Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #9
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



SEYYİD:
1 Efendi
Genç olarak Cennet'e girenlerin Seyyidi Hasen ve Hüseyin'dir" (Hadîs-i şerîf-Üsüd-ül-Gâbe)
2 Hazret-i Hüseyin'in neslinden (soyundan) gelenler
Seyyidlerin bulunduğu bir memlekette ben oturamam Zîrâ Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem bağlı bir nesebden (soydan) gelmenin şerefini taşıyanlara lâyık oldukları tâzimi (hürmeti) gösterememekten korkuyorum (Ubeydullah-ı Ahrâr)
Seyyidler, İmâm-ı Hasen'in torunları olan şerîflerden daha üstündür Osmanlı Devleti zamânında Haleb'de seyyidlere ve şerîflere mahsûs bir mahkeme vardı Bütün evlâdları orada kayıtlı olup, yalancılar seyyidlik iddiâ edemezdi Seyyidlerin kıymeti bil inmeli, hürmette ve hizmette kusûr edilmemelidir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Seyyid-ül-Enâm:
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın lakablarından biri Beşerin yâni insanların efendisi, en yükseği
Seyyid-ül-enâm Muhammed aleyhisselâm, her zamanda, her memlekette, yâni dünyâ yaratıldığı günden, kıyâmet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür Hiç kimse, hiçbir bakımdan O'nun üstünde değildir Bu, güç birş ey değildir Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O'nu böyle yaratmıştır Hiçbir insanın O'nu medh edecek gücü yoktur Hiçbir insanın, O'nu tenkîd edecek iktidârı yoktur Allahü teâlâ hadîs-i kudsîde; "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım!" buyuruyor (S Abdülhakîm Arvâsî)

Seyyid-ül-İstiğfâr:
Duâ ve istiğfârların başı İstiğfâr duâlarının büyüğü Allahü teâlâdan günâhın bağışlanmasını istemek için yapılacak duâların en üstünü, en kıymetlisi
"Allah'ım! Sen benim Rabbimsin İbâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur Ancak sen varsın Beni sen yarattın; şüphesiz ben senin kulunum Gücüm yettiği kadar, ezelde sana verdiğim ahd ü mîsâk (Allahü teâlâ, rûhları yarattığında; "Elestü bi Rabbiküm - Ben si zin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda, rûhların; "Kâlû belâ - Evet Rabbimizsin" dediği günkü verdiğim söz) ve vâ'dim üzerinde duruyorum Yâ Rabbî! İşlediğim günâhların şerrinden sana sığınıyorum Bana lütuf ve ihsân buyurduğun nîmetleri ikrâr ve îtirâf ederim (kabûl ederim) Günâhımı da îtirâf eylerim Beni affet Allah'ım! Zîrâ senden başka günâhları kimse affedemez" İşte her kim bu seyyid-ül-istiğfâr duâsını (ihlâs ile, sevâb ve fazîletine inanarak) gündüz okuyup, o gün akşam olmadan ölürse, o kimse Cennetlik olur Her kim de sevâb ve fazîletine inanarak gece okur da, sabah olmadan ölürse, o kimse de Cennet ehlindendir" (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî)

Seyyid-ül-Mürselîn:
Muhammed aleyhisselâmın lakablarından Gönderilmiş olan peygamberlerin önderi, efendisi
Seyyid-ül-mürselîn sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bir kimse, bir günâh yapmak istese ve sonra Allah'tan korkup, onu terk eylese, Hak teâlâ hazretleri, o kula iki Cennet ihsân eder (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Allahü teâlânın rızâsına; Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdıyla yâni Resûlullah efendimizin ve O'nun sohbetinde yetişen Eshâb-ı kirâmın yolunda olmakla, onların bildirdiklerine tam inanmakla kavuşulur Bu doğru îtikâd (inanış) her şeyden kıymetli ve kaz anılan şeylerin en üstünüdür Kim bu doğru îtikâda sâhib olursa, bütün şerefleri ve üstünlükleri toplamış olur Cennet kapıları, bu îtikâda sâhib olmakla açılır Dünyâ ve âhirette üstünlük onunladır Peygamberler bunun için gönderilmiş olup, onların sonuncusu Seyyid-ül-mürselîn Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemdir (Serahsî)

Seyyid-üs-Sakaleyn:
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın lakablarından İnsanların ve cinlerin efendisi, iki cihânın seyyidi Muhammed aleyhisselâm
Hak teâlâ kullarını Cennet'e dâvet edip cemâlini (güzelliğini) müşâhede etmelerini (görmelerini) vâd eyledi Bu devletin ele geçmesine Seyyid-üs-Sakaleyn efendimiz hazretlerini vâsıta kıldı O'nu (sallallahü aleyhi ve sellem) mîrâca götürmesi sebeple rinden ve hikmetlerinden bir sebep ve hikmet de bu olsa gerektir (Harâitî)

SEYYİE:
Kötülük, günah
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Her güzel, her iyi şey, sana Allahü teâlâdan geliyor Her seyyieye de nefsin sebeb oluyor (Nisâ sûresi: 79)
Hiçbir kimse yoktur ki, tertemiz abdestini alsın, sonra (şu) mescidlerden birine gitsin de Allah, ona attığı her adım karşılığında bir sevâb yazmasın; her adım karşılığında onun bir seyyiesini affetmesin! (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Mü'minin başına sâbit bir sızı veya bir meşakkat, bir hastalık, bir hüzün, hattâ kendini üzen bir keder gelirse, onunla seyyielerinden bâzısı örtbas edilir (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Kalbe gelen düşünce seyyie olup, terk edilirse sevâb yazılır Azm edilir, yapmamaya karar verilirse, bir günâh yazılır İşlemezse bu da affolur Hadîs-i şerîfte; "Kalbe gelen kötü şey söylenmedikçe ve buna uygun hareket edilmedikçe affolur" buyruldu (Muhammed Hâdimî)

SIBTEYN-İ MÜKERREMEYN:
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın iki mübârek torunu; hazret-i Hasan ve hazret-i Hüseyn (radıyallahü teâlâ anhümâ)

SIDDÎK:
1 Pek doğru, hiçbir zaman yalan söylemeyen, işinde ve sözünde doğru olan
Doğru sözlü olmak iyiliğe götürür İyilik Cennet'e götürür Kişi doğru söyleye söyleye Allahü teâlânın katında sıddîk olarak yazılır (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Doğru olan tüccar kıyâmette sıddîklarla ve şehîdlerle berâber olacaktır (Hadîs-i şerîf-Rıyâd-ün-Nâsihîn)
Aralarında şu dört kimseden biri bulunan topluluk helâk olmaz: İmâm, velî, sıddîk ve üstâd ( Ebü'l-Hasan)
Sıddîklar, harama sebeb olmak korkusu bulunmayan hallerden de sakınır Bunları meydana getiren sebeblerden birine haram karışmış olmasından çekinirler ( İmâm-ı Gazâlî)
2 Hazret-i Ebû Bekr'in lakabı
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, mîrâcdan döndükten sonra, sabahleyin Kâbe'nin yanına gidip mîrâcını anlatmıştı Bunu işiten kâfirler alay ettiler Müslüman olmaya niyeti olanlar da vazgeçti Mîrâcı duyan Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh, Resûlullah'ın yanına geldi Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle; "Yâ Resûlallah! Mîrâcınız mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi Parlayan yüzünü görmekle, kalbleri alan, rûhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nîmetlendirdi Yâ Resûlallah sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem! Senin her sözün doğrudur İnandım Canım sana fedâ olsun!" dedi Ebû Bekr'in sözleri, kâfirleri şaşırttı Diyecek şey bulamayıp dağıldılar Şübheye düşen, îmânı zaîf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem o gün Ebû Bekr'e; "Sıddîk" dedi Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi (Ahmed Cevdet Paşa, M Sıddîk Gümüş)

SIDK:
1 Doğruluk
Sıdk, sözün süsüdür (Hazret-i Ali)
İnsanları, sıdktan daha güzel birşey süsleyemez (Fudayl bin Iyâd)
Sabır bütün hayırların; sıdk ise kurtuluşun ve nîmetlere şükretmek, bereketin anahtarlarıdır Kimde bu hasletler bulunursa, o en yüksek mânevî mertebelere kavuşur (Bâhilî)
Araştırıldığında sıdkın şecâatle, yalanın da korkaklıkla berâber olduğu görülür ( İbn-ül-Mugter)
2 Peygamberlerin sıfatlarından
Bütün peygamberler sıdk sâhibidirler Her sözleri doğrudur Aslâ yalan söylemezler (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

SIFAT:
Özellik, hâl, keyfiyyet Varlıkta kendi kendine duramayıp başka bir şeye muhtaç olan şey
Varlıklar birbirlerinden sıfatlarıyla ayırt edilmektedir (Teftâzânî)
Allahü teâlânın insanlar içinden seçmiş olduğu peygamberler (aleyhimüsselâm) da insanlık sıfatlarında diğer insanlarla aynıdır Yâni onlar da yerler, içerler, soğukta üşürler Ancak Allahü teâlâ, onlara husûsî (özel) nîmetler ve çeşitli mûcizeler ihs ân etmiştir (Harputlu İshâk Efendi)
Noksan sıfatlar Allahü teâlâda yoktur O, maddelerin, cisimlerin, ârâzların yâni hallerin sıfatlarından ve bunlara lâzım olan şeylerden münezzehtir (uzaktır) (Ahmed Fârûkî)

Sıfat-ı İlâhiyye:
Allahü teâlânın zâtî ve subûtî sıfatlarının hepsi
Perdeler tamâmen kalkıp, hakîkat bütün açıklığıyla bildirilince anladım ki, âlemler, mahlûklar (yaratılmışlar) sıfat-ı ilâhiyyenin aynaları ve esmâ-i ilâhiyyenin (Allahü teâlânın isimlerinin) görünüşleri ise de, görünenler gösterenin kendi değildir Bir şeyin görüntüsü o şeyin kendisi değildir (İmâm-ı Rabbânî)

Sıfat-ı Ma'neviyye:
Allahü teâlânın subûtî sıfatları
Allahü azîm-üş-şân hakkında bize bilinmesi vâcib (lâzım) olan sıfat-ı ma'neviyye sekizdir Bunlar; Hayy, Allahü teâlâ diridir Semi', Allahü teâlâ sem-i kadîmi (ezelî işitme sıfatı) ile işiticidir Basîr; Allahü teâlâ görücüdür Mürîd; Allahü teâlâ i râde-i kadîm ile (ezeli olan dileme sıfatıyla) dileyicidir Alîm; Allahü teâlâ ilm-i kadîmi ile (ezelî ilim sıfatıyla) bilicidir Kadîr, Allahü teâlâ kudret-i kadîmesiyle (ezelî kudreti ile) gücü yeticidir Mütekellim; Allahü teâlâ kelâm-ı kadîmi (ezelî, başlangıcı olmayan kelâmı) ile söyleyicidir Mükevvin; Allahü teâlâ her şeyi yaratandır (Kutbüddîn İznikî)

Sıfat-ı Nefsiyye:
Allahü teâlânın Vücûd yâni var olma sıfatı
Allahü teâlâ hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfat-ı nefsiyye birdir Yâni var olmaktır Kur'ân-ı kerîmdeki İhlâs sûresi ve bu âlemdeki bütün yaratılmışlar Allahü teâlânın sıfat-ı nefsiyyesi olan vücûd sıfatının delilleridir (Kutbüddîn İznikî)

Sıfat-ı Selbiyye:
Allahü teâlâda bulunması câiz olmayan sıfatlar
Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyye ve sıfat-ı subûtiyyeden başka sıfatları ya îtibârî (var kabûl edilen) veya selbîdir Meselâ Allahü teâlâ cisim değildir Cisimden değildir Madde değildir Arâz yâni hal değildir Mekânı yoktur Zamanlı değildir Bir ş eye girmiş, bir yere yerleşmiş değildir Hudûdlu, bir şeyle çevrilmiş değildir Bir tarafta, bir cihette değildir Bir şeye mensûb değildir Bir şeye benzemez Misli, ortağı ve zıddı yoktur Anası, babası, zevcesi (hanımı), çocukları yoktur Bunların hepsi mahlûklarda (sonradan yaratılanlarda) bulunur Hepsi noksanlık ve kusûr alâmetleridir Bütün bunlar sıfat-ı selbiyyedir Bütün kemâl sıfatlar Allahü teâlâda vardır Bütün noksan sıfatlar yoktur (İmâm-ı Rabbânî)

Sıfat-ı Sübûtiyye:
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan sıfatları Bu sıfatlara sıfat-ı hakîkiyye de denir
Mükellef yâni âkıl ve bâliğ olan, kadın-erkek her müslümanın Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesini ve sıfat-ı sübûtiyyesini, doğru bilmesi ve inanması lâzımdır Herkese ilk farz olan şey budur Bilmemek özür olmaz Bilmemek günâh olur (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Allahü teâlânın sıfatları sıfat-ı zâtiyye (zâtında bulunan sıfatlar) ve sıfat-ı sübûtiyye olmak üzere ikiye ayrılır Allahü teâlânın sıfat-ı subûtiyyesi sekiz tânedir Bunlar; Hayat (diri olmak), İlim (bilmek), Sem'(işitmek), Basar (görmek), Kudret ( gücü yetmek), Kelâm (konuşmak), İrâde (dilemek) ve Tekvîn (yaratmak)dır Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesi de zâtı gibi ezelî (başlangıcı olmayan) ve ebedî (sonu olmayan) dirler Mahlûkların (yaratılmışların) sıfatları gibi değildirler Akıl ile zan ile dünyâdakilere benzetilerek anlaşılamazlar Allahü teâlâ bu sıfatlarından birer örnek insanlara sınırlı olarak ihsân etmiştir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)


Sıfat-ı Zâtiyye:
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunup diğer varlıklarda bulunmayan, yalnız Allahü teâlâya mahsûs sıfatları Bu sıfatların sonradan yaratılan varlıklarla hiçbir sûrette bağlantıları yoktur Bu sıfatlara sıfat-ı Vücûdiyye ve sıfat-ı Ulûhiyyet de denir
Allahü teâlânın sıfatları, zâtî (kendisine âit olan) ve sübûtî (başka varlıklarda sınırlı olarak bulunan) sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesi, altı tânedir Bunlar; Vücûd (var olmak), Kıdem (varlığının öncesi, başlan gıcı olmamak), Bekâ (varlığının sonu olmamak), Vahdâniyyet (zâtında, sıfatlarında ve işlerinde tek olmak; ortağı ve benzeri olmamak), Muhâlefetün lil-havâdis (hiçbir mahlûka, yaratılmışa hiçbir bakımdan benzememek), Kıyâm binefsihî (varlığının kendinden olması, var olmak için hiçbir şeye muhtâc olmaması) Bu altı sıfatın hiçbiri mahlûkların (yaratılmışların) hiçbirinde yoktur Allahü teâlânın sıfat-ı zâtiyyesi zâtı gibi ezelî (başlangıcı olmayan) ve ebedî (sonu olmayan)dir Yâni sonsuz olarak va rdırlar (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

SILA:
Fıkıh ve tasavvufu (kalb bilgilerini) meczeden, birleştiren mânâsına İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin lakabı
Ümmetimden sıla isminde bir zât gelecek, onun şefâati ile grup grup insanlar Cennet'e gireceklerdir (Hadîs-i şerîf-Cem-ül-Cevâmi')
Beni iki dünyâ arasında sıla kılan Rabbime hamd olsun (İmâm-ı Rabbânî)

Sıla-i Rahm:
Akrabâyı, yâni ana, baba, dede, çocuklar ve torunları; süt ve evlilik yoluyla olan yakınları ziyâret etmek, gözetmek ve onlara yardım etmek
Allahü teâlâdan korkun ve akrabânızı ziyâret edin Onlara yardım edin! Çünkü sıla-i rahm sizin için dünyâda bereket, âhirette ise günahlara mağfirettir (Hadîs-i şerîf-Riyâd-ün-Nasîhin)
Sıla-i rahm, âilede muhabbetin, malda servetin artmasına ve ömrün uzamasına sebeptir (Hadîs-i şerîf-Evsat)
Üç sınıf kimseye, yarın kıyâmet gününde arşın altında yer verilir Birincisi sıla-i rahmi bırakmayan; ikincisi kocası mal bırakmadan vefât edip de küçük çocukları olan ve bunları kimseye muhtaç etmemek için koruyan kadın; üçüncüsü yetimleri doyurmak için yemek veren kimsedir (Enes bin Mâlik)
"Müslüman olan ve sıla-i rahmde bulunan bir kimseye, yetmiş nâfile hac sevâbı verilir" (Süleymân bin Cezâ)

SIR:
1 Gizli, gizlenilen şey
Kader, Allahü teâlânın mahlûku hakkında bir sırrıdır Allahü teâlâ, kader ile ilgili bilgiyi mahluklarından, yarattıklarından gizlemiş, onu araştırmaktan kullarını menetmiştir (Mengübers Müstensırî)
Kimseye sırrını söyleme Sen birisine söylersen, o da başkasına söyler Mücevherâtı hazînedâra teslim et, ama sırrını kendine sakla (Sa'dî Şîrâzî)
Kimse senin sırrını senden daha iyi saklayamaz (Sa'dî Şîrâzî)
Çok konuşmak, kendisinde sır olarak bulunanları açıklamak ve herkesin sözünü kabûl etmek insanı küçük düşürür (Muhammed bin Ka'b el-Kuraşî)
Sırrın senin esirindir Onu ifşâ edersen (açıklarsan) sen onun esiri olursun (Hazret-i Ali)
İki kişinin bildiği şey sır olmaz ( Abdülazîz Dehlevî)
2 Âlem-i emrin (maddesiz, zamansız ve ölçüye girmeyen âlemin) beş mertebesinden biri Tasavvuf yolculuğunda rûhun üstündeki derece
Âlem-i emrin birinci basamağı kalbdir Bu yolda (tasavvuf yolunda) kalbi geçtikten sonra sırasıyla ruh, sır, hafî ve ahfâ mertebelerinde ilerlenir Âlem-i emrin bu beş latîfesini anlamak ve bunlar üzerinde bilgi edinmek, ancak Muhammed aleyhisselâmın izinde gidenlerin büyüklerine nasîb olmuştur (İmâm-ı Rabbânî)

SIRÂT KÖPRÜSÜ:
Cennet'e geçilmek üzere, Cehennem üzerine kurulmuş, mâhiyeti kesin bilinmeyen köprü Buna, yalnız sırât da denir
Herkesten önce ben ve benim ümmetim Sırat köprüsünden geçeriz Sırat üzerinden geçerken peygamberlerden başkası birşey söyliyemez Onlar da; "Yâ Rabbî! Ümmetlerimize (bize îmân edenlere) selâmet (kurtuluş) ihsân eyle (ver) " derler (Hadîs-i şerîf-Tezkire)
Büyük kurban alınız ve kesiniz! Çünkü kurbanlarınız, sırât üzerinde sizin bineklerinizdir (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)
Sırât köprüsü, Allahü teâlânın emri ile, Cehennem'in üstünde kurulacaktır Herkese, bu köprüden geçmesi emr olunacaktır O gün bütün peygamberler; "Yâ Rabbî! Selâmet (kurtuluş) ver!" diye yalvaracaklardır Cennetlik olanlar, köprüden kolayca geçerek, Cennet'e gideceklerdir Bunlardan bâzısı şimşek gibi, bâzısı rüzgâr gibi, bâzısı koşan at gibi geçecektir Sırât köprüsü, kıldan ince, kılıçtan keskindir Dünyâda iken İslâmiyet'e uyanlar, nefislerine hâkim olanlar, Sırât'ı kolay ve rahat geçecektir Nefislerine düşkün olanlar, Cehennemlik olanlar, Sırât'tan geçemeyip, Cehennem'e düşeceklerdir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Ehl-i sünnet âlimleri (Resûlullah efendimizin ve O'nun sohbetinde yetişmiş Sahâbe'nin yolunda olan mübârek insanlar), İslâmî bilgilerden hiçbirine, akıl ermediği için, karşı gelmediler Böylece, kabir azâbına, kabirde Münker ve Nekir denilen iki mele ğin suâl soracaklarına, sırât köprüsüne, kıyâmetteki terâziye hemen inandılar Akıl ermediği için olmaz demediler Çünkü bu büyükler, Kur'ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uydular Aklı bu iki temel kaynağa bağladılar Anlıyabildiklerini anlattılar Anlıyamadıklarına öylece inandılar Anlayamadıklarına, aklımız ermediği için anlıyamadık dediler (Ahmed Fârûkî)

SIRÂT-I MÜSTEKÎM:
İslâmiyet'in gösterdiği doğru yol
Allahü teâlâ âyet-i kerimelerde meâlen buyuruyor ki:
Ey âdemoğulları! Şeytana itâat etmeyin; o size apaçık bir düşmandır, diye size öğüd vermedim mi? Bir de bana ibâdet edin; sırât-ı müstekîm budur (diye emretmedim mi?) (Yâsîn sûresi: 60,61)
(Ey Resûlüm!) Sen, hemen sana vahy edilen (indirilen) Kur'ân'a yapış (Onunla amel et!) Şüphesiz ki sen, sırât-ı müstekîm üzerindesin (Zuhrûf sûresi: 43)
Hazret-i Âişe, Resûl-i ekrem efendimiz teheccüde (gece namazına) kalktığı zaman şöyle duâ ederdi diyor: "Ey Mikâil, Cebrâil ve İsrâfil'in Rabbi olan, gökleri ve yeri yaratan, gizli ve âşikâre her şeyi bilen Allah'ım! Kullarının arasındaki ayrılıkları düzeltecek olan Hâkim (hüküm sâhibi) sensin Beni, hakka, hidâyet eyle Çünkü sen, dilediğini sırât-ı müstekîme hidâyet edersin" (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Sâdıklar (doğru söyliyenler) ve hakîkate erenler (gerçeği bulanlar, kurtuluşa erenler) sözbirliği ile diyoruz ki: "Sırât-ı müstekîm; Ehl-i sünnet vel-cemâatin, yâni Resûlullah efendimizin ve O'nun sohbetinde yetişen Sahâbe-i kirâmın yoludur (Muhammed Bâkî-billah)

SIYÂM:
Oruç tutmak Fecrin ağarmasından (imsaktan) güneş batıncaya kadar, yemeyi, içmeyi ve cimâ'ı terk etmek (Bkz Oruç)

SİCCÎN:
1 Şeytanların, kafirlerin (Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize inanmayanların) ve günahkâr mü'minlerin amellerini toplayan bir kitap; insanların ve cinlerin kötülerine mahsûs amel defterleri
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Sakın (hîleye sapmayın, âhiret hesâbını unutmayın) Çünkü kötülerin kitâbı muhakkak ki Siccîn'dedir Siccîn'in ne olduğunu sana hangi şey bildirdi? (O) yazılmış (mühürlenmiş) bir kitabdır (Mutaffifîn sûresi: 7-9)
Hafaza (koruyucu melekler) yâni Kirâmen Kâtibîn, bir kişinin amel defteri ile göğe çıkıp, Allahü teâlâya arz makâmına vardıklarında; "Siz kullarımın üzerine hafazasınız Kalbini bilen benim Amelinde ihlâs olmadığından yâni Allah rızâsı için yapmadığından, defterini Siccîn'e koyun" diye Allahü teâlâ vahy eder (bildirir) (Ebüssü'ûd Efendi)
2 Şakîlerin, kötülerin ve azâb olunan rûhların bulunduğu yer
Mü'min öldükten sonra, kendisini rüyâda gösterebilir Çünkü mü'minlerin rûhu serbest kalır Kâfirlerin rûhları ise, serbest kalmaz Siccîn'de haps olunur (Selmân-ı Fârisî)
Bir insan eğer îmânsız gittiyse, üç yüz altmış Siccîn melekleri, Cehennem'den, katrandan daha kara zakkum yaprağı getirip, o îmânsız çıkan cânı (rûhu), ona sarıp, derhal Cehennem'e iletip yerini gösterirler (İmâm-ı Gazâlî)
Rûhlar, Siccîn'de iken, cesed olunmaksızın da azâb çekerler (İmâm-ı Yâfiî)
3 Yerin altında veya Cehennem'in dibinde bulunan büyük bir taş

SİDRET-ÜL-MÜNTEHÂ:
Yedinci kat semâda (gökte) Arş'ın sağında bulunan ağaç Bu hususta değişik rivâyetler vardır
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Muhammed aleyhisselâm, Cebrâil aleyhisselâmı hakîkî sûreti ile) diğer bir inişinde Sidret-ül-müntehâ'nın yanında gördü (Necm sûresi: 13,14)
İbn-i Mes'ûd radıyallahü anh anlatıyor: "Resûl-i ekremin ayrılığı yaklaştığı sırada vâlidemiz hazret-i Âişe'nin evinde ziyâretine gittik Resûl-i ekrem bize bakarak gözleri yaşardıktan sonra şöyle buyurdu: "Hoş geldiniz Allah sizi mübârek etsin, korusun ve size nusret (kurtuluş) versin Takvâyı (Allah'tan korkmayı) size tavsiye ederim ve sizi Allah'a emânet ederim Ben sizi O'ndan açıkça korkuturum O'nun memleketinde ve kulları arasında O'na karşı gelmeyin Ölüm yaklaştı Cennet-i me'vâya, Sidre-i müntehâya ve cenâb-ı Allah'a yönelme vakti geldi Size ve benden sonra dînimize girenlere Allah'ın selâm ve rahmetini benden okuyun!" (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
Sehâvet (cömertlik), Allah'ın cömerdliğinden gelir Cömerd olun ki, Allahü teâlâ da size cömerdlik etsin İyi biliniz ki, cenâb-ı Hak cömerdliği bir insan sûretinde yarattı Başını, Tûbâ ağacının gövdesine yerleştirdi Dallarını da, Sidret-ül-müntehânın dallarına bağladı Sonra bir kısım dallarını da dünyâya sarkıttı Bu dallardan birine yapışanı, o dal çeker Cennet'e götürür Dikkat edin, cömerdlik îmândandır Îmân ise Cennet'tedir (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
Resûlullah efendimiz, mîrâc yâni göklere çıkarıldığı ve bilinmeyen âlemleri gezdiği ve gördüğü gece, Mekke-i mükerremeden Sidret-ül-müntehâya kadar, Cebrâil aleyhisselâm ile birlikte gitti Sidrede, Cebrâil aleyhisselâmı altı yüz kanadı ile kendi şek linde gördü Cebrâil aleyhisselâm Sidre'de kaldı (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem, Cennet'te bulunduğu makâmın ismi Vesîle'dir Burası, Cennet'in en yüksek derecesidir Cennet'teki herkese birer dalı yetişecek olan Sidret-ül-müntehâ ağacının kökü oradadır Cennettekilere her nîmet, bu dall ardan gelecektir (Nişâncızâde)
Saîd, Cennetlik kimsenin rûhu, bal arısı kadar insan şeklindedir Melekler, bu rûhu Cennet ipeklerinden bir ipeğe sararlar Birçok kat semâyı geçtikten sonra, Sidret-ül-müntehâya kadar giderler Orada bu kimdir diye sorarlar, Cebrâil aleyhisselâm, ya nımdaki bu kimse filandır diyerek, o kimsenin güzel ve sevdiği isimleri ile haber verir Burada bulunan melekler; "Hoş ve safâ geldi Her iyiliğini Allahü teâlânın rızâsı için yapan zâta merhabâ" der (İmâm-ı Gazâlî)

SİHR (Sihir):
Tabiat kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kânunları dışında gizli sebebler kullanarak, garip şeyleri yapmayı sağlayan iş, büyü (Bkz Büyü)
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Mûsâ aleyhisselâma inanan sihirbâzlar Fir'avn'a) "Bize zorla yaptırdığın sihrin vebâlini mağfiret buyurması için Rabbimize îmân ettik" dediler (Şuarâ sûresi: 50)
Tetayyur eden ve tetayyur olunan; kâhinlik yapan ve kâhine giden; sihir yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir Kur'ân-ı kerîme inanmamıştır (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Sihir yaparken küfre sebeb olan kelime veya iş olursa, küfürdür Böyle kelime veya iş bulunmazsa, büyük günâhtır (İmâm-ı Nevevî)
Sihir insanları hasta eder, sevgi veya muhabbetsizlik yapar Yâni cesede ve rûha te'sir eder Sihir, kadınlara ve çocuklara daha çok te'sir eder Sihrin te'siri kat'î değildir İlâcın te'siri gibi olup, Allahü teâlâ isterse te'sirini yaratır İstemez se, hiç te'sir ettirmez (İmâm-ı Rabbânî)
Bir sâhir (büyücü) sihir ile istediğini elbette yapar, sihr muhakkak te'sir eder demek ve böyle inanmak küfrdür, îmânı giderir (S Abdülhakîm-i Arvâsî)

SİLİS-ÜL-BEVL:
Devamlı idrar kaçırmak İdrârını tutamamak (Bkz Özr)
Silis-ül-bevl sâhibinin özrü tam bir namaz vaktini kaplarsa yâni bir namaz vaktinin başından sonuna kadar zaman içinde abdest alıp farz namazı kılacak kadar bir vakit özrü durmayıp akarsa, o kimse özür sâhibidir Her namaz vaktinde yeniden abdest alı p, namaz kılar ve diğer ibâdetlerini yapar Silis-ül-bevl sâhibi, özrünü tutma imkânı bulursa, özür sâhibi olmaktan çıkar (İbn-i Âbidîn)
Silis-ül-bevlin ilâcı, bir kaba bir fincan nohut ve iki fincan sirke konur Üç gün sonra, her gün üç kere üçer nohut yenir ve birer çay kaşığı sirke içilir Yâhut bir kaşık üzerlik tohumu ve zencefil ve tarçın ve karabiber, ince toz edilip karıştırıl ır Sabah aç karna ve yatarken bir çay kaşığı toz, su ile yutulur (İmâm-ı Süyûtî)


SİLSİLE-İ ALİYYE:
Yüksek silsile Peygamber efendimizden hazret-i Ebû Bekr yoluyla ilim ve feyz alarak gelen büyük âlimler silsilesi Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Ebû Bekr-i Sıddîk, Selmân-ı Fârisî, Kâsım bin Muhammed, Ca'fer-i Sâdık, Bâyezîd-i Bistâmî, Ebü l-Hasen Harkânî, Ebû Ali Farmedî, Yûsuf-i Hemedânî, Abdülhâlık Goncdüvânî, Ârif-i Rivegerî, Mahmûd-i İncirfagnevî, Ali Râmitenî, Muhammed Bâbâ Semmâsî, Seyyid Emîr Külâl, Behâeddîn-i Buhârî, Alâüddîn-i Attâr, Yâ'kûb-i Çerhî, Ubeydullah-ı Ahrâr, Kâdı Muhammed Zâhîd, Derviş Muhammed, Hâcegî İmkenegî, Muhammed Bâkî-Billâh, İmâm-ı Ahmed Rabbânî, Mâ'sûm-i Fârûkî, Seyfeddîn-i Fârûkî, Seyyid Nûr Muhammed Bedevânî, Mazhar-ı Cân-ı Cânân, Abdullah-ı Dehlevî, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Abdullah-ı Şemdînî, Se yyid Tâhây-ı Hakkârî, Seyyid Muhammed Sâlih, Seyyid Fehim, Seyyid Abdülhakîm
Hâcetlere (dilek ve isteklere) kavuşmak için, Fâtiha, üç ihlâs ve üç salevât ve sonra silsile-i aliyyeyi okuyup, sevâbını bu mübârek zâtların rûhlarına hediye etmeli, bunları vesîle yaparak duâ etmelidir (Abdullah-ı Dehlevî) Duâ edeceğin zaman Silsile-i aliyyeyi oku hemen Sâlihleri söyleyince yağar rahmet-i ilâhî Selâm olsun, duâ olsun, bu garîbden dâimâ Silsile-i aliyyenin ervâhına yâ Rabbî!
(M Sıddîk Gümüş)

SİLSİLET-ÜZ-ZEHEB:
Altın silsile Resûlullah efendimizden, hazret-i Ebû Bekr yoluyla feyz ve ilim alarak gelen büyük âlimler silsilesi (Bkz Silsile-i Aliyye)
Silsilet-üz-zehebe dâhil olan büyük âlimlerden Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr buyurdu ki: "İnsanın yaratılışından murâd, kulluk yapmasıdır Kulluğun özü ise; her hâlükârda Allahü teâlâyı unutmamaktır"

SİMÂ' (Semâ'):
Bir kişinin veya birkaç kişinin çalgısız, âletsiz ve müzik perdelerine uydurmadan okudukları dîni, îmânı kuvvetlendiren ve ahlâkı güzelleştiren şiirleri, kasîdeleri, ilâhileri ve mevlidleri dinlemek
Simâ' kalbe rikkat (incelik) verir, yumuşatır Yumuşak kalbli müslümana Allahü teâlâ merhamet eder Simâ' için âlimler arasında ihtilâf vardır Câiz değil diyenler de oldu (Mazhar-ı Cân-ı Cânân)
Simâ', evliyânın kalbindeki kabz (sıkıntı) hâlini bast (rahatlık) hâline çevirmek içindir Gâfillerin (Allahü teâlâyı unutmuş olanların) simâ' dinlemeleri fıska (günaha) yol açar (Abdullah-ı Dehlevî)
Yüksek sesle zikr yapabilmek için kalbinde yalan ve gıybet bulunmamak, boğazından harâm ve şüpheli şey geçmemiş olmak, gönlü riyâdan (gösterişten), süm'adan (şöhretten) pâk (temiz, uzak) olmak lâzımdır İşte simâ' böyle kimselere faydalı olur (Mahmûd İncirfagnevî)
Ey oğlum! İlim, edeb ve takvâ üzere ol İslâm âlimlerinin kitaplarını oku Fıkıh ve hadîs öğren Câhil tarîkatçılardan sakın Şöhret yapma Şöhrette âfet vardır Çok simâ' eyleme Simâ'ı inkâr etme ki, büyüklerin çoğu simâ' yapmışlardır (Abdülhâlık Goncdüvânî)
Kur'ân-ı kerîmi, kasîdeleri ve mevlidi güzel sesle okumak câizdir Harâm olan, nağme yapmak yâni sesi mûsikî perdelerine uydurmaktır ki; harfler değişmekte, mânâ bozulmaktadır Bunları nağme yapmadan ve Allah rızâsı için okumak şartı ile güzel sesle okumak câizdir Fakat dinlerini kayırmayanlar bu şartları gözetmiyeceklerinden simâ'a müsâade etmemek bu fakîre daha uygun geliyor (Ahmed Fârûkî)

SİNN-İ BÜLÛĞ:
Büluğ yaşı, ergenlik (evlilik) çağı
Sinn-i bülûğun başlangıcı, erkekte on iki ve kızda dokuz yaşları doldurmaktır Müntehâsı (sonu), ikisinin de on beş yaştır On beş yaşını tamamlayınca bâliğ sayılırlar On iki ve dokuz yaşlarını doldurup da, bâliğ olmamış çocuğa mürâhık denir ( İbrâhim Halebî)
Müslüman ana-babanın çocuğu sinn-i bülûğa erip, âkıl ve bâliğ olduğu zaman, yalnız "Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah" demekle müslüman olmaz Îmânı bilmesi, anlatması da lâzımdır Îmânı anlatmak demek, inanılacak altı şeyi anlamak ve sorunca s öylemek demektir Yâni Âmentü'yü okumak, mânâsını da bilmek ve anlamak lâzımdır ( İbn-i Âbidîn)
Yedi ve on yaşında olan gösterişli kızlar ve on beş yaşını dolduran veya sinn-i bülûğa varan bütün kızlar, kadın hükmündedir Böyle kızların; başları, saçları, kolları, bacakları açık olarak yabancı erkeklere görünmeleri ve erkeklere şarkı söylemeler i, yumuşak ve cilveli konuşmaları haram olur (Hâdimî)

Sİ'R:
Fiyat, mala biçilen değer (Bkz Narh ve Kâr Haddi)

SÎRET:
Ahlâk, gidişât, hal, hareket, tavır, yaşayış
İki haslet var ki, bunlar münâfıkta (içi dışı başka olanda) bulunmaz; güzel sîret ve ahlâk ile din ilmi (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
İnsan sîretle insandır, sûretle (görünüşle) değil (Cüneyd-i Bağdâdî)

Sîret-i Nebevî:
Sevgili Peygamberimizin örnek hayâtı, güzel ahlâkı
Sîret-i Nebevî'yi bütün müslümanların öğrenmesi ve o şekilde yaşaması lâzımdır Böylece, dünyâda ve âhirette felâketlerden, sıkıntılardan kurtulmak ve o iki cihân efendisinin şefâatine kavuşmak nasîb olur (Hâdimî)

SİRKAT:
Hırsızlık
Herkesin elindeki mal kendi mülküdür Sirkat, gasb, zulüm, rüşvet, fâiz, haraç ve hıyânet yollarından biriyle ele geçtiği açıkça bilinen mal, mülk olmaz Bu malı satın almak, yemek, içmek câiz değildir (İmâm-ı Gazâlî, A Nablüsî)
Başkasının az veya çok malına sirkat haramdır (Alâüddîn Haskefî)

SİYER:
Gidişât Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin hayâtını, güzel ahlâkını, üstün vasıflarını anlatan ilim dalı; bu hususta yazılmış kitab
İslâm târihinde ilk yazılan siyer kitabı Muhammed bin İshâk Yesâr'ın yazdığıdır Türk edebiyâtında ilk yazılan siyer ise Erzurumlu Mustafa Darîr'in eseridir ve Mısır'da yazılmıştır (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

SÔFÎ (Sûfî):
Tasavvuf ehli Kalbini gafletten (Allahü teâlâyı unutmaktan) ve mâsivâya (Allahü teâlâdan başka şeylere) bağlamaktan koruyan, nefsini Allahü teâlâya itâate kavuşturan, pâk ve temiz bir kalbe sâhip olan kimse, velî derviş
Sûfînin kalbinde hiçbir kir ve kötülük olmaz (Ferîdüddîn Şeker Genç)
Sôfîlerin kulağı, Allahü teâlânın zikrinden başka bir şey duymamalıdır (Şems-i Tebrîzî) Sôfî, safâ üzere saf elbise giyendir Resûlullah yolunda, izinde yürüyendir Arzularını yenen, cefâyı zevk edinen Dünyâ lezzetlerini gerilere itendir
(Ebû Ali Rodbârî)

Sôfiyye-i Aliyye:
Tasavvuf büyükleri
Sôfiyye-i aliyyenin tasavvufa âit sözleri, mübârek kalblerine ve temiz ruhlarına akıp gelmekle anladıkları mârifetler (bilgiler)dir (İmâm-ı Rabbânî)
Ahkâm-ı şer'iyye (İslâmiyet'in hükümleri) ile tam bezenmek, ibâdetleri yapmakta ve yasaklardan kaçmakta kolaylık, nefsin fânî olmasına bağlıdır Bu da sôfiyye-i aliyyenin hizmetine ve onların muhabbetine bağlıdır (İmâm-ı Rabbânî)

SÔFİSTÂİYYE:
Mîlâddan önce beşinci asırda Yunanistan'da ortaya çıkan felsefî bozuk bir fırka, topluluk
Sofistâiyyeden bir kısmı, eşyânın hakîkatini inkâr edip, eşyânın boş vehm ve hayâl olduğunu iddiâ ederler Bunlara inâdiyye denir Bir kısmı eşyânın subûtunu (varlığını) inkâr eder Eşyânın hakîkatinin îtikâda (inanma şekline) bağlı olduğunu söylerle r Meselâ; cevher olduğu îtikâd edilirse, cevher; a'raz olduğu îtikâd edilirse, a'raz; kadîm (başlangıcı olmayan) veya hâdis (sonradan var olan) olduğuna îtikâd edilirse, hâdis veya kadîmdir derler Bunlara İndiyye denir Bir şeyin varlığını ve yokluğunu ikisini de inkâr edip, şüpheci olanlara lâ edriyye denir (Teftâzânî)

SOHBET:
Berâberlik İnsanın derece bakımından kendinin üstünde veya altında yahut akranı ile bir araya gelip, Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin beğendiği, hoşnud olduğu şeyleri konuşması
Kişinin kendinden üstün olanla berâber olmasının hakîkati, o zâta hizmettir Aşağısında olanla sohbetin gereği, onun hallerinden bir noksanı gördüğünde onu îkâz edip, kusurundan haberdâr etmektir Aynı seviyede olan sohbet arkadaşlarının sohbetlerini n hakîkati, başkalarının, yabancıların yanında birbirlerinin kusurlarını görmezlikten gelmektir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Kalbinde bir katılaşma gördüğünde, sâlihlerle sohbet et, onlarla bulun, yemeği azalt, nefsinin isteklerini yapma ve onu sıkıntılara alıştır (Ahmed bin Ebü'l-Havârî)
Sohbet, dünyâ bağlılıklarını keser ve hakîkî îmân kazandırır (Sıbgatullah Arvâsî)
Eshâb-ı kirâm, Resûlullah'ın daha ilk sohbetinde öyle şeyler kazanmışlardır ki, ümmet arasındaki velîlerin, bunlara en sonda kavuştukları bilinmektedir Bunun içindir ki, Tâbiîn'in (Eshâb-ı kirâmı görenlerin) en üstünü olan Veysel Karânî, hazret-i Ha mzâ'nın kâtili olan Vahşî'nin, Resûlullah'ın bir kerecik sohbetinde bulunmakla yükseldiği mertebeye yetişememiştir Çünkü sohbetin fazîleti bütün fazîletlerin ve kemâllerin üstündedir (İmâm-ı Rabbânî)
Sohbeti ganîmet bilmelidir Sohbetin üstünlüğü bütün üstünlüklerin ve kemâllerin üstündedir (İmâm-ı Rabbânî)
Bir kimse âlimlerin sohbetinde bulunur, fakat onlara hürmet etmezse, onlardaki feyz ve bereketlerden mahrûm kalır Onlardaki nûrlar kendisinde aslâ zuhûr etmez, görünmez (Ebû Ali Sakafî)
İnsanların en kötü ahlâklısı, dostunu, düşmanını ayırmayan ve sohbet ehlinden uzak yaşayandır (Muhammed bin Gâlib)
Nâkıs olanların yâni tasavvufta yetişmemiş olanların sohbeti öldürücü zehirdir (İmâm-ı Rabbânî) Erenlerin sohbeti, ele giresi değil Sohbete kavuşanlar, mahrum kalası değil Sohbet, kalbi eder pâk ona imrenir eflâk Âdemi ârif eden tâc u hırkası değil
(M Sıddîk Gümüş)


SON PEYGAMBER:
Kendisinden sonra başka peygamber gelmeyecek olan Muhammed aleyhisselâm (Bkz Hâtem-ül-Enbiyâ)

SOSYAL ADÂLET:
Herkesin, bilgi ve kâbiliyeti ve gördüğü iş nisbetinde çalıştığının karşılığını alması, başkaları tarafından sömürülmemesi (Bkz Adâlet)
Sosyal adâlet, millî gelirin en uygun şekilde taksîmini sağlar İstismârı, sömürücülüğü ortadan kaldırır Sermâyenin çok küçük ve belirli bir zümre elinde toplanmasını önler Herkese kendi ölçüsünde hayât hakkı verir Sınıf ve zümreleri arasında düşm anlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir Böyle bir toplulukta vatandaşlar, hâl ve istikbâl (şimdiki durumu ve geleceği) bakımından kendilerini emniyette hissederler (Abdülhakîm Arvâsî)

SÛ'-İ EDEB:
Edebsizlik, edeb dışı hareket, insanlara iyi muâmele etmemek, haddini bilmemek
Namaz ta'dîl-i erkânına uymadan yâni rükû ve secdeleri tam yapmadan kılınırsa, Allahü teâlâya münâcâtta (yalvarmada) sû'-i edeb edilmiş olur (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)

SÛ'-İ EF'ÂL:
Kötü davranışlar, tavır ve işler Ma'sûn et (koru) sû'-i ef'âlden ilâhî, Nasîb et râzı olduğun râhı (yolu)
(Beykozlu Muhammed bin Recep Efendi)

SÛ'-İ FEHM:
Kötü anlayış Her zarar, insana, kendi nefsinden gelir, Yüz karası, âdeme (insana) sû'-i fehminden gelir
(Diyarbakırlı Saîd Paşa)

SÛ'-İ HÂL:
Kötü hal Birini tezlîl için zahmetle etme iştigâl, Arkadaş kazanmaya, mâni sû'i hâl
(Diyarbakırlı Sâid Paşa)
(Bir kimseyi aşağılamak için zahmet çekerek meşgûl olma Çünkü, arkadaş kazanmaya kötü hâl mâni olur)

SÛ'-İ HÂTİME:
Îmânsız ölmek, kötü son
Sû'-i hâtimenin birçok sebebleri vardır Bunun ilmi örtülüdür Bu sebeblerden ikisi şöyledir: Birincisi; bâtıl bir bid'ate (Rüsûlullah ve Eshâb-ı kirâm zamânında olmayıp, dinde sonradan ortaya çıkıp, ibâdet olarak yapılan şeylere) îtikâd etmek (inanm ak) ve ömrünü bu îtikâd üzre geçirmek İkincisi; îmânın zayıf olması, dünyâ sevgisinin çok, Allahü teâlânın sevgisinin az olması Dünyâ sevgisi gâlib olunca tehlike başlamış demektir (İmâm-ı Gazâlî)
Âlimlerden bâzısı buyurdu ki: Dört şey vardır ki, sû'-i hâtime ile gitmeye sebeb olur: Namazı terk etmek, şarab içmek, Allahü teâlânın emirlerine itâat etmemek ve müslümanlara eziyet etmek, sıkıntı vermek (Senâullah-ı Pânî Pûtî)
Sû'-i hâtimenin sebeblerinden ikisi de şudur: 1) Îmânı kuvvetli olsa bile, çok günâh işlemek 2) Günâhlar az olsa bile îmân zayıflığı (Yûsuf Sinânüddîn)
Müslüman olmak nîmetine şükrü terk etmek, îmânının gitmesinden korkmamak, mü'minlere zulmetmek, haksızlık etmek; sû'-i hâtime ile gitmeye sebeb olur (Ebü'l-Kâsım Hâkim)

SÛ'-İ NİYYET:
Kötü niyet

SÛ'-İ ZAN:
Kötü zan
Sû'-i zan etmeyiniz Sû'-i zan, yanlış karar vermeğe sebeb olur İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münâkaşa etmeyiniz, haset etmeyiniz, birbirinize düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz Müslüman müslümanın kardeşidir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Müslümanlara sû'-i zan etmemeli, kötü bilmemeli, kimse ile alay etmemeli, doğru söylemelidir (İmâm-ı Rabbânî)
Ey oğul! Müslümanlar hakkında kötü düşünme Sû'-i zannı terk eyle Zîrâ sû'-i zan, seni hiç kimse ile dost yapmaz (Lokman Hakîm)
Bir kimse gözümün önünde bir hatâ işledikten sonra kaybolup gitse, onun tövbe ettiğine inanır, hakkında sû'-i zanda bulunmam (Ahmed bin Yahyâ el-Celâ)

SUHUF:
1Dört büyük ilâhî kitab dışında gönderilen kitapçıklar, formalar Peygamberlere (aleyhimüsselâm) Allahü teâlâ tarafından gelen yüz dört kitaptan ilk yüz tânesi
Yüz suhûftan, on suhûfu hazret-i Âdem'e, elli suhûfu Şit aleyhisselâma, otuz suhufu İdrîs aleyhisselâma, on suhûfu İbrâhim aleyhisselâma inmiştir Bunların hepsini Cebrâil aleyhisselâm indirmiştir (Muhammed bin Kutbüddîn)
2 Amel defteri İnsanların dünyâda iken yaptıkları iyilik ve kötülüklerinin yazıldığı ve kıyâmet günü herkesin eline verilecek olan defter (Bkz Amel Defteri)
Suhuflar getirilip açıldığında, gökyüzü yerinden koparıldığında her kişi (hayır ve şerden) neler yapıp getirdiğini anlar (Et-Tekvîr sûresi: 10-14)

SULBİYYE:
Ferâiz ilminde yâni İslâm mîrâs hukûkunda bir kimsenin öz kız evlâdı
Sa'd bin Rebî'in hanımı, iki kızını yanına alarak Peygamber efendimizin huzûruna geldi: "Yâ Resûlallah! Bunlar Sa'd'ın sulbiyyesidir Sa'd seninle katıldığı Uhud muhârebesinde şehîd düştü Bu kızların amcası, Sa'd'ın bıraktığı malın hepsini aldı" ded i Resûlullah efendimiz sustular Nihâyet mîrâsa âit âyet-i kerîme indirildi Bunun üzerine Resûlullah efendimiz Sa'd bin Rebî'in erkek kardeşini çağırttı ve; "Sa'd'ın malının üçte ikisini onun sulbiyyesine ver Zevcesine de sekizde birini ver Sen de kalanını al" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Sünen-i İbn-i Mâce)

SULEHÂ:
Sâlihler, günâh işlememeye gayret edenler (Bkz Sâlih)
Benim velîm ancak Allahü teâlâdır ve sulehâ olan mü'minlerdir (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
İyi huylu olmak, iyi huyunu korumak için sulehâ ile, güzel huylularla arkadaşlık etmelidir İnsanın huyu, arkadaşının huyu gibi olur Ahlâk hastalık gibi sârîdir (bulaşıcıdır) Kötü huylu ile arkadaşlık etmemelidir Hadîs-i şerîfte; "İnsanın dîni, arkadaşının dîni gibi olur" buyruldu (Muhammed Hâdimî)
Kıyâmet gününde Arş-ür-rahmân altında, enbiyâ (peygamberler), evliyâ ve sulehâ ile birlikte gölgelenmek, mü'min için bir bayramdır (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Ölüm hastasının yanına kimseyi sokmamak doğru değildir Hasta istemese de yanına sulehâ girip Yâsîn-i şerîf okumalıdır (Seyyid Abdülhakîm Efendi)

SULH:
Barış
Harb zamânında, askerin kıymeti artar ve muhârebede ufak bir hizmeti, sulh zamânındaki büyük gayretlerinden daha kıymetli olur (İmâm-ı Rabbânî)
Düşman ordusu kuvvetli ise, mal vererek bile sulh yapmak câiz olur (İbn-i Âbidîn)

SULTÂN-ÜL-ULEMÂ:
İzzeddîn bin Abdüsselâm ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin babası gibi birçok İslâm âlimine, derin ve geniş ilimleri ve İslâm'a hizmetleri sebebiyle verilen lakab (isim)
Bir kimse, bir günâh işleyip, tövbe etmeden Sultân-ül-ulemâ Behâeddîn-i Veled'in huzûruna çıksa, Allahü teâlânın izni ile gelenin bu durumu ona mâlûm olur; "Allahü teâlânın velî kullarının huzûruna temiz olmayan kalb ile gelmeyiniz Bu kötü hâlleri b ırakın, güzelce tövbe ederek göz yaşları akıtın ki, günâh kirleri temizlensin Evliyânın huzûruna, günahlarınıza tövbe ve istiğfâr etmiş olarak girip, onların yüzlerine Allahü teâlânın rızâsı için muhabbetle ve sevgi ile bakın ki, onların feyz ve bereketlerinden istifâde edesiniz" buyururdu (Molla Câmi, Ahmed Eflâkî)

SÛR:
Kıyâmet kopacağı zaman, dört büyük melekten biri olan İsrâfil aleyhisselâmın üfleyeceği, nasıl olduğu bilinmiyen boru
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Sûra bir kerre üfürülünce, yeryüzü ve dağlar, yerlerinden kaldırılıp silkilecektir O gün kıyâmet kopacak, gök yarılacak ve dağılacaktır (Hâkka sûresi: 13-16)
Kıyâmetin yok edici sûrundan sonra, ikinci bir sûr üflenir Bu sese bütün beşeriyyet (yaratılmışlar) tâbi olur Bu emir ile kalkıp, hâzır olurlar (Zümer sûresi: 62)
Meleklerin en üstünlerinden ikincisi, sûr denilen boruyu üfürecek olan İsrâfil aleyhisselâmdır Birincisinde, Allahü teâlâdan başka her diri ölecektir İkincisinde hepsi tekrar dirilecektir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Allahü teâlâ, Sûr üfürüldükten sonra, kıyâmetin kopmasını murâd buyurduğu (dilediği) vakit; dağlar uçar, bulutlar gibi yürümeye başlar Denizlerin bâzısı bâzısına taşar Güneşin nûru giderek simsiyah olur Dağlar, toz hâline gelir Âlemler birbirine girer Yıldızlar, dizili incinin kopup dağıldığı gibi olur Gökler gülyağı gibi erir ve değirmen döner gibi deverânla şiddetli bir şekilde hareket eder Yerde ve gökte diri kimse kalmaz Bütün canlılar ölür Yerde taş taş üstünde kalmaz Bütün bunlardan sonra, aradan kırk sene gibi bir zaman geçer Allahü teâlâ, İsrâfil aleyhisselâmı diriltir O da sûru üfürür Bu ikinci sûr ile, her bir rûh kendi cesetlerine girerler Dağlarda ölmüş olan, vahşî hayvanların ve kuşların yemiş olduğu insanların rû hları kendi cesetlerini bulur İnsanlar, kabirlerinden kalktıkları vakit, yerleri dümdüz olmuş bir kâğıt sahifesi gibi görür (İmâm-ı Gazâlî)

SÛRE:
Kur'ân-ı kerîmin en az üç âyetten meydana gelen bölümlerinden her biri Çokluk şekli süverdir Kur'ân-ı kerîmde 114 sûre olup, bâzı sûrelerin birkaç ismi vardır Bekara sûresinden Berâe sûresine kadar olan yedi sûreye es-Seb'ut-tıvâl (uzun sûreler), Fâtiha'ya ve âyetleri yüzden az olan sûrelere mesânî (orta), kısa sûrelere de mufassal (yâni fasıllara ayrılmış) denilmiştir
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Kulumuza gönderdiğimiz Kur'ân'dan şüphe ediyorsanız, siz de ona benzer bir sûre söyleyiniz Bunu yapabilmek için güvendiklerinizden yardım isteyiniz Buna benzer bir sûre söyleyemezsiniz (Bekara sûresi: 23)
Kim yatacağı zaman Kur'ân-ı kerîmden herhangi bir sûre okursa, Allahü teâlâ ona; uyanıncaya kadar her şeyden kendisini koruyacak bir melek gönderir (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Sünnetlerin ve vitrin her rek'atinde ve yalnız kılarken farzların ilk iki rek'atinde, ayakta,Kur'ân-ı kerîmden bir âyet okumak, farzdır Kısa sûre okumak daha sevaptır (İbn-i Âbidîn)

SÛRET:
1 Tasvir, resim
(Büyük olan ve hürmet mevkiinde bulunan) canlı sûreti ile köpek ve cünüp kimsenin bulunduğu eve rahmet melekleri girmez (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Üzerinde sûret bulunan elbise ile namaz kılmak tahrîmen mekrûh olup, harama yakın günahtır Cansız sûreti bulunursa mekrûh olmaz ( İbn-i Âbidîn)
Üzerinde sûret bulunan mendil, para gibi şeyleri kullanmak câizdir Zîrâ böyle şeyler mühândırlar (aşağı, hordurlar), muhakkardırlar (hakir, kıymetsizdirler), muhterem değildirler (S Abdülhakîm-i Arvâsî)
İslâm dîni, insanlarla alay edilmesine ve canlılara tapılmasına ve gençlerin fuhşa sürüklenmesine, evlilerin baştan çıkarılmasına âlet olan sûretleri, heykelleri haram etmiş, canlıların anatomik parçalarının ve bitkilerin ve her çeşit fizik, kimyâ, a stronomi, inşaat sûretlerini helâl etmiş, serbest bırakmıştır İlimde teknikte lâzım olan sûretlerin yapılmasını, bunlardan faydalanmayı emretmiştir İslâm dîni her şeyde olduğu gibi, sûretleri de faydalı ve zararlı olmak üzere ikiye ayırmış, faydalı olanlarını emir, zararlı olanlarını yasak etmiştir O hâlde inanmıyanların, müslümanlar sûrete günâh der, bu ise gericiliktir demesi körü körüne bir iddiâ ve iftirâdır (Mustafa Sabri Efendi)
Ölüm hastasında ölüm alâmetleri görülünce, yanında çocuk, cünüp, özürlü kadın bulundurulmamalı, odada ve evde (asılı) canlı sûret bulunmamasına çok dikkat etmelidir (S Abdülhakîm-i Arvâsî)
2 Kopya, nüsha
Âlem-i misâl, bütün âlemlerin en genişidir Âlemlerin hepsinde bulunan herşeyin âlem-i misâlde bir sûreti vardır (Ahmed Fârûkî)
3 Dıştan görünen şekil, dış görünüş
Allahü teâlâ sizin amellerinize, sûretlerinize bakmaz Ancak niyetlerinize bakar (Hadîs-i şerîf-Rûh-ul-Beyân)
Zâhidâ! Sûret gözetme, içeri gelen cânâ bak (Ahmed Kuddûsî)


SURRE:
Para kesesi, cüzdan Osmanlı pâdişâhlarının her yıl hac mevsiminde Haremeyn-i şerîfeyn (Mekke ve Medîne) halkına ve buralarda geçici olarak bulunan müslümanlara, mukaddes yerlerin ve hac yollarının emniyetini sağlayan Mekke şeriflerine ve Hicaz bölge sindeki diğer idârecilere gönderdikleri para ve değerli eşyâlara verilen ad Bu hediyeleri götüren topluluğa da surre alayı denirdi
Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye surre gönderme âdetini ilk olarak beşinci Osmanlı pâdişâhı Sultan Birinci Mehmed Han çıkarmıştır (M Sıddîk Gümüş)
Her sene surre alayı ile gönderilen paralar, Haremeyn'in idâresinde sarf edilirdi Mekke emîri bu paradan aşîret reislerine de hediye ederdi Aşîretler, Osmanlı Devleti'nin bu yardımından memnun olur, devlete karşı minnettar kalırlardı Surrede paral ar dışında gönderilen ve pek nâdir bulunan kıymetli halılar, seccâdeler, murassa âvizeler, şamdânlar ve paha biçilmez el yazması mushaf-ı şerîf (Kur'ân-ı kerîm)ler, levhalar, örtüler, gümüş perde halkaları, elbiseler, Mekke emîrine mahsûs sırmalı kaf tan, mücevherli kılıç ve daha pekçok kıymetli hediyeler ise, Mekke ve Medîne'deki mübârek makamlara, seyyidlere, şeriflere ve fakirlere hediye edilirdi (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)

SÜÂL:
Soru
Kıyâmet günü, kulun amelinden ilk süâl namazdandır Namaz süâlinden kurtulursa, kurtulmuştur Kurtulmazsa; zarar ve ziyânda, büyük tehlikededir (Hadîs-i şerîf-Risâle-i Münîre)
Kabirde süâl meleklerine şöyle cevap verilir Rabbim Allahü teâlâ, Peygamberim hazret-i Muhammed, dînim dîn-i İslâm, kitâbım Kur'ân-ı kerîm, kıblem Kâbe-i şerîf, îtikâdda mezhebim Ehl-i sünnet vel-cemâat, amelde mezhebim İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe mezhe bidir (Seyyid Abdülhakîm)

SÜBHA NAMAZI:
Abdest aldıktan sonra Allah rızâsı için kılınan iki rek'at namaz
Eğer bir kulum abdestsiz olursa bana cefâ etmiş olur Abdest alınca iki rek'at namaz (sübha namazı) kılmazsa bana cefâ etmiş olur Namaz kılıp duâ etmezse bana cefâ etmiş olur Duâsını kabûl etmezsem ona cefâ etmiş olurum Ben cefâ etmem, ben cefâ etmem, ben cefâ etmem (Hadîs-i kudsî-Riyâz-üs-Sâlihîn)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, sübha namazı ile ilgili olarak şöyle buyurdu: Bir müslüman, güzelce abdest alır, kalkar kalbi ve bedeni ile yönelerek iki rek'at namaz kılarsa, Cennet ona vâcib olur (Halebî)
Abdestin edeblerinden birisi, abdest aldıktan sonra iki rek'at sübha namazı kılmaktır (İbrâhim Halebî)


"SÜBHÂNE RABBİKE" ÂYET-İ KERÎMESİ:
Kur'ân-ı kerîm okuduktan, duâ ettikten, ders ve va'zlardan sonra okunmasının çok sevâb olduğu bildirilen "Bütün insanların üstünde, akılların ermediği, kemâllerin, üstünlüklerin sâhibi olan senin gibi bir peygamberi yaratan, yetiştiren Rabbin her aybdan münezzehtir, temizdir" mânâsına Sâffât sûresinin yüz sekseninci âyet-i kerîmesi
Kıyâmet günü büyük ölçeklerle, bol sevâb kazanmak isteyen kimse, bir meclisten kalkınca, Sübhâne Rabbike âyet-i kerîmesini okusun (Hadîs-i şerîf-İbn-i Hibban)
Kıyâmet günü bol sevâba kavuşmak istiyen, her toplantı sonunda, Sübhâne Rabbike âyetini sonuna kadar okusun (Hazret-i Ali)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem bu âyet-i kerîmeyi okurken ve ümmetine tavsiye buyururken, Kur'ân-ı kerîmdeki şeklini değiştirmemiş, hep Sübhâne Rabbike demiştir Sübhâne Rabbinâ dediği hiç işitilmemiştir (Abdülhakîm Arvâsî)

SÜBHÂNE RABBİYEL A'LÂ:
"Yüce olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim" mânâsına secdede söylenen tesbih
Secdede en az üç kerre sübhâne rabbiyel a'lâ denir (İbrâhim Halebî)

SÜBHÂNE RABBİYEL-AZÎM:
"Büyük olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim" mânâsına rükû'da söylenen tesbih
Rükû'da erkekler parmaklarını açıp, dizlerinin üstüne kor, sırtını ve başını düz tutar Rükû'da en az üç kerre sübhâne rabbiyel-azîm der (İbrâhim Halebî)
Rükû' tesbihi olan Sübhâne rabbiyel-azîm'de Zı ile Azîm denir ki, "Rabbim büyüktür" demektir Eğer ince ze ile (azim) denilirse, "Rabbim benim düşmanımdır" demek olur ve namaz bozulur (İbn-i Âbidîn)

SÜBHÂNEKE:
Her namazın ilk rek'atinde, ayrıca ikindi ve yatsı namazlarının sünnetlerinin üçüncü rek'atinde, besmele çekmeden önce okunan duâ
Sübhâneke duâsının mânâsı şöyledir: "Ey Allah'ım! Seni noksanlıklardan tenzîh eder; bütün kemâl sıfatlarıyla tavsîf ederim Sana hamd ederim Senin ismin yücedir (Ve senin şânın her şeyin üstündedir) Senden başka ilâh yoktur
Cemâatle namaz kılan kimse, imâm Allahü ekber diye tekbir aldıktan sonra, tekbir alır, sağ elini sol eli üzerine kor, sağ elin küçük ve baş parmaklarını, sol bilek etrâfına halka yapar, sübhânekeyi okur, başka bir şey okumaz Yalnız kılarken sübhânek eyi okuduktan sonra Eûzü (Eûzü billâhimineşşeytânirracîm) ve Besmele (Bismillâhirrahmânirrahîm) okumak sünnettir Cemâate geç gelen, imâm yavaş okuyorsa, sübhâneke okur ve imâm selâm verdikten sonra kalkınca, tekrar okur (İbrâhim Halebî)

SÜBHÂNELLAH:
Allahü teâlâyı noksanlık ve kusur olan şeylerden tenzîh ederim, uzak tutarım mânâsına, mübârek, kıymetli bir söz
Her namazın akabinde, peşinden otuz üç defâ Sübhânellah, otuz üç defâ elhamdülillah, otuz üç defâ Allahü ekber demek sûretiyle "Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîkeleh lehülmülkü ve lehülhamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve alâ külli şey'in kadîr" demek sûretiyle yüzü tamamlayan kimsenin günâhları deniz köpüğü kadar olsa da affolunacaktır (Hadîs-i şerîf-Halebî)
İki kelime vardır: Söylemesi çok kolaydır Terâzide çok ağır gelirler Allahü teâlâ bu iki kelimeyi çok sever Sübhânellahi ve bihamdihî sübhânellahil azîm (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Sübhânellah demek, tövbenin anahtarıdır hattâ özüdür Bunun için sübhânellah demek günahların yok olmasına ve kötülüklerin affolmasına sebeb olur Bundan dolayı terâzide çok ağır gelir, hasenât, iyilik kefesini doldurur Allahü teâlâya sevgili olur Sübhânellah diyen ve hamd eden müslüman, Hak teâlâyı O'na yakışmayan şeylerden uzaklaştırınca ve kemâl ve cemâl sıfatlarının ancak O'nda olduğunu bildirince, kerîm ve ihsân sâhibi olan Allahü teâlânın da, o kulu uygunsuz şeylerden uzaklaştırması ve ona kemâl sıfatlarını ihsân etmesi umulur (İmâm-ı Rabbânî)

SÜCÛD:
Secde; namazın içindeki farzlardan biri Namazda alnı ve burnu yere koyma (Bkz Secde)

SÜDÜS:
Altıda bir Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda bildirilen altıda bir hisse (pay)
Südüs hisseyi yedi kimse alır Ölenin babası, anası, sahîh dede ve nineler, oğlunun kızları, babadan kız kardeş, anadan kardeş (M Mevkûfâtî)

SÜFTECE:
Tahrîmen mekrûh olan bir havâle şekli Yolcuya borç verip, gittiğin yerde, falancaya ödeyeceksin demek
Süftece yoluyla borc vermek tahrîmen mekrûhtur Çünkü emânet olarak vermeyip süftece yolunu tercih etmenin sebebi, paranın yolda kaybolması, çalınması veya elinden alınması gibi tehlikelere karşı, alanın mes'ûliyetini sağlamak ve parasını emniyete al maktır Çünkü emânet olarak verseydi, onun adına zâyi olacaktı Borç olarak vermesiyle bunu alan nâmına olmasını sağlamış ve böylece verdiği borçtan menfaat te'min etme cihetine gitmiş olmaktadır Bu ise mekrûhtur Ödünç veren mektub yazıp, ödünç verdiği yolcunun gideceği yerdeki arkadaşını o yolcuya havâle etmektedir İşte, ödünç verme esnâsında süftece denilen borç şekli şart koşularak borç verilirse, bu haramdır Şartla alınan borç fâsiddir Süftece şartı taşımadan, yolcuya ödünç vermek câizdir (Mergînânî, İbn-i Âbidîn)

SÜHREVERDİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Ebû Hafs Ömer bin Muhammed Şihâbüddîn Sühreverdî hazretlerinin tasavvuftaki yolu
Zikr-i cehri (Allahü teâlânın adını sesli anmak) hazret-i Ali'den on iki imâm vâsıtasıyla gelmiştir Bunların sekizincisi olan İmâm-ı Ali Rızâ'dan Ma'rûf-i Kerhî almış ve Cüneyd-i Bağdâdî'nin çeşitli halîfelerinin (talebelerinin) silsilelerinde bulun an meşhûr mürşîdlerin adı verilerek kollara ayrılmıştır Ebû Ali Rodbârî yolundan Kübreviyye, Edhemiyye, Çeştiyye, Bedeviyye ve Sühreverdiyye hâsıl olmuştur (Abdullah-i Dehlevî)
Sühreverdiyye yolunun kurucusu Şihâbüddîn-i Sühreverdî, oğluna şöyle buyurdu: "Ey oğul! Bu fânî dünyânın zînetine, süsüne, aldanıp gurûrlanma Bir kimse dünyâya meyl ederse, helâk olur Âhiret yolculuğuna hazır ol Fırsat elinde iken Allahü teâlâdan başkasına gönül bağlama Bir gün gelir pişmanlığın fayda vermez" (Hüseyin Vassâf Halvetî)

SÜKNÂ:
Oturulacak yer, ev
Nafaka, İslâmiyet'te, taâm (yiyecek, içecek şeyler), kisve (elbise, yâni giyecek şeyler) ve süknâ demektir Zevcin (kocanın) zevcesine (hanımına) yapacağı bu masraflar şehrin âdetine, piyasaya ve akrabâ ve arkadaşlara göre ayarlanır Zamâna ve hâle g öre değişir Her memlekette başkadır (İbn-i Âbidîn)

SÜKÛT:
Susmak
Sükûtun en küçük faydası, sıkıntı ve belâdan kurtarmasıdır İyilik olarak insana bu yeter Fazla ve lüzumsuz konuşmanın en küçük zararı şöhrettir Belâ olarak, şöhret insana yeterlidir (Ebû Bekr bin Iyâş)
Konuşmak hoşuna giderse sükût et Sükût hoşuna gidince konuş (Bişr-i Hâfî)

SÜLEYMÂN ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Biz Dâvûd'a Süleymân'ı (aleyhisselâm) verdik O (Süleymân aleyhisselâm) ne güzel kuldur Hakîkaten o, (bütün vakitlerini zikr, tesbîh ve tövbe ile) Allahü teâlâya dönen bir kuldur (Sâd sûresi: 30)
Biz, Dâvûd ve Süleymân'a (aleyhimesselâm hüküm ve kazâya dâir) ilim verdik Onlar da; "Allahü teâlâya hamd olsun ki, (nübüvvet, kitap ve sâir ilimler ve hikmetle) bizi (kendilerine bu hasletler verilmeyen) mü'minlerin çoğu üzerine üstün kıldı" dediler (Neml sûresi: 15)
İsmini duyduğunuz kimselerden yeryüzüne dört kişi mâlik oldu İkisi mü'min, ikisi de kâfir idi Mü'min olan iki kişi Zülkarneyn ile Süleymân aleyhisselâm idi Kâfir olan ikisi de Nemrûd ile Buhtunnasar idi Beşinci olarak yeryüzüne benim evlâdımdan biri yâni Mehdî de mâlik olacaktır (Hadîs-i şerîf-El-Kavl-ül-Muhtasar fî Alâmet-il-Mehdî)
Süleymân'a (aleyhisselâm) verilen (o kadar) geniş mülk, onda huşûdan (Allah korkusu) başka bir şeyi arttırmadı Rabbine olan huşûundan dolayı gözünü semâya bile kaldıramıyordu (Hadîs-i şerîf-Arâis-ül-Mecâlis)
Süleymân aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâmın oğludur Gazze'de doğdu Babası vefât edince 12 veya 13 yaşında sultân, daha sonra peygamber oldu İnsanlara Mûsâ aleyhisselâmın dînini tebliğ etti, bildirdi Babasının temelini attığı Kudüs'teki Mescid-i A ksâ'yı yedi yılda pek san'atlı ve gösterişli olarak inşâ ettirdi Saraylar inşâ ettirip kaleler yaptırdı Şehirler kurdu Zamânın medenî dünyâsı olan Akabe körfezinden Fırat'a kadar olan bölgeye hâkim oldu Ticâret gemileri yaptı Kızıldeniz ile Umman denizinde ticâret yaptırdı Diğer hükümdârlar da kendisine bağlılıklarını bildirdiler Yemen'deki Sebe' sultanı (melikesi) Belkıs ile evlendi İnsanlara, cinnîlere, yerdeki ve havadaki hayvanlara hükm eder, onlarla konuşurdu Rüzgâr emrine verilmişti Kudret ve ihtişâm sâhibi bir peygamberdi Kırk sene adâletle hüküm sürdü ve Kudüs'te vefât etti (İbn'ül-Esîr, Molla Miskîn, Nişancızâde)

SÜLÛK:
Tasavvuf yoluna girmek
Evliyâlık kemâlâtına kavuşmak sülûk, kalbin zikretmesi ve murâkabe (nefsi kontrol) ve râbıta (bir büyüğe kalben bağlanma) ile olur Ne kadar ilerlerse ilerlesin, İslâmiyet'ten dışarı çıkamaz İslâmiyet'e uymakta sarsıntı olursa, bütün vilâyet (evliyâ lık) dereceleri yıkılır (İmâm-ı Rabbânî)
Takvâ sâhiblerinin ihlâs ile yaptığı farzlar, kurb yâni Allahü teâlâya yakınlık hâsıl eder Hâsıl olan bu kurb, nâfilelerle hâsıl olandan elbette daha çoktur Takvâ ve ihlâs elde etmek için de, tasavvuf ehlinin bildirdikleri vazîfeleri yapmak lâzımdı r Farzların kurb hâsıl etmesi için nâfile vazîfeleri yapmak şarttır Sülûk vâsıtasıyla, insanda fenâ hâsıl olur, yâni Allahü teâlâdan başka her şeyin sevgisi kalbinden silinir Sonra bekâ denilen hâl hâsıl olarak, Allahü teâlânın sevgisi kalbine yerleşir Her şeyi Allah için sever Her işi, Allah için yapar Böyle insana velî denir (İmâm-ı Rabbânî)
Cezbe yolunda, Allahü teâlâ çektiği ve tâlibe çok ihsânda bulunduğu için, vesîleye, vâsıtaya lüzum yoktur Sülûk yolunda ise, tâlib ilerlemeye çalıştığından, vâsıta lâzımdır Cezbe yolunda vâsıta lâzım değil ise de, cezbenin tamam olması için sülûk l âzımdır Sülûk; tövbe ve zühd (mubahların çoğunu terk etme, dünyâya rağbet etmeme) ve başka belli şeyleri yapmaya çalışmaktır Yâni şerîate (İslâmiyet'e) uymaktır Sülûksüz olan cezbe, tamam olmaz, noksan kalır (İmâm-ı Rabbânî)

Sülûk Yolu:
İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yollardan biri (Bkz Vilâyet Yolu)
İnsanı Allahü teâlânın sevgisine kavuşturan yol ikidir Biri nübüvvet yolu olup, aslın aslına kavuşturur Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin mübârek arkadaşlarının) hepsi, bu yoldan vâsıl oldular Sonra gelenlerden pek az zât da, bu yoldan ermişt ir Bu yolda sebebe, vâsıtaya lüzûm yoktur Sâlik (tasavvuf yoluna giren), kâmil (yetişmiş) bir zâtın sohbetinde kemâle geldikten sonra, feyzi asıldan alıp ilerler İkinci yol, vilâyet yoludur Kutblar, Evtâd, Nücebâ, Büdelâ ve diğer bütün evliyâ bu yoldan kavuşmuştur Bu yola sülûk yolu da denir Bu yolda, vâsıta, aracı lâzımdır Her iki yolun reisi ve rehberi Resûlullah'tır Vilâyet yolunun imâmı, feyz kaynağı, hazret-i Ali'dir Bu yolda, Resûlullah onu vekîl etmiştir Hazret-i Fâtıma ve Hasen ile Hüseyn onunla ortaktırlar Bu yolda gidenlerin hepsine feyz ve hidâyet, hazret-i Ali'nin aracılığı ile gelir Ondan sonra hazret-i Hasen ve Hüseyn bu vazîfeyi teslim aldı Bunlardan sonra, sıra ile On iki imâma verildi On iki imâmın sonuncusu o lan Muhammed Mehdî'den sonra başkasına verilmedi Bütün evliyâya feyz ve hidâyet bunlardan gelmeye devâm etti Abdülkâdir-i Geylânî kemâle gelince, bu makam ona verildi Vefâtından sonra da kıyâmete kadar, herkese, feyz, rüşd ve hidâyet, onun rûhâniyetinden gelmektedir (İmâm-ı Rabbânî)

SÜLÜS:
Üçte bir Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda üçte bir hisse (pay)
Kur'ân-ı kerîmde eshâb-ı ferâizden yâni hisseleri takdîr edilenlerden (bildirilenlerden) sülüs hisseyi iki kimse alır 1) Ana; meyyitin (ölenin) çocuğu, oğlunun çocuğu veya her türlü (ana-baba bir, baba bir veya ana bir) kardeşten birden fazla yok is e, ana sülüs hisse (pay) alır 2) Anadan kardeşler birden fazla oldukları zaman sülüs alıp aralarında paylaşırlar, erkeği ve kadını hep aynı miktârda alır (MMevkûfâtî)

SÜLÜSÂN:
Üçte iki Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda üçte iki hisse (pay)
Hissesi nısıf (yarım) olanlardan zevcden (kocadan) başka olan birden fazla olunca, sülüsânı alıp, aralarında eşit olarak pay ederler (M Mevkûfâtî)

SÜMÜN:
Sekizde bir Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda sekizde bir hisse (pay)
Ölüden kalan mîrasın sümün hissesini alacak olan yalnız bir kimsedir O da Zevce (hanımı) olup, çocuğu veya oğlunun çocuğu bulunduğu zaman sümün hisse alır (M Mevkûfâtî)

SÜNEN:
1 Sünnetler (Bkz Sünnet)
2 Hüküm bildiren hadîs-i şerîfleri toplayan hadîs kitablarına verilen isim
Sünen kelimesi yalnız olarak söylenince, dört âlimin kitablarından biri anlaşılır Bunlar; Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn-i Mâce'dir Bunlardan başkasının "Sünen" kitabı söylenirken, yazarının da adı birlikte söylenir; Sünen-i Dâre Kutnî, Sünen-i K ebîr-i Beyhekî gibi (Taşköprüzâde)

SÜNNET:
Yol, kânun, âdet
1 Peygamber efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de mâni olmadığı şeyler
Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehîd sevâbı vardır (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
On şey sünnettir: Bıyığı kısaltmak, sakalı uzatmak, misvâk kullanmak, nazmaza (ağıza su alma) , iştinşak (buruna su çekme) , tırnak kesmek, ayak parmaklarını yıkamak, koltuk altını temizlemek, kasıkları temizlemek, su ile istincâ (önden ve arkadan necâset, pislik çıkan yerleri temizlemek) (Hadîs-i şerîf-Tebyîn-ül-Hakâyık)
2 Din bilgilerinde senet, kaynak olan dört temel delîlden biri Hadîs-i şerîfler
Edille-i şer'iyye, din bilgilerinin elde edildiği kaynaklar dörttür: Kitab (Kur'ân-ı kerîm), sünnet, icmâ-ı ümmet (bir asırda bulunan, Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden mânâ çıkarabilen müctehid denilen derin âlimlerin, dînî bir işin hükmünde bir leşmeleri, aynı sözü söylemeleri veya aynı işi yapmaları), ve kıyâs-ı fukahâ (hükmü, mânâsı nasstan yâni Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîften açıkça anlaşılamayan bir şeyin hükmünü, hükmü bilinen ve bu şeye benzeyen başka bir şeyin hükmünden anlamak)dır (İbn-i Âbidîn)
Sünnet, Kur'ân-ı kerîmi tefsir etmekte, açıklamaktadır Mezheb imâmları (Hanefî, Şâfiî, Mâlikî, Hanbelî), sünneti açıklamışlardır Din âlimleri de, mezheb imâmlarının sözlerini açıklamışlardır Kıyâmete kadar da böyle olacaktır Sünnet olmasaydı; sul ar ve tahâret (temizlik) bahislerini, namazların kaç rek'at olduklarını, rükû ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenâze namazlarının nasıl kılınacağını, orucun, haccın farzlarını ve nikâh, hukuk bilgilerini, hiçbir âlim, Kur'ân-ı kerîmde bulamaz ve öğrenemezdi (İmâm-ı Şa'rânî)
3 Şerîat yâni İslâm dîni
Sünnetimi terk edene, şefâatim harâm oldu (Hadîs-i şerîf-Şerh-i Hadîs-i Erbaîn)
İslâm dîni garîb olarak başladı Son zamanlarda da garîb olacaktır Bu garîb insanlara müjdeler olsun! Bunlar insanların bozduğu sünnetimi düzeltirler (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)
Sünneti en iyi bilen, imâm olur (Kudûrî)
Peygamber efendimizin gösterdiği İslâmiyet yolunda bulunabilmek ve O'nun sünneti üzere yaşayabilmek için; önce doğru îmân etmek, sonra harâmlardan sakınmak, sonra farzları yapmak, sonra mekrûhlardan sakınmak, daha sonra müstehâbları yapmak lâzımdır (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâya götüren en emîn yol; bütün iş, hareket ve ibâdetlerde Peygamber efendimizin sünnetine tâbi olmaktır (Ebû Ali Cürcânî)

Sünnet-i Gayri Müekkede:
(Kuvvetli olmayan sünnet) Peygamber efendimizin, ibâdet maksadı ile arasıra yapıp, arasıra terk ettikleri işler ve ibâdetler Buna, müstehâb da denir
İkindi ve yatsı namazlarının ilk dört rek'atlik sünnetleri, sünnet-i gayr-i müekkededir (İbn-i Âbidîn)

Sünnet-i Hasene:
İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler
Bir kimse, İslâm'da bir sünnet-i hasene yaparsa, bunun sevâbına ve bunu yapanların sevâblarına kavuşur (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Minâre, müstehab olan sünnet-i hasenedir Çünkü, müezzinin, ezânı yükseğe çıkıp okuması sünnettir Minâre, bu sünnete yardım etmektedir (Abdülganî Nablüsî)
İslâm âlimlerinin çoğu, amelde bid'atleri (dinde ortaya çıkan, yapılan yenilikleri) iki kısma ayırdılar Sünnete muhâlif olmayan yeniliklere, yâni birinci asırda Eshâb-ı kirâm zamânında aslı bulunanlara, bid'at-ı hasene (güzel, beğenilen bid'at) dedi ler Aslı bulunmayanlara (dinden olmayan ve ibâdet olarak yapılan şeylere), bid'at-i seyyie (kötü, çirkin bid'at) dediler İmâm-ı Rabbânî hazretleri ise, aslı bulunanlara bid'at ismini bulaştırmadı Bunlara, sünnet-i hasene dedi Mevlid okumak, minâre, türbe yapmak böyledir Bid'at ismini, yalnız aslı bulunmayanlara verdi (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

Sünnet-i Hüdâ:
Sünnet-i Müekkede (Bkz Sünnet-i Müekkede)

Sünnet-i Kifâye:
Başkalarının meselâ beş-on kişiden birinin işlemesiyle, diğerlerinden sâkıt olan (düşen) sünnet
Selâm vermek, î'tikâfa girmek (ibâdet niyyetiyle mescidde bir miktâr durmak) ve dînin izin verdiği işlerin evvelinde Besmele-i şerîfeyi söylemek, terâvih namazını câmide cemâatle kılmak sünnet-i kifâyedir (Kutbüddîn İznikî)

Sünnet-i Müekkede:
Peygamber efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terk ettikleri işler ve ibâdetler Buna, Sünnet-i hüdâ da denir
Sabah, öğle ve akşam namazının sünnetleri, yatsı namazının son iki rek'at sünneti, sünnet-i müekkededir Ayrıca ezân okumak, kâmet getirmek, cemâate devâm etmek, abdest alırken misvâk kullanmak, müekked sünnetlerdendir (Abdülganî Nablüsî)
Namazda müekked sünneti terk, tahrîmen (harama yakın) mekrûh olur (İbn-i Âbidîn)

Sünnet-i Seniyye:
Övülen, medh edilen sünnet; İslâm dîni Resûlullah'ın yolu
Seâdete (kurtuluşa) ermek için; sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid'atlerden (dinde sonradan çıkan yeniliklerden, reformlardan) kaçınmak lâzımdır (İmâm-ı Rabbânî)
Mest üzerine mesh etmenin câiz olduğu, sünnet-i seniyye ile sâbittir (Abdullah Süveydî)
Kalbin, Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmesi, onu karartır, paslandırır Bu pası temizlemek lâzımdır Temizleyicilerin en iyisi, Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine tâbi olmaktır, uymaktır Sünnet-i seniyyeye uymak, nefsin, kalbi karartan is teklerini yok eder (Ahmed Fârûkî)

Sünnet-i Seyyie:
İslâmiyet'in yasak ettiği, sonradan ortaya çıkan, kötü, beğenilmeyen şeyler Peygamber efendimiz ve dört halîfesinin zamânında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan ibâdet olarak yapılan şeyler Bid'at (Bkz Bid'at)
Bir kimse, İslâm'da bir sünnet-i seyyie çığrı açarsa, bunun günâhı ve bunu yapanların günahları kendisine verilir (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Bid'atler, yâni dinde reformlar, sonradan ortaya çıkarılan yenilikler, sünnet-i seyyiedir Namazdan sonra hemen Âyet-el-kürsî'yi okumak yerine salâten tüncînâ'yı ve başka duâları okumak sünnet-i seyyiedir İslâm dîni, din bilgilerinde ve ibâdetlerind e değişiklik yapılmasını şiddetle yasak etmiştir (Ali Mahfuz)

Sünnet-i Zevâid:
Peygamber efendimizin, ibâdet olarak değil de, âdet olarak devâmlı yaptığı işler Bunlara edeb de denir
Resûlullah efendimizin elbiseleri, oturması, kalkması, iyi şeyleri yapmağa sağdan başlaması sünnet-i zevâiddendir (İbn-i Âbidîn)
Sünnet-i zevâidi yapmak mecbûrî değildir Fakat yapanlara çok sevâb verilir Zevâid sünnetleri terk etmek mekrûh olmaz Bununla berâber, âdete bağlı şeylerde de Resûlullah'a tâbi olmak, dünyâda ve âhirette insana çok şey kazandırır ve çeşitli seâdetl ere (kurtuluşa, huzûra) yol açar (İbn-i Âbidîn)

Sünnet Olmak:
Çocuğun sünnet derisinin çepeçevre kesilmesi Hitân
Çocuğu sünnet ettirmek Peygamber efendimizin mühim sünnetlerindendir İslâmiyet'in şiârı, alâmeti ve nişanıdır Çocuğun sünnet olma yaşı kesin bildirilmemiştir Yedi ile on iki yaş arası en iyisidir Sünnet ederken, topluca yüksek sesle bayram tekbîr i söylenir Sünnet olmayanlarda çeşitli hastalıklar olur (Alâüddîn-i Haskefî)
Resûlullah efendimiz doğduğu zaman, göbeği kesilmiş ve sünnet olmuş görüldü (İmâm-ı Kastalânî)
Îmâna gelen yaşlı adamın sünnet olması şart değildir Hiç olmasa da olur (Abdülganî Nablüsî)

SÜNNETULLAH:
Allahü teâlânın koyduğu kânunu, nizâmı, âdeti
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Fakat azâbımızı gördükleri zaman îmânları kendilerine bir fayda vermeyecektir Kullar hakkındaki cârî olagelen sünnetullah budur İşte kâfirler, burada hüsrâna uğramışlardır (Mü'min sûresi: 85)

SÜNNÎ:
Peygamber efendimizin ve Eshâbının inandığı gibi inanan ve Ehl-i sünnet âlimlerine tâbi olan müslüman Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdında olan kimse (Bkz Ehl-i Sünnet vel-Cemâat)
Sünnî olanlar, amelde dört mezhebe ayrılmışlardır Bu dört mezhebde bulunanlar, birbirlerinin Ehl-i sünnet olduklarını bilirler ve sevişirler Dört mezhebden birinde bulunmayan kimse, Ehl-i sünnet olmaz (Ahmed Fârûk) Müslümanlar hep sünnîdir; cümlenin reîsi Nu'mân (İmâm-ı a'zam) Cennet ile müjdelendi; îmânda bunlara uyan
(Kemahlı Feyzullah)

SÜRME:
Kirpik diplerine sürülen bir çeşit siyah madde, kühl
Üç şey, gözü kuvvetlendirir: Sürme çekmek, yeşilliğe ve (bakması helâl olan) güzel yüze bakmak (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, misvâkını ve tarağını yanından ayırmazdı Mübârek saçını ve sakalını tararken aynaya nazar eyler, bakardı Geceleri mübârek gözlerine sürme çekerdi (İmâm-ı Ahmed Kastalânî)

SÜRYÂNÎLER:
Hıristiyanlıktaki katolik mezhebine bağlı olan ve süryânî dili ile konuşan bir hıristiyan topluluğu
Süryânîler, katolik kısmından Yâkûbiye fırkasındandırlar Monafisiyye (Hazret-i Îsâ'da ilâhî ve insânî özelliklerin birleşerek tek tabîat olduğunu savunanların) inancında olup, Îsâ aleyhisselâma tanrıdır derler Urfa patriği olan Yâkûb-i Berdeî taraf ından kuruldu Antakya patriği Mihâil-i Süryânî tarafından yayıldı Sûriye'deki hıristiyanların bir kısmı süryânî bir kısmı da Marunîdir (M Sıddîk Gümüş)

SÜT ANNE:
İki buçuk yaşından küçük olan çocuğu emziren kadın
Süt çocuğu; süt annesi ve babası ve bunların nesep ve rıdâ'dan (sütten) olan mahremleri ile ebedî evlenemez (M Zihni Efendi)

SÜT KARDEŞ:
Aynı kadından süt emmiş çocuk (Bkz Rıda')
İki buçuk yaşından küçük iki çocuk aynı kadından süt emince, süt kardeşi olurlar Birbirleri ile evlenemezler (M Zihni Efendi)
Hanefî ve Mâlikî mezheblerinde, bir kadından bir damla bile süt emen erkek ve kız, süt kardeşi olur Kadın bunların süt anneleri olur Şâfiî ve Hanbelî'de ise ayrı ayrı beş defâ içmedikçe süt kardeşi olmazlar Hanbelî'de her yaşta içen süt kardeş olu r Diğer üç mezheb imâmı iki buçuk yaşından yukarı iken içince, süt kardeş olmazlar dedi (Abdurrahmân Cezîrî)
Öz kardeşinin süt kızı ile evlenmek haram olduğu gibi, süt kardeşinin öz kızı ile ve süt kardeşinin süt kızı ile evlenmek de haramdır (Molla Hüsrev)
Süt annenin bu emmeden evvel veya sonra başka erkekten de, nesepten (soydan) veya rıdâ'dan (süt emmeden) olan çocukları ve süt babanın başka kadınlardan hâsıl olmuş ve olacak, nesepten ve rıdâ'dan çocuklarının hepsi, bu çocuğun süt kardeşleri olurlar (İbn-i Hümâm)

SÜTRE:
Namaz kılarken imâmın veya yalnız kılanın sol kaşı hizâsında, önüne diktiği yarım metreden uzun çubuk Çubuğu dikmeyip, secde yerinden kıbleye doğru uzatmak veya çizgi çizmekle de olur
Bir okla da olsa sütre kullanın (Hadîs-i şerîf-Ni'met-i İslâm)
Sütre koymak müstehâbdır (M Zihni Efendi)
Cemâatle kılınan namazda, imâmın sütresi, arkasında bulunanlar için dahi sütredir Çünkü Peygamber efendimiz Ebtah denilen yerde namaz kıldırırlarken, dikmiş oldukları anzeye (iki ucu demirli bir asâya) doğru namaz kıldılar Hâlbuki cemâatin sütreler i yoktu (MZihni Efendi)
İmâm-ı Ebû Yûsuf hazretleri hac yolunda namaza durdukça, önünde sütre olarak kamçısını koyardı (MZihni Efendi)

ŞA'BÂN AYI:
Arabî ayların sekizincisi, üç aylardan ikincisi
Her kim Şa'bân-ı şerîfte üç gün oruç tutarsa, Hak teâlâ, Cennet-i a'lâda ona bir yer hazırlar (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ül-Cenne)
Şa'bân-ı şerîf, bana mahsûs bir aydır Hak teâlâ hazretleri, Arş-ı a'lânın meleklerine, azamet-i şâniyle buyurur ki: "Ey benim meleklerim! Gördünüz mü, benim kullarım, Habîbimin (sevgilimin) ayına nasıl tâzim ve hürmet ediyorlar İzzetim ve celâlim hakkı için ben de kullarımı af ve mağfiretime nâil eyledim" (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)

ŞÂFİÎ:
1 İmâm-ı Şâfiî'nin meşhur adı, Şâfiî mezhebinin kurucusu (Bkz İmâm-ı Şâfiî)
2 Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Şâfiî mezhebinde olan kimse

Şâfiî Mezhebi:
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin mezhebi, yolu (Bkz İmâm-ı Şâfiî)
Hanefî mezhebinden sonra en çok mensûbu bulunan Şâfiî mezhebi, İmâm-ı Şâfiî hayatta iken Mekke, Medîne ve Filistin'de yaşayan müslümanlar arasında yayıldı Şimdi Mısır, Sûriye, İran, Mâverâünnehr, Kafkasya, Âzerbaycan, Hindistan, Filipinler, Malezya, Endonezya adaları gibi ülkelerde yayılmıştır Yurdumuzun doğu ve güneydoğu bölgelerinde daha yaygındır (İslam Târihi Ansiklopedisi)
İbâdetlerin en kıymetlisi, farz-ı ayn olanlardır Farzlardan sonra en kıymetlisi, Şâfiî mezhebinde sünnet namazlar, Hanbelî mezhebinde ise cihâd (Allah yolunda harb etmek)dır (M Tâhir Sünbül Mekkî)
Şâfiî ve Mâlikî mezheblerinde, zekât farz olunca, hemen ayırıp vermek farzdır (İmâm-ı Şârânî)
Bâyezîd-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdâdî, Celâleddîn-i Rûmî ve Muhyiddîn-i Arabî gibi velîler, herkes gibi bir mezhebe tâbi olarak yükselmişlerdir Bunlardan Bâyezîd-i Bistâmî, Şâfiî mezhebinde idi (Abdülhak Dehlevî)

ŞÂHİD:
Şâhidlik eden, görüp bilen Birinin başkasında hakkının bulunduğunu isbat için şehâdet (şâhidlik) ederim demek sûretiyle hâkimin huzûrunda ve hasmın karşısında haber veren (Bkz Şehâdet)
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ey îmân edenler! Dâimâ adâletle hareket ediniz Adâleti yerine getirmeğe çalışınız Allah için şâhidler olunuz (Nisâ sûresi: 135)
Yalancı şâhid, daha şehâdet ettiği yerden ayağını kaldırmadan kendisine göklerde ve yerde bulunan melekler lânet ederler (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Şâhidin âdil olması, yâni büyük günâh işlememesi ve küçük günâha devâm etmemesi lâzımdır (Sadrüşşerîa)

ŞÂHİK-UL-CEBEL:
Dağda, çölde veya baskı ve zulüm rejimleri altında yaşayıp da peygamberleri ve onların getirdikleri dinleri işitmemiş kimseler
Şâhik-ul-cebel olanların peygamberliğe ve peygamberlerin gönderilmiş olmasına inanmaları mümkün değildir Bunlara peygamber gelmemiş gibidir Bunlar mâzur görüldü Peygambere inanmaları emr olunmadı Şâhik-ul-cebel olanlar için Kur'ân-ı kerîmde İsrâ sûresinin on beşinci âyetinde; "Peygamber göndermeden önce azâb yapmayacağız" buyruldu Bunlar hayvanlar gibi hesâbdan sonra ölecekler, Cehennem azâbı ve Cennet nîmeti görmeden ebedî olarak yok edileceklerdir Kâfirlerin bâliğ olmayan (ergenlik çağın a ulaşmamış) çocukları için de durum böyledir (İmâm-ı Rabbânî)

ŞAKÎ:
Cehennemlik Bedbaht; şirk (Allahü teâlâya eş, ortak koşması) veya isyân etmesi sebebiyle kâfir veya fâsık olan kişi Zıddı saîd'dir
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Şakî olanlara gelince: Onlar Cehennem ateşindedirler ki, orada onların (çok acı) bir nefes alıp vermeleri vardır (Hûd sûresi: 106)
Evliyânın sevmesi, seâdetin sermâyesidir Zîrâ onlar dâimâ Allahü teâlâ iledirler Onlarla berâber bulunanlar, şakî olmazlar (Abdülhakîm-i Arvâsî)
Allahü teâlânın indinde saîdlerden mi yoksa şakîlerden miyim? diye düşünmek, böylece ilmine ve ameline güvenmemek lâzımdır (Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî)

ŞAKÎK:
Ferâiz ilminde yâni mîrâs hukûkunda ana-baba bir erkek kardeşler (Benül-a'yân) Ana-baba bir kız kardeşe şakîka denir
Şakikler ve Benü'l-allât yâni yalnız baba bir kardeşler; oğul, oğul oğlu, baba ve dededen biri bulunduğu zaman vâris olamazlar yâni ölüden kalan maldan alamazlar (Muhammed Mevkûfâtî)

ŞAKK-I KAMER:
Ayın yarılması, Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın ayı ikiye ayırması mûcizesi
Muhammed aleyhisselâmın mûcizelerinin en büyüklerinden birisi de, Şakk-ı kamer mûcizesidir Bu mûcize başka hiçbir peygambere nasîb olmamıştır Muhammed aleyhisselâm elli iki yaşında iken, Mekke'de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanına gelip; "Peyga mber isen ayı ikiye ayır" dediler Muhammed aleyhisselâm, herkesin ve hele tanıdıklarının, akrabâsının îmân etmesini çok istiyordu Ellerini kaldırıp duâ etti Allahü teâlâ, kabûl edip, ayı ikiye böldü Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka dağın üzerinde göründü Kâfirler, Muhammed bize sihr yaptı dediler Îmân etmediler (Nişâncızâde)
Apollo-10, ayın her tarafını fotoğraflarla tesbit ettikten sonra, Apollo-11 ile gelecek olan ay fâtihlerinin iniş yerlerini belirledi Apollo-11'in çektiği fotoğraflarda, ayın etrâfını çevreleyen derin ve geniş bir kanalın bulunduğu görüldü Fransız gazeteleri bunu; "Bu kanal, Şakk-ı kameri işâret etmiş olamaz mı? şeklinde, resim altı haber olarak verdiler Papalığın îkâzı üzerine, bu haberden bir daha söz edilmemiştir (M Sıddîk Gümüş)

ŞAKK-I SADR:
Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın mübârek göğsünün yarılması hâdisesi
Şakk-ı sadr hâdisesi iki defâ vukû bulmuştur Birincisi, Peygamber efendimiz küçük yaşta ve süt annesi Halîme Hâtun'un yanında iken, ikincisi Mîrâca çıkarken Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "(Habîbim) göğsünü (kalbini) senin için (açıp da) genişletmedik mi?" buyruldu (İnşirâh sûresi: 1) Muhammed aleyhisselâm, süt annesinin yanında bulunduğu sırada çocuklarla birlikte iken, Cebrâil aleyhisselâm gelip, onu arkası üstü yatırdı Göğsünü açıp kalbini yardı Kalbinden bir parça et çıkarıp attı ve; "Senin v ücûdunda şeytânın nasîbi bu idi Çıkarıp attık Ey Allahü teâlânın habîbi (sevgilisi), seni vesveseden ve şeytânın hîlesinden emîn ettik" dedi Sonra bir leğen içerisinde zemzem suyu ile kalbini yıkadı ve göğsünü kapatıp ayağa kaldırdı Bu hâli gören çocuklar koşup durumu Halîme Hâtun'a haber verdiler Yanına geldiklerinde ayağa kalkmış ve benzi sararmış vaziyette idi Eshâb-ı kirâmdan Enes bin Mâlik (ranh) "Ben Resûlullah'ın göğsünde bu yarılmanın izini gördüm" demiştir İkinci Şakk-ı Sadr ise, Mîrâc gecesi vukû bulmuştur Bu gece, Cebrâil aleyhisselâm gelip Resûlullah'ın mübârek göğsünü yardıZemzem suyu ile yıkadıktan sonra, içi hikmet ve îmân dolu altın bir leğen getirdi Resûlullah'ın mübârek kalbine boşalttı ve göğsünü kapattı Peyga mber efendimiz hadîs-i şerîfte şöyle buyurdu: "Cebrâil gelip göğsümü yardı Zemzem suyu ile yıkadıktan sonra, içi hikmet ve îmân dolu altın bir tas getirip göğsümü boşalttı, sonra kapattı" Bu hadîs-i şerîf, Sahîh-i Buhârî ve Müslim'de zikredilmiştir Yine bu iki kitabda Enes bin Mâlik'ten şöyle rivâyet edilmiştir Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "İşte şuradan şurama kadar yâni boğazın altındaki çukurdan göğüste kıl biten yere kadar yardı Kalbimi çıkardı, içi îmân dolu altın bir tas getirdi Kalbimi yıkadı sonra da iç organlarımı yıkadı Sonra kapattı" (Senâullah-ı Pânî Pûtî, Abdülhâk-ı Dehlevî)

ŞÂMÂNÎLER:
İyi ve kötü ruhların bütün âlemi te'siri altında tuttuğu inancına dayanan sapık bir yolun mensupları
Şâmânîler, güneşte bulunuyor dedikleri bir tanrıya ve cinne ve meleklere tapınır En büyüğüne şeytan derler Bugün Sibirya'daki ve Okyanus adalarındaki vahşîler arasında yaygındır (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

ŞÂN:
1 Hâl, durum
Eshâbımın ismini işitince, susunuz Şânlarına yakışmayan sözleri söylemeyiniz (Hadîs-i şerîf-Savâik-ül-Muhrika)
Allahü teâlâdan râzı olandan, Allahü teâlâ da râzıdır Kazâya rızâ, evliyânın şânındandır (Fakîrullah)
Haramlardan sakınmak; akıllıların şânı, şereflilerin tabîatındandır (Hazret-i Ali)
2 İzzet, îtibâr, şeref
Gaddârlık (Zulüm, vefâsızlık), herkes için kötü bir şeydir Şân, şeref sâhibi ve büyük zâtlar için daha çirkindir (Muhammed el-Âmidî)

ŞÂRÎ':
Kullarının dünyâ ve âhiret seâdetine (mutluluğuna) kavuşmaları için Peygamberleri aleyhimüsselâm vâsıtasıyla emir ve yasaklarını bildiren Allahü teâlâ Şâri-i mübîn de denir Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmesi (ulaştırması) g erektiğinde, kapalı hususları açıklaması bakımından Peygamber efendimize de Şâri' denilir
Allahü teâlâ Şâri-i Mübîndir Dinleri gönderen ve değiştiren O'dur İnsanların din ismi altında uydurduğu eğri yollara din denmez Dinlere âit kânunları da koyan Allahü teâlâdır Dinleri yayanlar ise, peygamberlerdir (Abdülhakîm-i Arvâsî)

ŞART:
Bir işin veya hükmün yapılmasını îcâbettirmeyen, fakat yapılmaması ile de o iş veyâ hükmün meydana geldiği şey
Şâhitlerin bulunması; nikâhın sıhhati, mûteber olması için şarttır Şâhid bulunmadıkça, nikâh meydana gelmez Fakat şâhidlerin bulunması, nikâhın bulunmasını icâbettirmez Şâhidler bulunduğu hâlde, nikâh yapılmayabilir Yine namazın sahîh olması için , abdest şarttır Fakat abdest, namazın vâcib olmasını, mutlaka kılınmasını îcâbettirmez (Serahsî)

ŞAVT:
Hac esnâsında sa'y denen vazîfeyi yaparken, Safâ'dan Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya her bir geliş ve tavaf yaparken Kâbe'nin Hacer-ül esved köşesinden başlayan ve başlanılan yere gelince sona eren her bir dönüş
Şavt sona erip Hacer-ül esved taşına gelince şu duâ okunur: Allah'ım! Rahmetinle beni mağfiret eyle Borçtan, yoksulluktan, sıkıntıdan ve kabir azâbından bu taşın Rabbine sığınırım (İmâm-ı Gazâlî)
Tavâf yedi şavttan ibârettir Sa'y dahi yedi şavttır Safâ'dan Merve'ye her gidiş bir şavt olduğu gibi, Merve'den Safâ'ya her geliş dahi bir şavttır Böylece dört gidiş ve üç geliş olur (M Zihni Efendi)

ŞA'YÂ ALEYHİSSELÂM:
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden Mûsâ aleyhisselâmın dînini yayıp, Tevrât-ı şerîfin hükümlerini bildirdi
Mûsâ aleyhisselâmdan sonra hak yoldan ayrılıp, bozuk yollara sapan İsrâiloğulları kendilerine gönderilen peygamberlere ya kısa dönemler hâlinde tâbi oldular veya hiç tâbi olmayıp isyân ettiler Şa'yâ aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâmın dînini tebliğ et mek üzere peygamber olarak gönderildi Şa'yâ aleyhisselâmın peygamberliği Zekeriyyâ, Yahyâ ve Îsâ aleyhimüsselâmdan önce idi Şa'yâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarına Allahü teâlânın emirlerini bildirip nasîhat etti Muhammed aleyhisselâmın geleceğini bi ldirdi Şa'yâ aleyhisselâm zamânında, İsrâiloğullarının başında Sudika adlı bir melik vardı Melik Sudika'nın vefâtından sonra saltanat kavgaları yüzünden birbirine giren İsrâiloğullarına, Şa'yâ aleyhisselâm nasîhatte bulundu Fakat onu dinleyen olmadı İsrâiloğulları iyice düşman oldular Nihâyet Şa'yâ aleyhisselâmı şehîd ettiler Böylece Allahü teâlâ tarafından kendilerine gönderilen peygamberi dinlemeyip, büyük felâkete düştüler Daha sonraki yıllarda Bâbil hükümdârı Buhtunnasar tarafından yurtları istilâ edildi (Taberî-İbnü'l-Esîr-Sa'lebî)

ŞÂZİLİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Ebü'l-Hasen Şâzilî hazretlerinin tasavvuftaki yolu
Ebü'l-Hasen-i Şâzilî 1196 (H 592)'de Tunus'ta Şâzile kasabasında doğdu Silsilesi, bağlı olduğu tasavvuf kolu Sırrî-i Sekatî'den gelmekte ve bu yoldan Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerine bağlanmaktadır İskenderiyye'de Şâziliyye yolunu kurdu Şâziliyye yolunun kurucusu olan Ebü'l-Hasen-i Şâzilî hazretleri; "Her istediğim zaman Resûlullah'ı sallallahü aleyhi ve sellem baş gözümle göremezsem kendimi onun ümmeti saymam" buyurdu (Hüseyn Vassâf)
Zikr-i cehrî (açıktan zikr) hazret-i Ali'den on iki imâm vâsıtasıyla gelmiştir Bunların sekizincisi olan İmâm-ı Ali Rızâ'danMa'rûf-i Kerhî almış ve Cüneyd-i Bağdâdî'nin çeşitli halîfelerinin silsilelerinde bulunan meşhûr mürşidlerin adı verilerek ko llara ayrılmıştır Böylece Ebû Bekr-i Şiblî yolundan Kâdiriyye ile Şâziliyye, Sâdiyye ve Rıfâiyye meydana geldi (Abdullah-ı Dehlevî)
Şâziliyye yolunun esâsı beş şeydir: Birincisi; gizli ve âşikâr her hâlükârda Allahü teâlâdan korku hâlinde olmak İkincisi; her hâl ve işinde ve ibâdetindePeygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâbı'nın (Peygamberimizin arkadaşlarının ) gösterdiği doğru yola uyup, bid'atlerden, sapıklıklardan sakınmak Üçüncüsü; bollukta ve darlıkta insanlardan bir şey beklememek Dördüncüsü; aza ve çoğa râzı olmak Beşincisi; sevinçli ve kederli günlerde cenâb-ı Hakk'a sığınmak (Seyyid Ahmed-i Zerrûk)

ŞEÂ'İRULLAH:
Görülünce, Allahü teâlâyı hatırlatan şeyler
Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Bir kimse, Şeâ'irullahı ta'zim ederse, bu iş kalblerin takvâsındandır (Hac sûresi: 32)
Safâ ve Merve, Allahü teâlânın, Şeâ'irindendir (Bekara sûresi: 158)
Şeâ'irullah yalnız Safâ ve Merve tepeleri değildir Bunlardan başka şeâ'ir de vardır Allahü teâlânın şeâ'irinin en büyükleri dörttür: Kur'ân-ı kerîm, Ka'be-i muazzama, Peygamber (aleyhissalâtü vesselâm) ve namaz (Senâullah Dehlevî)
Şeâ'irullahı sevmek demek, Kur'ân-ı kerîmi ve Peygamberi sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem ve Ka'be'yi sevmek demektir Hattâ Allahü teâlâyı hatırlatan her şeyi sevmektir Allahü teâlânın evliyâsını sevmek de böyledir (Şah Veliyullah-ı Dehlevî)

ŞEBEKE-İ SEÂDET:
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabrinin bulunduğu Hücre-i seâdet denilen yerin dış duvarı etrâfında yerden Mescid-i Nebî'nin tavanına kadar yükselen demir parmaklık
Şebeke-i seâdetin kıble tarafına muvâcehe-i seâdet, doğu tarafına kadem-i seâdet, batı tarafına Ravda-i mütahhera ve kuzey tarafına da Hucre-i Fâtımâ denir ( Eyyûb Sabri Paşa)

ŞECÂ'AT:
Yiğitlik, bahadırlık, cesâret, kahramanlık
Şecâ'atin temeli, Allahü teâlânın takdîrine râzı olmak, O'na tevekkül etmek, O'na güvenmektir Şecâat sâhibi olan, dertlere, belâlara göğüs gerer, dayanır, sabr eder (Muhammed Hâdimî)
Ey oğlum! Üç şey, üç şey ile bilinir: Hilm (yumuşaklık) gadab ânında, şecâ'at harb meydanında, kardeşlik ise ihtiyâç ânında (Lokman Hakîm)

ŞECERE-İ PÂK-İ MUHAMMEDÎ:
Muhammed aleyhisselâmın mübârek, temiz soy kütüğü, soy ağacı
Allahü teâlâ Şecere-i Pâk-i Muhammedî ile ilgili olarak meâlen buyurdu ki:
Sen, yâni senin nûrun hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana ulaşmıştır (Şuarâ sûresi: 219) (Senâullah Dehlevî)
Şecere-i pâk-i Muhammedî'nin ilk ferdi Âdem aleyhisselâmdır Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem nûru, babadan oğula geçerek mü'min olan Târûh'a, (İbrâhim aleyhisselâmın babası) ondan da İbrâhim aleyhisselâma, sonra oğlu İsmâil aleyhiss elâma geçti Ondan da evlâdlarından Adnan'a intikâl etti Şecere-i pâk-i Muhammedî'de bulunan ve babası Abdullah'a kadar olan dedeleri şunlardır: Adnan, Mead, Nizâr, Mudar, İlyas, Müdrike, Huzeyme, Kinâne, Nadr, Mâlik, Fihr, Gâlib, Lüveyy, Ka'b, Mürr e, Kilâb, Kuseyy, Abd-i Menâf (Mugîre), Hâşim (Amr), Abdülmuttalîb (Şeybe), Abdullah bin Abdülmuttalîb (Altıparmak Muhammed Efendi)

ŞECERE-İ RIDVÂN:
628 (H6) senesinde yapılan Hudeybiye andlaşmasından önce Medîneli müslümanların, altında Peygamber efendimize ve İslâm dînine bağlı kalacakları husûsunda bağlılık yemîni ettikleri ağaç
Hudeybiye andlaşması imzâlanmadan önce Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem anlaşma şartlarını görüşmek ve konuşmak üzere hazret-i Osman'ı Mekkeli müşrikler tarafına gönderdi Müşrikler, hazret-i Osman'ın anlaşmayla ilgili tekliflerini kab ûl etmedikleri gibi, onu alıkoydular Bu haber, Eshâb-ı kirâma Osman şehîd edildi diye ulaştı Durumu işiten Peygamber efendimiz de, çok üzüldü ve buyurdu ki: "Bu haber doğru ise, bu kavimle çarpışmadıkça buradan ayrılmayacağız" Sonra orada bulunan Semûre ağacının altına oturup; "Allahü teâlâ bana bîat etmenizi emr etti" buyurarak Eshâbını bîate dâvet etti Eshâb-ı kirâm da, Peygamber efendimizin eli üzerine ellerini koyarak; "Allahü teâlâ sana zafer ihsân edinceye kadar önünde çarpışa çarpışa fethi gerçekleştirmek veya bu uğurda şehîd olmak üzere bîat ettik" diye söz verdiler Peygamber efendimiz Şecere-i rıdvân adı da verilen Semûre ağacının altındaki bîattan çok memnun oldu (Abdülhak-ı Dehlevî, Senâullah Pâni Pütî)

ŞECERE-İ TAYYİBE:
Temiz ağaç Bütün iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağı olan İslâmiyet'e verilen ad
Zâhir (beden) her zaman İslâmiyet'in emirlerini yapmaya mecbûrdur Bâtın (kalb) da hakîkatin işleriyle meşgûl olur Bu dünyâda amel, ibâdet lâzımdır Bu amellerin bâtına çok faydaları vardır Yâni bâtının (kalb ve rûhun) ilerlemesi, zâhirin İslâmiyet 'e uymasına bağlıdır Zâhirin (bedenin) işi İslâmiyet'e uymak, bâtının işi de İslâmiyet'in meyvelerini, faydalarını toplamaktır İslâmiyet, bütün kemâlâtın (olgunlukların) kaynağı, bütün üstünlüklerin ve iyiliklerin temelidir İslâmiyet'in fayda ve meyve vermesi sâdece bu dünyâya mahsûs değildir Âhiretin kemâlâtı (olgunlukları, üstünlükleri) ve sonsuz nîmetleri de İslâmiyet'e uymanın netîceleri ve meyveleridir Görülüyor ki, İslâmiyet öyle bir Şecere-i tayyibedir ki, onun meyveleri ile bütün âlem dünyâda da, âhirette de faydalanmaktadır Bütün faydalar ondan çıkmaktadır (İmâm-ı Rabbânî)


ŞEFÂ'AT:
Kıyâmet günü, Allahü teâlânın izni ile, başta Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem olmak üzere, diğer peygamberler, âlimler, şehîdler, sâlihler (iyi kimseler) ve küçük yaşta ölen müslüman çocuklar ve Allahü teâlânın izin verdiklerinin; gün ahkâr olan mü'minlerin günahlarının affedilip Cehennem'den kurtulmalarını, cennetlik olanların da Cennet'teki derecelerinin artmasını Allahü teâlâdan istemeleri, bu hususta vâsıta olmaları
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
O gün, Allahü teâlânın kendisine şefâat etmeye izin verdiği ve sözünden hoşnûd olduğu kimselerden başkasının şefâati fayda vermez (Tâhâ sûresi: 109)
Ümmetimden, büyük günâhı olanlara şefâat edeceğim (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
Şefâatime inanmayan, ona kavuşamaz (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Kıyâmet günü peygamberler, sonra âlimler, sonra şehidler şefâat edecektir (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Şefâat haktır Tövbesiz ölen mü'minlerin küçük ve büyük günâhlarının affedilmesi için, peygamberler, velîler, sâlihler, melekler ve Allahü teâlânın izin verdiği kimseler, şefâat edecek ve kabûl edilecektir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Küçük çocuklar, anasına ve babasına şefâat ederler Hattâ düşük olanlar bile, anasına ve babasına şefâat ederler (İmâm-ı Birgivî)
Mahşerde (kıyâmette bütün insanların toplanıp, hesâba çekileceği yerde), şefâat beş türlüdür: Birincisi; kıyâmet günü, mahşer yerinde kalabalıktan ve çok uzun beklemekten usanan günâhkârlar, feryâd ederek, hesâbın bir an önce yapılmasını isteyecekler dir Bunun için şefâat olunacaktır İkincisi; suâlin ve hesâbın kolay ve çabuk olması için şefâat edilecektir Üçüncüsü; günâhı olan mü'minlerin, Sırat'tan Cehennem'e düşmemeleri, Cehennem azâbından korunmaları için şefâat olunacaktır Dördüncüsü; gü nâhı çok olan mü'minleri Cehennem'den çıkarmak için şefâat olunacaktır Beşincisi; Cennet'te sayısız nîmetler olacak ve sonsuz kalınacak ise de, sekiz derecesi vardır Herkesin derecesi, makamı, îmânının ve amellerinin miktârınca olacaktır Cennet'tekilerin derecelerinin yükselmeleri için de şefâat olunacaktır (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Peygamberlerin sonuncusu, Resûlullah efendimiz gibi bir şefâatçı olmasaydı, bu ümmetin günâhları kendilerini helâk ederdi Şefâate en çok ihtiyâcı olan bu ümmettir Çünkü bu ümmetin günâhları çoktur Fakat, Allahü teâlânın af ve mağfireti de sonsuzdu r Allahü teâlâ, bu ümmete af ve mağfiretini o kadar şaçacak ki, geçmiş ümmetlerden hiçbirine böyle merhamet ettiği hiç bilinmiyor Doksan dokuz rahmetini, sanki bu günâhkâr ümmet için ayırmıştır (İmâm-ı Rabbânî)

Şefâ'at-ı Kübrâ:
Kıyâmette, o günün dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları sebebiyle, insanların mürâcaatları üzerine Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), onların muhâkeme ve hesâblarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâya yalvarması ve bu dileğinin kabûl olması O gün herkes kendi başının çâresini aramakla meşgûl olur O gün yalnız Resûlullah efendimiz; "Ümmetime selâmet ve necât (kurtuluş) ver yâ Rabbî!" der ve ümmetini ister

ŞEFÎ':
Şefâat eden, bir suçun, günâhın bağışlanması için vâsıta, aracı olan (Bkz Şefâat)

Şefî-i Rûz-i Cezâ:
"Cezâ gününün yâni kıyâmet gününün şefâat edicisi" mânâsına Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm (Bkz Şefâat)
Şefî-i rûz-i cezâ Resûlullah efendimizin çeşit çeşit şefâat edeceği bildirilmiştir Hadîs-i şerîflerde; "Kıyâmet günü mezardan önce kalkan ben olacağım ve önce şefâat eden ben olacağım" ve; "Şefâatime inanmayan, ona kavuşamaz" buyruldu Peygamberimiz en büyük şefâatçıdır; bütün inananlara şefâat edecektir Günâhı olmıyanlara da, Cennet'te derecelerinin artması için şefâat edecektir (İmâm-ı Rabbânî)

ŞEFKAT:
Acımak, merhamet etmek
Büyüklerine hürmet, küçüklerine şefkat etmeyen bizden değildir (Hadîs-i şerîf-Mişkât)
Allahü teâlânın emirlerini büyük bilmek, yarattıklarına şefkat lâzımdır (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Herkese şefkat ve merhamet et Kimseyi hakîr (aşağı, hor) görme, kimse ile münâkaşa, mücâdele etme! Kimseden bir şey isteme! Tasavvuf büyüklerine (evliyâya) dil uzatma! Onları inkâr eden felâkete düşer! Mayan fıkıh ve evin mescid olsun (Abdülhâlık-ı Goncdüvânî)

ŞEHÂDET:
1 Birinin başkasında hakkı bulunduğunu bildirmek için, hâkim karşısında ve iki hasmın yanında, şehâdet ederim diyerek haber vermek
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Onlar yalan yere şehâdet etmezler (Furkân sûresi: 72)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "En büyük günâhları size haber vereyim mi?" "Evet, yâ Resûlallah" dedik "Allahü teâlâya şirk koşmak, anaya-babaya âsî olmaktır" buyurdu Sonra doğrulup oturdu ve: "Dikkat ediniz! Yalan sözden ve yalan yere şehâdetten sakınınız" buyurdu ve bu sözü tekrâr eyledi (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Şehâdet, zan ve şek (şüphe) ifâde eden sözlerle olmaz Bir hâdise hakkında "zannıma" veya "bildiğime göre şöyledir" şeklindeki haberler şehâdet sayılmaz (İbn-i Âbidîn)
Namaz kılmayanın şehâdeti kabûl olmaz Çünkü, fâsıktır, açıkça günah işlemektedir (İbn-i Âbidîn)
2 Şehîdlik, şehîd olmak (Bkz Şehîd)
Cemel ve Sıffîn vak'alarını hazırlayan karışıklıkların ortaya çıkması, hazret-i Osman'ın şehâdeti ile başlamıştır (İmâm-ı Rabbânî)

Şehâdet Kelimesi:
Kelime-i şehâdet, İslâm'ın beş şartından birincisi "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü (Bkz Kelime-i Şehâdet)
Şehâdet kelimesini okumanın yüz otuz kadar fâidesi vardır Bunlardan birisi de sırat köprüsünü yıldırım gibi geçmektir (Kutbüddîn İznikî)

ŞEHÂMET:
İyi işler yapmak, yüksek mertebeler ele geçirmek; zekâ ve akıllılıkla berâber olan cesâret, yiğitlik
Şecâatten yâni yiğitlik, kahramanlıktan hâsıl olan iyi huylardan biri de şehâmettir (Ali bin Emrullah)

ŞEHÎD (Eş-Şehîd):
1 Allah yolunda harb ederken, Allahü teâlânın ism-i şerîfini yüceltmeye (İslâmı yaymaya) çalışırken veya düşman saldırdığında vatan, din ve milletini, ırz ve nâmûsunu müdâfâ ederken ölen müslüman
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Allah yolunda şehîd olanlara ölü demeyiniz Onlar diridirler Kendilerine her zaman rızk verilir Onlarda azâb olunmak korkusu yoktur Nîmetlerden mahrûm kalmak üzüntüsü de yoktur (Âl-i İmrân sûresi: 170)
Allah yolunda öldürülüp şehîd olanlar, kıyâmet gününde, yaralarının kanı akarak gelirler Rengi kan ve kokusu misk kokusu gibi olur Huzûr-i Mevlâ'da haşr oluncaya kadar, bu hâl üzere bulunurlar (Hadîs-i şerîf-Dürre-tül-Fâhire)
Cennet'te ağlayan bir adam bulunur Ona niçin ağlıyorsun denir O şöyle cevap verir: "Ben Allahü teâlâ yolunda öldürüldüm Şehîdlik o kadar güzel ki, tekrar dünyâya döndürülüp, üç defâ daha şehîd olmayı arzû ediyorum Fakat daha fazla şehîd olamadığı m için ağlıyorum" (Ka'b-ül Ahbâr)
Şehîdin, kul haklarından başka bütün günâhları affolur Kul haklarını da, Allahü teâlâ kıyâmette helâllaştıracaktır Cihâdda ve hac yolunda ve sınır boylarında nöbette ölenlere, kıyâmete kadar bu ibâdetlerin sevâbı devamlı verilir Bedenleri çürümez Her biri kıyâmette yetmiş kişiye şefâat eder (İbn-i Âbidîn, Seyfeddîn Fârûkî)
Bütün müslümanlar, kalben ve severek şehidliği arzu etmeye memurdur Şehîd olmayı istememek münâfıklıktır (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)
2 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Bütün mahlûkâtın (yaratılmışların) açık ve gizli şeylerini bilen, kıyâmet gününde leh ve aleyhlerinde olan amellere şâhidlik eden
Evden kaçan çocuk üzerine eş-Şehîd ism-i şerîfi söylenirse, hâli düzelir, hak yola döner
Ana-baba, isyankâr evlâdının alnından tutar ve Allahü teâlânın eş-Şehîd ism-i şerîfini okursa, o çocuk Allahü teâlânın izniyle itâatkâr olur (Yûsuf Nebhânî)

Şehîd-i Âhiret:
Bir kimsenin Allah için olan cihâdın hazırlığı esnâsında tâlimlerde veya zulüm ile öldürülmesi veya cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsızla vuruşmada yaralanarak hemen ölmeyip bir namaz vakti çıkıncaya kadar yaşayan veya başka yere götürülü p, orada ölen Âhiret şehîdi
Şehîd-i âhiret, dünyâda yıkanır ve kefenlenirler Boğularak, yanarak, garîb, kimsesiz olarak, duvar, enkaz altında kalarak ölenler, ishalden, tâûndan, sârî (bulaşıcı) hastalıklardan, lohusalıkta, sar'a hastalığında, Cumâ gecesinde ve gününde, din bil gilerini öğrenmekte, öğretmekte ve yaymakta iken ölenler ve âşık olup, aşkını, iffetini, nâmusunu saklarken ölenler, zulüm ve hapis olunup ölenler, Allah rızâsı için müezzinlik yaparken, dîne uygun ticâret yaparken, helâl kazanıp çoluk çocuğuna din bilgisi öğretmek ve ibâdet yapmaları için çalışanlar, ölünce şehîd-i âhiret olurlar (İbn-i Âbidîn)
Şehîd-i âhiret olan kimselerin cesedi dağılmaz ve çürümez Cesedlerin çürümesinde iki âmil vardır Birincisi, toprağın kendisiyle olan cisimleri temasla kendisine benzetmesi, toprağa çevirmesi İkincisi, vücudda meydana gelen mikropların cesedi yiyer ek yok etmesi Şehîd-i âhiret olan kimsenin vücûduna, cesedine toprak nüfûz edip, çürütemediği gibi, cesedin yok olmasına sebeb olan mikroplar da cesede musallat olup yiyemezler Bu sûretle ceset de aslî hâlini muhâfaza eder Peygamberler kabirlerinde diridirler Hayatlarında olduğu gibi, bedenleri her türlü değişiklikten korunmuştur (S Abdülhakîm-i Arvâsî)

Şehîd-i Dünyâ:
Allah rızâsı için cihâd etmeye, savaşmaya niyet etmeyip, dünyâ kazancı için harb eden kişi Dünyâ şehîdi
Şehîd-i dünyâya da şehîd muâmelesi yapılır Kanlı elbiseleri ile gömülür, yıkanmazlar Fakat âhirette hakîkî şehîdlere va'd edilen mükâfatlara kavuşamazlar Çünkü niyetleri bozuktur (İbn-i Âbidîn)

Şehîd-i Tâm:
Allah yolunda savaşırken öldürülen Dünyâ ve âhiret şehîdi de denir Tam şehîd
Cünüp, hayız olmayan, âkıl ve bâliğ bir müslüman, zulüm ile haksız olarak, vurucu veya kesici vâsıtalarla öldürülünce ve harpte din ve vatan düşmanları ile Allah için cihâd ederken düşman tarafından; sulh zamânında âsîler, yol kesiciler, şehir eşkıyâ ları, gece hırsız tarafından herhangi bir vâsıta ile öldürülünce, hemen ölürlerse, bunlar şehîd-i tâm olurlar (İbn-i Âbidîn)
Şehîd-i tâm dünyâda yıkanmaz Kefene sarılmaz Kefen miktârından fazla olan elbisesi soyulup çamaşırı ile defnedilir Cenâze namazı Hanefî'de kılınır Şâfiî mezhebinde kılınmaz Âhirette de şehîd sevâbına kavuşurlar (İbn-i Âbidîn)

ŞEHR (Şehir):
Cemâati, en büyük câmiye sığmayan yer veyâ İslâmiyet'in emrini yapabilecek güçte müslüman vâli ve hâkimi bulunan yer
Bir âlimin ölmesi, bir şehir halkının ölümünden daha büyük ziyândır (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)
Cumâ namazının birinci şartı, namazı şehirde kılmaktır Bugün hükûmetin tasdik ve kabûl ettiği muhtârı bulunan köyler, büyük şehirlerde bulunan nâhiyelerin herbiri, Cumâ namazı için ayrı birer şehir sayılmaktadır (İbn-i Âbidîn)
Kâfirlerin eline geçen İslâm şehirlerinde, vâli ve hâkimler İsâmiyet'e uygun iş işliyorlarsa, bu şehirler, Dâr-ül-harb olmaz; Dâr-ül-İslâm sayılır Böyle şehirlerde, müslümanların seçtiği vâli, hâkim veya bunların veya cemâatin seçeceği imâm, Cumâ n amazını kıldırır (İbn-i Âbidîn)

ŞEHVET:
Nefsin arzu ve istekleri
Cehennem şehvet perdesiyle kuşatılmıştır Oraya şehvetler yapılmakla girilir Cennet de nefsin hoşlanmadığı ibâdetlerle kuşatılmıştır; buraya da ibâdet meşakkatleriyle girilir (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Şehvet üç çeşittir: Yeme arzusu, konuşma arzusu, bakma ve görme arzusu Yemek yeme hâlini, yüce Allah'a îtimâd ve tevekkül ile, dilini doğru söz söylemekle ve gözünü ibretle bakmak sûretiyle muhâfaza et (Hâtem-i Esam)
Şehvet, şeytanın yularıdır Bu yuları şeytana kaptıran ona kul olur (Ebû Bekr Kettânî)
İslâmiyet, şehvetin ve gadabın, kızmanın yok edilmesini değil, her ikisine hâkim olup, dîne uygun kullanılmalarını emretmektedir (Şerefüddîn Ahmed Münîrî)
Gençlik çağı, nefsin kaynadığı, şehvetlerin oynadığı, insan ve cin şeytanlarının saldırdığı bir zamandır Böyle bir çağda yapılan az bir amele pekçok sevap verilir (Ahmed Fârûkî)

ŞEK:
Şüphe, zan
Îtikâdda şek, yakîni bozar, îmânı yok eder (İsmâil Hakkı Bursevî)
Cümle âlem bir yere gelse ve bir müslümana Rabbini inkâr et deseler, o kimse inkâr etmez ve kalbine aslâ şek getirmezse işte onun îmânı, îmân-ı hakîkîdir (Kutbüddîn-i İznikî)

ŞEKÂVET:
Kâfir veya fâsık olma, cehennemlik olma Seâdetin zıddı
Şekâvetin alâmeti dörttür: Geçmiş günâhları unutmak; hâlbuki onlar Allahü teâlânın yanında muhâfaza edilmektedir Geçmiş iyilikleri zikretmek (söylemek) ; hâlbuki kabûl edilip edilmediğini bilmiyor Dünyâda kendinden üstüne bakmak Dinde kendinden aşağısına bakmak Hâlbuki Allahü teâlâ "Ben onu istedim, o ise beni terk etti Ben de terk ederim" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Münebbihât)
Seâdet ve şekâvet, Allahü teâlânın iki hazînesi gibidir Birinci hazînenin anahtarı, tâat (Allahü teâlânın beğendiği şeyler) ve ibâdettir İkinci hazînenin anahtarı, ma'siyet, yâni günâhlardır (Şerefüddîn Ahmed Münîrî)

ŞEKÛR (Eş-Şekûr):
1 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Îmân ehli, Adn adlı Cennetlere girerler Orada altın bilezikler ve inci ile süslenecekler Elbiseleri de ipektir Ehl-i Cennet, bu nîmetleri görünce derler ki: "Geçim ve âkıbet derdini bizden gideren Allah'a hamd olsun Gerçekten Rabbimiz Gafûr'dur, Şekûr'dur" (Fâtır sûresi: 33,34)
"Lâ ilâhe illallah" diyenler için, mezârlarında vahşet (yalnızlık) , mahşer meydanında dehşet (korku) yoktur Sûr'un üflenmesi ânında başlarından toprakları nasıl silkerek kalktıklarını sanki görür gibiyim Hüznü bizden gideren Allah'a hamdederiz Muhakkak ki bizim Rabbimiz gafûr (pekçok mağfiret edici, bağışlayıcı) ve şekûrdur (Hadîs-i şerîf, Taberânî)
Eş-Şekûr ism-i şerîfini söyleyenin vücûduna âfiyet gelir, sıhhat ve selâmete kavuşur Geçimi bollaşır (Yûsuf Nebhânî)
2 Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'nun rızâsını kazanmak için çok gayret gösteren
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Şüphesiz ki bunda (Sebe' halkının hikâyesinde; günahları, nefislerinin arzû ve isteklerini yapmamaya, şehvetlerine uymamaya, ibâdet ve tâatları yapmanın meşakkatine, belâ ve musîbetlere) çok sabreden (bütün hâllerde ve vakitlerde Allahü teâlânın lutf ettiği nîmetlere) , şekûr olan herkes için, elbette ibretler vardır (Sebe' sûresi: 19)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ayakları şişinceye kadar namaz kılardı Eshâb-ı kirâm, "Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ senin gelmiş geçmiş bütün günâhlarını affetmiştir" dediklerinde; "Şekûr bir kul olmayayım mı?" buyurdu (Müslim)

ŞEMÂİL-İ ŞERÎFE:
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin mübârek ahlâk ve âdetleri
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin şemâil-i şerîfelerini Eshâb-ı kirâmdan Ebû Saîd-i Hudrî şöyle anlatmıştır: "Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, hayvana ot verirdi Deveyi bağlardı Evini süpürürdü Koyunun sütünü sağardı Ayakkabısının s öküğünü dikerdi Çamaşırını yamardı Hizmetçisi ile birlikte yerdi Hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca, ona yardım ederdi Pazardan satın aldığı şeyleri torba içinde eve getirirdi Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, önce selâm verirdi Bunlarla müsâfeha etmek için, mübârek elini önce uzatırdı Köleyi, efendiyi, beyi, siyahı ve beyazı bir tutardı Her kim olursa olsun, çağrılan yere giderdi Önüne konulan şeyi; az olsa da, hafif, aşağı görmezdi Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama yemek bırakmazdı Güzel huylu idi İyilik etmesini severdi Herkesle iyi geçinirdi Güler yüzlü, tatlı sözlü idi Söylerken gülmezdi Üzüntülü görünürdü Fakat, çatık kaşlı değildi Aşağı gönüllü idi Fakat, alçak tabîatli değildi Heybetli id i Yâni saygı ve korku hâsıl ederdi Fakat kaba değildi Nâzik idi Cömerd idi Fakat isrâf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi Herkese acırdı Mübârek başı hep önüne eğikti Kimseden bir şey beklemezdi Saâdet, huzûr isteyen O'nun gibi olmalıdır" (İmâm-ı Gazâlî)

ŞEMÂTET:
Başkasına gelen belâya, zarâra sevinmek
Din kardeşinize şemâtet etmeyiniz Şemâtet ederseniz, Allahü teâlâ belâyı ondan alır, size verir (Hadîs-i şerif-Berîka)
Zâlimin zulmünden, şerrinden kurtulmak için, onun ölümüne sevinmek şemâtet olmaz (Muhammed Hâdimî)
Düşmanın başına gelen ölümden başka belâlara sevinmek şemâtet olur Hele belâların gelmesine kendisinin sebeb olduğunu düşünerek sevinmek, meselâ duâsının kabûl olduğuna sevinmek daha fenâdır (Mekhûl eş-Şâmî)

ŞEMS SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin doksan birinci sûresi
Şems sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) On beş âyet-i kerîmedir Birinci âyette geçen ve güneş mânâsına gelen şems kelimesi sûreye isim olmuştur Sûrede; Allahü teâlânın insan nefsine iyilik ve kötülük işleme kâbiliyeti verdiği, bu yüzden de kötülükl erden arınan nefsin kurtuluşa ereceği, kötülüklerle kirlenen nefsin ise, zarâra, ziyâna uğrayacağı ve Sâlih aleyhisselâmın kıssası bildirilmektedir (İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî)
Allahü teâlâ Şems sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Nefsini tezkiye eden (kötülüklerden arındıran) kurtuldu Nefsini günâhta, cehâlette, dalâlette bırakan ziyân etti (Âyet: 9)
Kim Şems sûresini okursa, güneşin ve ayın üzerine doğduğu her şeyi sadaka vermiş gibi sevâb verilir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

ŞEMSÎ SENE:
Güneş senesi Yer küresinin güneş etrâfında bir devir yaptığı (bir kere döndüğü) sene 365242 vasatî güneş günü
Başlangıç zamânına göre Mîlâdî ve Hicrî olmak üzere, iki türlü sene kullanılmaktadır Mîlâdî sene, Îsâ aleyhisselâmın doğum günü zannedilen zamandan başlar ise de, Fransa kralı dokuzuncu Şarl, 1563 senesinde, yılbaşının Ocak'tan başlamasını emretmişt ir Hicrî sene, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin Medîne'ye hicret ettiği seneden başlamaktadır Hicrî şemsî senenin başlangıcı ise Resûlullah efendimizin Medîne'ye girdiği Eylül ayının yirminci Pazartesi günüdür (M Sıddîk Gümüş)
Muharrem ayının birinci gecesi, müslümanların kamerî yılbaşı gecesidir Müslümanların şemsî yılbaşı gecesi ise, efrencî Eylül ayının yirminci gecesidir (M Sıddîk Gümüş)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla