Yalnız Mesajı Göster

İlahi Armağan -62- Meclis

Eski 08-02-2012   #22
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İlahi Armağan -62- Meclis




Sonra Geylâni Hazretleri bağırarak ayağa kalktı, yüzünü elleri ile kapadı ve “Ey ateş, selâm ve serin ol!” dedi Daha sonra dua etti: “Allah’ım, ayıplarımızı yüzümüze vurma
Daha sonra oturdu ve öğütlerine devam etti Daha önce anlattı­ğı gibi, Süfyân-ı Sevri'nin, Fudayl b İyaz'a söylediği: “Gel, oturalım, Hak katında bilinen hâlimizi düşünelim ve ağ­layalım!” sözünü anlattı Sonra, öğütlerine devam etti:
Onlar, Hak'tan çekinir ve korkardı Hak onlara neler verdi ise, onlar da onu dağıtırdı Kalpleri daima hüzünle dolar ve taşardı Onlar, yaptıkları işin kabul olmayacağını düşünür ve ağlardı Son nefeslerinin iyi geçmeyeceği üzüntüsüne kapılır, sızlarındı İmam-ı Ahmed son nefesle değişen âlemi anlatırken şöyle derdi: “O bir başka libastır, bir başta taamdır ve günler gayet azal­mıştır
Ey evlat! Halka minnet kapısını ört, göreceksin ki, o dem Hakk'ın iyilik kapısı sana açılacak
Geylâni Hazretleri ayağa kalktı; sağa, sola hafif hafif sallandı ve öne doğru eğildi; elini göğsüne koydu ve bastırdı Sonra oturdu ve devam etti:
Ey gözsüz, işte kapı açık, içeri gir Kapılar ancak iki tanedir Onların biri açık, öbürü de kapalıdır Şu açık kapıdan gir
Peygamber (sav) Efendimiz’in sünnetini ihya için sebepleri bırakma Bu yoldan yürü ve sebeplerin sahibini bulmaya bak Bunu yaparken Peygamber’e (sav) uyduğunu bil; onun hâlini benimsediği­ni sez Çalışmak onun âdeti, sebepleri bırakıp sahibine karşı tevekkül göstermek ise, onun hâlidir Bunları yaptıktan sonra, varlığını at­maya gücün yeterse yap Sebepleri bir yana at Hâli bırak, işlerini Hakk'a ısmarla; o sana yeter Seni yükseltir, yakınlığını verir Ve an­lamadığın şeyleri sana anlatır Her şeyi Allah bilir, hâlbuki siz bile­mezsiniz Onun kader dalgalarına teslim ol Artık nerede kalsan, ilâhî fazlı orada bulursun Ne yana dönerseniz, ilâhî tecelli oradadır
O'na dön, dönmek iste; yakınlığını, ünsünü ve şefkatini görür­sün
Maddi bir zenginin misali, bir âmânın misalidir Yemeği gelir, yer, ama nereden geldiğini bilemez Geldiği yeri öğrenince o tarafa bakar Yalnız kısmetinin geldiği ciheti açar, öbür yönleri kapar İç varlığından, mana zenginliğinden haberi olmayan zengin de âmâ gi­bidir Alır, yer fakat hazinesini bilmez
Kul, aslında manen zengindir Hazinesi vardır Ama ondan haberi olmadığı için sadece önüne geleni alır Manevi gözleri açılmadı­ğı için ötesini göremez Eğer bir kul, her şeyi kolaylaştıran, rahatlık veren, ihsan eden ve kendi varlığına çevirenin yalnız Allah olduğunu anlayabilse, kalbini O'na bağlar, başkalarını bırakır
Nefsine âşık oldun Onun sana düşmanlığını anlasaydın, ona uy­mazdın, yanlış hareketlerine karşı yanardın Onu öldürücü düşman olarak tanımış olsaydın, yemek, içmek bile vermezdin Ancak hakkı olan miktarı verir, ötesinden mahrum bırakırdın
Sana bugünkü hâlinle zaviye yaramaz Bir köşeye çekilip otur­mak seni ıslah edemez Çünkü sen sokaklardan hoşlanırsın Bu hâ­linde de sana Hakk’ın sırrı verilmez Hakk'ın sırrına ittilâ peyda eden kimse, dilsiz olur Sır saklamayana, sır verilmez
Sırrını saklamaya güçlü olmayan, halka uzak durmalı; mağara­lara, sığınaklara kaçmalı Sahillere, ovalara, yabanlara gitmeli
İlmin ve hikmetlerin asasını bulamayan, her ikisini benliğinde saklama gücüne sahip olmayan, şahın sopasına düşer; ilâhî kamçı ile terbiye alır Açlık Hakk’ın kamçısıdır İşler hükme göre yürütülmezse Allah kıtlık verir; şiddetin ve darlığın zuhuru kulların hata­sından ileri gelir
Yazık, ilâhî sevgiyi iddia edersin, ama dünyalık ararsın ve âhiretin güzelliğine talip olursun
Ey ahmak, bir taraftan Hakk'a bağlılığını ve sevgini iddia eder­ken öbür taraftan da O'ndan küçük işler talep edersin Bir zorluk ge­lince ondan sızlanmaya başlar, iyiliğin gelmesini dilersin Sen, Allah yolcularından olamazsın; onlara yanaşma Bu hâlinle onlardan uzak ol İyi olmak için onlar gibi hareket etmen icap eder Sen halkın kulu ve kölesisin Nefse taparsın; boş arzuların ardından gidersin Şehvet duygularını benimsemektesin
Yanımızda, sizin durumunuzu ölçebilecek âlet var Nakkadımız var Kalp ve bozukluğunuzu meydana çıkaracak kuvvetimiz mevcut Hâlinizi tahlil eder, size anlatabiliriz
Ey iddiacı, iş iddia ile bitmez Söylediğin şeylerin hiçbiri yerinde olmuyor Her şeyin kendine has bir zamanı var Dua için durumun müsait olması, konuşmak için hâlin olması gerekir Sessizlik için de daha başka şey gerek Ona nazar için hâl gerek Ona karşı göz yum­manın da, ayrı bir manası var Nerede her şeyi yerli yerince yapan zatlar ki, onlarla sohbet edelim Bu sözümüz, doğruların bulunmadı­ğı manasına gelmez Doğru iş tutanlar, her zaman mevcuttur; hatta zamana göre artar bile Onlar için ibadet her hâlde vaciptir Nimeti gönderene şükür için ibadetten ayrılmazlar Onlar her nimeti şükürle Çarşılar, taatle mukabele ederler
Bu yol, sana helâlin azını almayı emreder Bugün, içinde bulunduğun helâli azalt Çoğaltırsan herkesin müşterek işi olan mubaha dalarsın; senin bir özelliğin kalmaz Ona da dalınca, şüphelere gir­men ihtimal dâhiline girer Şüphelinin sonu ise, insanı harama iter Haramın sonu ateştir
Asıl zâhidlik, helâl işlerde kendini gösterir Zaten haramda, her­kes zâhid sayılır
Her bakımdan kemal yolunu arayan zatın kalbine bazı varidat gelir O varidatı almak kolay olmaz Doğum anında, sancıların verdi­ği acı neticesi üstünü başını yırtan ananın hâline benzer Akıl onu kolayca idrak edemez O anda gelen sese dayanılmaz ve onun getirdiği vecde kolay tahammül edilmez
Bizim hâlimiz, ilâhî vaadi intizardır Halka karışır, dua ederiz, ama kalbimiz Hakk'a bağlıdır O'nun vaadini gözetiriz Ta onun fa­zilet taamını tadmcaya ve orada sebat buluncaya kadar hâlimiz böy­le devam eder
Hakk'ın arzusuna uyma bahsinde zafer umuyorsan, arzularını bı­rak, dileğini terk et Sevginin şartı, şahsi iradeden ve arzudan geç­mektir
Hâlin yukarıda anlatıldığı gibi olursa, dilin söz ettikçe, kulakla­rın ses aldıkça, gözlerin gördükçe ilâhî lütuflar ve keremler sana gel­meye başlar Ve ruh âleminin temizlik haberi, meyveler ve cevherler hâlinde süzülür gelir Hizmeti ve hizmetçileri bulursun Her şey sana hizmet eder ve her şey seni över Hak Teâlâ, senin iyiliğini bütün varlığa ilân eder
Hak Teâlâ buyurdu: “Peygamber’in getirdiğini alınız, yasak ettiği şeylerden kaçını­nız (el-Haşr, 59/7)
Allah'ın ve Peygamber’in emirlerine yapışınız, onlarla amel edi­niz Bu yolda benlik davasına kapılmayınız Hakk'ın emrine uyunuz Bu yolda ben ve biz yok, Sen, Sen var Evvel, âhir, zahir, bâtın, hep O
Hak Teâlâ: “Sema ve yolcusuna yemin olsun ki!” buyurur
Bu âyetteki sema malûm Yolcusu da Peygamber (sav) Efendi­miz’dir
Peygamber (sav) Efendimiz, yedinci kat semaya kadar yükseldi ve Hak Teâlâ'yı baş gözü ile gördü Kalbi ile bütün varlığı ile gördü Ve Rabb’i ile orada kelâm etti
Peygamber (sav) Efendimiz yükselmeden evvel yeryüzünde onu kalbi ile gördü Çünkü kalbi sahih olan zatlar, Hak Teâlâ'yı kalpten görür Perdeler aralanır, semaların varlığı silinir Hakk'ın Zât’ı kalır O dem, himmetler yürür, sırlar yola revan olur
Doğruların kalbi, âlemleri Yaratan’ın nuru ile parlar Onların si­nesi kâinata ışık saçar
“Mü'minin ferasetinden sakınınız!” mealine gelen hadis-i şerif bunu anlatır
Kalp, Hak yakınlığını bulursa sema olur Orada ilim yıldızları parlar ve marifet güneşi doğar Onlardan hâsıl olan nurdan melek­ler ışık bulur
Üzerinde Hak tarafından bir muhafızı olmayan şahıs yoktur, O muhafız, şeytanın kapmasını önler Bazı fertler vardır ki, onların muhafızı saflar hâlinde durur ve yabancıya kapılmalarını önler Hak, onların sahibi olup bütün hâllerini kuşatır, başarı ihsan eder
Güzel konuşmak ve iyi laf etmek evini yıktın Daima yerinde say­makta ve dar çemberin içinde dönmektesin Değirmen devesine ben­zersin Mihverini aşmadan orada dur bakalım; sonun ne olacak? Ga­liba bazı veli kulların intizarını almışsın Basiret gözün kör olmuş Hakk'ı unutmuş bir hâlin var O, seni bir yana bırakmış Gayret yo­lun, sabit bir yol olmuş; hep aynı şeyi bilirsin Boşuna olan gayretin artmış Maksat kanatların kopmuş Dünya ile âhiret arasında bir et parçası hâlinde kalmışsın Seni duası ile diriltecek gerçek ere ihtiya­cın var Onun hayır duasını almak için perişan hâlini itiraf etmelisin
Hakikaten Allah yolcuları ile ülfete devam et Sonra meleklere karış, ülfet edersin Bunlara karışıp anlaşınca, başka kapılar açılır
Halka karışır, insanlarla sohbete, ülfete devam edersen, netice­de onları bırakır, cin tayfası ile ünsiyet yolunu bulursun Bunun so­nunda da, mülke düşer, onların tabii havasında boğulursun
Kâinatın içinde mevcut olan eşya aslında hiçbir iş yapmaya ka­dir değildir Ateş kendi başına bir şeyi yakamaz; su insanı kandıra­maz; ancak Allah'ın onlara verdiği kuvvet sayesinde vazifelerini ya­pabilirler Nitekim Nemrut'un ateşi İbrahim Peygamber’i yakmadı, Ebû Müslüm-i Havelâni'yi ateşe attıkları zaman yanmadı Ateşin içinde yaşayan semender böceği ateşte yanmaz
Yaptığın işlerde ihlâs olursa, halkın şerrinden halâs bulur, kal­bini onların arasından çıkarırsın Zaten Hakk'a vasıl olman, halkın arasından manen sıyrılmana bağlıdır; Aziz ve Celil olan Hakk'ı ta­lebine dayanır
Senin Hakk'ı araman bir garip kişinin hâline benzer O, bir so­kağa girdi, dostunu arıyordu Sokağın bir yanından öbür ucuna gidip gelmeye devam ediyordu, bir türlü kapıyı bulamıyordu Hâli, dostun kapısını tanımamaktan ibarettir Hâl böyle iken dostu onu gözetli­yordu; şaşkınlığını ve hayretini görünce içini sevgi kapladı Çıktı, yanına gitti, başını başına dayadı ve ona sarıldı Yusuf Peygamber de, kardeşi Bünyamin'e aynı şeyi yapmış ve demişti ki: “Ben senin öz kardeşinim
Allah, kalp zeminini marifet ve ilim karargâhı kıldı Hak Teâlâ o zemine gece gündüz üç yüz altmış nazar kılar Eğer, orası marifet ve ilim karargâhı olmasaydı, az zamanda parçalanır ve dağılırdı
Kalp sıhhat bulup Hak yakınlığına erdiği an, yollarından ırmak­lar coşar, hikmetler aşar ve yaratılmışlar ondan faydalanır
Allah'ın büyük kıldığı insanlar vardır Onlar dini ayakta tutar­lar Onların en büyüğü Peygamber (sav) makamına yakın, en küçü­ğü ise Sahâbe derecesine yetişkindir Arta kalanlar ise, tabiin zümre­sine dâhil sayılır Onlar, söyledikleri her şeyle amel ederler Sözle işi birleştirirler Onlar için gizli ve aşikâr aynıdır Peygamber’ler onlara bakar, sürür duyarlar Hak Teâlâ onları, meleklere karşı över O bü­yük zatlara uyana saadetler ola Dünya ve ayal yükünü onlardan alana ne mutlu!
Bir kısım cemaat vardır, onlar kazanç yoluna pek gitmez, halkın iyiliği için koşarlar Halk, onlar için evlat sayılır Onlar, dünyaya bağlanmaz Dünya, nefsini onlara arz etse de kabul etmezler, kaçar­lar
Bugün elinde bulunan senin değildir, müşterektir Komşuların dahi bir nevi ortaklarındır Elinde bulunan kazanç sorguyu mucip ol­duğu gibi elinden alınır da Allah yolcuları, bugün onların yerine saklamakta olduğunuz şeyleri dağıtmışlardı Aslında her şey Hakk'ındır, sizin nice iş tutacağınıza bakar Elinde olandan, az da olsa kom­şularına dağıt, muhtaçlara ver Doğruların evi dıştan dar olsa dahi içi geniştir
Nerede o kimse ki, halka açılan kapıyı kapadı, Hakk'ın kapısına durdu ve bütün dertlerini Yaratan'ına ısmarladı
Sebepleri kes, putları temizle, sonra neler göreceksin, bekle O'-nun kapısına dur; sabrı, sıkıntılar üzerine yastık kıl O'nun kaza ve kaderi keser, fakat sen üzülme Bunlar olunca hikmetli şeyler görür­sün Tekvin sıfatı, hâli ne yapıyor, görürsün Rahmet eli seni nasıl büyütüyor, anlarsın Sevgi hâli seni nasıl yükseltiyor, bakarsın
Dönüp dolaşılacak, sonunda gelinecek tek nokta: Sükût Bu sü­kûn, maddi ihtiyacın hitamında başlamalı, zaruret hâsıl olmadan konuşmamalı Lüzumsuz laf etmemeli Kulun lüzum dışı laf etme­mesi Hakk’ın seveceği hâldir Kul bu hâli benimsedikten sonra Hak Teâlâ, ona halk sütünü emzirmez, sebepleri siler, onu yakınlığa götürür
Hakk’ın lütuf kucağından ilettiği ulvi koku sana kâfi Üzüntü anlarında oradan gelen güzellik sana yeter O'nun rahmeti seni içine alır Senin için elbette dar anlarında imdada koşan daha hayırlıdır, başkası daha hayırlı olabilir mi? O'na dua et, darda kalınca O'na yalvar, sana yetişir O, duada ısrar etmeyi sever, Zât’ına her an yalvarıl­masını arzular
Kapıların yüzüne kapanmasına darılma Hak Teâlâ, sana yakın­lık kapısını açmak için bunu yapar O'nun kapısında devamlı kalman için maddi yönleri örter Sevenler, O'nun kapısını daima açık olarak bulurlar Yabancılar, oradan içeri giremez Bir ana evladı için hazırla­dığı şefkat kucağını başkasına açar mı? Bu da ona benzer Hak Teâlâ, sevdikleri için hazırladığını başkalarına vermez Yavrusuna tut­kun ana, komşulara tembih eder Yavrusunu içeri almamalarını ister Çünkü kendine dönmesini arzular O yavru, bu hâlde evden kaçsa cümle kapıları kapalı bulur Ağlar, sızlar, yine anasına dönmek zo­runda kalır
Hak Teâlâ, bazen kulunu dara atar Bundan maksadı, kulun kal­bi, yaratılmışlara bağlanmasın ve Zât’ına dönsün
İçi doğru olan fakir kişiye gerekir ki, nefsine hadden fazla yu­muşak davranmasın Nefsi için bir şeyler bulması icap ediyorsa, ye­teri kadarını bulup almalı
Sana bir sıkıntılı hâl geldiği zaman nimet bil ve Yaratan'a ibadet et Aksi hâlde Hak seni onların içine iyice sokar; bir daha da kur­tulman kabil olmaz Hakk’ın yakınlık duygusu o dar hâllerin içinde gizlidir
Maddi eşyaya fazla düşkün olma Onlara gönül kaptırırsan işle­rin karışır Her hâlde Hak yakınlığını ara Şunu bil ki, O'na yakınlık derecen güç hallerdeki sabrınla ölçülür
Allah'tan korkmayanın aklı yoktur Tuzsuz ülkede yaşamak kabil olmaz Çobansız sürü yutulur Din korkudan ibarettir Korkan, he­men sahibinin yoluna çıkar Hiçbir yerde durmaz, yoluna devam eder Allah yolcularının son durağı Hak yakınlığıdır Burada anlatı­lan yolculuk, bir köy ve kasabaya taşınma gibi değil, kalp yolculuğu­dur Sırların yolculuğudur Asıl yolculuk O'nun yolculuğudur
Kalp ve sır Hak yolculuğuna çıkıp o yüce kapıya varırsa, içeri girme iznini sır ister, izin verilir Sonra o âlemde, aldığı ülfet netice­si kalbi de içeri aldırır
İnsan her hâlini, Peygamber’e (sav) benzetebilmeye çalışmalı O'nun kalbinde yıldızlar ay, ay da güneş olmuştu İçindeki nurlar, dışa vurmuş, gizli hâlleri açık olmuştu Her yan ve yön ona göre tekti
İnsan, benliğine dikkat etmelidir, o daima bir med ve cezir ha­lindedir İyilik hâlleri çoğalırsa mana âlemi açılır, aksi olunca ka­panır
Büyük insanlar, başlarını yakasına eğip sır yuvasına dalınca, bütün varlığı seyre dalar Deniz dibindeki mevcudu görür ve elini uzatır Yanındakilere işaretle der ki: “Sen şunu al” Sonra öbürüne döner: “Şu da senindir, al” der
Onlar, sultanlardır Semanın ve zeminin sultanı onlardır Hakk’ın kuvvet ve kudret eli önünde dururlar O'na vekil ve halife olmuşlar­dır
Ben de şahın kapısındayım O büyükleri gözetirim Uykuda ve ayıklık hâlimde size de bakarım Bu şehirde zahmet çeker, sıkılırım Onların güç işleri altında sabra çalışırım Karanlığı ışıkla açmaya bakarım O ışıkla gamı, kederi gidermeye gayret ederim Bir sürü fi­kir zahmeti ve susuzluktan ötürü peyda olan yorgunluğa rağmen, yılmadan olanlara tahammül ederim Ara sıra kaçıp kurtulmayı arzu­larım, fakat attığım her adım geri çevrilir
İbrahim Edhem'in, çok ağlamaktan gözleri yorgun düşüp ka­panmıştı Hak Teâlâ ona ilham yollu şu duayı okumasını emretti: “Allah'ım, kazana rıza yolunu göster Belana karşı sabrımı art­tır Nimetlerine şükrü kalbime alıştır Nimetlerin dahasını, afiyetin tümünü isterim Sevgi işinde bana sebat ver
Peygamber (sav) Efendimiz hani o zaman kalbinde bir ses işitmişti Ehline haber verdi ve Hira dağına doğru koştu O dağ, Sina da­ğından bir parça idi
Orada vahiy nesiminin kokusunu almaya başladı Orada bir ma­ğara vardı; içinde bir âbid dururdu İsmine Ebû Kebşe derlerdi
Peygamber’imiz orada ibadete devam ederken, rüya gibi bir şey gördü Sanki ortalığa sabah aydınlığı yayılıyormuş gibiydi Ve şu nida geliyordu: “Yâ Muhammed, yâ Muhammed
Bu sese dayanamadı; kaçtı kaçtı Evine geldi Orada olanlara: “Beni örtünüz, her yanımı sıkıca kapayınız Ben ‘Yâ Muham­med’ diye, hatiften -gizliden- bir ses duydum
Allah dilediğini yapmaya güçlüdür O örtünmenin ve bürünme-rıin ne faydası olabilir ki?

Alıntı Yaparak Cevapla