimiz de mutlaka şehit düşeceğiz!
Kuru Kadı, gittikçe öyle serseri, öyle perişan, öyle berbat oldu ki kendisini o kadar seven Vali Ahmet
Bey bile Budin'den gelince, onun hallerine dayanamadıNihayet "bu deli bir kişidir Palankada hizmetinden istifade olunamaz" diye geriye göndermeye mecbur olduAradan epey zaman geçti Serhadde değil, hatta Grijgal hisarında bile herkes Kuru Kadı'yı unuttu Yalnız yazdığı destan okunuyor, hiç unutulmuyordu
On iki sene sonra
Zigetvarın zaptı akabinde yaralılar toplanırken, meşhur kahraman Deli Hüsrevin bir gülleyle parçalanmış cesedi yanında, uzun boylu, ak saçlı, ak sakallı,yeşil cübbeli bir şehit buldular Kıbleye yüzükoyun uzanmış yatan bu şehidin büyük, yeşil sarığı, henüz bozulmamıştı Üzerinde hiçbir silah yoktu Yarası neresinden olduğu belli değildi Günlerce süren kuşatma esnasında hiç kimse böyle bir adam görmemişti İnceden inceye araştırma yapıldı Kim olduğu bir türlü anlaşılamadı
O vakit birçok gazilerin "gayb ordusundan imdada gelmiş bir veli" sandıkları bu şehit, acaba, Grijgal hisarının o eski deli kadısı mıydı?

Bilinmiyor

Alıntı Yaparak Cevapla