Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #16
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



RÛH:
1 Can; bedene hayâtiyet (canlılık) veren kuvvet
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Yâ Muhammed! Sana rûhtan soruyorlar De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir (O'nun yarattığı varlıklardan biridir Bu husûsta) size, az bir ilimden başkası verilmemiştir (İsrâ sûresi: 85)
Şehîdlerin rûhları, arş-ı ilâhîdedir İstedikleri zaman Cennet'in diledikleri yerlerine gidip, tekrar kendi makamlarına dönerler (Hadîs-i şerîf-Dürret-ül-Fâhire)
Dînimiz, rûhun ne olduğunu anlatmağı men (yasak) etmektedir Bunun için İslâm âlimlerinden çoğu, rûhun ne olduğunu konuşmaktan kaçınmışlardır Kur'ân-ı kerîmden anlaşılıyor ki: Rûhun yalnız hakîkatini, ne olduğunu konuşmak yasaktır Yoksa hassalarını , özelliklerini anlatmak yasak değildir (Ali bin Emrullah)
Rûhun nasıl olduğunu dînimiz açıkça bildirmedi Rûh madde değildir Sıfat da değildir İnsan öldükten sonra rûhu yok olmaz İdrâk etmesi ve anlaması vardır Şakî olanların yâni kâfirlerin ve fâsıkların (açıktan büyük günâh işleyenlerin) rûhları azâbd adır Saîdlerin, yâni mü'minlerin, sâlihlerin (iyi kimselerin) rûhları, nîmetler ve lezzetler içindedir (İmâm-ı Gazâlî)
İnsan ölünce, cesed çürüyünce, rûh yok olmaz Ölmek, rûhun bedenden ayrılması demektir Rûh, bedenden ayrılınca, maddî olmayan âleme karışır (Ali bin Emrullah)
Peygamberler, öldükten sonra da peygamberdirler Çünkü, peygamber olan ve îmân sâhibi olan rûhtur İnsan ölünce, rûhunda bir değişiklik olmaz İnsan, beden demek değildir İnsan, rûh demektir Beden, rûhun konak yeridir (İmâm-ı Abdullah Nesefî)
Peygamberlerin rûhları, göklerde ve diledikleri yerlerde ve kabirlerinde görünür Kabirlerinde her ân bulunmadıkları gibi, büsbütün ayrı da kalmazlar Kabirleri ile ilişkileri ve o toprağa ayrı bir bağlılıkları vardır Bunun nasıl olduğu bilinemez H er müslümanın rûhu ile kabri arasında, devâmlı bir bağlılık vardır Kendilerini ziyâret edenleri anlarlar, selâmlarına cevâb verirler (Ali bin İsmâil)
Resûlullah efendimize, vefâtından sonra da, mübârek rûhuna bağlanmak, elbet daha faydalı, hattâ lâzım ve vâcibdir Fakat O'nun mübârek rûhuna bağlanmak, yâni inanmak ve sevmek, böylece mübârek kalbinden fışkıran feyzlere, (bereketlere) kavuşmak için; O'nu tanımak, îtikâdı (inancı) doğru olmak, bid'atlerden (dinde olmayıp, sonradan ortaya çıkan şeylerden) sakınmak ve İslâm dînine uymak lâzımdır (S Abdülhakîm-i Arvâsî)
Rûhun lezzetlerinin en tatlısı, en yükseği; âhirette, Allahü teâlâyı görmek olacaktır (Ali bin Emrullah)
İslâm âlimleri, kalb, rûh mütehassısları olup, herkesin istidâdına (kâbiliyetine) uygun rûh ilâclarını, hadîs-i şerîflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır Peygamber efendimiz, dünyâ eczâhânesine yüz binlerce ilâc hazırlayan baş tabib olup, evli yâ ve âlimler de, bu hazır ilâçları, hastaların derdlerine göre dağıtan, emrindeki yardımcı tabîbler gibidir (Abdülhakîm-i Arvâsî)
Allah adamları, kalb hastalıklarının tabîbleridir Bâtın (iç, gizli, mânevî) hastalıklarının giderilmesi, bu büyüklerin tedâvîsi ile olur Bunların sözleri, rûh ilâçlarıdır Bakışları şifâdır Onlarla berâber bulunanlar kötü olmaz (Ahmed Fârûkî)
2 Bir şeyin özü, cevheri, hakîkati
3 Emr âleminin beş latîfesinden biri
Bizim seçtiğimiz yolda (müceddidiyye yolunda) ilerlemeye kalbden başlanır Kalb madde değildir Maddesiz, ölçüsüz olan âlem-i emrdendir Bu yolda kalbi geçtikten sonra, kalbin üstünde olan rûh mertebesinde, sonra sırasıyla sır, hafî ve ahfâ latîfeler inde ilerlenir ve herbirine mahsus mânevî ilimlere kavuşulur (Ahmed Fârûkî)

Rûh-ul-Emîn:
Dört büyük melekten Cebrâil aleyhisselâm (Bkz Cebrâil Aleyhisselâm)
Rûh-ul-emîn'in vazîfesi, peygamberlere vahiy getirmektir O değişik şekillere girebilmekte idi Nitekim, Peygamber efendimize değişik şekillerde görünmüştür Ekseriyâ, Eshâb-ı kirâmdan (Resûlullah efendimizin arkadaşlarından) Dıhye-i Kelbî'nin sûreti nde gelirdi Aslî şekliyle görünmesi ise, biri ilk vahiy getirdiği Hira dağında ve diğeri Mî'râc esnâsında olmuştur Her sene bir kere gelip, o âna kadar inmiş olan Kur'ân-ı kerîmi, Levh-i mahfûz'daki (Allahü teâlânın, ezelde takdîr ettiği şeylerin yazıldığı yerdeki) sırasına göre okur, Peygamber efendimiz de dinler ve tekrar ederdi (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Rûh-ul-Kuds:
1 Cebrâil aleyhisselâm
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Meryem oğlu Îsâ'ya da beyyineler (çok açık deliller ve mûcizeler) verdik ve onu Rûh-ül-kuds ile takviye ettik, kuvvetlendirdik (Bekara sûresi: 87, 253)
De ki; onu (Kur'ân-ı kerîmi) îmân edenlere tam bir sebat vermek, müslümanlara bir hidâyet ve bir müjde olmak için Rabbinden hak olarak Rûh-ül-kuds indirmiştir (Nahl sûresi: 102)
Rûh-ül-kuds kalbime şöyle ilkâ etti (bildirdi ki) : "Allah'tan başka kimi seversen sev, mutlaka ondan ayrılacaksın (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
2 Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâma ihsân ettiği kudret, kuvvet
Îsâ aleyhisselâmdan sonra Îsevîler bozuldular Doğru yoldan uzaklaştılar Îsâ aleyhisselâmın uydurma resim ve heykellerini yaptılar Haç işâretlerini kabûl ettiler ve bunu bir sembol edindiler Îsâ aleyhisselâmı Allah'ın oğlu kabûl ettiler Hâlbuki Î sâ aleyhisselâm onlara kat'iyyen böyle bir şey söylememiş, onlara ancak Rûh-ul-kuds'ten bahs etmiştir (Herkese Lâzım Olan Îmân)
3 Hıristiyanlıktaki teslis (üçlü tanrı) inancında, baba-oğul unsurlarından türeyen üçüncü unsur
Hıristiyanlar hem Allah'a hem de O'nun oğlu kabûl ettikleri Îsâ'ya (aleyhisselâm) bir de Rûh-ul-kudse inanmak zorunda kalınca, bütün hak dinlerin esâsı olan Allahü teâlâ birdir ve değişmez yaratıcıdır inancından uzaklaşarak üç tanrıya birden tapmak d urumuna düştüler Bu inanışa teslis adı verilir (Harputlu İshâk Efendi)
Îsâ aleyhisselâmın hak dîni kendisinden sonra düşmanları tarafından sinsice değiştirildi Bolüs (Pavlos) adındaki bir yahûdî, Îsâ aleyhisselâma inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek Allahü teâlânın indirdiği İncîl'i yok etti Daha sonra Îsevîliğe teslis (üçlü tanrı) fikri sokuldu Baba-Oğul-Rûh-ül-kuds diye akıl ve mantığın kabûl edemeyeceği bir inanış sistemi kuruldu (Harputlu İshâk Efendi)
4 İsm-i âzam
Bâzı âlimler Rûh-ul-kudsten maksad, İsm-i âzam duâsıdır "Îsâ aleyhisselâm ölüleri bu duâyı okuyarak diriltir, birçok mûcizeleri, bunu söyleyerek gösterirdi" demişlerdir (Fahreddîn-i Râzî)
5 İncîl
Bâzı âlimler de Rûh-ul-kudsten maksad İncîl'dir demişlerdir Şûrâ sûresi 52 âyet-i kerîmesinde; "Sana nezdimizden bir rûh vahy ettik" buyrulmuştur (Fahreddîn-i Râzî)
6 Allahü teâlânın hayat verici, koruyucu mânâsına gelen sıfatları
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem İslâm şâirlerinden birkaçına kâfirleri kötülemelerini emir buyurdu O şâirlerden biri Resûlullah'ın önünde minbere çıktı Herkese karşı kâfirleri kötüleyen şiirleri okudu O server aleyhissalâtü vesselâ m; "Bu, kâfirlerin kötülüğünü açığa vurdukça, Rûh-ul-kuds bununla berâberdir" buyurdu (İmâm-ı Rabbânî)
Rûhlar Âlemi: Maddî olmayan âlem (Bkz Âlem)
Hızır aleyhisselâm, rûhânî olarak dedi ki: "Biz, rûhlar âlemindeniz Allahü teâlâ, bizim rûhlarımıza öyle kuvvet vermiştir ki, insan şeklini alırız İnsanların yaptığı işleri, bizim rûhlarımız da yapar İnsanların yaptığı gibi, yürür, durur ve ibâdet ederiz (İmâm-ı Rabbânî)

RÛHÂNİYÂN:
Rahmet meleklerine verilen isim
Mukarrebûn (huzûr-i ilâhîde bulunan melekler), Kerûbiyân (azâb meleklerinin büyükleri) ve Rûhâniyân meleklerinin hepsi, diğer meleklerin havâssı yâni üstünleridir Bunlar, peygamberlerden başka, bütün insanlardan daha üstündür (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

RÛHÂNİYYET:
Rûhla ilgili haller
Hadîs-i şerîfte; "Kavmi arasında bir âlim, ümmeti arasında peygamber gibidir" buyruldu Kalbin, feyz ve mârifetlere (mânevî ilimlere) kavuşmasında; Allah adamının (Allahü teâlânın beğendiği, sevdiği ve seçtiği kulların) diri ve ölü olması arasında hi ç fark yoktur Onun kemâlâtı (üstünlükleri), rûhâniyyetinden hiç ayrılmaz Rûhâniyyet de, zamâna ve mekâna, ölülüğe ve diriliğe bağlı değildir (İmâm-ı Gazâlî)
Evliyâ kabrini ziyâret eden, onun rûhâniyetinden istifâde eder (Ahmed Hamevî)

RUHBÂN:
Evlenmeden bekâr yaşamayı tercih eden, dünyâdan yüz çevirip, insanlardan uzak yaşayan kimseler, râhibler Hıristiyanlıkta sâdece ibâdetle meşgûl olan din adamları sınıfına verilen ad Hıristiyan din adamları evlenmedikleri ve insanlardan uzak yaşadık ları için bu ad verilmiştir
İnsanların îmân edenlere düşmanlık bakımından en şiddetlisi, andolsun ki, yahûdîlerle Allah'a eş koşanları bulacaksın Onların îmân edenlere sevgisi bakımından daha yakınını da andolsun "Biz nasrânîleriz" diyenleri bulacaksın Bunun sebebi şudur: Çünkü onların içinde keşişler (ilim ve ibâdetle meşgûl olanlar) ve ruhbanlar vardır Şüphe yok ki onlar (hakkı îtirâf husûsunda o derece) büyüklenmek istemezler (Mâide sûresi: 82)
İslâmiyet'te ruhbanlık yoktur (Hadîs-i şerîf-Menâhic-ül-İbâd)
Papaslar herkese ruhbanlığı emrettiğinden, bunu önlemek için Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem Eshâbının (Peygamber efendimizin arkadaşları) bekâr yaşamasını yasak etti Bir hadîs-i şerîfte; (Nikâh yapmak benim sünnetimdir Sünnetimi yapmıyan kimse benden değildir" buyurdu Allahü teâlânın yolunda yalnız ruhbanlıkla yürünebilir düşüncesini gönüllerden çıkardı (Saîdeddîn Fergânî)

RUHSAT:
İslâmiyet'in, meşakkat ve zarûret gibi sebeblere bağlı olarak, ibâdetlerde ve diğer işlerde tanıdığı izin ve kolaylık; azîmetin zıttı
Allahü teâlâ, azîmetle iş yapmayı sevdiği gibi, ruhsatla yapmayı da sever (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)
İslâmiyet'te bir işin yapılması için iki yol vardır Bunlardan biri ruhsat, diğeri azîmet yoludur Kuvvetli, hâli elverişli olanın, azîmet ile amel etmesi efdaldir, daha iyidir Güç olan işi yapmak nefse ağır gelir Nefsi daha çok ezer, zayıflatır İbâdetler nefsi zayıflatmak için, kırmak için emrolundu Çünkü nefs, insanın ve Allahü teâlânın düşmanıdır Onu zayıflatarak azmasını önlemek lâzımdır Fakat büsbütün öldürülmez Çünkü bedenin hizmetçisidir Ahmak ve câhil hizmetçidir Zayıf, hasta, sıkışık halde olan kimsenin, ibâdetlerini işlerini terk etmemesi, ruhsat yolu ile yapması lâzımdır (Abdülhakîm Arvâsî)
Ruhsatın sebebleri çoktur Normal şartlar altında murdar eti (leş) yemek harâmdır Fakat açlıktan ölüm ile karşı karşıya gelen kimsenin, ölmeyecek kadar murdar eti yemesi mubâhtır, buna izin verilmiştir Bu bir ruhsattır Bâzan zarûret ve meşakkat za mânında bile olsa, ruhsatı değil, güç ve zor olanı yapmak olan azîmeti yapmak daha iyidir Meselâ, ölüm ile korkutulan kimsenin, îmânını gizlemesi ruhsat olduğu hâlde, gizlememesi azîmettir Bâzan da ruhsatı yapmak daha iyi olur Yolcunun oruç tutmaması böyledir Yolcu, orucu tutarak hastalanır ölürse, günâha girer (Serahsî, Abdülhakîm Arvâsî)

RÛHULLAH:
Îsâ aleyhisselâmın lakablarından (isimlerinden)
Muhammed aleyhisselâm Habîbullah (Allahü teâlânın sevgilisi)dir; İbrâhim aleyhisselâm Halîlullah (Allahü teâlânın dostu)dır Mûsâ aleyhisselâm kelîmullah (Allahü teâlâ ile konuşan)dır, Îsâ aleyhisselâm ise Rûhullahtır (Ahmed Cevdet Paşa)
Kıyâmet (yeniden diriliş) gününde hiçbir şeyin tâkât getiremiyeceği, Allahü teâlânın azâbından başlar eğilir Bütün halk (mahlûkât, yaratılmışlar) sıkıntı ve dehşet içinde şaşkın kalıp şefkat ararlar İnsanlar Âdem aleyhisselâma, Nûh aleyhisselâma, İ brâhim aleyhisselâma gelip şefâat dilerler Daha sonra da Îsâ aleyhisselâma gelerek; "Sen Rûhullah ve Allahü teâlânın kelîmesisin Bize Rabbinin nezdinde şefâat eyle" derler Îsâ aleyhisselâm onlara peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu Muhammed aleyhisselâma gidiniz der (İmâm-ı Gazâlî)

RUKBÎ:
İki kişinin karşılıklı olarak, öldükten sonra sâhib olmaları şartıyla birinin malını diğerine bağışlaması yâni sen ölürsen evin benim olsun, ben ölürsem evim senin olsun şeklindeki hibe
Rukbî hibe, tarafeynin (İmâm-ı a'zam ve İmâm-ı Muhammed'in (raleyhim)) ictihâdına göre bâtıldır (hükümsüzdür) Her biri ötekinin ölümünü beklemektedir Mülk edinmeyi tehlike ve zarara ta'lik etmek (bağlamak) sahîh (doğru) değildir (Abdullah-ı Mûsulî)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla