Yalnız Mesajı Göster

Yöresel Efsaneler...

Eski 07-16-2012   #6
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yöresel Efsaneler...



Atgalgıdığı efsanesi

Erdemli’nin Koramşalı köyüne eskiden bir saz takımı gelmiş Bu takımda bir de kız varmış Bu kızı Poyraz sülalesinden gençler kaçırmışlar Bir müddet gittikten sonra, kızı paylaşamamışlar Hepsi kız benim diyormuş En sonunda koca bıçaklarını çıkarıp kavga etmek istemişler Bu durum karşısında içlerinden biri çıkıp: “ Bir aptal kızı için bir birimize düştük Değer mi?” deyince, kızı bacaklarından keserler Kız ölmez ama ağır yaralanır Kalkmak için ne kadar uğraşırsa da kalkamaz

Gençler kızın bu haline ‘aptal galgıdı’ diye gülmüşler Daha sonra bu yerin adı aptalgıdığı olur Şimdi bu aptal kelimesi atgal olarak değiştirilmiş ve yerin adı atgalgıdığı olmuştur

Kocahasanlı efsanesi

Eskiden bir Çolak Ağa ile yanında da Koca Hasan denilen yaveri varmış Çolak Ağa halka oldukça zulüm yaparmış Buna dayanamayan Koca Hasan, Çolak Ağayı çok defa uyarmış Ağadan ayrılarak kendine adam toplamaya başlamış

Nihayet Koca Hasan, Çolak ağaya saldırmış, fakat Koca Hasan mağlup olmuş, Koca Hasan bunu üzerine Başyayla denilen yaylaya çıkıp Çolak Ağaya yaptığı zulümlerin yanına kalmayacağına dair bir haber göndermiş Çolak Ağa, bunun üzerine adamlarıyla birlikte Başyaylaya çıkmış Burada yapılan savaşta Çolak Ağayı, Koca Hasan, feci bir şekilde yenerek onu öldürmüş ve şimdiki Kocahasanlı denilen sahil kısmındaki yerleşim merkezine gelip yerleşmiş Bunun üzerine bu yerin adı Kocahasanlı olmuş

Kırk yıl gibi geçen bir dakika

Camide imam hutbe verirken, Allah isterse bir dakikayı kırk yıl yapar demiş Adamın biri kalbinden, bu işte nasıl oluyor acaba? Diye geçirmiş Tam bu sırada, adamın abdesti bozulmuş ve dışarı çıkmış Abdest almak için ırmağa gelince, ırmağa düşmüş Yüzerek karşıya geçince, birde ne görsün? Adam çırılçıplak bir kadın olmuş Durumuna çok hayret etmiş Bu arada bir çoban gelip, kadını örtmüş ve alıp götürmüş Çoban kadınla evlenmiş Aradan kırk yıl geçmiş; kadın ırmağa su almaya gidince , yine ırmağa düşmüş Bu defada yüzerek karşıya geçmiş

Bakmış yine erkek olmuş Bu arada abdest alacağı aklına gelmiş ve abdestini alıp, camiye gitmiş Bakmış ki imam hala hutbesine devam etmekte

Pamukkale Efsanesi

Oduncu güzelinin öyküsünü yüzlerce yildir insanlar anlatirmis Ben de gelenegi bozmayayim Çok çok eskiden Çökelez Dagi eteklerinde yasayan, fakir oduncu bir aile yasarmis Bu ailenin kizi, o kadar çirkinmis ki erkek çocuk anneleri onu görünce yollarini degistiriyormus Fakirligi,genç kizin umurunda bile degilmis ama çirkinligi canina tak etmis Çökelez Daginin eteklerinden kendini bosluga birakmis Su ve tortu dolu havuza hizla düsmüsBurada uzun süre sularin içinde baygin kalmis O esnada bu su o çirkin kizi güzellige bogmusOradan geçmekte olan Denizli Beyinin oglu, kanlar içinde güzel kizi görmüs Atina oduncu kizi alip evine götürmüs Kiz iyilesmis ve evlenmisler O günden sonra kadinlar güzellesmek için bu ilicalari ziyaret etmeye baslamis O gün bu gündür güzellesmek isteyen tüm kadinlar bu suyun içine atarlar kendilerini

Gelin Dilek Tutma Tasi :
Geçmis bir zamanda güzeller güzeli genç bir kiz, gönlünü köyün çobanina kaptimis Ama talihsizliktir ki köyün beyinin oglunun da kizda gözü vardir Bir gün evlilik hazirliklarinda olan kiz atla nisanlisi olan çobana yemek götürürken yolda arkasindaki beyin oglunun atiyla ona dogru geldigini görür Kiz basina gelecekleri anlamistir Kendini çobandan baska birine yar etmemek için tanridan ona yardim etmesi için dua eder ve " Tanrim tas olayim ama beni bu beyogluna yar etme" der O arada kizin duasi kabul olur ve oracikta ati ile birlikte tasa dönüsürler O günden buyana yeni gönlünün muradina eren gelinler bu kayaya gelerek evlilik yasantilarinda mutlu olmak için buraya gelerek tanridan dilekte bulunurlar Bu gün bile genç kizlar Karahayit kasabasinda bulunan bu kayaya gelip ziyaret ederler

Munzur Baba Efsanesi

Zamanın birinde bir pir varmış, onun da bir tek kızı Kızı bir gün ölür Dede birkaç gün üst üste kızını rüyasında görür Kızı, “Baba” der “Benim mezarımı aç Bende bir emanet var onu al” Dede gördüğü rüyayı taliplerine anlatır Bunun üzerine karar verilip mezar açılır Kızın tabutunun içerisinde beşiğe benzer bir şeyin içerisinde bir çocuk şahadet parmağını emmektedir Çocuğu oradan alırlar Dede rüyasında tekrar görür kızını Kız, rüyasında babasına, “Çocuğun adını ‘Munzur’ bırakın” der

Gel zaman git zaman Munzur, yedi yaşına gelir ve Tunceli’nin Ovacık İlçesine bağlı Koyungölü civarında yaşayan bir ağanın koyunlarını gütmek için yanında çobanlık yapmaya başlar

Munzur’un ağası hac zamanı geldiği için hacca gitmiş Ağasının hacda olduğu bir gün Munzur ağanın hanımının yanına gelir ve;
-Hanımım, ağamın canı sıcak helva ister Helvayı yaparsan ben kendisine götürürüm, der

Ağanın hanımı önce şaşırır, sonra herhalde zavallı çobanın canı helva yemek istiyor, doğrudan söylemeye dili varmıyor, utanıyordur Ağasını da bahane ediyor Kendisine bir helva yapayım da yesin, der Helvayı pişirir, bir bohçanın içine bağlar ve Munzur’a;
-Al evladım götür, der

O sırada ağa hacda namaz kılmaktadır Namaz sırasında sağa selam verirken bir de bakar ki sağ yanında elinde bir bohça ile Munzur dikilmiş duruyor Namazını bitirip Munzur’a;
-Hoş geldin evladım, burada ne arıyorsun? Nedir o elindeki? der Munzur’da;
Ağam canın sıcak helva istemişti, onu sana getirdim, der

Elindeki bohçayı ağasına uzatır Ağası bohçayı açar ve bakar ki içinde sıcacık helva paketlenmiş duruyor Ağa hayretler içinde Munzur’a bir şeyler söylemek için başını çevirdiğinde bir de bakar ki Munzur yanında yok

Ağa hac görevini tamamlayıp köyüne döndüğünde komşuları herkes elinde bir hediye ile hacıyı karşılamaya giderlerMunzur’da götürecek başka bir hediyesi olmadığından bir çanağın içerisine koyunlarından bir miktar süt sağar ve bununla ağasını karşılamaya gider

Ağa Munzur’u görünce yanındakilere;
-Asıl hacı Munzur’dur Öpülecek el varsa Munzur’un elidir Önce ben öpeceğim der ve Munzur’a doğru koşar

Munzur bu konuşmaları duyduğunda;
-Aman ağam Allah aşkına Böyle bir şey olmaz Ben yıllarca senin ekmeğinle, aşınla büyüdüm Sen nasıl benim elimi öpersin Ben sana elimi öptürmem, der ve kaçmaya başlar

Munzur önde ağa ve yanındakiler arkasında bir kovalamaca başlar

Şimdiki Munzur ırmağının çıktığı ilk yere geldikleri zaman Munzur’un elindeki süt dolu çanak dökülür ve sütün döküldüğü yerde, süt gibi bembeyaz bir su fışkırır Munzur kırk adım daha atar Fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelir Munzur’un arkasından koşanlar bu ırmaktan öteye geçemezler Munzur da bu dağlarda kaybolur gider

Yöre halkının efsaneleştirdiği Munzur ile, Tanrının varlıklı ve sözü geçen kişiler yanında bir çobanın da keramet sahibi olabileceğini, çoban olsa bile Tanrının sevgisine mahzar olabilecek temiz yürekli, imanlı insan olabileceği belirtilmekte, Munzur’u bu inançla efsaneleştirmektedirler

Düzgün Baba Efsanesi

Şah Haydar Seyyid Mahmud-i Hayrani’nin oğludur Zeve yakınlarında bulunan Zargovit tepesinde hayvanlarını otlatmak için bir ev yapar Burada hayvanlarıyla meşgul olur

Kışın zemherisinde keçilerinin gayet güzel beslendiklerini gören Seyyid Mahmud-i Hayrani “Acaba Şah Haydar bu kışın ortasında bu hayvanlara ne yediriyor ki hayvanlar bu kadar güzel besleniyorlar” Diye merak eder ve Şah Haydar ile hayvanların bulunduğu yere gider Bir de bakar ki Şah Haydar elindeki çubuğu hangi meşe ağacına değdiriyorsa o ağaç hemen yeşeriyor Taze filizlerle süsleniyor, keçiler de bu filizlerden yiyerek besleniyorlar

Seyyid Mahmud-i Hayrani bu durumu görünce sesini çıkarmadan geri dönmek ister Ancak o sırada bir keçi, birkaç kez üst üste hapşırır Şah Haydar ne oldu babam Derviş Mahmud’umu gördün ki bu kadar hapşırırsın, der ve arkasına baktığında babasının kendisine görünmeden gitmek istediğini görür

Babasına bizzat ismi ile hitap ettiği için mahcup olur Mahcubiyetinden kaçıp halen Düzgün Baba Dağı olarak söylenen bir tepeye çıkar ve burada ***** tutar Rivayet olunur ki Şah Haydar babasına ismen hitap ettiği için mahcubiyetinden ötürü kaçtığı zaman ayağında kışın karda giyilen hedik veya leken varmış Bu hediklerle Zargovit’ten Düzgün Baba tepesine kadar (Takriben 5 Km) üç adım atmış, bastığı her yerde hedikler taşa iz bırakmıştır Bu izler hala durmaktadır

Şah Haydar bir iki gün eve gelmeyince annesi endişelenir Durumunu öğrenmesi için Şah Haydar’ın babasına rica eder O da yanındaki müritlerine “Gidin bakın bakalım bizim Şah Haydar ne alemde?” der

Müritlerden birkaç kişi 2500 metre yükseklikteki dağın tepesine çıkıp Şah Haydar ile görüşürler Durumunun iyi olduğunu ve herhangi bir sorununun olmadığını öğrenerek tekrar Zeve’ye dönerler Seyyid Mahmud-i Hayrani’ye, Şah Haydar’ın durumu düzgündü, merak edilecek herhangi bir şey yoktur Selam ve hürmet eder ellerinizden öper derler

Bu işi düzgündür sözü dilden dile dolaşır ve asıl adı Şah Haydar olan bu zata artık bir süre sonra Düzgün Baba olarak bir isim atfedilir O günden, bugüne Düzgün Baba olarak söylenir

Yediyaman Efsanesi

Çok eskilerde bu kentte oturan ve putlara tapan bir babayla yedi oğlu vardı Bu yedi kardeş, putlara tapan babalarının dini inancını benimsemediklerinden, babalarının ava çıktığı bir gün putları kırarlar

Baba, av dönüşü putların oğulları tarafından kırıldığını görünce onları birer birer öldürür,

Halk, yiğitlikleri ve mertlikleri nedeniyle, kahraman gözüyle baktığı bu kardeşlere, "YEDİYAMAN" adını takmıştır

Sonradan bütün bölgeye yayılan YEDİYAMAN adı, zamanla değişerek Adıyaman şeklini alır

Bugün şehrin güneyinde YEDİKARDEŞ diye bilinen ve yedi mezarın bulunduğu yer, halk arasında halen kutsal sayılmakta ve adaklar adanıp, mum yakılmaktadır

Komagene Kralı 1 Antiochus, Nemrut Dağı'nın en yüksek tepesine bir tapınak yapmaya karar verir Kendini en güçlü tanrılarla bir tutup onlarla aynı kategoriye sokmak için Komagene topraklarının en yüksek dağı olan Nemrut'u seçer Burada ölümsüzleşebileceğine ve tanrıların yükseklerde yeryüzüne daha çok hakim olacabileceğini düşünüp, büyük uğraşlar sonunda tapınağın yerini belirler Bu tapınağın kendisi için aynı zamanda bir anıt mezar olarak olarak tasarlanmasını emreder Bu arada görkemli anıt mezarın yeni bir dinin temelini atacağını düşünür

Tapınağın inşaası için yüzlerce heykeltıraş ve binlerce köle görev alır Tapınağı yapacak olan mimar ve heykeltıraşlar bu anıtın bitiminin çok uzun yıllar alabileceğini ve inşaasının çok zor şartlarda gerçekleşebileceğini söylerler Baş mimarlar buranın yılda en fazla üç ay çalışmaya elverişli olabileceğini de eklerler Çünkü diğer aylarda hava soğukluğu kimi zaman -30 dereceyi bile geçmektedir Çalışacak kölelerin bu şartlar altında çok çabuk ölebileceğini, heykeltıraşların soğuktan ellerinin donabileceğini hatta onların taşı oymak için kullandıkları metal keskilerin ellerine yapışabileceğini anlatırlar Aynı zamanda heykel ve anıtlar için yukarıya hiçbir taşın taşınamayacağını, bu iş için ancak dağın zirvesinin oyula oyula şekillenip, malzemenin tamamen buradaki taşlardan olacağını rapor ederler

Komagene Kralı Antiochus, şartların daha fazla zorlanıp tapınağın yapımına bir an önce başlanmasını emreder

Ve tapınağın yapımı başlar Tapınakta tasvir edilecek her tanrı için bir usta heykeltıraş ve en az 10-15 yardımcıyla işe koyulunur
Komagene Kralı Antiochus, heykelinin yapımı için o bölgenin en önemli heykeltıraşlarından, aynı zamanda putperestliğin en güçlü inananlarından biri olan Sorgon'u görevlendirir

Sorgon'un yedi tane oğlu vardır Sorgun, çok acımasız, sabit fikirli, kralına ve inancına oldukça bağlı, diktatör ruhlu, sevgi ve şefkatten uzak, zalim, otoriter bir baba olarak bilinir Yanında oğulları dışında kimseyi çalıştırmaz En zor işleri bile oğullarına yaptırır En tehlikeli işleri ölebileceklerini bile umursamadan onlara verir Sorgon kendi ailesi içinde kurduğu küçük krallığıyla kendini adeta tanrılaştırmış, evinin her tarafını taptığı tanrıların heykelleriyel süsleyip, en ihtişamlı yere de kendi heykelini yaptırmıştır Çocuklarına zorla bu heykellere tapınıp itaat etmelerini ve kendisini ailenin baş tanrısı olarak görmelerini emreder Oğulları bu zulüm ve acımasızlıklara yıllarca korku içinde itaat ederler Fakat bir türlü cesaretlerini toplayıp babalarının bu zulmüne başkaldıramazlar

Yedi oğlundan en küçük olanı Henun diğer kardeşlerine nazaran daha cesur ve daha isyankardır Arasıra abilerine bu anlamsızlıklara karşı başkaldırmaları gerektiğini söylese de buna cesaret edemezler

Tapınağın inşaası başlar, daha ilk ayında yüzlerce köle ve heykeltıraş asistandan kimi yıkılan kayaların altında kalarak kimi de güçsüz düşerek ölmeye başlar Baş mimarlar, Antiochus'a rapor verirken daha büyük kayıpların olacağını söylerler ama o buna aldırmaz Tapınağın yapımı için hiçbir bahaneyi kabul etmeyeceğini bildirir Sorgon, oğullarıyla birlikte Antiochus heykelini büyük bir istek ve keyifle yapmaya devam eder

Oğullarının soğuğa ve dev kayaların ağırlığına dayanacak güçleri kalmamıştır Kardeşler her akşam iş bitişinde bir araya toplanıp bu zulmün, özellikle baba zulmünün bitmesi için dileklerde bulunurlar Tanrının gökyüzünde olabileceğini düşünüp gökyüzüne doğru kollarını açıp yalvarırlar Gökyüzündeki tanrının onları görebilmesi için de yedi tane mum yakarlar Yedi kardeşin en küçüğü ve en cesuru olan Henun, her gün kardeşlerini cesaretlendirip, babalarına ve bu anlamsız inanışa karşı ayaklanıp, güçlerini birlikte kullanmalarını önerir Kardeşler, çektikleri bu zulme karşı dayanacak güç ve takatlarının kalmadığına kanaat getirirler ve kardeşleri Henun'un çağrısına uymaya karar verirler

Cesaretlenen yedi kardeş planlar yapmaya başlar Henun planını açıklar: "Yakında bu yılın çalışma sezonu bitecek ve evlerimize döneceğiz Babamız bütün cesaretini ve gücünü bu putlardan alıyor Eğer biz bu putları parçalayıp birliğimizi gösterirsek, otoritesinin bozulduğunu ve hiç bir gücünün kalmadığını görecek, bize uyguladığı zulme son verecektir

Çünkü, onun inanıp tanrılaştırdığı bu putların bize bir karşılık veremediğini ve kendilerini bile koruyamadığına şahit olursa babamız bütün gücünü kaybeder"

Kardeşler planlarını yaparlar ve kısa bir süre sonra evlerine dönerler Babaları evde olmadığı bir sırada heykellerin dizildiği büyük odaya girip en başta kendi babaları olan Sorgon'un heykelini parçalarlar ve daha sonra bütün heykelleri Kardeşler bu yaptıklarının büyük bir zafer olduğunu, bu gücü de gökyüzünde bulunan ve onlara ışık saçan tanrılarına borçlu olduklarını düşünürler Tanrılarının onlara verdiği bu güç için evin giriş avlusuna yedi tane mum yakarlar

Zalim baba Sorgon, eve geldiğinde evin avlusunda yanan yedi mum dikkatini çeker Hepsini tekmeleyip, mumları söndürürürken bağırıp çağırmaya başlar O hışımla eve girer ve evin her tarafında parçalanmış heykel parçalarını görünce sinirden deliye döner Oğullarının bunu yapacağını düşünüp her tarafta onları arar, fakat onlar evi çoktan terketmiştir

Yedi kardeş günlerce saklanırlar Sorgon oğullarını bulamayacağını anlayınca bir plan yapmaya karar verir Onlara ulaşabilecek akraba ve oğullarının arkadaşlarına; oğullarını affettiğini, onların haklı olduklarını, kendisini bir gaflet uykusundan uyandırdıklarını, putlar parçalandıktan sonra huzur bulduğunu söyleyip, eve geri dönmelerini ister Yedi kardeş bir süre sonra ikna olup evlerine dönerler Babaları onları affettiğini, onları haklı bulduğunu söyleyip sinsi planını sürdürür Oğullarının acıkmış olabileceğini düşünüp onlar için en güzel yemekleri hazırlattığını ve şereflerine bir ziyafet verdiğini söyleyip sofraya davet eder

Sofraya oturan yedi kardeş yemekleri yemeğe başlarlar Sorgon yemeklere en güçlü zehirleri katmıştır Yemekleri yiyen yedi kardeş anında ölürler Sorgon'un bu zulmü kısa sürede her yerde duyulur Ölen bu yedi kardeşe halk "Yedi Yaman" adını verir, anılarına her yıl yedi mum yakıp anmaya başlarlar Zaman içinde "Yedi Yaman" Adıyaman olarak o şehre isim olmuştur

Samsat Kalesi Efsanesi

Kommagene ülkesinin baş kenti Samsat'ta oturan bir kral var Kralın güzel kızına her ülkeden talipler gelir, hepsi de geniş topraklar, sonsuz paralar sunar kızın babasına Kızıyla evlenmelerine izin versin diye Kral içme suyu problemi bulunan şehre suyu kim önce getirirse kızı ona vereceğini söyler

Yarışmacılar birbirleriyle çekişerek geceli gündüzlü düşünerek çalışırlar Bir gün şehir halkı, yakınlarına kadar uzanan ve her gün ilerleyen dev su kanalları görür Arkasından şehre hayat veren sular akmaya başlar Arsameia'nın genç prensi bugüne kadar kalan su kanallarıyla şehre suları akıtır Genç prensesle evlenerek çalışmalarının karşılığını SAMOSATA'dan alır

hisn-i-mansur kale efsanesi

efsaneye göre, adıyaman kalesinin orta yerinde mil üzerinde dönen bir köşk varmış su köşkte savaşı seyreden arap kumandanının kızı, kaleyi kuşatan türk kumandanını görür ve ona aşık olur kız türk kumandanına haber göndererek kendisini almayı kabul ettiği takdirde kale anahtarını vereceğini söyler

bir gece gizlice türklerin tarafına kaçan kızı, türk kumandanı kabul eder ve kendisiyle görüşür bu sırada kız, elbiselerinin içinde bir şeyin kendisini rahatsız ettiğini söyler

elbiseleri çıkarıldığında kuru bir yaprağın vücudunu tahriş ettiği görülür bu duruma çok sinirlenen türk kumandanı "baban seni kuru bir yapraktan dahi sakınır yetiştirdiği halde kendisine ihanet ettin kim bilir bize ne türlü ihanetler yaparsın", diyerek kızı öldürtür kale ve şehri yaptığı hücumlarla ele geçirir

Güzelce Kız (Aynalı Mağara Efsanesi)

Güzelce Kız, bir kral kızıdır Dünyalar güzelidir O kadar güzeldir ki; görenler dayanamaz, yıldırım düşmüş gibi kendilerinden geçerler Bu yüzden genç kız, hep peçeli gezer, güzel yüzünü kimseye gösteremez Artık zamanı gelmiştir diye düşünen babası, dört bir yana haberciler çıkarır kızını evlendirecektir ama kim kızının peçesini açıp güzelliğine dayanır, onu dünya gözüyle seyredebilirse kızını ona verecektir
Bu çağrıya yedi iklim, dört bucaktan şehzadeler, vezir çocukları, dünya zenginleri, yiğitler, bilginler, kısacası gençliğine, bilek gücüne güvenenler dört nala Amasya’ya gelirler

Amasya meydanında kurulan özel bölümde bulunan Güzelce Kız bekleyedursun Kendine güvenen delikanlılar cesaretlerini toplayamaz, yanına yaklaşan ise peçesini kaldırmak istediğinde eli titrer, dizlerinin bağı çözülür Bu sahneler günlerce devam eder Bir gün fakir mi fakir, ama yiğit mi yiğit, gerçekten güzel, alımlı bir delikanlı “Ben de şansımı denemek istiyorum!” diye destur alıp tahtın yanına yaklaşır Herkesin şaşkın bakışları arasında hiç vakit geçirmeden Güzelce Kız'ın peçesini kaldırır O an öyle bir elektriklenme olur ki, bir aydınlanma, bir alev, bir ateş sarar etrafı Kimse ne olduğunu anlayamaz Meydanda bulunanlar korkudan yerlere kapanır Sonra, sonsuz bir sessizlik içinden kömür kesilir iki genç, yan yana uzanmış şekilde

İki gencin cesedi, şehre yakın yerdeki bağ ve bahçelikler yanında bulunan kaya mezar içinde iki ayrı odaya gömülür Bu kaya mezarının dışı güneşle birlikte Güzelce Kız’ın yüzü gibi parlamaya başlar Bu parlaklığından dolayı da, daha sonra kaya mezarın adı " Aynalı Mağara" diye ünlenir

Serçoban Efsanesi

Serçoban, Amasya merkezdeki Kocacık Çarşısı’nda türbesi bulunan İğneci Baba ile kardeştir İğneci Baba ayakkabı tamiri, kardeşi Serçoban ise çobanlık yapar
Serçoban, bir gün dağda sürülerini otlatırken kaçan oğlağı yakalamak ister, Serçoban kovalar, oğlak kaçar, iyice yorulan Serçobon "Seni yakaladığımda keseceğim" der

Sonunda yakaladığı oğlağı sözünü yerine getirmek için tam kesmek üzere iken mahzun ve etkileyici bakışları ile karşılaşan Serçoban, duygulanır “ Beni de çok yordun mübarek ” der ve yakaladığı oğlağı serbest bırakır

Serçoban öldüğünde, sürüdeki hayvanların her biri ağaca dönüşür ve bir orman oluşur Mezarın bulunduğu mevkii kendi adı ile adak ve mesire yeri olarak ziyaret edilir Yöre insanı oradaki ağaçları kesmenin kendilerine kötülük getireceğine inanır

İğneci Baba Efsanesi

İğneci Baba ile kardeş olan Serçoban, Amasya merkeze bağlı Karasenir Köyü’ne yerleşir Çobanlık ile geçimini sağlayan, hal ve hareketleri, ibadetinin sadeliği ile tanınır
Bir gün Amasya’da ayakkabıcılıkla geçimini sağlayan ağabeyi İğneci Baba’yı ziyarete gelir Beraberinde de koyunlarından sağdığı sütü bir mendiline çıkılayıp hediye olarak getirir Amacı, kendi mendiline koyduğu sütün, mendilden sızmadığını göstermektir

Serçoban mendilini kunduracı dükkanının duvarındaki bir çiviye asar Bu sırada İğneci Baba dükkanında bir bayanın ayak ölçünü almaktadır Serçoban, bayanın topuklarını görünce, “ne kadar da güzel” diye aklından geçirdiğinde çiviye asılan mendilden süt yavaş yavaş damlamaya başlar

İğneci Baba, kardeşinin niyetinde bozulmalar olduğunu sezer ama hiç birşey belli etmez Bayan ayak ölçünü verip dükkandan ayrılınca, İğnecibaba, kardeşi Serçoban’a “ Keramet dağ başında ermekte değil, keramet burada, çıkındaki sütü damlatmamakta” derMezarı bugün özel bir ***** olarak hazırlanmış, Kocacık Çarşısı’ndadır

Amazonlar Efsanesi

Önasya seferine çıkan ünlü Makedonya Kralı Büyük İskender, ordularıyla Beyşehir’de kendi adıyla anılan İskender bağları’nda konaklamış O zamanlar Anamas Dağlarının eteklerinde göllenmiş bulunan Beyşehir Gölü’nün öte yakasında, Amazonlar denilen kadın savaşçılar yaşar Kral, onların kendisine boyun eğmelerini istemiş; fakat elçisini geri çevirmişler

Büyük İskender buna çok kızmış ve Amazonların üzerine asker göndermiş
Amazonlar, uzun süre, İskender’in güçlü askerlerine karşı savaşmışlar Ama bakmışlar ki;yenilip esir olacaklar, Anamaslarda gölün kıyısında, kapalı bir yer altı obruğunda dökülen bir çağlayanın düdeninin koca kayalar yuvarlayıp kapatmışlar ve düşmanın ardından girdikleri vadiyi sular basmış İskender’in askerleri azgın sular karşısında helak olmuşlar

Ancak, Amazonlar kötü sonlarını tahmin ettiklerinden, kendilerini de bu sulara atarak tutsak olmaktansa, ölmeyi yeğlemişler

Onların bu onurlu ölümleri, İskender’i çok duygulandırmış Anılarını yaşatmak için yurtlarına Amazonlar adını vermiş ve bu Amazonlar giderek Amanoslar ve ardından Anamaslar adını almış

Bir başka anlatıma göre, kendilerini göle atan Amazonlar, boğulmayıp gölde balık olmuşlar ve bu güzel balıkların adı zamanla Amazan ve ardından Sazan olmuştur (Ancak, Sazan sazcıl anlamındadır Bölgede Amazonların yaşamadıkları tahmin edilmektedir)

İstanbul Üzerine Efsaneler

isa peygamberi çarmıhtan indiren havarilerinden biri, el ve ayaklarındaki çivileri söktükten sonra saklamış Bu çiviler daha sonraki yıllarda Bizans İmparatorluğu'na teslim edilmiş Bizans imparatorlarından biri, sonsuza kadar korunabilmesi için Hz İsa'nın çivilerini Çemberlitaş'ın temeline gömdürtmüş Bu paha biçilmez çiviler hala Çemberlitaş'ın temelinde gömülüymüş

Beşiktaş'taki sütuna benzeyen ne idüğü belirsiz anıt, aslında bir füze rampasıymış O yüzden silindir şeklinde yapılmış Nüfus sayımı yapılırken, sabaha karşı kimsenin göremeyeceği bir saatte içine füze yerleştirilmiş Füze yerleştirme harekatı çok gizli yapılmış ama bir şekilde bu bilgi sızdırılmış Bu dedikodunun doğruluğunu araştırmak isteyen iki kafadar, anıtı incelemeye karar vermiş Ancak anıtın etrafında dolanırlarken iki sivil polis tarafından anında gözaltına alınmışlar

4 Murat devri Padişah tarafından, mey (şarap), afyon ve fal bakmak yasaklanmış İstanbul'da bütün meyhaneler ve keşhaneler "underground" takılmaya başlamış 4 Murat bi gece, tebdil-i kıyafet İstanbul'a indiğinde, karşıya geçmeye karar verip bi sandal kiralamış

Sandalcı müşterisinin sultan olduğunu bilmiyomuş tabii Bi ara, sandalın yanından sarkan bi ipi çekmiş İpin ucunda bi testi! Sultan, "Ne var o testinin içinde?" diye sormuş Sandalcı "Ne olacak, mey işte" diye gülerek müşterisine ikram etmiş Her ne kadar yasaklamış olsa da, 4 Murat'ın alkolle arasının iyi olduğu bilinir İkramı kabul etmiş ama yine de, "Mey yasak Hünkarımız görse kafanı vurdurtur diye korkmuyo musun?" diye sormaktan da geri kalmamış Sandalcı da haliyle, "Yahu hünkar ner'den görecek bizi denizin ortasında" demiş

Aradan biraz zaman geçmiş Sandalcı bu kez de, teknenin tahtalarından birini kaldırıp aradan afyon çıkarmış ve nargilesine atarak körüklemeye başlamış Gönlü zengin adam, hemen müşterisine de ikram etmiş Sultan yine kabul etmiş ama yasağı gene hatırlatmış Sandalcı aynı şekilde, "Kim görecek ki bizi denizin ortasında" demiş Biraz daha vakit geçmiş Bizim sandalcı cebinden fal taşlarını çıkarmış Hünkara, "Ver 5 akçe de falına bakayım" demiş Fal 4 Murat'ın en kızdığı şeymiş, ama "Hadi biraz daha sabredeyim" diye düşünüp, "Bak bari" demiş

Fal taşlarını elinde çalkalayıp atan sandalcı, "Efendi, sorunu sor bakalım" demiş Padişah, "Hünkar şu anda nerededir?" diye sormuş Sandalcı taşlara bakıp "Hünkar şu an denizdedir" demiş 4 Murat güya endişelenmiş havalarına girip, "Sakın yakınımızda bi yerde olmasın" diye sormuş sandalcıya ve tekrar iyice bakmasını söylemiş Sandalcı taşlara tekrar bakmış ve birden, 4 Murat'ın ayaklarına kapanıp, "Affet beni hünkarım " diye yalvarmaya başlamış Kıyıya dönene kadar yalvarmaya devam etmiş Padişah dayanamayıp, "Sana bi soru sorucam Eğer bilirsen seni affederim Bilemezsen boynunu anında vurduracam" demiş Sandalcı sevinçle, "Padişahım çok yaşa" demiş ve merakla soruyu beklemye başlamış

4 Murat, sandalcıya, "Dönüşte İstanbul'a hangi kapıdan giricem?" diye sormuş Tabii sandalcı hemen itiraz etmiş, "Hünkarım, şimdi ben hangi kapıyı söylesem, siz başka kapıdan girersiniz Affinıza sığınarak, gireceğiniz kapıyı bi kağıda yazsam ve size versem; kapıdan geçtikten sonra okusanız olur mu?" demiş Hünkar başını "Olur" anlamında sallayınca, sandalcı tahminini yazıp kağıdı vermiş

Padişah kağıdı alır almaz, daha bakmadan, yanındaki fedaisine, "Hemen boynunu vur şu kafirin" emrini vermiş Sonra da, "Surlara yeni bir kapı açıla! İstanbul'a oradan giricem" demiş çevresindekilere Kapı 5-10 dakikada açılıp, padişah ve erkanı şehre girmiş 4 Murat bi ara, sandalcının kağıda hangi kapıyı yazdığını merak etmiş Kendinden çok eminmiş, laf olsun diye cebindeki kağıda bakmış Ama okuyunca hayretler içinde kalmış Sandalcı kağıda şunları yazmışmış: "Hünkarım, yeni kapınız vatana millete hayırlı uğurlu olsun"

O gün bugündür de işte o kapı, "Yenikapı" olarak anılıyormuş

Efsaneye göre, İstanbul’un altı birbirine bağlı tünellerle kaplıymış Hatta bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bi yerinden de giriliyomuş ve tünel denizin dibinden devam edip taaa Kınalıada’ya kadar gidiyomuş Tüneller Kapalıçarşının altından da geçiyomuş taabi Hatta şu an, Çarşı’nın gizli tutulan bi yerinden girilebiliyomuş bu tünellere

Buralarda yemek takımı üzerine çalışan gümüş kaplama atölyeleri varmış Yerin dibindeki yere ruhsat verir mi belediye? Heepsi kaçakmış bunların Çalışanlara da işe başladıkları gün, dehlizlerden kimseye bahsetmeyeceğine dair Kur’an’a el bastırılıyomuş

Tüneller çarşının altından başka yerlere doğru da gidiyomuş ama buraları kullanmak kesinkes yasakmış Bi keresinde biraz Kolomb ruhlarından, çokça da hazine meraklarından, (çünkü hep, “ilerler hazinelerle dolu o’lum” geyiği yapılırmış bu atölyelerde) üç-dört işçi çocuk denemiş ilerilere gitmeyi

Dehlizler labirent gibiymiş Çocuklardan sadece biri geri dönmeyi başarmış, diğerleri yollarını bulamayıp tünellerde kaybolmuş Dönen çocuk da (Allah muhafaza) aklını oynatmış Çünkü ileriki kısımlar, iskeletlerle, insan boyunda böceklerle, farelerle filan doluymuş Bu çocuk bi daha hiç “yeryüzüne” çıkmamış Büttün gün dehlizlerdeki atölyelerde filan dolaşıyomuş, kim ne verirse onu yiyip, gece de artık ner’de sızarsa or’da uyuyomuş Arada da yine tünellerin ilerilerine gidip bi’kaç gün kayboluyomuş ortalıktan Döndükten sonra hiç bi’şey yiyip içmeden ööyle bi noktaya bakıp duruyomuş günlerce

Caponlar zamanın Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’a gelip “Bey’fendicim bizim için Haliç’i temizlemek çoook çok kolay Bi aylık iş He deyin, hemen başlayalım Sizden bi kuruş da istemeyiz” teklifini yapmış Ama karşılığında da “Haliç’in dibinden çıkan büttüün çamur bizim olacak, Caponya’ya götüreceğiz” demişler Teklif çok cazip ama Dalan deyip geçme, akıllı adam, hemen atlar mı hiç öyle? “Siz bana 2 gün müsaade edin, biraz düşüneyim, sonra size kararımı bildiririm” demiş Abicim Dalan accayip pirelenmiş taabi “Yahu bu işin içinde bi bit yeniği var Elin Caponu napıcak bu balçığı?” diye diye kafayı sıyırmış

O ara nerden aklına geldiyse bizim Güzel Sanatlar’ı aramış “Hocalara bi danışayım bakayım ne diy’cekler?” diye düşünmüş Üstadım hocalar daha mevzuyu duyar duymaz, “Amman sayın Dalan hemmmen bu teklifi reddedin Haliç’in dibindeki çamur dünyanın en değerli seramik çamurudur Bunun 100 gramı havada karada enn az 10 bin dolar eder Bu Caponlar sizi kazıklamaya çalışıyo” diye feryat etmiş Dalan ertesi gün sınırdışı ettirmiş Capon grubu Teresler avuçlarını yalaya yalaya binmişler uçağa Valla bu Caponlardan korkulur abicim Adamlar neyin hesabını yapıp gelmiş taa buralara


Erzurum yöresine ait bu efsanenin adı '' Gelin Geldi '' efsanesi efsane gerçekten etkileyici

Çevredeki köylerden birinde güzel bir kız varmış Bu kıza komşu köylerden bir delikanlı âşık olur Kızında gönlü delikanlıda Durumlarını ailelerine açarlar Bu iki gencin evlendirilmesine karar verilir Fakat araya delikanlının askerliği girer Kız ile delikanlı murat alıp vermemeden ayrı düşerler Kız baba evinde delikanlı asker ocağında kavuşacakları günü beklemeye başlarlar

Bir gün köye delikanlının şehit olduğuna dair bir haber gelir Gelinlik giymeyi bekleyen genç kız bu haber karşısında sarsılır Ama elden ne gelir ki Artık sevgilisi ölmüştür Ağlamanın sızlamanın bir faydası yoktur

Kızın yeni taliplileri olur Babası bunlardan birine kızını verir Düğün dernek kurulur Davullar vurulup zurnalar çalmaya başlar Gelin alayı vakti gelince gelinin atını çeker ve yola çıkarlar Alay yolda bir gölünü kıyısına gelince bir müddet dinlenmeye karar verilir

Atından inip gölün berrak sularına dalgın dalgın bakan genç kızın aklı hep eski sevgilisindedir Onu düşünmektedir Gölün pırıl pırıl sularına bakarken onu sanki suyun içindeymiş gibi görüverir Hemen doğrulur Suya doğru koşmaya başlar Suların sakin güzelliğini boza boza ilerler ve düğün alayındakilerinin şaşkın bakışları altında gözden kaybolur Kafiledekiler her an gelinin sudan çıkacağını ümitle beklemeye başlarlar

Gölde görülen her hangi bir değişiklik gelinin geldiğine yorulur ve bekleyenler “gelin geldi!” “gelin geldi!” diye söylemeye başlarlar Gölde meydana gelen su hareketleri bu; “gelin geldi!” “gelin geldi!” diye söylenen sözlerle daha çok hareketlenir Günümüzde de bu hareketlenme yani gölde ki dalgalanmalar halen daha bu sözler üzerine devam etmektedir Gölün adı da < Gelin Geldi Gölü > olarak anılmaktadır

Adana Destanı



Yöre: Adana

Anadolu Selçukluları, Orta Asya’dan oba oba gelen Oğuz Türklerini uç beyi olarak yerleştirirdi Üç yüz çadırla (hane) Anadolu’ya göç eden Ramazanoğlu aşireti de önce “Kilikya”ya (Çukurova) sonradan Çaldağı eteklerine yerleştiler

Bir gün Adana’daki Bizans Tekfurunun oğlunun elindeki doğan uçar ve Ramazanoğlu obasının bir çadırı önüne konar Tekfurun oğlu, doğanın peşinden gelir ve çadırdan çıkan güzel bir Türk kızına aşık olur Tekfur, kızı ister Obanın ileri gelenleri toplanır Zira Müslüman kızın Hıristiyan bir erkek ile evlenmesi dinen mümkün değildir Kız verilmezse bu bölgede yaşamaları ise zor Bunun üzerine Tekfur’a bir tuzak hazırlarlar Çaldağı eteklerinde düğün yaptırırlar Muhafızlar eğlenip içki içerken Ramazanoğlu obasının genç erkekleri Tekfur’un muhafızları kıyafetinde şehre yaklaşırlar ve şehir halkı gelin alayını karşılasın diye haber gönderirler Şehir halkı dışarıda toplanır Ramazanoğlu erlerinin bir kısmı halkı kuşatır, diğerleri de şehri fethederler Böylece Adana, Türklerin olur O günden bu yana Türk toprağı Adana’da daha nice kahramanlık destanları yazılmıştır

Kaynak: ansiklopediturkcebilgicom/Adana_efsaneler

Alıntı Yaparak Cevapla