Yalnız Mesajı Göster

Cevap : Niçin Müslüman Oldular ?

Eski 12-25-2007   #6
[KAPLAN]
Varsayılan

Cevap : Niçin Müslüman Oldular ?



Prof Dr ABDÜLKERÎM GERMANUS (Macar)

(Prof Dr Germanus, Budapeşte Üniversitesinde “Şark ilmleri” profesörü olup, bütün dünyâca meşhûrdur Kendisi Birinci ve İkinci Cihân Harbleri esnâsında Hindistânı gezmiş ve bir müddet Tagorenin idâre etdiği (Şanti Naketen) Üniversitesinde hocalık yapmışdır Bundan sonra, Delhîye gelmiş ve (Câmi’a-i Milliyye)de müslimân olmuşdur Prof Germanus bilhâssa Türk lisânı ve Türk edebiyyâtı üzerinde büyük bir nüfûz sâhibi [otorite] kabûl edilmekdedir)

Dahâ yeni delikanlı olmuşdum Yarı çocuk sayılırdım Yağmurlu birgün, elime eski bir resmli dergi geçdi Bunda uzak memleketlere âid resmler bulunuyordu Sahîfeleri kaydsızca çevirirken, birdenbire bir resme gözlerim takıldı Bu resmde birtakım tek katlı küçük evler, bunların etrâfında, içinde güller bulunan bağçeler vardı Evlerin damları üzerinde bizim bilmediğimiz biçimde birtakım güzel elbiseler giymiş insanlar oturuyor ve bir yarım ayın ancak aydınlatdığı alaca karanlık semâ altında kendileri ile sohbet eden birisini dikkat ile dinliyorlardı İnsanlar, elbiseler, evler, bağçeler Avrupadakilerden temâmen farklı idi Resm altında bulunan ifâdeden anlaşıldığına göre, bu resm, Arabistânda, küçük bir şehrde, bir meddâhı dinleyen Arabları gösteriyordu Ben, o zemân onaltı yaşındaydım Macaristanda, koltuğa kurulmuş bir üniversite talebesi Macar olarak, bu resme bakdıkça, kendimi sanki orada, o Arabların yanında, meddâhın tatlı ve gür sadâsını duyuyor, bundan zevk alıyordum Bu resm, hayâtıma bir istikâmet verdi Hemen Türkçe öğrenmeğe başladım Çünki artık şark ile alâkam hâsıl olmuşdu Türkçe öğrendikçe, farkına vardım ki, Türk dilinde Türkçe kelimeler azdır ve Türkçenin şi’ri, Fârisî, nesri ise, Arabî ile takviye edilmişdir O hâlde şarkı iyice anlamak için, bu iki dili de öğrenmek îcâb ediyordu İlk Üniversite ta’tîlinde Macaristana en yakın olan Bosnaya gitmeğe karar verdimHemen yola çıkdım Bosnaya gelince, bir otele iner inmez (Buradaki müslimânlar nerede bulunur?) diye sordumBana bir yer ta’rîf etdiler Oraya gitdim Türkçeyi dahâ ancak yarım yamalak biliyordum Acabâ Türklerle anlaşabilecek miydim?Müslimânlar, kendi mahallelerinde, bir kahvede toplanmışlar, keyf çatıyorlardı Bunlar şalvarlı, bellerinde kuşak ve kuşağın içinde parlak kınlı hançerler bulunan ciddî sûretli, iri yarı insanlardı Başlarındaki sarıklar ve geniş şalvarları ile hançerleri, onlara biraz acâib bir görünüş veriyordu Ben, biraz mahcûb, biraz korkak bir hâlde kahveden içeri girerek, bir köşeye büzüldümBiraz sonra, onların kendi aralarında gizli gizli hafîf sesle konuşduklarını ve gözleri ile bana işâret etdiklerini gördüm Muhakkak benden bahs ediyorlardı Aklıma, Macaristanda işitdiğim ve müslimânların hıristiyanları nasıl öldürdüklerini anlatan hikâyeler geldi (Şimdi yerlerinden kalkacaklar, hançerlerini çekerek beni boğazlıyacaklar) diye düşünüyor, buraya geldiğime bin kerre pişmân oluyordum Nasıl firâr edeceğim diye plânlar yapıyor, fekat, korkudan yerimden kımıldayamıyordum Birkaç dakîka sonra, garson bana güzel kokulu bir fincan kahve getirdi İşâretle, bunun bana kendilerinden, o kadar korkduğum müslimânlardan ikrâm edildiğini bildirdi Korka korka onlara bakdığım zemân, onlardan biri samîmî ve tatlı bir gülümseme ile bana bakarak selâm verdi Ben de korkudan titreyen dudaklarımla gülümsemeğe çalışarak selâmına mukâbele etdimBenim düşmân zan etdiğim bu adamlar, yerlerinden kalkarak yanıma geldiler

Kalbim hâlâ şiddet ile çarpıyor, (şimdi bana saldıracaklar) diye bekliyordumHâlbuki, hepsi dostça etrâfıma dizildilerTekrar selâm verdiler Biri sigara uzatdı Sigarayı yakarken, kibritin verdiği ışıkda, uzakdan vahşî görünen bu adamların yüzlerinde çok mubârek bir ifâde olduğunu hayret ile gördüm Korkum biraz zâil oldu Pek noksan Türkçem ile onlarla konuşmağa gayret etdimDahâ ağzımdan ilk Türkçe kelimeler çıkarken, onların yüz ifâdeleri büsbütün güzelleşdi Artık dost olmuşduk Hançerle saldıracak zan etdiğim kimseler, beni evlerine da’vet etdiler Birçok ikrâmlarda bulundular Bana şefkat ellerini uzatdılar Onlar yalnız benim istirâhatımı, iyiliğimi istiyorlardı İşte müslimânlarla ilk muârefem [tanışmam], böyle oldu Ondan sonra, birçok hâdiseler birbirlerini ta’kîb etdi Her yeni hâdise, gözümde başka bir perdeyi açdı İslâm memleketlerini birer birer ziyâret etdim Bir müddet, İstanbul Üniversitesinde okudum Anadolunun ve Sûriyenin güzel yerlerini ziyâret etdimBu arada Türkçeden başka, Arabî ve Fârisî de öğrenmiş olduğumdan, Budapeşte Üniversitesi beni (İslâm Eserlerini Araşdırma) Enstitüsüne profesör olarak ta’yîn etdi Üniversitede asrlardan beri toplanmış birçok eski eserleri buldum Bunları incelemeğe başladım Pekçok güzel şeyler öğrendim Bu esnâda, İslâm dîni hakkında da bilgiler topluyordum Bunları inceledikce, İslâmiyyet kalbime nüfûz ediyor ve ben okuduğum kitâbların [bunların arasında özellikle Kur’ân-ı kerîm ile Hadîs-i şerîf kitâblarının] te’sîri altında kalıyordum Nihâyet, tekrar şarka giderek bu sefer islâm dînini çok yakından tedkîk etmeğe karâr verdim Bu seferki seyâhatim, beni Hindistâna götürdü Rûhum boşdu Rûhum susamışdı Delhîye geldiğim gece, rü’yâmda Muhammed “aleyhissalâtü vesselâm” bana göründü Üzerinde sâde, fekat çok kıymetli bir elbise vardı Bu elbiselerden bana doğru, çok güzel bir koku geliyordu Kibâr, çok güzel, sevimli, parlak yüzü ve nûr saçan tatlı gözleri karşısında, dilsiz kalmışdım Bana çok tatlı, fekat emr edici bir sesle ve arabî olarak, (Neden üzülüyorsun?Önündeki yolu artık biliyorsun Doğru yolun hangisi olduğunu seçecek bir seviyeye vardın Hiç durma ve hemen o yola gir!) buyurdu Bütün vücûdüm titriyordu Kendisine arabî olarak, (Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Sen Allahın Peygamberisin! Ben artık buna inandım Fekat acabâ müslimân olursam huzûra kavuşacak mıyım?Sen çok büyük bir varlıksın!Sen, bütün düşmanlarını yendin ve dâimâ doğru yolu gösterdin!Fekat, ben zevallı, âciz bir kul, göstereceğin yolda bulunabilecek miyim?) dedim Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem” ciddî ciddî bana bakdı ve yavaş yavaş Kur’ân-ı kerîmden meâl-i şerîfi, (Biz dünyâyı size bir mesken, dağları da dayanak olarak yaratmadık mı?Sizleri çift olarak dünyâya getirdik ve size dinlenmek için, uyku ni’metini verdik) olan, Nebe’ sûresinin yedi, sekiz, dokuz ve onuncu âyetlerini okudu Bunları söylerken, ağzından çıkan kelimeler, gümüş çıngırakların sesi gibi, tatlı tatlı çınlıyordu Kan ter içinde kalmışdım (Allahım, ben artık uyuyamıyorum, etrâfımda bulunan ve kalın örtüler içinde saklı duran muammaları [anlaşılmaz şeyleri] çözemiyorum Yâ Resûlallah, yâ Muhammed “aleyhissalâtü vesselam”! Bana yardım et, beni aydınlat!) diye bağırmağa başladım Bir yandan da, o büyük Peygambere “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” eziyyet vermekden korkuyordum Buğazımdan anlıyamadığım sadâlar çıkıyor, çırpınıyordum Nihâyet, kendimi bir boşluğa yuvarlanıyormuş gibi his etdim ve tere batmış bir hâlde uyandım Kalbim şiddet ile atıyor, kulaklarım çınlıyordu

Cum’a günü, Delhîde Şâh cihân câmi’inde şöyle bir hâdise oldu Sarı saçlı, donuk beyâz yüzlü yabancı bir genç, ba’zı yaşlı müslimânların arasında câmi’e giriyordu Bu bendim Üzerimde bir Hindli elbisesi vardı Yalnız, göğsüme bana İstanbulda verilen bir altın madalyayı takmışdım Câmi’deki müslimânlar, bana hayret ile nazar ediyorlardı Ben ve arkadaşlarım minberin yakînine vâsıl olduk Biraz sonra, ezân sesi duyulmağa başladı Câmi’in içinde bulunan yaklaşık 4000 kişinin, sanki bir ordu gibi sür’at ile bir hizâya geldiğini gördüm Nemâz başlamışdı Ben de onlarla berâber nemâza durdum Bu benim için unutulmaz bir ân idi Nemâz bitip hutbe de okundukdan sonra, Abdülhay beni elimden tutarak minbere götürdü Minbere giderken, yere bağdaş kurmuş olanlara çarpmamak için, son derece dikkat ediyordum Nihâyet minberin yakînine vâsıl oldum ve merdivenlerini çıkmağa başladım Dahâ ilk adımlarımı atdığım zemân, beyâz sarıklar altında bulunan birçok yüzlerin, tarla içindeki papatyalar gibi, bana çevrildiğini görüyordum Minber etrâfında toplanmış olan ulemâ bana teşvîk edici nazarlarla bakıyorlardı Onların bu bakışı, lâzım olan kuvveti bana veriyordu Minbere çıkdım Etrâfıma bakdım Önümde mu’azzam bir insan denizi vardı Herkes başını kaldırmış, dikkat ile beni dinliyordu Ağır ağır ve arabî olarak söze başladım (Ey burada hâzır bulunan çok muhterem insanlar!Ben buraya uzak bir memleketden, orada öğrenemiyeceğim şeyleri öğrenmek için geldim Burada maksadıma kavuşdum ve rûhum huzûr ile doldu) Sonra, onlara, târîhde islâmiyyetin aldığı mevki’, Allahü teâlânın, büyük Peygamberi Muhammed aleyhisselâmın elinde muhtelif mu’cizeler yaratdığını, bugün islâm devletleri, eski kudretlerini gayb etmişlerse, bunun sebebinin, müslimânların, dinlerine, îcâb eden ri’âyeti göstermemeleri olduğunu anlatdım Ba’zı müslimânların, çok kerre insanın kendi başına birşey yapamıyacağını, bunun için, çalışmağa lüzûm olmadığını, çünki her şeyin Allahü teâlâdan geldiğini, insanın bunu değişdiremiyeceğini söylediklerini, hâlbuki, Kur’ân-ı kerîmde, Allahü teâlânın (İnsanlar kendilerini düzeltmedikce, hiçbir şeyin düzelmiyeceğini ve kendileri gayret etmezlerse, hiçbir şeyi başaramıyacaklarını), (Çalışanlara yardım edeceğini) beyân buyurduğunu ilâve etdim Kur’ân-ı kerîmde, insanların dâimâ çalışması, âciz kalmaması hakkında yazılı olan âyet-i kerîmeleri ele alarak, bunları birer birer îzâh etdim Nihâyet, muhtasar bir düâ yaparak minberden indim

Minberi terk ederken, gök gürültüsü gibi, bir “ALLAHÜ EKBER!”! sesi câmi’i çınlatdı Büyük bir heyecân içindeydim Etrâfımı göremiyordum Refîkım Aslanın beni kolumdan tutarak sür’at ile câmi’den çıkardığının farkına vardım (Neden böyle acele ediyoruz?) diye sordum (Arkana bak!) dedi Başımı arkaya çevirdim Aman Allahım, bütün cemâ’at arkamdan koşarak bana yetişmeğe çalışıyordu Yanıma geldiler Bir kısmı boynuma sarılarak beni kucaklıyor, bir kısmı ise, elimi öpmeğe çalışıyordu Başka bir kısmı, onlara düâ etmemi taleb ediyordu (Allahım, benim gibi çok âciz bir kulun, onların gözünde âlî bir insan olarak görünmesine müsâade etme!) diye yalvarıyordum O kadar mahcûb olmuşdum ki, kendimi bu temiz müslimânların malını çalmış veyâ onlara hıyânet etmiş zan ediyordum İşte o gün anladım ki, halkın beğendiği bir politikacının eline mu’azzam bir kuvvet geçiyor!Eğer böyle bir politikacı, halkın ona verdiği kuvveti fenâ kullanırsa, memleket harâb olur

O gün, bütün müslimân kardeşlerime, çok âciz bir kul olduğumu söyliyerek evime döndüm Fekat onların dostluğu, sevgisi, bana karşı gösterdikleri hürmet, haftalarca devâm etdi Bana, o kadar büyük bir sevgi gösterdiler ki, bunun te’sîri, hayâtımın sonuna kadar bana kâfî gelecekdir

Alıntı Yaparak Cevapla