Yalnız Mesajı Göster

Antakya (Hatay) Genel Tanitimi

Eski 11-04-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Antakya (Hatay) Genel Tanitimi



Antakya (Hatay) Hakkında Bilgi Hatay Genel Bilgi

Akdeniz'in doğu kıyılarında Toroslar'ın güney uzantısı Amanos ile Habib Neccar Dağları'nın önündeki Amik orasında kurulmuş olan Hatay ilinin merkezi Antakya (Antiocheia), Anadolu'nun en erken yerleşim merkezlerinden birisidir Kızıldeniz'den başlayan, Şeria ve Asi Nehir yataklarının çöküntüsü olan Amik Ovası'nı Lübnan Dağları'ndan çıkarak Akdeniz'e dökülen Asi Nehri ikiye bölmektedir İlin yüzey şekillerini dar kıyı ovaları, bunların gerisinde kıyıya paralel olarak uzanan dağlar ve doğu kesimini kaplayan Kahramanmaraş-Hatay çöküntü oluğu belirlemektedir İl topraklarını Amanos Dağları engebelendirir Güneybatı-kuzeybatı doğrultusunda uzanan ve düzenli bir sıradağ oluşturan Amanos Dağları'nın en yüksek noktası Mığırtepe'dir (2240) Diğer yükseltiler 2000 myi aşmamaktadır Amanos Dağları'nın 800-1000 m yükseklik kuşağında düz basamaklar biçiminde platolar bulunmaktadır
Hatay'ın en önemli akarsuyu Asi Irmağı'dır Asi Nehri il sınırları içerisine girdikten sonra Karaçay, Afrin Çayı ve Balıklı Gölü Kanalı'nın birleşmesi ile oluşan Küçük Asi Çayı kolunu alır Samandağı yakınlarında bi delta oluşturarak Akdeniz'e dökülür Asi ırmağı'nı Hüseyinli, Kavaslı ve Defne dereleri beslemektedir Ayrıca Amanos Dağları'nın batı yamaçlarından kaynaklanarak Akdeniz'e dökülen Deliçay, Mersin Çayı, Arsuz Çayı, Çoklu Deresi ve Gülcihan Çayı gibi küçük akarsuları da bulunmaktadır Amik Gölü ise ilin en büyük gölü idi
Asi, Afrin ve Karaçay vadi tabanlarının akarsuların taşıdığı alüvyonlarla dolması sonucu oluşan Amik Ovası ilin en geniş en önemli düzlüğüdür Amik Gölü'nün kurutularak tarıma açılması ile Amik Ovası'nın alanı 900 km2 olmuştur Yüzölçümü 5570 km2 olan ilin toplam nüfusu 1197139'dur
Hatay, Akdeniz İkliminin etkisindedir Amanos Dağları iç ve kıyı kesimleri arasında bazı farklılıklara neden olmaktadır İlin alçak kesimlerinde ender olmakla birlikte kar yağmaktadır Bu kesimlerde yazları çok sıcak geçmektedir
İlin ekonomisi sanayii, tarım ve hayvancılığa dayalıdırYetiştirilen başlıca tarımsal ürünler; domates, buğday, portakal, soğan, mandalina, pamuk, zeytin, patlıcan, sakız kabağı, üzüm, kavun, dolmalık biber, taze fasulye, yerfıstığı, soya fasulyesi, deri, yumurta, karides ve salatalıktır İlde bitkisel üretim geliştiğinden hayvancılık gerilemiştir
Sanayide ise demir-çelik, yapay gübre, dokuma, makine, yedek parça, un, bitkisel yağ, sabun, tuğla ve kiremit üretimi yapan fabrikaları bulunmaktadır Ayrıca il topraklarında dolomi ve manden suları da vardır
Eski adı Antiocheia olan ilin bu ismi, Helen dilinde "Antiochos'un Yurdu" anlamına gelen bir sözcüktür Bununla beraber Anadolu'da bu ismi taşıyan üç kent daha bulunmaktadır
Antiocheia'da yapılan yüzey araştırmaları ve kazılar yörenin MÖ10000-4000 arasına tarihlenen Paleolitik Dönem yerleşim izlerini ortaya çıkarmıştır ProfDr Enver Bostancı ile ProfDrMuzaffer Şenyürek'in Samandağı Mağaracık Köyü yakınındaki Merdivenli Mağara'da yapmış olduğu kazılar Paleolitik Çağ kültür katlarını n ortaya çıkmasına neden olmuştur İşlenmiş uçlar (point), kazıyıcılar (racloir), deliciler, el baltaları ve yongalar Merdivenli Mağara'da bulunmuştur
Hatay'ın merkezi Antiocheia'nın 12 km Güneydoğusundaki Altınözü'nde de çakmaktaşı aletler ve el baltaları ele geçmiştir Çevredeki mağaralar paleolitik Çağ sonlarında da burada bazı yerleşmeler olduğunu göstermiştir Ne var ki bu mağaralardan bazılarını Romalılar taş ocağı olarak kullanmış ve Prehistorik kalıntıları tamamen yok etmiştir Hatay yöresinde Orta Paleolitik Çağa tarihlenen insan dişleri, memeli hayvan fosilleri de bulunmuştur Ayrıca Tıkalı, Kanal ve İncili Mağaralarında da aynı döneme tarihlenen yerleşim katları ve çeşitli buluntular da ortaya çıkarılmıştır Bunların arasında İncili Mağara'da ele geçen ve Üst Paleolitik Çağa tarihlenen Homo Sapiens Çevliki Yensis fozil kemiklerinin de antropoloji yönünden kendine özgü bir yeri vardırSeleucus dönemi keramiklerinin de aynı yerde bulunuşu yöredeki yaşamın sonraki yıllarda da sürdüğüne işaret etmektedir
Hatay'ın Amik Ovası'nda, özellikle Reyhanlı yakınlarında Neolitik (MÖ8000-5500), Kalkolitik (MÖ5500-3500) ve Tunç Çağı'na (MÖ3500-1000) tarihlenen bir takım yerleşim alanları ile karşılaşılmıştır Bunlar arasında en iyi bulguları, Antakya Reyhanlı Karayolu'nun 22kmdeki Tell Açana (Alallah) ile Tell Tayınat vermiştir British Museum adına Sir Leonard Woolley Tell Açana kazılarında 17 kültür katını peş peşe ortaya çıkarmıştır Kalkolitik Çağ'dan başlayarak MÖ1190'da sona eren bu yerleşim katlarında Girit, Miken Hitit kültürlerinin izleri görülen saraylar, tapınak ve savunma yapıları ile karşılaşılmıştırMÖ XVIIYüzyılda Hititlerin eline geçen yöre, onların çöküşünden bir süre sonra bağımsız kalmışsa da Asurluların egemenliğine girmiştir MÖ1800-1600) Babil'e bağımlı Yamhad Krallığı'nın egemenliğine giren yöredeki buluntular Hitit, Hurri-Mitanni ve Mısır etkisinin burada sürdüğünü açıkça göstermektedir
Amik Ovası yerleşimlerinde görülen saray mimarisi kalıntıları, Tunç Çağının siyasi yapı ve yaşayışı ile ilgili bazı bilgiler yanında, bu yerleşimlerin beylikler biçiminde örgütlendiğini de ortaya koymuştur İlk Tunç Çağı sonunda Amik ovasındaki beylikler Mezopotomyadan gelen Akadların egemenliği altına girmiş, fakat bu egemenlik kısa sürmüştür Bundan sonraki dönemde kuzeyden gelen kavimlerinde etkisiyle başlayan kargaşa dönemi MÖ 1800 yıllarına kadar devam etmiştir MÖ 1800-1600 yılları arasında yöre, merkezi Halpa (Halep) olan Yamhad Krallığına bağlı bir beyliğin toprakları içinde yer almıştır Başkenti Alalah (Atçana) olan bu beylik iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Yamhad Krallığına bağlıydı Bir ara Yamhad Krallığının merkezi Atçanaya taşınmış ve Kral Hammurabi burada MÖ 1780-1750 dönemine tarihlenen ve kalıntıları bu günde görülen surlarla çevrili bir saray yaptırmıştır Hammuribinin yerini Babil Kralı Hammurabiyle çağdaş olan ve hakimiyeti MÖ 1686 yılına kadar Yarim-Lim almıştır



Yarim-Lim döneminde Orta Anadoluda ortaya çıkan Hitit krallığı, güçlenip birliği sağladıktan sonra güneye yönelmiş, Amik ovası üzerinden Yamhad krallığının üzerine yürümüştür MÖ 1620 yılında Hitit Kralı Hattuşil ölünce sefer sonuçlanmamamış, Onun yerini alan oğlu Murşil, Yamhad Krallığı üzerine yeniden seferler düzenlemiş, Atçana ve çevresindeki yerleşim yerleri ile Halpa şehrini ele geçirerek, şehri yakıp yıkmıştırArdından seferine devam ederek Babili ele geçirmiş, çok sayıda esirle Hattuşaşa dönmüştür Bundan sonra Antakya ve çevresi Murşilin ölümüne kadar Hitit egemenliği altında kalmıştır Onun ölümünden sonra yöredeki prenslikler Hitit egemenliğine baş kaldırmışlarsa da Prens İlim-İlimmanın başında bulunduğu Atçana Beyliği ile diğer kentler MÖ 1490larda Mısır egemenliğini kabul ederek Firavun Tutmasis IIIe bağlanmışlardır
MÖ 15 yüzyıl ortalarında Yamhad Krallığı Hitit egemenliği altına girdi II Hattuşil döneminde Yamhad Krallığı ve diğer yöre devletleri bir süre bağımsız kalabildilerse de, I Şuppiluliuma bu yöreleri tekrar ele geçirmiştir Daha sonra Şuppiluliuma ikinci bir sefer daha düzenleyerek bölgeleki Hitit egemenliğini kesinleştirmiş ve bu durum MÖ XIII yüzyıla kadar devam etmiştir XIIIyüzyılda Kral Tukulti-Ninurta zamanında Asurlular Güneydoğu Anadoluyu ele geçirmiştir MÖ 1200lü yıllarda Hitit devleti zayıflayınca Güney Anadoluda Fırat kıyıları ile Konya arasındaki bölgede çok sayıda yeni küçük devletler ortaya çıkmıştır Etnik kökenleri, dilleri ve gelenekleri farklı olan bu devletçikler uzun süre siyasi bir birlik kuramamışlardır
1200'de Yunanistan'dan Anadolu'ya yönelik Dor göçü bu bölgeye kadar uzanmıştır Bu göçmen grubu Batı Anadolu ve Kıbrıs'ta belirli aralıklarla konakladıktan sonra Amik Ovası'na ulaşmışlardır Ancak yeni gelenlerin yöredeki kültürlere büyük zararları olmuş yeni gelenlerin baskısına karşı koyamayan Hititler Kuzey Suriye'ye çekilerek küçük devletler kurmuşlardır Bu arada Arami'ler de Kuzey Suriye'ye gelerek Hititlerle karışmışlardır Böylece Kuzey Suriye'de öncekilerden çok farklı bir kültür meydana gelmiştir
Büyük İskender, (MÖ356-323) MÖ333'te Darius'u İsos'ta yenmesiyle birlikte Anadolu'daki Pers egemenliğine son vermiştir Makedonya'dan Hindistan'a kadar uzanan İskender İmparatorluğu'nun zamanında Hatay yöresinde Bottias ve İopolis isimli iki küçük Yunan kolonisi bulunuyordu MÖ 334-333 yıllarında Anadoluyu baştan başa aşıp, Gülek Boğazından Çukurovaya geçen Büyük İskender Akdenizin kuzeydoğu ucunda, bir sahil kasabası olan Myriandrosta (bugünkü İskenderun) kamp kurmuştur Bu sırada bölgede bulunan Pers İmparatoru III Dareios da Amanos dağlarını aşıp bu günkü Dörtyolun bulunduğu ovaya inmiş, Pinaros çayı (Deliçay) kıyısında savaş düzeni almıştır Bunun üzerine İskender Dörtyol ovasına geri dönmüş ve iki ordu, İssosta savaşa başlamış ve İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmıştır (333) Bundan sonra İskender kazandığı zaferin anısına Myriandrosın adını “Alexandria” olarak değiştirmiş, Amanos dağlarını aşarak Amik ovasından geçip yoluna devam etmiştir



İskenderin MÖ 323 yılında ölümü imparatorluğunun generalleri arasında paylaşılmasına neden olmuşturBunlardan Seleukos I Nicador Suriye ve çevresindeki Hatay yöresini de kapsamına alan topraklarda Seleucus devletini kurmuştur MÖ 312 yılında I Antigonosu yenen Seleukos, Asur ülkesi ile İrandaki satrapları kendisine bağlamış, Dicle kıyısındaki Seleukeia kentini merkez yapmıştır MÖ 307 yılında Antigonos, bugünkü Antakyanın kuzeyinde Akdeniz sahilinden doğuya uzanan yol üzerinde, Asi Nehri kenarında bir şehir kurmuş ve bu şehre “Antigonia” adını vermiştir Seleukos Nikator, MÖ 23 Nisan 300 tarihinde Akdeniz kıyısında Seleukia (bugünkü Samandağ-Çevlik) kentini kurmuş ve başkenti buraya taşımıştır Seleukeiada şehir surları içinde bir de liman inşa ettirmiştir Daha sonra I Seleukos Antigoniayı yıktırıp, daha güneyde, dağ eteğinde (Antakyanın bugünkü yerinde) yeni bir şehir yapılmasını istemiş ve şehrin temeli MÖ 22 Mayıs 300 tarihinde atılmış, yapımı tamamlanınca da devlet merkezi buraya nakledilmiştir Seleukos şehre babasının (ya da oğlunun) anısına “Antiokheia” adını vermiştir

Başkent Antiocheia hızla gelişerek önemli bir merkez olmuştur ISeleukos döneminde su kanalları yapılarak Defne (Harbiye) çağlayanlarından Antakyaya su getirilerek, şehirde su depoları ve dağıtım şebekeleri yapılmıştır Bu çalışmalar sonraki krallar zamanında da devam ettirilmiştir



Antiocheia'da MÖ64'te yeni bir dönem başlamıştırGeneral Pompeus'un Roma İmparatorluğu topraklarına kattığı Antiocheia kısa sürede gelişmiş, nüfusu 500000'e ulaşmış ve şehir ekonomik, siyasi ve kültürel bir kimlik kazanmıştır Bunun sonucu olarak da Roma ve İskenderiye'den sonra Roma İmparatorluğu'nun üçüncü büyük kenti olmuş ve Doğunun Altın Şehri ismi buraya yakıştırılmıştır
Antiocheia'da MÖ195'te başlayan ve MSVIyüzyıla kadar süren olimpiyat oyunlarına benzer spor yarışmaları düzenlenmiştir Bu oyunlar İmparator Claudius zamanında olimpiyat adıyla kurumlaşmıştır Roma İmparatoru Octavioanus (MÖ63-MS14) Marcus Ulpius Traianus (MS98-117), Tiberius (MS14-MS37) Antiocheia'ya yakın ilgi göstermişlerdir Antoninus Pius (138-161) uzun süre burada yaşamıştır Roma iç savaşlarında Antiocheialılar CJulius Caesar'dan (MÖ12/13-MÖ44) yana olmuştur Bundan hoşlanan JCaesar Antiocheia'da dokuz gün kalmış, halka verilen imtiyazları yenilemiş, yukarı mahallelere su getirmiş ve bir de tiyatro yaptırmıştır CJulius Caesar'ın ölümünden sonra Partlar kente girmişse de Romalılar yeniden yöreye egemen olmuşlardır Bu dönemde hipodrom, sirk ve tiyatrolar onarılmış, yeni devlet binaları yapılmıştır İmparator Tiberius zamanında Habib-ül Neccar Dağı'ndan aşağıya inen sularla kent kuşatılmıştır İstanbul'dan sonra en uzun surlar olarak nitelenen Antiocheia surları 12 km uzunluğa ulaşmaktaydı Ne yazık ki, bunlardan günümüze pek azı gelebilmiştir



Asi nehri ağzında bulunan ve eski çağlardan beri kullanılan El Mina, yöredeki kentlerin ticari bağlantısını sağlayan önemli bir limandır Bu limandan IV Yüzyıla kadar küçük gemiler nehir yoluyla Antakyaya kadar gelebiliyorlardı Seleukeia Pieria limanı hizmete girince deniz ticaretinin ağırlığı bu limana kaymış ve El Mina önemini yitirmiştir Burası aynı zamanda Roma İmparatorluğunun Doğu Akdenizdeki en önemli askeri üssü konumundaydı Judea Kralı Herot kenti güneyden kuzeye doğru kesen, granitten bir yol yaptırmış, İmparator Octavianus Augustus da (MÖ23-MS14) yolu kuzey kapısına kadar uzatmıştır İmparator Tiberius bu yola revaklar eklemiş, kenti tunç ve altın yaldızlı heykellerle süslemiştir Bu dönemde altın ve tunçtan yapılmış Tyche heykeli Antiocheia'nın sembolü olmuştur Tyche heykelinin en güzel yapıtı Eutühides tarafından yapılmış olup, Roma Vatikan Müzesi'ndedir
Roma kaynaklarından ve bazı kalıntılardan kentte oldukça ileri düzeyde bir hamam sisteminin geliştirildiği öğrenilmektedir Bu konuda yapılan araştırmalar kentte gerçek isimleri bilinmediğinden A, C, E olarak tanımlanan hamamlar bulunuyordu Ayrıca Apolausis hamamı da onlara eklenmektedir Bunlardan C hamamının her iki eksenine göre simetrik, E hamamının da ikisi simetrik olmak üzere üç büyük nişli caldiriumu (sıcaklık) vardı Geç Roma Çağı'nda İtalya'da görülen yol kavşaklarına yerleştirilen anıt tipindeki tetrapilonlardan birisi de İmparator Caligula Cermanicus (MS31-41) yıllarında yapıldığı sanılmaktadır



Antiocheia'nın 9 km doğusundaki Daphne (Harbiye) Romalıların sayfiye yeri idi Romalı kumandan ve zenginlerin villalarının mozaikleri kentin önemini, zenginliğini bir kat daha gözler önüne sermektedir Buradaki Apollon, Artemis, Herakles ve İsis tapınaklarının isimleri kaynaklarda geçerse de onlarla ilgili hiç bir kalıntı günümüze ulaşamamıştır Âsi Nehri üzerindeki İmparator Diocletianus'un (MS245-316) yaptırmış olduğu üç gözlü köprü ne yazık ki, 1970'den sonra yeni bir köprünün yapılabilmesi için yıktırılmıştır
300'lü yıllarda İmparator Vespasianus (MS17-79) zamanında Samandağ'da sel sularını önlemek amacıyla 138 m uzunluğu, 6mgenişliği ve 7 m yüksekliği olan bir tünelin yapımına başlanmıştır Sonraki yıllarda İmparator Titus Vespaianus Augustos (MS39-81) tarafından tamamlanmıştır
Antiocheia (Antakya) Hıristiyanlığın başlangıç ve yayılma dönemlerinde önemli bir dini merkez konumuna gelmiştir Hzİsa'nın çarmıha gerilişinden sonra havarileri Hıristiyanlığı yaymaya çalışmış, bu nedenle de Anadolu ile Yunanistan'a sık sık gitmişler, Roma'ya kadar uzanmışlardır



Hıristiyanlıktan önce Antiocheia'da Gentil denilen bir cemaat yaşıyor, Sinagoglarda Eski Ahid'in MÖ270'de yapılmış çevirileri okunuyordu Gentiller Yahudilerin yüksek ahlâki ve ruhanî Tanrı kavramı ile inanların ahlâk yasalarının etkisinde kalmışlardı Aziz Paulos ile Aziz Barnabas bu cemaate vaaz vermeye başlamadan önce Samiriye'de aynı adetleri benimsemiş bir topluluk yaşıyordu Özellikle Aziz Petrus'u tanımak ve ondan vaaz dinlemek amacıyla (Caesarea'da (Kayseri) bir araya gelen Romalı yüzbaşı Cornelius ile yakınları vaftiz olarak yeni dini kabul etmişlerdi Bu arada Aziz Petrus da görmüş olduğu bir rüyanın etkisinde kalarak onları ziyarete gelmiştir Bundan sonra Roma İmparatorluğu'nun Filistin'deki bir kenti olan Judae'daki kilise vecd halini Kutsal Ruhun vaftizi olarak kabul etmişti Bu arada Antiocheia'da Hıristiyan dinini kabul edenler arasında şiddetli bir tartışma gelişmiş, tartışmanın ana noktasını "Musa'nın adetine göre sünnet olmayanların" durumu oluşturmuştur Aziz Paulos ile Aziz Barnabas'ın ılımlı görüşlerine Judae'dan gelenler karşı çıkmışlardır Bu tartışmayı sonuca bağlayabilmek için Aziz Paulos ile Aziz Barnabas Kudüs'e giderek konuya açıklık kazandırmaya çalışmışlardır Anadolu'daki bazı mucizeler bu toplantıda dile getirilmiş ve sünnetin üzerinde fazla durulmaması, yalnızca Kutsal Ruh'un kabul edilmesi öğütlenmiştir Bu kararın ardından Aziz Yahuda, Aziz Silas, Aziz Paulus ve Aziz Barnabas'ın Anadolu'ya gönderilmeleri kararlaştırılmıştır Ayrıca Azizler Antiocheia, Suriye ve Kilikya'daki Gentillerin Hıristiyanlığı kabul ettiklerini bildiren mektubu teslim etmekle de görevlendirilmişlerdir Bundan sonra da Aziz Paulus ile Aziz Barnabas Hıristiyanlığı yaymak amacıyla Antiocheia'dan yolculuklarına başlamışlardır
MS252-300 yıllarında Antiocheia'da on kilise toplantısı yapılmış, ayrıca Anadolu Patriği'nin de merkezi olmuştur Kutsal Kitap'ın MSIVyüzyıl sonunda Hieronymus tarafından yapılan Latince çevirisi olan Vulgata'yı hazırlayan Aziz Jerome, Antiocheia'da İsa'nın hayalini gördüğünü söylemiştir



Roma İmparatorluğu'nun 395'te ikiye ayrılmasından sonra Antiocheia Doğu Roma İmparatorluğu'nun (Bizans) sınırları içerisinde kalmıştır Roma döneminde başlayan Arap akınları Bizans döneminde de sürmüş ve yöreyi tehdit etmiştir Buna rağmen Antiocheia önemini korumuş Bizans'ın İran'a yaptığı seferlerde de üs olarak kullanılmıştır İmparator Iustinianus (527-565) Arap akınlarına önlem olarak kenti eskisinden daha küçük surlarla çevirmiş, yollarını taş döşeli olarak yenilemiş, tiyatro, hamam ve su yolları yaptırmıştır Bizanslılardan arta kalan dört sur kapısından yalnızca Demir Kapı (Halep kapısı) günümüze iyi bir durumda gelebilmiştir Antiocheia bu yıllarda doğal afetlerden büyük zarar görmüş; MS 35,37 ve 41-45 arası, 115, 341, 365, 396, 458, 526, 528 ve 531-534 arası, 532, 551, 557, 588, 589 depremleri kenti baştan başa yıkmıştır Bunlardan en şiddetli ve en çok can kaybına yol açanı, 29 Mayıs 526 tarihinde meydana gelen depremdir Bu depremde 250000 kişi ölmüş ve Antakya ile birlikte Daphne ve Seleukia Pieria de yerle bir olmuştur 528 yılında meydana gelen deprem de de en az önceki kadar şiddetli ise de can kaybı diğerlerine göre daha az olmuştur 526 ve 528 depremlerinden sonra yeniden kurulan yeni Antiocheia'da 542 yılında bir veba salgını yaşanmıştır
İranlılar Antiocheia ve civarını yakıp yıkarak, 611-628 yılları arasında işgal etmişlerdir İmparator Herakleios (575-641) bölgeyi İranlılardan kurtarmak istemişse de 622'de kentin önünde yapılan savaşta yenilmiştir Bunun üzerine İranlılar Antiocheia'yı boşaltarak orada yaşayanları İran'a gitmeye zorlamıştır



Bizanslılar yöreyi yeniden ele geçirmişlerse de Yermük Savaşı'ndan sonra (636), Übeyde Bin Cerrah komutasındaki Arap orduları bir kez daha Antiocheia'yı kuşatmıştır HzÖmer'in isteği ile herhangi bir çatışmaya girilmemiş ve kent teslim olmuştur (638) Antiocheia'lılar zaman zaman Araplar'a karşı ayaklanmışlarsa da bundan sonuç alamamışlardır Muaviye ve Velid Bin Abdülmelik kentte nüfusu çoğaltabilmek için Araplar'ı buraya yerleştirmiştir Antiocheia, Abbasiler döneminde sakin bir devir yaşamış, Halife Harun Reşid kenti ziyaret etmiştir 843-849 yılları arasında İbn Ebu Davud harap durumdaki İskenderun kalesini tamir ve kısmen de yenilemiştir Abbasilerden sonra Tulunoğulları, İhşidiler, Hamidoğulları da yöreye egemen olmuş, ancak Bizans İmparatoru IINikephoros Phokas (963-969) kenti geri almıştır (968) Selçuklular 1070 ve 1075'de şekri kuşatmış ancak 20000 altın karşılığında kuşatmayı kaldırmışlardır Kutalmışoğlu Süleyman Şah bir süre sonra kenti ele geçirmiş ve halka çok iyi davranmıştır Bu arada Mar Cassianus Kilisesi camiye çevrilmiş, buna karşılık iki kiliselik arsa Hıristiyanlara verilmiştir Süleyman Şah'ın ölümünden sonra Melik şah'ın egemenliği burada çok fazla sürmemiş, 21 Ekim 1097'de haçlı ordusu Antiocheia önünde görülmüştür Antiocheia Haçlı'lara karşı bir süre direnmişse de sonunda kent düşmüş ve halk kılıçtan geçirilmiştir Bundan sonra Haçlılar yöreye egemen olmuş ve Antiocheia da prenslik olarak yönetilmiştir Daha sonraki dönemlerde 1 ve 2 Haçlı seferleri sırasında Suriye bölgesi Bizanslıların elinden tamamen çıkmış bölge Arap beylikleri ile Latinler arasında paylaşılmıştır Bu dönemde Antakyada Ceyhan Irmağından Lazkiyeye kadar olan bölgeyi kapsayan ve Kudüse bağlı olan bir dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kurulmuştur



Antakya 1137 yılında Kilikya seferine çıkmış olan Bizans İmparatoru Ioannes II Komnenos (1118-1143) tarafından ele geçirilmiştir 1142de düzenlenen ikinci bir seferde Antiocheia çevresindeki köy ve kasabalar tahrip edilmiştir Onun yerine geçen Manuel Komnenos döneminde Antakya Prensi İstanbula gidip, İmparatora bağımlılığınıkabul etmek suretiyle Antakyada kalabilmiştir

Roma İmparatorluğunu yeniden canlandırmak isteyen Manuel Komnenos, 1158 yılında düzenlediği doğu seferinde Çukurova Ermeni Prensliği üzerinde kesin hakimiyet sağlamıştır Bundan sonra İmparator Antiocheiaya geçmiş, Kudüs Kralı Baldwin III de oraya gelerek Bizans İmparatorluğuna sadakatini belirtmiş, Manuel Kommenos da bir süre sonra İstanbula dönmüştür

Eyyubi Sultanı Selahaddin Eyyubinin 1187 yılında Halepi zaptetmesi üzerine zor durumda kalan Antiocheia Prensi III Bohemond, Sultana elçi göndererek barış istemiş, Sultan bu talebi kabul etmiştir Bundan sonra bölgedeki birçok kaleyi ele geçiren Selahaddin Eyyubi Eylül 1188de Haçlıların elinde bulunan Bakras ve Darbsâk kalelerini de ele geçirmiş ve Antiocheianın Anadolu ile bağlantısını kesmiştir Bunun üzerine yöre halkı büyük sıkıntı içine düşmüştür Şehir, sadece El Mina ve Seleukiea Pieria limanları vasıtasıyla yardım alıyordu Bu arada Antakya Prensliğinin talebi üzerine kısa süreli barış andlaşması yapılmıştır Selahaddin Eyyübi, bölgedeki bütün kaleleri ele geçirmek için hazırlık yaparken III Haçlı Seferinin başlaması üzerine bu sefer gerçekleşememiştir Bunun ardından Eyyubi orduları 1191 yılında bölgeden tümüyle çekilmiştir



XIII yüzyılda Mısıra egemen olan Memlûk Devletinin orduları Amik ovasına kadar ulaşmış, 1261 ve 1262 yıllarında Antiocheiayı iki defa kuşatmışlardır 1268 yılında tekrar yöreye gelen Baybars komutasındaki Memlûk ordusu Koz kalesini zaptettikten sonra Antiocheiayı kuşatmıştır 18 Mayıs 1268 tarihinde şiddetli bir savaş sonucunda Antiokheia ele geçirilmiş, yağmalanmış, yakılmış, surlar tahrip edilmiş, iç kalesi yıkılmıştırBu arada kentin Seleukeia Pieria (Çevlik) limanını da tahrip ettiren Baybars, Bakras ve Darb-ı sâk kalelerini ele geçirmiştir Bundan sonra Antiocheia ve Bakrasda birer cami yaptırmış ve kentte imar faaliyetine girişmiştir Memlûklerin gelişi ile Antakyada 171 yıl hüküm süren Antakya Haçlı Prensliği sona ermiştir Bu dönemde bölgeye 40 000 Türkmen Gazzeden getirilerek Antiocheia ve Sis (Kozan) sınırına kadar, Haçlılardan alınan sahil bölgelerine yerleştirilmiştir

1394 yılında Timur, Memlûk topraklarına bir sefer düzenlemiş, ancak Antiocheiaya girememiştir XIV ve XV yüzyıllarda Halep, Antep ve Antiocheia yörelerinde Avşarlar ve Bayatlar çoğunluktaydı Kuzey Suriye Avşarlarından Gündüzoğulları Amik ovasında, Köpekoğulları Antepte ve Özeroğulları İskenderun Körfezini çevreleyen bölgede yaşıyorlardı Dulkadiroğlu Süli Beyle anlaşan Özeroğlu Davut Bey ,Memlûklere karşı ayaklanarak, Antiocheiayı ele geçirmiştir Ancak, 1411 yılında Halep Valisine yenilince şehri Gündüzoğullarına terkedip çekilmek zorunda kalmıştır Gündüzoğullarının Antakya hakimiyeti de kısa sürmüştür 1432 yılında Antakyadan geçen seyyah Bertrandon de la Broquierein gözlemlerine göre; o zaman o bölgenin başkenti olan Antiocheianın surları içinde üçyüz kadar ev bulunuyordu



XV yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı toprakları güneye doğru genişleyip Memlûk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlar da başladı, 1487 yılında Çukurovada Memlûk ordusu Osmanlı ordusunu yenerek, komutan Hersekzade Ahmet Paşayı esir almıştır 1488 yılındaki seferde de Osmanlı ordusu Memlûk ordusuna karşı başarı sağlayamamıştır Nihayet 1490 yılında barış anlaşması yapılmıştır
1516 yılında Osmanlı ordusu ile Memlük ordusu arasında Mercidabıkta cereyan eden savaşı Osmanlılar kazanmıştır Yavuz Sultan Selimin Osmanlı ordusunun başında Halepe girmesiyle Antakya, İskenderun ve çevresi de 1516 yılının Ağustos ayında Osmanlı egemenliği altına girmiş oldu Şehre ilk vali olarak Bıyıklı Mehmet Paşa tayin edildi Bundan sonraki yıllarda yöre için en önemli olay, Kanuni Sultan Süleymannın buradan geçişidir Kanuni, Tebriz seferi dönüşünde Aralık 1535 başlarında Antakya-İskenderun üzerinden Adanaya geçmiş; daha sonraki yıllarda, 1548-1549 kışını geçirdiği Halepte iken yaptığı gezilerden birinde Antakyaya tekrar uğramıştır



1552 yılında Kanuni Sultan Süleymanın isteği ile Belene cami, han, hamam ve imaretin yapımına başlandı Bunun ardından Belene 250 derbentçi yerleştirildi Birkaç yıl sonra 65 hane daha yerleştirilerek burası köy haline getirildi Bundan sonra yine yol güvenliğini sağlamak için Payastaki eski kale ve hendeği sökülüp tümüyle yenilenmiştir (1567-1571) Payas kalesinin karşısında Sokullu Mehmet Paşanın 1568 yılında yapımını başlattığı cami, han, hamam, arasta ve imaretten oluşan külliye 1574 yılında tamamlanmıştır Ayrıca bir iskele ile bir tersane yapılmış, limanı korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına küçük bir kale (Cin kulesi) inşa edilmiştir Derbentçi olarak buraya 541 aile yerleştirildi Sokullu aynı dönemde Antakyada da han, hamam, bedesten, değirmen gibi çoğu günümüze kadar ayakta kalan yapılar inşa ettirmiştir Yörede bundan sonraki dönemde bilinen tek önemli olay 1607 yılında devlete isyan halinde olan Canbolatoğlu üzerine açılan seferdir Bu seferde Murat Paşa, Oruç (Ruc) ovasında Canbolatoğlunu bozguna uğrattı

XVII yüzyılda yörede Süveydiye, Payas, İskenderun iskeleleri çalışır durumdaydı Asi nehri ağzı kumla dolduğundan Antakya, Süveydiye iskelesinden yeterince yararlanamıyordu İskenderunun kıyıları bataklıklarla kaplı olmasına rağmen yine de yararlanılabilen bir liman konumundaydı Nasuh Paşanın İskenderun'da başlattığı kale inşaatı yarım kaldığından ötürü güvenlik yeterince sağlanamıyordu Payas Limanı ise hem ticaret , hem de askeri nakliyat yönünden çok önemliydi Surre alayları (Hac kafilesi) hacca giderken bu yolu izliyordu Bununla beraber XVII yüzyılın sonlarında güvenliğin yeterince sağlanamaması yüzünden yöredeki birçok köy harap olmuş, köylüler yerlerini terketmişlerdir Bir yandan göçler önlenirken bir yandan da XVII yüzyıl sonları ile XVIII yüzyılın başlarında Antakya, Lazkiye, Hama, Humus, Trablusşam dolaylarına konar-göçer halde yaşayan çok sayıda Türkmen aşiret ve oymakları yerleştirildi Böylece hem üretim dengesi kuruldu, hem de harap yerleşim yerleri imar ve ihya edilmiş oldu



Bu dönemde Karamurtta (Bakras civarı) Kanuninin yaptırdığı han da harap, iş görmez haldeydi İskân çalışmalarının devamı olarak 1703-1704 yıllarında Vezir Hasan Paşa aynı yerde büyük bir han ile cami ve imaret yapılmasını emretti, yapım 1706 yılında tamamlandı Burada aynı zamanda mustahkem bir kasaba inşa edildi ve yol güvenliği için derbent teşkilatı kuruldu Böylece bölgede güvenlik sağlanmış oldu Abdurrahman Paşanın çabalarıyla da 1769'da Anadolu'dan Belen'e köylüler getirilerek yöre iskân edilmiştir

1822 yılında meydana gelen deprem İskenderun ve çevresinde büyük yıkıma yol açmış, Seleukeia Pierianın son kalıntıları da yıkılmış, Antakyada birçok ev hasar görmüştür

Osmanlı döneminde Antakyada Ahilik ilkelerine göre çalışan, lonca halinde örgütlenmiş bir esnaf teşkilatı, hanlar etrafında organize olmuş ve her biri bir mesleğin mensuplarına tahsis edilmiş sokakların oluşturduğu işlek bir çarşısı, Asi nehri üzerinde değirmenler ve sulama için gerekli suyu nehirden sağlayan su dolapları bulunuyordu



1832 yılında Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşa Osmanlı ordusunu yenerek Suriyeyi ele geçirmiştir Halepe kabul edilmeyen Ağa Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Beylan (Belen) Boğazına çekilerek burada savunma düzeni aldı Antakyaya gelen ve ordusunu dinlendiren İbrahim Paşa Osmanlı ordusunun savunmada bıraktığı boşluklardan yararlanarak 28 Temmuz 1832 günü yapılan savaşı kazandı Osmanlı ordusu ağır kayıplar verdi İbrahim Paşa ordusu buradan İskenderuna geçerek yoluna devam etmiş, Anadolu içlerine kadar ilerlemiştir Antakya ve çevresinde 1839 yılına kadar İbrahim Paşanın kurduğu düzen devam etmiştir Tanzimatın ilanıyla tüm Osmanlı ülkesi gibi Antakya ve çevresinin idari teşkilatında da yeni düzenlemeler yapılmıştır

XIX yüzyılda Gâvurdağı yöresinde asayiş bozulmuş, huzur kalmamış, Sivas vilayeti sınırlarından İskenderun iskelesi, Beylan ve Antakya kazaları sınırına kadar olan geniş bölgede isyan hareketleri baş göstermiştir Osmanlı Devleti bölgeyi ıslah etmek ve düzeni yeniden kurmak için bir fırka (tümen) oluşturdu ”Fırkai Islahiye” adı verilen bu ordunun komutanı Müşir Derviş Paşa, mülki konulardaki yetkilisi Ahmet Cevdet Paşa idi
Bu ordu 1865 yılı ortalarında İskenderuna geldi Belen yoluyla Amanos Dağları'nı geçerek harekâta başlandı, isyanlar bastırıldı ve bölgede huzur sağlandı Ordunun konakladığı yerde bir kışla yapıldı Bundan sonra Hacılar, Tiyek ve Akbez nahiyeleri birleştirilerek bir kaza oluşturuldu, kışla yanında da kaza merkezi olmak üzere birkaç yüz hanelik bir kasaba kuruldu Buraya ilk önce Hassa taburları ayak bastığı için kasabaya “HASSA” adı verildi Buraya üç nahiyenin halkından bir kısmı nakledildi Bundan sonra Halep vilayetinin idare yapısı yeniden düzenlendi Yeni düzenlemede Antakya, Reyhaniye, Payas, Beylan, İskenderun (İskenderun Belene, Belen Payasa bağlı), Ordu (Cisrişşuğura bağlı), Hassa (İslahiyeye bağlı), Halep vilayeti sınırları içinde yer aldı

Alıntı Yaparak Cevapla