Yalnız Mesajı Göster

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



Kur'ân-ı kerîmi açıktan okuyan ilk sahâbî:
ABDULLAH BİN MES'ÛD




Abdullah bin Mes'ûd hazretleri, Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olup, ilk îmâna gelenlerdendir

Gençliğinde fakîr idi Bundan dolayı çobanlık yapıyordu Bir gün koyun güderken Peygamber efendimiz ve Hz Ebû Bekir ile karşılaştı Resûlullah efendimiz:

- Ey genç! İçmemiz için sütün var mı? diye sordu O da:

- Yok efendim, deyince, Peygamber efendimiz, hiç yavrulamamış bir koyunun memesini elleri ile sıvazlayıp, duâ etti Koyunun memesi derhal süt ile doldu Hz Ebû Bekir, büyük bir kap getirip doldurdu Bu sütten içtiler Peygamber efendimiz sonra: "Çekil, büzül" buyurdu Koyunun memeleri eski hâline geldi

Nasıl sağdınız?

Abdullah bin Mes'ûd, olanları hayretler içinde seyretti Dayanamayıp sordu:

- Bu nasıl oldu? Hiç sütü olmayan koyundan bu kadar sütü nasıl sağdınız? Söylediğiniz duâyı lütfen bana da öğretin

Peygamber efendimiz, başını sıvazlayıp:

- Allahü teâlâ sana rahmet etsin! Sen Hakkı öğrenebilecek bir çocuksun, buyurdu

Bu mu'cizeyi gören ve konuşmaları işiten genç:

- Siz sıradan bir kimse değilsiniz Senin, Cenâb-ı Hakkın Peygamberi olduğuna inandım, deyip Kelime-i şehâdet getirdi ve Müslüman oldu

Kimse yok mu?

Abdullah bin Mes'ûd hazretleri Mekke'de ilk defa açıktan Kur'ân-ı kerîm okuyan sahâbîdir

Bir gün Eshâb-ı kirâm, bir yerde oturup sohbet ediyorlardı İçlerinden birisi:

- Resûlullahtan başka, hiç kimse çıkıp da Kur'ân-ı kerîmi müşriklere karşı açıktan okuyamadı Bunu yapacak kimse yok mu? dedi İbni Mes'ûd hazretleri hemen atılıp:

- Ben okurum, dedi

- Biz, sana bir zarar vermelerini istemeyiz Müşriklerin, kabîlesinden korkacakları bir kimse okusun

- Bırakın gideyim! Siz dua edin! Allahü teâlâ beni korur!

Ertesi gün, Makâm-ı İbrâhim'e gitti Müşrikler orada toplanmış hâldeydiler İbni Mes'ûd hazretleri Besmele-i şerîfe çekip, "Errahmânu allemel Kur'âne" diyerek Rahmân sûresini okumaya başladı

Müşrikler hep birlikte üzerine yürüdüler Tekme tokat vurmaya başladılar Yüzü gözü her tarafı yara bere içersinde kaldı Fakat o, sanki hiç bir şey yapılmıyormuş gibi sâkin sâkin Kur'ân-ı kerîmi okumaya devam etti Okuması bittikten sonra Eshâb-ı kirâmın yanına vardığında dediler ki:

- Korktuğumuz başımıza geldi Bir daha gidip onların yanında okuma!

- Hayır yine gidip okuyacağım Müşrikleri ilk defa böyle perişan hâlde gördüm Onların âcizliği beni çok sevindiriyor Bana yapılan işkencelerden acı duymuyorum

O, ertesi günü yine gidip, tekrar okudu Yine tartakladılar Hattâ kızgın çöllere yatırıp işkence ettiler O yine aldırmadan okumalarına devam etti Sonunda müşrikler çâresiz kaldılar

Mekkeli müşrikler diğer Müslümanlara yaptıkları gibi, Abdullah ibni Mes'ûd'a da çok eziyet ve işkence yaptılar İşkenceler dayanılmayacak hâle gelince izin ile iki defa Habeşistan'a hicret etti Resûlullah efendimizin hicret etmesinden sonra, Habeşistan'dan Medîne'ye hicret etti Burada önce Muâz bin Cebel'in evinde misâfir kaldı Sonra Mescid-i Nebî'nin yanında bir ev yaptırarak taşındı

İbni Mes'ûd hazretleri, cüssesinden umulmayan kahramanlıklar göstermiştir Savaşlarda, Resûlullahın yanından ayrılmayıp, canfedâ bir şekilde savaşırdı Bedir savaşında, küfrü ve îmânsızlığı meşhûr Ebû Cehil'in başını o kesmiştir

Savaşta, Eshâb-ı kirâmdan Afra hatûnun çocukları Muâz ve Muavviz, kılıç darbeleri ile Ebû Cehil'i kımıldayamıyacak şekilde yaralayıp, yıktılar Öldüğünü zannedip oradan ayrıldılar Peygamber efendimiz Ebû Cehil'i merak edip:

- Acaba Ebû Cehil ne yaptı, ne oldu? Kim bakar? buyurarak, araştırılmasını emretti Aradılar bulamadılar Gelip durumu bildirince Peygamber efendimiz:

Allahü teâlâ zelil etti

- Aramaya devam ediniz! Eğer onu tanıyamazsanız, dizindeki yara izine bakınız Birgün ben ve o, Abdullah bin Cûdan'ın ziyâfetine gittik İkimiz de gençtik Ben ondan biraz büyükçe idim Orada onu itince düştü, dizlerinden birisi yaralandı Bu iz onun dizinden kaybolmadı, buyurarak Eshâbına kolay tanımaları için işâret verdi

Bunun üzerine, İbni Mes'ûd hazretleri yerinden fırlayıp aramaya gitti Epey bir aramadan sonra, ölüler arasında ta'rife uygun yaralı birisini gördü Yanına yaklaşıp sordu:

- Sen Ebû Cehil misin?

- Evet, Ebû Cehil'im

- Ey Resûlullah düşmanı! Nihâyet Allahü teâlâ seni hakîr ve zelîl etti?

Aldığı yaralardan, acılar içinde kıvranan İslâm düşmanı Ebû Cehil, hâlâ inadına, düşmanlığına devam ediyordu En ufak bir pişmanlık eseri yoktu Ebedî olarak, Cehennemde kalmak üzere dünyadan ayrılmakta iken bile mel'ûn hâlâ ağzından kin kusuyordu:

- Ne diye beni zelîl ve hakîr edecek ey koyun çobanı! Hakîr olan sizler olacaksınız! Sen bana zaferden bahset! Kim kazandı kim kaybetti?

- Zafer Allah ve Resûlünün tarafındadır, ey mel'ûn Artık sonun geldi Zehir kusan başını, şu iğrenç vücûdundan ayıracağım

- Doğrusu beni, senin gibi birisinin öldürmesi bana çok ağır gelecek

- İşte Allah ve Resûlüne karşı gelen, onlara düşmanlık besliyenin sonu böyle zelîl olmaktır Sen ve senin gibi olanların sonları böyle olacak Burada zelîl olduğunuz gibi, âhırette daha zelîl olacaksınız! Ebedî olarak, Cehennem ateşi ile yanacaksınız Cehennemde, şimdiki bu hâlinizi çok arayacaksınız Fakat bulamıyacaksınız

İbni Mes'ûd hazretleri, başını kesmek için Ebû Cehil'in miğferini çıkartırken:

- Ne olur hiç olmazsa, boynumu gövdeme yakın kes ki, başım heybetli görünsün, diyerek küfrünün, gurur ve kibrinin ne dereceye çıkmış olduğunu gösterdi

Ümmetin fir'avnı

İbni Mes'ûd, Ebû Cehil'in başını kılıcıyla kopardı Kılıcını, miğferini aldı Başına bir ip bağlayıp, sürükliyerek Resûlullahın huzûruna götürdü Sevinç içinde:

- Yâ Resûlallah! Bu, Allahü teâlânın düşmanı Ebû Cehil'in başıdır, dedi Peygamber efendimiz de:

- O Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur, buyurdu

Sonra İbni Mes'ûd hazretleri ile beraber, Ebû Cehil'in cesedinin yanına gitti Ona hitap ile:

- Allahü teâlâya hamd olsun ki seni zelîl ve hakîr kıldı Ey Allahın düşmanı! Sen bu ümmetin fir'avnı idin! buyurdu

Hz Abdullah bin Mes'ûd, Uhud'da, Hendek'te, Biat-ı Rıdvan'da, Mekke'nin fethinde ve Tebük seferlerinde bulundu Peygamber efendimizin vefâtından sonra da Yermük harbine katıldı Kûfe kadılığına tayin olundu Orada hazine muhafızlığı da yaptı Hz Ömer, Kûfe halkına yazdığı mektupta şöyle diyordu:

- Ey Müslümanlar! Size iki arkadaşımı yolluyorum Ammâr vâlî, Abdullah kâdı olacaktır Onları dinleyiniz ve söylediklerini yapınız Çünkü ikisi de Resûlullahın Eshâbından olup, Bedir kahramanlarındandır İbni Mes'ûd'u yanımda alıkoymayarak sizi kendime tercih ettim Kendisi aynı zamanda beytülmâl hesaplarına da bakacaktır

Günâhtan şikâyet

Hz Osman'ın son zamanlarında Medine'ye döndü 60 yaşının üzerinde iken hastalandı Halife Hz Osman, ziyâretine geldi Dedi ki:

- Bir isteğin mi var?

- Allahü teâlânın rahmetini isterim

- Bir tabib getirelim mi?

- Hâcet yok! Beni hasta eden tabibdir

Bu hastalıktan vefât etti Cenâze namazını Hz Osman kıldırdı Vasiyeti üzerine Cennet-ül-Bakî Kabristanına defnedilmiştir

Abdullah bin Mes'ud, Resûlullahın huzurunda, meclislerinde sık sık bulunurdu O derece ki, Resûl-i ekremin Ehl-i beytinden olduğu sanılırdı Resûlullahın eşyalarını taşırdı Onlara hürmetinden çok güzel giyinirdi

Peygamber efendimiz, Abdullah bin Mes'ûd'u Kur'ân-ı kerîm öğretenlerin başında sayardı ve, "Kur'ân-ı kerîmi, İbni Mes'ûd, Salim, Übey bin Ka'b ve Muaz bin Cebel'den öğrenin!" buyururdu 70 sûreyi Resûlullahın mübârek ağızlarından işiterek ezberlemiştir Âsım, Hamza, Kisaî, Halef, A'meş gibi meşhur kırâat imâmlarının silsilesi, İbni Mes'ûd'da son bulmaktadır

Resûl-i ekrem Kur'ân-ı kerîmi ondan dinlemeyi çok severdi Peygamber efendimiz bir gün ona buyurdu ki:

- Nisa suresini oku, dinleyelim

- Kur'ân-ı kerîm size indi Biz O'nu sizden okuduk ve sizden öğrendik Resûl-i ekrem bunun üzerine buyurdu ki:

- Evet öyledir Fakat ben Kur'ân-ı kerîmi başkasından dinlemeyi severim

İbni Mes'ûd okumaya başladı Meâlen; (Halleri ne olacak? Her ümmetten bir şahit getireceğimiz zaman) Nisa: 41] âyet-i kerimesine gelince, Resûlullahın mübârek gözlerinden yaşlar boşandı

İbni Mes'ûd gibi

İbni Mes'ûd hazretleri, Kur'ân-ı kerîmi çok güzel okurdu Hz Ömer anlatır:

Bir gün Resûlullah efendimiz, Hz Ebû Bekir ile Müslümanların durumunu konuşuyordu Ben de yanlarındaydım Sonra beraber dışarı çıktık Baktık, tanımadığımız birisi mescidde Kur'ân-ı kerîm okuyor Resûlullah efendimiz dinlemeye başladı Daha sonra da bize dönüp buyurdu ki:

- Kim Kur'ân-ı kerîmi indiği andaki tazeliği ile okumaktan hoşlanıyorsa, İbni Mes'ûd gibi okusun!

İbni Mes'ûd hazretlerinin vücûdu zayıf yapılı idi Peygamber efendimiz birgün Eshâbına buyurdu ki:

- Siz İbni Mes'ûd'un vücutça zayıf olduğuna bakmayın Mîzânda hepinizden ağırdır




En çok hadîs bilen sahâbîlerden:
ABDULLAH BİN ÖMER




Abdullah bin Ömer hazretleri, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden olup, dört büyük halîfeden Hz Ömer’in oğludur İlk îmâna gelenlerdendir Babası îmân ile şereflenince, o da küçük yaşta Müslüman oldu

Küçük yaştan beri Peygamber efendimizle beraber bulundu Bunun için Eshâb-ı kirâm içinde en çok hadîs-i şerîf nakledenlerden oldu

Ayrıca, yaratılış olarak üstün hâllere sahip olduğundan ve Resûlullahın hizmeti ile şereflenip, uzun zaman sohbetlerinde bulunduğundan, bütün ilimlerde mâhir oldu

Çok cömert idi

Harâm ve şüphelilerden sakınmakta, dünyaya düşkün olmamakta örnek durumdaydı Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi Çok cömert olup, ikrâm etmeyi çok severdi Akşam yemeklerini, yalnız yediği hiç vâki değildi Mutlaka misâfir arar bulurdu

Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerine, bin dirhem para ile kıymetli bir kaftan hediye getirilmişti Dostlarından birisi ertesi gün, onu, çarşıda hayvanına veresiye yem alırken görünce şaşırdı Evine gidip sordu:

- Dün Abdullah bin Ömer’e bin dirhem para ile kıymetli bir kaftan gelmemiş miydi?

- Evet gelmişti

- Fakat bugün onu veresiye alış-veriş yaparken gördüm

- Doğrudur Hediyeleri aldığı gün, kaftanı omuzuna alıp, çarşıya çıktı Dönüşünde ne kaftan ne de paralar vardı İhtiyacı olanlara hepsini dağıtmış

Gençliğinde bir rü’yâ gördü Rü’yâsında ipek bir kumaş parçasının üzerine binerek uçuyor, Cennetteki istediği yerlere konuyordu Bu sırada birileri onu Cehenneme götürmek istedi

Hemen karşısına bir melek çıkıp, “Korkma!” dedi Sonra alıp tekrar Cennete götürdü

Hz Hafsa, onun bu rü’yâsını Resûlullaha anlatınca, Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Abdullah ne iyi insandır Keşke geceleri de namaz kılsa!

O zamandan sonra gece namazını hiç bırakmadı

Allahtan korkmak

Allahtan başka kimseden korkmazdı Bir gün yolculuğa çıktı Yolda karşılarına bir aslan çıkınca, arkadaşları korkup ne yapacaklarını şaşırdılar O korkusuzca aslanın yanına yaklaşıp, kulağına dedi ki:

- Resûlullahtan işittim “İnsanoğlu Allahtan başkasından korkmazsa, hiçbir şeyi ona musallat etmez” buyurdu Yoldan çekil de yolumuza devam edelim

Aslan sessizce oradan uzaklaştı

Acıkmayınca yemez, yediğinde de çok az yerdi Nitekim Irak’tan ziyâretine gelen bir dostu, kendisine hediye olarak bir ilâç getirerek dedi ki:

- Bu iyi bir ilâçtır Sana, Irak’tan getirdim

- Bu ilâç neye yarar?

- Hazımsızlığa iyi gelir

- O zaman, sen bu ilâcı başkasına ver!

- Niçin?

- Çünkü, ben ömrümde hiç karnım doyana kadar yemek yemedim Bundan sonra da yemiyeceğim için bende hazımsızlık olmaz

Bir gün Abdullah bin Ömer hazretlerinin devesi kayboldu Çok aradı, bulamadı “Alana helâl olsun!” deyip mescide girdi Sonra birisi gelip dedi ki:

- Deven filân kimsede

Mescidden çıkıp giderken, hatırladı “Ben onu alana hediye etmiştim” deyip tekrar mescide döndü

Allah için sev!

Peygamber efendimiz bir nasîhatinde, Abdullah bin Ömer hazretlerine buyurdu ki:

- Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik mertebesine ancak böyle kavuşabilirsin! Bu minvâl üzere olmıyan kişi, namazı ve orucu çok olsa bile, îmânın tadını alamaz

Yâ Abdullah, sabaha çıktığın zaman akşam için kendini kaygılandırma! Akşama çıktığın zaman sabah için kendini kaygılandırma! Sağlığında hastalığın ve hayatında ölüm için tedbîr al!

Abdullah bin Ömer hazretleri, harâmdan çok korkardı Bunun için, sık sık buyururdu ki:

- Kambur oluncaya kadar namaz kılsanız ve kıl gibi oluncaya kadar oruç tutsanız, harâmdan kaçmadıkça bunların va’dedilen mükâfâtına kavuşamazsınız!

Birisi, Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Allah için, seni çok seviyorum” deyince buyurdu ki:

- Ben de Allah için, seni hiç sevmiyorum Çünkü sen, ezânı tegannî ederek, şarkı söyler gibi okuyorsun

Tâbiînin büyüklerinden Nâfi’ buyurdu ki:

“Ben henüz çocuk iken Abdullah bin Ömer ile beraber gidiyorduk Ney sesi işittik Hz Abdullah, kulaklarını parmakları ile kapadı Oradan hızla uzaklaştık Bir müddet sonra bana dedi ki:

- Ney sesi daha işitiliyor mu?

- Hayır işitilmiyor

Ancak ondan sonra parmaklarını kulaklarından ayırdı

Hiç kimse yanmasın!

Resûlullah efendimiz, Abdullah bin Ömer’i çok severdi Nitekim bir gün Hz Abdullah, Resûlullahın huzûrlarına gelmişti Resûlullah efendimiz ona çok iltifât edip, (Kıyâmet günü herkesin berâtı [kurtuluş vesîkası] her işi ölçüldükten sonra verilir Abdullah’ın berâtı ise, dünyada verilmiştir) buyurarak onu medh ve senâ buyurdu Sebebi sorulduğunda buyurdu ki:

- Kendisi vera’ ve takvâ sahibi olduğu gibi, duâ ederken “Yâ Rabbî! Benim vücûdumu, kıyâmet günü o kadar büyük eyle ki, Cehennemi yalnız ben doldurayım Cehennemi insanla dolduracağım diye verdiğin sözün böylece yerine gelmiş olsun da, Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden hiç kimse Cehennemde yanmasın” diyerek, din kardeşlerini kendi canından daha çok sevdiğini göstermiştir [Ebû Bekr-i Sıddîk’ın da böyle duâ ettiği Menâkıb-i çihâr yâr-ı güzîn kitâbında yazılıdır]

Abdullah bin Ömer hazretleri bir gün, birkaç arkadaşı ile Medîne-i münevvere dışına çıkmışlardı Yemek vakti gelince sofra hazırladılar O sırada köle olan bir çoban selâm verdi Hz Abdullah çobanı yemeğe da’vet etti Çoban oruçlu olduğunu söyleyip sofraya oturmadı İbni Ömer ona sordu:

- Bu çok sıcak günde hem koyunları otlatman, hem de oruç tutman nasıl oluyor?

Çoban da cevap verdi:

- Bu hâlde çok günler oruç tuttum Abdullah bin Ömer hazretleri, onu denemek için dedi ki:

- Koyunlarından birini satar mısın? Hem parasını, hem de iftâr etmen için etinden veririz?

- Koyunlar efendimindir

- Efendine kaybolduğunu söylersin

Bunun üzerine çoban, tam bir teslimiyetle şöyle cevap verdi:

- Allahü teâlâ görüp biliyor

Azâd ettiler

Abdullah bin Ömer hazretleri, çobanın sözünü birkaç defa tekrar etti Medîne’ye döndüklerinde, çobanın efendisine birisini gönderip, sürüyü ve çobanı satın aldı Onu azâd ederek, koyunları da ona hediye etti

Mekke’nin fethi sırasında, İbni Ömer yirmibeş yaşlarında bulunuyordu Sür’atli koşan bir atı vardı Bu at üzerinde, elinde mızrağı olduğu hâlde çok heybetli idi Resûlullah efendimiz onun bu hâlini görünce, “Abdullah! İşte Abdullah” buyurarak mücâhidliğini övdüler Müslüman ordusu, büyük bir ihtişâmla Mekke’ye girdiği zaman, Resûl-i ekrem bir deve üzerinde olup, İbni Ömer de yanında bulunuyordu

Mekke’nin fethinden sonra Abdullah bin Ömer, Huneyn muhârebesine katıldı Büyük kahramanlıklar gösterdi

Ordu bir ara geri çekilmek üzere iken İbni Ömer, Resûlullah efendimize yaklaşarak, duâ istedi ve, “Zafer nasîb olursa i’tikâf edeceğim” diye arzetti Resûl-i ekrem onun bu arzûsu üzerine buyurdu ki:

- Dilediğini yapar, adağını yerine getirirsin

Sonra zafer nasîb oldu

Huneyn’den sonra Tâif muhâsarası oldu Bu muhâsarada öncü kuvvetlerinden idi Resûlullahın duâsı ile fetih nasîb oldu

Doksandan fazla yara vardı

Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte harbinde de bulundu Bu husûsla ilgili kendisi şöyle anlatır:

“Resûlullah efendimiz Mûte gazâsında Zeyd bin Hârise’yi kumandan yapmış, “Eğer Zeyd şehîd olursa, Ca’fer bin Ebî Tâlib, o da şehîd olursa, Abdullah bin Revâha kumandanlık yapsın” buyurmuştu

Ben de bu savaşta idim Ca’fer bin Ebî Tâlib’i harb meydanında aradık ve şehîdler içerisinde bulduk Vücûdunda doksandan fazla kılıç ve mızrak yarası vardı

İyilik etmesini, hayrı, sadakayı, köle azâd etmeyi çok severdi İyi ve güzel huylu olup, kötülükten uzaktı Her işini ve her şeyini Allah için yapardı Yüzüğünün taşında, “Abdullah bin Ömer, Lillah” ibâresi yazılı idi Abdullah bin Ömer hazretleri buyurdu ki:

- Müslümanlıkla şereflendikten sonra, en büyük sevinç ve neş’em; gönlümün, herkesi peşinden koşturan birtakım istek ve arzûlara meyletmemiş olmasıdır

Hz Ebû Bekir devrinde, Amr bin Âs komutasındaki orduda vazîfe aldı Ordu, Filistin toprağına girince, Amr bin Âs, Abdullah bin Ömer’e bir sancak ve emrine bin süvâri verdi

Kimse dağılmasın!

Birlik, Amr bin Âs’ın emri üzerine hareket etti Sabaha kadar yürüdüler Bu sırada, kalabalık insan topluluğuna dâir birtakım izlere rastladılar Abdullah bin Ömer hazretleri dedi ki:

- Zannederim bu asker izi, Rumların öncü birliklerine âittir

Sonra emrindeki askerlerle birlikte durdu Askerler dediler ki:

- Bu izi takip edelim

Bunun üzerine Abdullah bin Ömer şu tâlimâtı verdi:

- Hayır, izin kime âit olduğunu kesin olarak öğreninceye kadar kimse dağılmasın!

Kimse yerinden ayrılmadı Araştırma netîcesinde, Müslümanlardan haber almak için dolaşan, onbin kişilik Rum askerinin, yakınlarında olduğunu anladılar Abdullah bin Ömer, onları görünce, askerlerine seslendi:

- Bu fırsatı kaçırmayınız! Cennet kılıçların gölgesi altındadır!

Bütün asker gür bir sesle, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah” dedi Kelime-i tevhîd sesleri semâyı çınlattı Sanki ağaçlar, taşlar ve her şey onlara Kelime-i tevhîd ile cevap veriyordu İlk hücûm eden İkrime bin Ebî Cehl oldu Onu Süheyl bin Amr, sonra da Dehhâk takip etti İki ordu birbirine girmişti Abdullah bin Ömer hazretleri, savaş hâlini şöyle anlatmıştır:

“O anda, Rumların önde gelen cengâverlerinden, iri yapılı, sağına soluna çevik hareketlerle vuran birini gördüm Bu, öncü kuvvetlerinin komutanı ve Rumların gözbebeği olan birisi idi

Rum askerinin üzerinde moral yönünden büyük te’sîri vardı Üzerine hücûm edip, mızrağımı uzattım, fakat kendini kurtardı

Öldürmek için tekrar bir fırsatını bulup, yaraladım Kılıcımla vurdukça vuruyordum Sanki taşa çalıyordum Her vuruşta kılıç, sert taşa vurulmuş gibi ses çıkarıyordu Hattâ kırıldığını zannettim Nihâyet yere düşürdüm

Bunu gören Rumlar büyük bir korkuya kapıldılar Müslüman mücâhidler ise daha şiddetli ve aşkla çarpışmaya başladılar Allah için, Dehhâk ve Hâris bin Hişâm çok kahramanlıklar gösterdiler ve düşman büyük bir hezîmete uğrayıp dağıldı Böylece Allahü teâlânın yardımı ile zafere ulaştık

Abdullah bin Ömer nerede?

Muhârebe bittikten sonra, Müslüman askerleri toplandılar Rumlardan aldıkları malları ve ganîmetleri ortaya getirdiler Bütün askerler döndüğü hâlde, Abdullah bin Ömer hâlâ görünmüyordu Müslümanlar birbirlerine soruyordu:

- Abdullah bin Ömer nerede?

İçlerinden birisi, onun çok zâhid ve ibâdete düşkün olduğunu söyledi Başkaları da, onu medheden konuşmalarda bulundular

Bu konuşmaları, bulunduğu yerde dinleyen Abdullah bin Ömer hazretleri yüksek sesle, tekbîr ve tehlîllerle, Resûlullaha salâtü selâm getirdi ve elindeki bayrağı salladı Bunu gören Müslümanlar, yanına koştular Kendisine, nerede olduğunu sorduklarında, “Rumların kumandanları ile meşgûldüm Onu öldürdüm” dedi

Abdullah bin Ömer hazretleri, Mûte ve Yermük savaşlarında bulundu Hz Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında Hâlid bin Velîd’in Arabistan’da isyân hâlinde bulunan mürted kabîlelere karşı açtığı sefere iştirâk etti

Ayrıca Nihâvend muhârebesine ve Hz Osman’ın Mısır vâlisi Abdullah bin Sa’d’ın Kuzey Afrika fütûhatını tamamlamak için Medîne’den gönderdiği yardımcı kuvvetler ile harbe katıldı

Yine az zaman sonra 650-651 târihinde Sa’îd bin Âs kumandasındaki Horasan ve Taberistan seferine iştirak etti

İstanbul’a geldi

Abdullah bin Ömer hazretleri, Hz Muâviye’nin hilâfetinde, Yezîd bin Muâviye ile Bizans seferine katıldı Eyyûb Sultân hazretleriyle İstanbul surları önüne kadar gelip, Bizanslılar ile olan mücâdelede bulundu

Abdullah bin Ömer hazretleri, devlet kadrosunda vazîfe almaktan uzak durdu Babası Hz Ömer, şehâdetinden önce yerine oğlunu göstermesini isteyenlere buyurmuştu ki:

- Bir evden bir kurban yeter

Seçilmemek şartıyla Hz Osman’ı halîfe seçen şûrâ üyeliğinde bulundu

Hz Osman’ın şehâdetinden sonra, Hz Ömer’in oğlu olması, ilmî mertebesinin yüksekliği ve savaşlardaki kahramanlığı ileri sürülerek, halîfe olması istendiyse de kabûl etmedi Hz Ali’ye bî’at etti Fakat, iç hâdiselere karışmadı

“Cihâd, İslâm ülkesinde, Müslümanlar arasında olmaz Cihâd, kâfirlere ve gayrı müslim memleketine karşıdır” buyururdu

Abdullah bin Ömer, Resûlullahı görme, sohbetinde bulunma, Ona hizmet etme şerefine kavuşma ve fıtraten üstün hâllere sahip olması sebebiyle, bütün ilimlerde mâhir, üstâd idi

İlmi, harâm ve şüphelilerden sakınması ve dünyaya düşkün olmaması yönleri ile örnek durumdaydı Her işte çok araştırıcı, inceleyici ve dikkatliydi

Kur’ân-ı kerîmin tefsîri husûsunda sahâbenin ileri gelenlerinden idi Helâle ve harâma âit hadîs-i şerîflerin çoğunu o bildirmiştir

İşittiği hadîs-i şerîfleri yazar, gerek duymadıkça hadîs-i şerîf rivâyet etmezdi

Resûlullaha çok benzerdi

İbni Ömer hazretleri, ekseriyâ Resûlullah efendimizin hizmetinde ve huzurunda bulunurdu Bulunmadığı zamanlarda, Onun söz, fiil ve takrîrini sorar, araştırırdı

Anlıyamadığında, bizzat Resûl-i ekremden öğrenir, bildiğini öğretmekten zevk duyardı

Medîne-i münevverede ders meclisi kurup, hadîs-i şerîf öğretti Ayrıca hac mevsiminde de dünyanın her yerinden gelen ilim ve hak âşıklarına hadîs-i şerîf rivâyetinde bulundu

Hz Âişe buyurdu ki:

- Hâl ve hareketinde Resûlullaha en çok benzeyenlerden biri de İbni Ömer idi

Abdullah bin Ömer hazretleri, fıkıh ilminde de kemâl derecesinde idi Fetvâ husûsunda çok titiz idi Birçok mes'eleye, "Bilmiyorum" diye cevap verirdi Fetvâları çok kıymetlidir İmâm-ı Mâlik onun hakkında buyuruyor ki:

Abdullah bin Ömer, Peygamberimizden sonra hac mevsiminde ve başka zamanlarda, insanlara altmış sene fetvâ vermiştir

Abâdile-i erbea

Hadîs ve fıkıh âlimleri arasında Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbâs, Abdullah bin Zübeyr ile Abdullah bin Amr bin Âs'a Abâdile-i erbea, ya'nî dört Abdullah ünvânı verilmiştir Bu dört zât, bir mes'elede ittifâk edince, "Abâdile'nin kavli" denilir Ancak fıkıh kitaplarında, Abâdile denilince, ekseriyâ İbni Mes'ûd, İbni Abbâs ve İbni Ömer hazretleri kasdedilir

Tâbiînin büyüklerinden Nâfi', Abdullah bin Ömer'in azâdlısıdır Onu, onbin dirheme satın aldıktan sonra buyurdu ki:

- Seni Allah rızâsı için azâd ettim

Çok cömert, halîm ve selîm idi Köle ve câriyelerinden hangisini Allahü teâlâya ibâdet ederken görse, onu azâd etmek âdeti idi Kölelerinin böyle görünerek kendisini aldattıklarını söylediklerinde buyurdu ki:

- Hayır için aldanmaktan iyi şey var mıdır?

İmâm-ı Nâfi', efendisi ile ilgili olarak buyurdu ki:

- Abdullah bin Ömer, bin kişi azâd etmeyince, rûhunu teslim etmedi Sevmeye başladığı bir şeyi Allah rızâsı için, ihtiyâcı olana verirdi Böylece, Allahü teâlânın; "Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, iyiliğe kavuşamazsınız!" (Âl-i İmrân sûresi: 92) meâlindeki âyet-i celîlesiyle amel ederdi

Zamanın zenginlerinden Abdülazîz bin Hârûn, "Her ne ihtiyâcın varsa bana bildir" diye Abdullah bin Ömer'e mektup yazmıştı Karşılık olarak şöyle mektup yazdı:

Resûlullahtan, "Önce geçindirmekle yükümlü olduğun kişilere ver; yüksek el, alçak elden hayırlıdır!" buyurduklarını işittim Yüksek elin veren el, alçak elin de alan el olduğunu sanıyorum Senden hiçbir isteğim yoktur Allahü teâlânın bana gönderdiği bir ni'meti de geri çevirmem

İhlâs sûresi

Abdullah bin Ömer hazretleri, Cum'a namazına gitmeden önce mutlaka gusleder ve güzel kokular sürünürdü Bayram namazları için de aynı şeyi yapardı Günde iki defa güzel koku sürünür, elbiselerinin tertemiz ve kokusunun güzel olmasına dâimâ dikkat ederdi

Abdullah bin Ömer'in oğlu Hâlid'in azâd ettiği Ebû Gâlib diyor ki:

"Abdullah bin Ömer Mekke'ye geldiği zaman, bize misâfir olurdu Geceleri kalkar, teheccüd namazı kılardı Bir gece sabah namazı yaklaştığı zaman, bana dedi ki:

- Kalkıp namaz kılmayacak mısın? Kur'ân-ı kerîmin üçte birini okusan da olur

Benim, "Sabah yaklaştı ve bu kadar kısa zamanda Kur'ân-ı kerîmin üçte birini okuyup yetiştiremem" cevabım üzerine buyurdu ki:

- İhlâs sûresi, Kur'ân-ı kerîmin üçte birine eşittir

Birisi Abdullah bin Ömer hazretlerine, “Ey insanların en iyisi” deyince buyurdu ki:

- Ben insanların en iyisi değilim İnsanların en iyisinin oğlu da değilim Ben sâdece Allahü teâlânın bir kuluyum O’nun rızâsını bekler, O’ndan korkarım Siz böyle övmeye devam ederseniz, insanı helâk edersiniz

Namazlarını aksatanlar

Âdem bin Ali’den rivâyet edildiğine göre, Abdullah bin Ömer bir sohbetinde, “Kıyâmet gününde aksaklar diye çağrılacak kişiler vardır” dedi Cemâ’at, “Aksaklar kimlerdir” diye sorunca şöyle cevap verdi:

- Sağa-sola bakmak ve ba’zı hareketler yapmak sûretiyle namazlarını eksilten ve aksatan kimselerdir

İbni Ömer birisinin zâlim Haccâc’ın aleyhinde konuştuğunu duydu ve kendisine sordu:

- Haccâc burada olsa, böyle konuşabilir miydin?

- Hayır konuşamazdım

- İşte biz, Resûl-i ekrem zamanında, bunu münâfıklık sayardık

Abdullah bin Ömer hazretleri, birçok sohbetlerinde buyurdu ki:

“Ey Âdemoğlu! Bedeninle dünyada ol, kalbinle âhıreti bul!”

“Hikmet ondur; dokuzu sükût, biri de az konuşmaktır

“İnsanın mâhiyeti arkadaşından anlaşılır

“Kendinden üsttekine hased, aşağıdakine tahakküm eden ilim ehli sayılmaz

“Peygamber efendimize yaptığım bî’atı, bugüne kadar bozmadım ve değiştirmedim Fitne ve kargaşalığa taraftar olan kişiye de bî’at etmedim

Hiçbir Müslümanı rahat döşeğinden uyandırmadım, rahatsız etmedim

“Allah için sev, Allah için buğzet, Allah için dost ol, yine Allah için düşmanlık et! Allahü teâlânın sevgisine bu şekilde kavuşulur

“Biz öyle zamanlar gördük ki, hiç kimse Müslüman kardeşinden daha çok paraya, pula sahip olmayı düşünmedi Şimdi ise, altın ve gümüş daha kıymetli gelmeye başladı

“Allah korkusundan dolayı bir damla yaş akıtmak, benim için, bin altın sadaka vermekten daha sevimlidir

“İnsan, imkânı kadar iyilik etmeli, her zaman tatlı konuşmalı ve güleryüzlü olmalıdır

Allah için sev!

Peygamber efendimiz Abdullah bin Ömer’e bir nasîhatında buyurdu ki:

- Allah için sev, Allah için darıl, Allah için anlaş! Velîlik mertebesini ancak bununla elde edebilirsin Namazı ve orucu çok olsa bile, bu minvâl üzere olmayan kişi, îmânın tadını alamaz

Sabaha çıktığın vakit akşama çıkacağını düşünme, akşama çıktığın vakit de sabahlayacağını hâtırına getirme! Hayatından ölümün ve sıhhatinden hastalığın için ayır! Ey Abdullah! Yarın adının ne olacağını bilemezsin!

Abdullah bin Ömer’in künyesi Ebû Abdurrahmân’dır Müslümanların gözbebeği Hz Ömer’in oğludur Mekke-i mükerremede hicretten ondört sene önce doğup, aynı yerde 692 yılında vefât etti Kabri, Muhasseb’dedir




Resûlullahın şâiri:
ABDULLAH BİN REVÂHA




Hicretin yedinci senesi idi Sevgili Peygamberimiz ve Eshâbı hep birlikte, Medîne'den hareket ettiler Niyetleri; Mekke'ye varıp "mübârek" Kâbe'ye yüzlerini sürmekti Çünkü geçen sene müşrikler, buna engel olmuşlardı Fakat bu yıl için anlaşmaları vardı

Böylece Resûlullah efendimiz ve arkadaşları, umre ibâdetlerini de ifâ etmiş, yerine getirmiş olacaklardı

Mekke'ye yaklaşırken Resûlullah efendimiz Kusvâ adlı devesinin üzerinde ve devenin yuları da Abdullah bin Revâha'nın elinde bulunuyordu Abdullah bin Revâha, hem şiirler söylüyor, hem ilerliyordu:

Bırak yâ Ömer

Bu şiirleri işiten Hz Ömer, hiddetlendi ve:

- Ey Abdullah! Beytulah'ın önünde ve Peygamber efendimizin huzurlarında, nasıl böyle şiir söyliyebilirsin, diye çıkıştı

Fakat sevgili Peygamberimiz:

- Bırak Yâ Ömer! Allaha yemîn ederim ki, Abdullah'ın sözleri; düşmana, ok saplamasından fazla te'sir eder Ey Revâha'nın oğlu devam et! buyurdular

Peygamber efendimiz biraz sonra Hz Abdullah bin Revaha'ya;

- Allahü teâlâdan başka ilah yoktur! Bir olan O'dur! Va'dini gerçekleştiren O'dur! Bu kuluna yardım eden O'dur! Askerlerini güçlendiren O'dur! Toplanmış olan kabileleri, bozguna uğratan da yalnız O'dur, de! buyurdu Ve hayır duâda bulundu

Abdullah bin Revâha da söylemeye devam etti Diğer Eshâb-ı kirâm da onun söylediklerini tekrar ediyordu

Hakikaten o zamanlar, şâirlerin önemi çok fazlaydı Çünkü radyo, gazete, tv gibi propaganda araçları mevcut değildi Bu yüzden herkes kendi fikirlerini, şiirle beğendirmeye çalışıyordu Veya aksine beğenmediklerini de, ancak o yolla tenkîd edebiliyordu Şâirler bu yüzden çok önemliydiler

Din düşmanları da aynı yolu, acımasızca kullanıyorlardı Puta tapan ve kâfir şâirler; alçakça İslâmiyete saldırıyorlardı Dînimiz ve Peygamber efendimizle, utanmadan alay ediyorlardı

İslâmın büyük şâirleri

İşte bu hâin propagandaya karşı, islâmın ilk büyük şâirleri üç kişiydiler: Hassân bin Sâbit, Kâ'b bin Züheyr ve Abdullah bin Revâha hazretleri

Bunların yazdığı Beyit ve Kıt'alar, hemen ezberlenirdi Her yerde tekrarlanan bu şiirler, kâfir kalblerine ok gibi saplanıyordu

Ama günün birinde, şâirler için âyet-i kerîme indi Cenâb-ı Hak, Kelâmında meâlen buyurdu ki:

" Onlara, şâirlere ancak, sapıklar uyarlar"

Bu şiddetli hitap karşısında, Hz Abdullah ve arkadaşları ağlamaya başladılar Bunu gören Peygaber efendimiz, âyetin devamını okudular:

" Ancak îman edip, iyi işler yapanlar ve Allahı çok ananlar müstesnâ, Onlar öteki şâirler gibi değildirler"

Hz Abdullah ve arkadaşları da, başka türlü değillerdi ki Ancak dînimizi övüyor, din düşmanlarını yeriyorlardı Ayet-i kerimenin devamı gelince, üzüntüleri sevince dönüştü

Mübârek bir cum'a günü sevgili Peygamberimiz, mescidde hutbeye çıktılar

Hz Abdullah da telâşla, cum'aya yetişmeye çalışıyordu Henüz epeyce ilerde, "Beni Ganm"de bulunuyordu Tam o sırada, Peygamber efendimizin:

- Oturun! buyurduklarını işitti

Derhal bulunduğu yere oturdu İki Cihân Güneşi'nin hutbeleri bitinceye kadar da, yerinden kalkmadı Bu hâli gören Müslümanlar, durumu Peygamber efendimize arz ettiler:

Resûlullaha itâ'at

- Yâ Resûlallah! Revâha oğlunun, nerede oturduğunu görüyor musunuz?

Sevgili Peygamberimiz o tarafa doğru baktılar

- Çünkü sizin "oturun" emrinizi, orada duydu ve hemen oturdu! dediler

Peygamber efendimiz bu hareketten çok hoşlanıp, Hz Abdullah'a:

- Cenâbı Hak senin, yüce Allaha ve Resûlüne olan itâatte hırsını arttırsın, diye dua buyurdu

Hz Abdullahın şâirliği kadar, cengâverliği de (savaşçılığı) meşhurdu Peygamber efendimizle birlikte, bütün savaşlara katıldı Hepsinde büyük kahramanlık gösterdi

İşte bunlardan biri de Hicretin 8 yılındaki Mûte gâzâsıdır Sefere çıkılmasının sebebi, bir İslâm elçisinin öldürülmesidir

Resûlullah efendimiz, Bizans imparatoruna bağlı Busrâ emîrine de bir mektup yollandı Fakat küstah emîr, aldığı islâma dâvet mektubunu yırttı Üstelik islâm elçisini de, hâince şehîd etti İşte bu alçaklığa üzülen Allahü teâlânın Resûlü, o zâlimler üzerine kuvvet göndermeye karar verdi

Hepsi de gönüllü olan 3000 kişilik mücâhidler ordusu kısa zamanda hazırlandı

İki cihan sultânı Peygamber efendimiz, öğle namazını kıldırdıktan sonra, bu mübârek orduyu bizzat uğurlamaya çıktılar Sancağı şerîflerini, Hz Zeyd'e teslim ettiler Sonra da buyurdular ki:

- Cihâd için hazırlanan bu ordunun başına Zeyd bin Hârise'yi kumandan ta'yin ettim Şâyet Zeyd şehîd olursa, sancağı Ca'fer alsın O da şehîd düşerse, Abdullah bin Revâha alsın O da şehîd olursa sizler, istediğiniz birini Kumandan seçersiniz

Niçin ağlıyorsun?

Herkes birbiriyle kucaklaşıyor, helâllaşıyordu Bu sırada arkadaşları, Hz Abdullah'ın ağladığını farkettiler:

- Niçin ağlıyorsun, ey Revâha'nın Oğlu, diye sordular Cevap verdi:

- Vallahi, dünyâyı sevdiğim için ağlamıyorum Sizlerden ayrılacağım için de değil

- Peki, niçin ağlıyorsun?

- Peygamber efendimizden duyduğum, Allahın kelâmını hatırladım: " İçinizden hiçbiriniz hâriç olmamak üzere hepiniz, Cehenneme varacaksınız" deniyordu İşte oraya cehenneme vardığım zaman, hâlim ne olacak diye ağlıyorum, dedi Aradaşları, O'nu tesellî ettiler

Zeyd bin Hârise kumandasındaki ordu hareket ettiğinde Abdullah bin Revâha Peygamber efendimizin huzûruna gelerek:

- Yâ Resûlallah! Bana ezberliyeceğim ve aklımdan hiç çıkarmıyacağım bir tavsiye de bulunur musunuz, dedi Resûlüllah efendimiz buyurdular ki:

- Sen, yarın Allaha pek az secde edilen bir ülkeye varacaksın Orada secdeleri çoğalt!

- Yâ Resûlallah! Bana nasîhatinizi artırır mısınız?

- Allahü teâlâyı zikret, çünkü, Allahü teâlâyı zikir, umduğuna kavuşmanda sana yardımcı olur

Çocukları öldürmeyin!

Ordu, Medîne dışındaki hurmalıklara gelince, sevgili Peygamberimiz son emirlerini verdiler:

- Çocukları, kadınları, âmaları sakın öldürmeyin Evleri yıkıp, ağaçları yakıp harâp etmeyin

Zeyd bin Erkam der ki:

Ben Abdullah bin Revâha'nın terbiyesi altında yetişmiş bir yetimdim Mûte seferine çıktığımızda beni de terkesine bindirmişti Geceleyin biraz gidince dudaklarından şehidliği özlediğini ve buna kavuşmak için yandığını ifâde eden şiirler söylüyordu Bu beyitleri işitince ağladım Bunu fark eden Abdullah bin Revâha, bana dedi ki:

- Sana ne oluyor! Şehid olmamın sana ne zararı var? Hak teâlâ bana şehidliği nasîb ederse, sen de hayvanıma biner, geri döner, yerine ulaşırsın Ben ise dünyânın dert, tasa, üzüntü ve hâdiselerinden kurtularak özlediğim şehidlik makâmına kavuşurum

Abdullah bin Revâha, gece inip iki rekat namaz kılıp, uzunca bir duâ yaptı Sonra Zeyd'e dönüp dedi ki:

- Ey çocuk! İnşallah bu sefer şehidlik nasib olacaktır

İslâm ordusu, Şam topraklarında bulunan, Ma'an şehrine kadar hiç durmadı Ancak orada, Bizans imparatorunun kendilerine karşı, 100000 kişilik büyük bir ordu yolladığını haber aldılar Derhal istişâre toplantısı yapıldı Bazıları, şu fikri ileri sürdüler:

- Peygamber efendimize yazalım Düşman sayısının çok fazla olduğunu arz edelim Ya bize, yardımcı kuvvet gönderirler veya ne yapacağımızı emrederler Biz de, o şekilde hareket ederiz

Zafer kazanacağız!

Başka fikirler de öne sürülürken, Hz Abdullah ayağa kalktı:

- Ey Mücâhidler! Bu sefere niçin çıktığımızı, hatırlamıyor gibisiniz! Çünkü hepiniz biliyorsunuz ki, ya kahramanca savaşıp zafer kazanacağız veya Allah rızası için ölüp, şehîd olacağız Bu mertebelerin ikisi de, her Müslümân için, en büyük şereftir

Müslümanlar heyecanla dinliyorlardı O devamla:

- Kardeşlerim Unutmayın ki biz düşmana karşı, sayı ve silâh çokluğuyla savaşmıyoruz Cenâb-ı Hakkın lutfettiği, İslâm dîni ve îman gücümüzle, er meydanına atıldık Hepimiz yüce Allahtan, iki şey diliyoruz: Ya gâzilik, ya şehîdlik, diyerek sözlerini tamamladı Oradakiler:

- Vallahi, "Revâha'nın Oğlu" doğru söylüyor, dediler Sonra da hep birlikte, ilerlemeye başladılar

Hz Ca'fer, Mûte savaşında çarpışırken şöyle diyordu:

"Cennette yaşamak ne güzeldir! Onun şerbetleri tatlı ve soğuktur Rumlara gelince, Rumların âkıbetleri yakındır, kâfir ve cehennemliktirler Bana düşen onlardan karşılaştığıma kılıç vurmaktır"

Hz Ca'fer böyle söyliyerek kılıç sallıyordu ama, kefere sürüsü, tükenecek gibi değildi Yüzlercesi birden, Hz Cafer'e çullandılar Önce, sağ kolunu kılıçladılar Sancağı, öbür eline aldı Sol kolunu da uçurdular Mübârek sancağı şerîfi, mübârek vücûduna sardı O hâliyle savaşa devam etti

Bu inanılmaz kahramanlığa, Bizans şövalyeleri hayret ediyorlardı Bir türlü yere yıkamadıkları o büyük mücâhide, yüzlerce ok ve mızrak sapladılar

Cennete uçtu

Artık o, Hz "Ca'fer-i tayyâr" oldu Cennete uçarken, Hz Abdullah koşturdu Yere indi Sancağı kaptı Göklere doğru yükseltti

Mute'de Ca'fer-i tayyâr'ın şehid düşmesi ile sancağı alıp, göklere yükselten Abdullah bin Revâha bu anda, en son şiirini, kendisine söyledi ve kâfirler üzerine, bir ok gibi atıldı

Abdullah bin Revâha çarpışırken bir ara parmağı ağır yaralandı Kopmak üzere idi

Bunun üzerine atından indi Yaralı parmağını ayağının altına koyup:

"Sen sadece yaralı parmak değil misin? Zaten bu kazâya da Allahü teâlânın yolunda uğramış bulunuyorsun" diyerek çekip kopardı

Sonra tekrar atına binip olanca gücüyle çarpışmaya devam etti

Çarpışmanın bir anında Abdullah bin Revâha atından inmişti Amcasının oğlu kendisine biraz pişmiş et getirdi ve:

- Al, bunu ye de biraz güçlen, dedi

Abdullah bin Revâha üç günden beri bir şey yememişti Etten ağzına bir lokma aldığı sırada, Müslümanların bulunduğu yerde bir karışıklık gördü Bunun üzerine:

"Arkadaşların bu hâlde iken sen halâ bu dünyâdasın ve yiyip-içmekle meşgulsün" diyerek nefsini kınadı ve elindeki eti bırakarak tekrar savaşa başladı

Melekler O'nunla övünürlerdi

Çok geçmeden sevgili Peygamberimizin, mübârek sözleri gerçekleşiyordu Hz Abdullah da, önceki kumandanlar gibi şehîd oldu Murâdına erdi

Bundan sonra sancak Hâlid bin Velîd hazretlerine verildi Hâlid bin Velid kumandası ve sancağı altında hücüma geçen mücâhidler düşmanı şaşkınlığa düşürüp bozguna uğrattılar Hâlid bin Velîd:

- O gün benim elimde dokuz kılıç parçalandı Elimde geniş yüzlü bir Yemen palasından başka bir şey kalmamıştı, diyerek o zamanı dile getirmiştir

Bu esnada Medîne'de, Mescid-i Nebî'de bulunan Allahü teâlânın Resûlü, şehidlerin Arş-ı a'lâya yükseldiklerini haber verdiler

Abdullah bin Revâha, Peygamber efendimizin vahy katipleri arasındadır Onun hakkında buyurdular ki:

- Cenab-ı Hak, Abdullah bin Revâha'ya rahmet eylesin Melekler onun meclisiyle öğünürlerdi

Alıntı Yaparak Cevapla