Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #7
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



TASDÎK:
Kabûl etmek, inanmak, doğrulamak
Îmân; Peygamber efendimizin Allahü teâlâdan getirdiklerinin hepsini kalb ile tasdîk, dil ile ikrâr etmek, söylemektir (İmâm-ı a'zam)
Haram işlememek ve bütün ahkâm-ı İslâmiyyeyi (İslâmiyet'in hükümlerini) yerine getirmek, çok kolaydır Kalbi bozuk olana güç gelir Evet, birçok işler vardır ki, sağlam insanlara kolaydır Hastalara ise güçtür Kalbin bozuk olması, şerîate (İslâmiyet 'e) tamam inanmaması demektir Bu gibi insanlar inandım dese de, hakîkî tasdîk değildir Laf ile tasdîktir Kalbde hakîkî tasdîkin, doğru îmânın bulunmasına bir alâmet, İslâmiyet'e uymak, emirleri yaparken kolaylık duymaktır (İmâm-ı Rabbânî)
Bu dünyâ nîmetleri geçici ve aldatıcıdır Bugün senin ise, yarın başkasınındır Âhirette ele girecekler ise sonsuzdur ve dünyâda iken kazanılır Bu birkaç günlük hayat, eğer dünyâ ve âhiretin en kıymetli insanı olan, Muhammed aleyhisselâma tâbi olara k geçirilirse, ebedî seâdet, kurtuluş umulur Yoksa O'nu tasdîk edip, tâbi olmadıkça, her şey boşunadır O'na uymadıkça her yapılan hayr, iyilik, burada kalır, âhirette ele birşey geçmez (S Abdülhakîm Arvâsî)

TASFİYE:
Temizleme, parlatma Kalbi iyi hasletlerle süsleme
Nefs tezkiye edilince, yâni nefs kötü isteklerinden kurtarılınca kalb tasfiye bulur (İsmâil Ferrûh)
Seyr ve sülûktan (yâni tasavvuf yolunda ilerlemekten) ve nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye etmekten maksad; mânevî âfetleri gidermek, kalbi hastalıklardan kurtarmaktır (İmâm-ı Rabbânî)
Kalbin tasfiyesi, dînimizin emir ve yasaklarına uymakla ve sünnetlere yapışmakla ve bid'atlerden (Peygamber efendimiz zamânında olmayıp, dinde sonradan ortaya çıkarılıp, ibâdet olarak yapılan şeylerden) kaçmakla ve nefse tatlı gelen şeylerden sakınma kla olur (İmâm-ı Rabbânî)

TASHÎH:
Düzeltme
Âkıl ve bâliğ (ergenlik, evlenecek yaşa gelen erkeğin ve kadının birinci vazîfesi, îtikâdını (îmânını) Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği şekilde tashîh etmesi ve bunlara uygun olarak yaşamasıdır (Ahmed Fârûkî)
Hoca, talebesinin hatâlarını yerinde ve zamânında tashîh etmeli, onun yanlış şeyleri öğrenmesine fırsat vermemelidir (İmâm-ı Gazâlî)

TASNİF:
1 Bir âlimin, te'lif etmeden, kendi usûlünce daha önce benzeri olmayan bir kitâb yazması
Kalb ve rûh ilimlerinin mütehassısları ya kitab tasnif ederler veya te'lif ederler Tasnif çok zamandan beri dünyâdan kalktı Yalnız te'lif kaldı Fakat İmâm-ı Rabbânî'nin yazıları doğrusu tasniftir Te'lif değildir (Muhammed Hâşim-i Keşmî)
İmâm-ı a'zam, İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı Rabbânî gibi büyük İslâm âlimlerinin eserleri tasniftir (Abdullah-ı Dehlevî)
2 Hadîs ilminde tedvîn edilen yâni toplanıp bir araya getirilen hadîs-i şerîflerin konularına ayrılması, kitablara geçmesi
Hadîs-i şerîflerin tedvîn ve tasnifi, Emevî halîfesi Ömer ibni Abdülazîz'in Medîne vâlisine yazdığı emirle başladı (İbn-i Salâh, Hatîb-i Bağdâdî)

TASVÎR:
Kâğıda, kumaşa, duvara ve başka yerlere canlı ve cansız resimleri yapmak veya bu şekilde yapılan resimler
Hazret-i Âişe rivâyet ediyor (naklediyor): Odama, üzerinde tasvirler bulunan ince bir perde takmıştım Resûlullah sallallahü aleyhi ve selem, seferden dönünce, perdeyi gördü ve birden rengi değişti Daha sonra eliyle çekip çıkardı ve; "Kıyâmet günü en çok azâb görenler, Allahü teâlânın yarattığına benzeterek tasvîr yapanlardır" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim)
Tasvîre tapınmak, onların fâide ve zarar yapacaklarına inanmak, şirk (Allahü teâlâya ortak, eş koşmak) çeşitlerinden biri olur (Tahtâvî)

TATLÎK:
Boşama, talak verme (Bkz Talak)

TÂÛN:
Vebâ
Tâûn olan yere girmeyiniz ve Tâûn olan bir yerden başka bir yere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Tâûn hastalığı bulunan yerden kaçmak, muhârebede kâfir karşısından kaçmak gibi büyük günâhtır (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Tâûn eski ümmetlere azâb olarak gönderildi Bu ümmet için şehîd olmaya sebebdir (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Tâûn bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebeb, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar Tâûn olan yerde kirli hava (mikroplu hava, tâûn basilleri) herkesin içine yerleşince kaçanlar hastalıktan kurtulmaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar (İmâm-ı Gazâlî)
Daha önce, İsrâiloğulları zinâ etmeye başladı Cenâb-ı Hak tâûn hastalığını musallat eyledi Tâûndan yirmi dört bin kişi öldü (Harputlu İshâk Efendi)
Tâûn gelince kızmamalı, üzülmemelidir Allahü teâlâya sığınmalı, âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, O'na yalvarmalıdır Allahü teâlâ duâ edenleri, sıhhat ve selâmet isteyenleri sever (Ahmed Fârûkî)

TAVÂF:
Kâbe-i muazzamanın etrâfında Hacer-i esvedin bulunduğu köşeden başlamak sûretiyle Kâbe sola alınarak yedi defâ dolaşmak Tavâf edene tâif; Kâbe etrâfında tavâfa mahsûs mahalle (yere) metâf denir
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Şüphe yok ki Safâ ile Merve Allahü teâlânın şeâirinden (Allahü teâlâya ibâdet etmeye vesîle olan nişâneler, alâmetler) dir İşte kim o Beyti (Kâbe'yi) hac veya umre niyetiyle ziyâret ederse, bunları güzelce tavâf etmesinde üzerine bir beis yoktur (Bekara sûresi: 58)
Tavâfta telbiye edilmeyip (Lebbeyk okunmayıp) tekbîr ve tehlîl edilir ve salevât-ı şerîfe okunur Tavâfın belli bir vakti yoktur (M Zihni Efendi)
Haccın farzlarından üçüncüsü; dördü farz, üçü vâcib olmak üzere yedi kere tavâf etmektir Tavâfa niyet etmek de farzdır (İbn-i Âbidîn)
Kâbe'den başka bir câmi etrâfında ibâdet için tavâf edenin kâfir (îmânsız) olmasından korkulur (Tahtâvî)
Her tavâftan sonra Mescid-i Harâm içinde (Kâbe avlusunda) iki rek'at namaz kılmak haccın vâciblerindendir (İbn-i Âbidîn)
Erkeksiz kadın hacca gidemez Giderse, haccı kabûl olur ise de, harâmdır Erkeği ile gidince de, otelde, tavâfta, sa'y'da ve taş atarken erkeklerin arasına karışması harâmdır ve haccın sevâbını giderdiği gibi, büyük günâha girer (Hâdimî)
Tavâf yaparken abdestsiz ve cünüb olmamak, elbise temiz olmak, Hatîm denilen yerin dışından dolaşmak, Kâbe-i muazzama hep sol tarafta kalmak haccın vâciblerindendir (İbn-i Âbidîn)
Tavâf yedi nevidir Birincisi ziyâret tavâfı; ikincisi ömre tavâfı (bu ikisi farzdır); üçüncüsü sünnet olan tavâf-ı kudümdür Dördüncüsü vedâ tavâfı; beşincisi vâcib olan nezr (adak) tavâfıdır Altıncısı tavâf-ı nâfile; yedincisi müstehab olan tatavv û' tavâfıdır (Kudbüddîn İznikî)

Tavâf-ı İfâda:
Hacıların Arafât'tan indikten sonra yaptıkları farz tavâf Tavâf-ı Ziyâret

Tavâf-ı Kudûm:
Mekke-i mükerremeye varınca, yapılan ilk tavâf Buna tahiyye, likâ (kavuşma) tavâfı da denir
Tavâf-ı Kudûm, Âfâkîler için yâni dışardan gelenler için sünnettir (M Zihni Efendi)

Tavâf-ı Nâfile:
Mekke-i mükerremede bulunanların fırsat buldukça yaptıkları tavâf

Tavâf-ı Sadr (Sader):
Hac esnâsında cemrelerin taşlanması bittikten sonra Mina'dan Mekke'ye inildiğinde yapılan tavâf Buna Tavâf-ı vedâ da denilir Hac vazîfeleri bununla sona erer
Âfâkî olan yâni Mîkât denilen yerden daha uzak memleketlerin hacılarının Mekke'den ayrılacağı gün, Tavâf-ı sadr yapmaları haccın vâciblerindendir Âdet gören kadına bu tavâf vâcib değildir (İbn-i Âbidîn, M Zihni Efendi)
Tavâf-ı sadrdan sonra Zemzem suyu içilir Kâbe'nin kapı eşiği öpülür Göğüs ve sağ yanak Mültezem denilen yere sürülür Sonra Kâbe perdesine yapışıp bildiklerini okur ve duâ eder Ağlayarak mescid kapısından dışarı çıkar (İbn-i Âbidîn)

Tavâf-ı Umre:
Umreye niyet edenin yedi defâ yaptığı tavâf
Umre tavâfının dört şavtı (dolaşımı) umrenin rüknündendir

Tavâf-ı Ziyâret:
Hacıların Arafât'tan indikten sonra, Kurban bayramı günlerinde yapılan tavâf Buna ifâda tavâfı da denir
Her hac edene, Tavâf-ı ziyâreti Arafât'tan sonra yapmak farzdır Onun için diğer bir ismi de Tavâf-ı rükündür Haccın farzlarındandır (M Zihni Efendi)

TAVASSUT:
Araya girme, aracılık etme; bir peygamberi veya bir evliyâyı vâsıta kılarak, araya koyarak, bir isteğin yerine gelmesi için Allahü teâlâya yalvarma (Bkz Tevessül, Vesîle)

TA'VÎZ:
Kur'ân-ı kerîmde bildirilen ve Peygamberimizden naklen gelen duâları okumak veya bunları yazıp üzerinde taşımak
Ta'vîz câizdir İnanan, güvenen kimseye fayda verir Ta'vîz, yazılı muska olarak taşınır (İbn-i Âbidîn ve Mevlânâ Osman Sâhib)

TAYERE:
Uğursuzluğa inanmak
İnsan üç şeyden kurtulamaz: Sû'-i zan, tayere, hased Sû'-i zan edince, buna uygun harekette bulunmayınız Uğursuz zan ettiğiniz şeyi, Allah'a tevekkül ederek yapınız Hased ettiğiniz kimseyi hiç incitmeyiniz! (Hadîs-i şerîf-Berîka)

TAYFÛRİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin tasavvuftaki yolu Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin ismi Tayfur olduğu için yolu bu adla anılmıştır
Tarîkatlerin çeşitli isimler alması, başka başka olduklarını göstermez Aynı mürşidin (hocanın) talebeleri, birbirlerini tanımak için bulundukları yola hocalarının ismini vermişlerdirTarîkatler başlıca ikidir: Zikr-i cehrî yâni yüksek sesle zikr yap an tarîkatler ve zikr-i hafî, yâni sessiz zikr yapan tarîkatler Zikr-i hafî hazret-i Ebû Bekr'den gelmiş olup, mürşidlerinin adına göre; Tayfûriyye, Yeseviyye, Medâriyye, (hakîkî olan) Bektâşiyye, Ahrâriyye, Ahmediyye-i müceddidiyyedir (Seyyid Abdülhakîm)
Tayfûriyye yolunun kurucusu olan Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; "Dilini Allahü teâlânın ismini anmaktan başka işlerle uğraşmaktan ve başka şeyler konuşmaktan koru Nefsini hesâba çek İlme yapış ve edebi muhâfaza et Hak ve hukûka riâyet et İbâdetten ayrılma Güzel ahlâklı, merhâmet sâhibi ve yumuşak ol, Allahü teâlâyı unutturacak her şeyden uzak dur ve onlara kapılma!" buyurmuştur (Ferîdüddîn Attâr)

TA'YÎN (Tâyin):
1Bir malın cinsini, miktârını, yerini belli etmek
Alış-verişte bir mal ta'yin edilirse, teayyün eder yâni ta'yin edilen malın kendisini vermek, teslim etmek lâzımdır Benzerini, hattâ iyisini alması için müşteri zorlanamaz (Ali Haydar Efendi)
2 Me'mur etmek, vazîfelendirmek
Hazret-i Ömer halîfeliği zamânında devleti idârî bakımdan bölgelere ayırdıBu bölgelerin herbirinin başına bir vâli tâyin etti Tâyin ettiği vâlilere; "Sizi insanlara tahakküm etmek, saltanat sürmek, zorbalık yapmak için tâyin etmedim Siz hidâyet, d oğru yola götüren rehber olacaksınız Müslümanlar size uyacaktırBunun için müslümanların hukûkunu gözetiniz Müslümanları dövmeyiniz ki, zillete dücâr olmasınlar Onları haksız yere medhetmeyiniz ki şımarmasınlar, kapılarınızı yüzlerine kapatmayınız ki, kuvvetliler zayıfları ezmesinler Kendinizi müslümanlardan üstün görmeyiniz ki, zulme uğramasınlar" diye nasîhat ederdi (İbn-i Sa'd-İbn-i Cevzî)

TAYY-İ MEKÂN:
Mekânı, mesâfeyi katetme, geçme, mesâfelerin dürülmesi Allahü teâlânın izniyle az zamanda çok uzak yerlere gitme
Şeytanın bir anda şarktan garba ulaşması gibi Allahü teâlânın velî kulları da tayy-i mekân ile uzak mesâfeleri bir anda geçip yer değiştirebilirler (Muhammed Üftâde)

TAYY-İ ZEMÂN:
Zamânın dürülmesi Allahü teâlânın izniyle uzun zamanda yapılacak bir işi çok az zamanda yapma
Tayy-i zemân, evliyâda görülen hârikulâde (olağanüstü) hâllerdendir (Abdülazîz ed-Debba')

TAYYİB:
1 Helâl
Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Ey îmân edenler! Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin tayyib olanlarından yiyin! (Bekara sûresi: 172)
Ey îmân edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardıklarımızın en tayyib olanından, Allah yolunda harcayın (zekât ve sadaka verin) (Bekara sûresi: 267)
Yetimlere (rüşdüne gelince, âkıl bâliğ olunca) mallarını verin Tayyib olanı habis olana değişmeyin Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin Çünkü bu, muhakkak büyük bir günahtır (Nisâ sûresi: 2)
2 Temiz
Tarlayı abdestsiz sürmek, tohumunu abdestsiz ekmek; rızkın bereketini, tayyib olmasını giderir (Ahmed Fârûkî)
Yemekte dört farz vardır:Yemeği, rızkı Allah'tan bilmek Yenen yemeğin helal ve tayyib olması Yemek hazm oluncaya kadar, Allahü teâlânın emrinden çıkmamak Yemek hazm oluncaya kadar ondan hâsıl olan kuvvetle, Allahü teâlânın nehyini (yasaklarını, ha ram olan şeyleri) işlememek (Süleymân bin Cezâ)

TAZARRU':
1 Kendini alçaltarak, aşağı görerek, Allahü teâlâya yalvarma
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Rabbinize tazarru' ederek ve gizlice duâ edin (A'râf sûresi: 55)
Sabah ve akşam, içinden tazarru' ederek ve (Allahü teâlânın azâbından) korkarak, yüksek olmayan bir sesle Rabbini (Kur'ân-ı kerîm okuyarak, duâ ederek ve zikrederek) an! (A'râf sûresi: 205)
Her günâhı yaptıktan sonra, pişmanlık duyarak, günâhının bağışlanması için, Allahü teâlâya tazarru' etmelidir Çünkü Allahü teâlânın gazâbı günahlar içinde saklıdır Allahü teâlâ pek kuvvetli, herkese gâlib ve intikâm alıcıdır (İmâm-ı Gazâlî)
2 Tövbe etmek
(Yâ Muhammed!) Andolsun ki biz, senden önceki ümmetlere peygamberler gönderdik (Onlar, peygamberlerini tekzîb ettiler, yalanladılar, dinlemediler de) biz onları, belâ, şiddet, fakirlik ve hastalıklarla yakaladık (cezâlandırdık) Umulur ki, (onlar) tazarru' ederler (En'âm sûresi: 42)
Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, az güler, çok ağlardınız ve dağlara çıkar, göğüslerinizi döver ve Rabbinize tazarru' ederdiniz (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb)

TA'ZÎM:
Hürmet ve saygı gösterme, üstün tutma
Allahü teâlâ, beni size peygamber gönderdi İnanmadınız Ebû Bekr inandı Bana malı ile, canı ile yardım etti Onu hiç incitmeyin ve ona hürmet ve ta'zîm edin (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Allahü teâlânın emirlerini ta'zîm etmek ve O'nun yarattıklarına acımak lâzımdır (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Allahü azîm-üş-şânın evliyâsını ve enbiyâsını ve ulemâsını, bunların sözlerini ve fıkıh kitablarını ve fetvâları ta'zîm etmeyip tahkîr etmek (aşağılamak), küfürdür yâni îmânın gitmesine sebeb olur Kâfirlerin dînî âyinlerini beğenmek ve zarûret yok i ken zünnâr kuşanmak ve küfür alâmetlerini kullanmak ve bunları sevmek küfürdür (Muhammed İznikî, Yûsuf Sinânüddîn)

TA'ZÎR:
Suça ve şahsa göre değişen tenbîh (uyarma), ihtâr, tekdîr ve dövmek gibi cezâlarla cezâlandırma
Müslümanları dili ve eli ile haksız inciten ta'zîr olunur (Molla Hüsrev)
Ramazan ayında özürsüz açıkça oruç yiyen bir müslüman, fıskını (günâhını) îlân ettiğinden hükûmet tarafından ta'zîr edilir Gizli yerse bunun cezâsı ve keffâreti Kur'ân-ı kerîmde bildirildiği gibidir (Halebî)
Harâm işleyeni görünce gadaba gelmek (öfkelenmek) iyidir Din gayretinden ileri gelir Fakat kızınca, aklın ve İslâmiyet'in dışına taşmamak lâzımdır Ona kâfir, münâfık, deyyus ve diğer fuhuş gibi çirkin şeyler söylemek harâm olur Söyleyenin ta'zîr edilmesi lâzım olur Haram işleyeni görenin buna câhil veya ahmak demesine izin verilmiş ise de, yumuşak tatlı söyleyerek nasîhat vermek iyi olur Haram işleyeni hükûmet me'mûrunun, polisin güç kullanarak men etmesi lâzımdır Devlet me'muru yoksa, gü cü yetenin de men etmesi, ta'zîr etmesi lâzım olur Ölüm, evini yıkmak cezâları ancak hükûmet ve hâkim tarafından verilir (M Hâdimî)

TA'ZİYE:
Ölen kimsenin yakınlarına sabır, ölene rahmet dileme
Resûlullah sallallahü aleyhi ve selem Eshâb-ı kirâmdan (arkadaşlarından) Mu'âz bin Cebel'e yazdırdığı ta'ziye mektûbunda buyurdu ki:
Allahü teâlâ sana selâmet versin! O'na hamd ederim Herkese iyilik ve zarar, yalnız O'ndan gelir O dilemedikçe kimse kimseye iyilik ve kötülük yapamaz
Allahü teâlâ, sana çok sevâb versin Sabretmeni nasîb eylesin! Nîmetlerine şükr etmeni ihsân eylesin!
Muhakkak bilmeliyiz ki, kendi varlığımız, mallarımız, Allahü teâlânın sayısız nîmetlerinden, tatlı ve faydalı ihsânlarındandır Bu nîmetleri, bizde sonsuz kalmak için değil, emânet kullanmak, sonra geri almak için vermiştir Bunlardan belli bir zaman da faydalanırız Vakti gelince, hepsini geri alacaktır
Allahü teâlâ nîmetlerini bize vererek sevindirdiği zaman, şükretmemizi, vakti gelip geri alarak üzüldüğümüz zaman da, sabretmemizi emreyledi Senin bu oğlun, Allahü teâlânın tatlı, faydalı nîmetlerinden idi Geri almak için emânet bırakmıştı Seni, o ğlun ile faydalandırdı Herkesi imrendirecek şekilde sevindirdi, neşelendirdi Şimdi, geri alırken de, sana çok sevâb, iyilik verecek, acıyarak, doğru yolda ilerlemeni, yükselmeni ihsân edecektir Bu merhâmete, ihsâna kavuşabilmek için sabretmeli, O'nun yaptığını hoş görmelisin! Kızar, bağırır, çağırırsan, sevâba, merhâmete kavuşamazsın ve sonunda pişmân olursun İyi bil ki, ağlamak, sızlamak, derdi belâyı geri çevirmez Üzüntüyü dağıtmaz! Kaderde olanlar başa gelecektir Sabretmek, olmuş bitmiş şeye kızmamak lâzımdır
Allahü teâlâ hepinize selâmet versin! Âmîn (Hilyet-ül-Evliyâ)
Meyyit (cenâze) sâhiblerinden büyük, küçük erkeklere ve yaşlı kadınlara rast gelince, ta'ziye etmek, sabır tavsiye etmek müstehabdır Ta'ziye için; "A'zamallahü ecrek ve ahsene ezâek ve gafere li meyyitik" denir ki; "Allahü teâlâ, sevâbını, dereceni arttırsın ve güzel sabır etmeni nasîb eylesin ve meyyitin günâhlarını affeylesin" demektir (Seyyid Abdülhakîm)
Üç günden sonra ta'ziye yapmak mekruhtur Ancak uzakta olanlar ve yakın olup da, geç haber alanlar için mekrûh olmaz İki kerre ta'ziye etmek de mekruhtur Kabir başında ve meyyit sâhiplerinin kapılarında da ta'ziye mekrûhtur Ta'ziye, mektub ile de olur (Seyyid Abdülhakîm)

TAZMÎN:
Sebeb olunan zarar ve ziyânı ödeme
Çeşitli kimselerden aldığı haram malları birbirleri ile veya kendi helâl malı ile yâhut kendinde emânet bulunan mallar ile karıştırırsa ve bunları birbirlerinden kolayca ayıramazsa, bu karışımlar kendi mülkü olur Bu karışımlara mülk-i habîs (temiz o lmayan) denir Haram malları ayırabilirse kendilerini, sâhiplerine veya bunların vârislerine (mîrâsçılarına) vermesi, ayıramaz ise tazmîn etmesi lâzım olur Tazmînden sonra habîs (pis) karışımı kullanması mubâh olur (ve zekâtını vermesi lâzım olur) Sâhibini bildiği hâlde, tazmîn etmeden evvel kullanamaz ve sadaka ve hediye veremez ve zekât nisâbına katması lâzım olmaz Sâhiplerini vârislerini bilmiyorsa, haram malın ve habis karışımın hepsini sadaka vermesi vâcib olur Sâhibi sonra ortaya çıkarsa, kendisine tazmîn etmesi de lâzım olur (İbn-i Âbidîn)

TEADDÜD-İ ZEVCÂT:
Birden fazla kadınla evlenmek; poligami
Şunu iyi bilmelidir ki, İslâm dîni teaddüd-i zevcât'ı emretmemiş, ancak izin vermiştir Yâni teaddüd-i zevcât farz değil, sünnet de değil ancak mübahtır, dinde izin verilen bir husustur Kadını boşamak ve teaddüd-i zevcât İslâm dîninde vâcib değildir Mendûb da değildir İhtiyâç olduğu zaman izin verilmiştir Erkekler teaddüd-i zevcât yapmaya emrolunmadıkları gibi, kadınlar da bunu kabûl etmeye mecbûr değildirler (M Sıddîk Gümüş)
İslâm düşmanlarının ve Avrupalıların müslümanlığa ve müslümanlara saldırmalarının sebeplerinden biri de teaddüd-i zevcâttır Halbuki müslümanlar dörde kadar kadınla evlenirken, Avrupalılar sayısız kadın ve metreslerle düşüp kalkıyorlar Ayrıca İslâmi yet teaddüd-i zevcât için şartlar koymuştur Bu şartları herkes yerine getiremez Bunun içindir ki, müslüman erkeklerin birden fazla evlenmesi sınırlıdır Zâten teaddüd-i zevcât bir emir değil, şartlara bağlı bir izindir Teaddüd-i zevcâtın yasak olduğu yerlerde, fuhşun, zinânın çoğaldığı görülmektedir (M Sıddîk Gümüş)
İslâmiyet'i incelerken, teaddüd-i zevcât bahsini buldum Yaptığım incelemeler netîcesinde anladım ki, İslâmiyet'ten önce Arabistan'da her erkek istediği kadar kadınla birlikte yaşıyor ve onlara karşı hiçbir mes'ûliyeti bulunmuyordu İslâm dîni, kadın ın sosyal mevkiini ıslâh etmek ve düzeltmek için bir erkeğin alabileceği kadın miktârını çok azaltmış ve ona bu kadınlara bakmağı, aralarında adâleti te'min etmeği, onlardan ayrılırsa, kendilerine tazmînât vermeyi emretmiştir Kimsesiz kalan kadınlar da teaddüd-i zevcât sâyesinde bir âileye, o âilenin bir ferdi gibi katılabiliyor, bir esir muâmelesi görmüyorlardı Ayrıca şartlarını yerine getiremeyecek erkekler için teaddüd-i zevcât haramdır İkinci Cihân Harbi bittiği zaman İngiliz radyosunda Dear Sir adlı proğramda bir zavallı İngiliz kadınının "Genç bir kadınım Kocamı harbde kaybettim Şimdi kimsesiz kaldım Korunmaya ihtiyâcım var İyi huylu bir adamın ikinci karısı olmaya ve birinci karısını başımda taşımaya râzıyım Yeter ki bu yalnı zlıktan kurtulayım" diye yalvardığı ve feryâd ettiği hatırıma geldi Bu da gösteriyor ki, İslâm'da teaddüd-i zevcât bir ihtiyâcı karşılamak içindir Bu bir emir değil, ancak bir izindir (Bayan Maviş B Jolly)

TEAKKUL:
Aklı kullanarak, lüzumlu şeyleri öğrenirken, her şeyin haddini, sınırını aşmamak, yâni lüzumlu olanı terk etmemek, lüzûmsuz olanla meşgûl olmamak, bunlarla vakit öldürmemek
Hikmetten (ilimden) yedi şey meydana gelir: 1)Zekâ, 2)Sür'ât-ı selim, yâni ihtiyâc olunca, lâzım olan şeyi hemen anlama, 3)Zihin açıklığı, istediği şeyleri çabuk anlamak, elde etmek, 4)Dikkat, 5)Teakkul, 6)Tehaffuz yâni unutmamak, rûhun anladığı şeyl eri unutmaması, 7)Tezekkür, hâfızadaki bilgileri istenilen zamanda hatırlamaktır (Ali bin Emrullah)

TEÂLÂ VE TEKADDES:
Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında: "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına hürmet, saygı ifâdesi
Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerine hamdolsun O'nun seçtiği kullarına selâm olsun Sevgili oğlum! Fırsat ganîmettir Yâni, zaman çok kıymetlidir Bu kıymetli zamanları faydasız şeylere sarfetmemelidir Allahü teâlâ ve tekaddesin râzı olduğu, beğen diği şeyleri yapmakla geçirmelidir Beş vakit namazı, dünyâ işlerini düşünmeyerek ve cemâatle kılmalıdır Ta'dil-i erkâna (şartlarına) uygun olarak kılmaya dikkat etmelidir Teheccüd (gece) namazını kaçırmamalıdır Seher vakitleri istiğfâr (tövbe) et melidir Gafletten, nefse uymaktan lezzet almamalıdır Dünyânın geçici lezzetlerine aldanmamalıdır Ölümü hatırlamalı, âhiretin dehşet ve şiddetini göz önüne getirmelidir (İmâm-ı Rabbânî)

TEÂMÜL:
İ'tiyâd, alışkanlık olarak yapılagelen şey (Bkz Örf ve Âdet)

TEASSUB (Taassub):
Haksız yere düşmanlık etmek, inadcılık etmek; kendi yanlış fikrine körü körüne bağlanıp başkalarının doğru fikrini kabûl etmeme
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Eshâb-ı kirâmı (arkadaşları) Resûlullah'ın huzûrunda oturmakla, O'nun mübârek sözlerini işitmekle; teassub, mevki arzûsu ve dünyâya düşkün olmak, hepsinin kalblerinden sıyrılmış gitmişti Hırs, kin ve kötü huydan kurtulmuş, tertemiz olmuşlardı ( Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Mezhebsizler bir mezhebi taklîd eden müslümanları kötülemek için ilmî kelimelere yanlış mânâ vererek iftirâ ediyorlar Meselâ mezheb bilgilerini açıklamaya ve bunları isbât etmeye teassub diyorlarTeassub, mezheb kavgalarına sebeb oldu diyorlar Hâlb uki İslâm âlimlerine göre bir mezhebe bağlanmak, Peygamber efendimizin sünnetine ve dört halîfenin sünnetlerine uygun olduğunu savunmak, teassub değildir Bunun aksini yapmak teassub olur Dört mezhebi taklîd edenler hiçbir zaman böyle teassub yapmad ı Hiçbir asırda mezheb teassubu olmadı (M Sıddîk Gümüş)

TE'ÂTÎ:
Yalnız bir taraftan veya her iki taraftan teslim etmekle yapılan alış-veriş
Satıcı, bu malı bin liraya sana sattım dese, müşteri dahi bir şey söylemeden alsa, bu te'âtî yoluyla câiz olur Satıcı malı verse, müşteri de parasını verse, ikisi de hiçbir şey söylemese, alışveriş yine câiz olur (İbrâhim Halebî)

TEAYYÜN:
Alış-verişte söz kesilirken tâyin (belli) edilen malın, belli olarak kalması
Teayyün eden malın kendisini vermek lâzımdırBenzerini hattâ daha iyisini alması için müşteri zorlanamaz ( Hamza Efendi)

Teayyün-i Evvel:
İlm-i ilâhîde ilk teayyün, zuhûr, ortaya çıkış
Peygamberlerin ve meleklerin bütün vilâyetleri, teayyün-i evveldedir (Muhammed Bâkî-billah)

Teayyün-i İmkânî:
İnsanın hakîkati olan teayyün-i vücûbîsinin zılli yâni görüntüsü Ehlullah (evliyâ) kendi yaratılışlarına, güçlerine göre tasavvuf mertebelerine kavuşmakta birbirlerinden çok ayrıdırlar Evliyâ arasında Allahü teâlânın ismine kavuşanlar pek azdır Ço ğu bu ismin teayyün-i imkânîsine kavuşmuştur (İmâm-ı Gazâlî)

Teayyün-i Vücûbî:
Bir şeyin, insanın hakîkati
Îsâ aleyhisselâm gökten inerek, âhir zaman Peygamberinin dînine uyunca, onun teayyün-i vücûbisi kendi makâmından yükselerek, ona uyduğu için, hakîkat-i Muhammedî'nin makâmına gelir O'nun dînini kuvvetlendirir (İmâm-ı Gazâlî)

Teayyün-i Vücûdî:
Varlıkta meydana gelme, hâsıl olma
Teayyün-i ilmî, teayyün-i vücûdîden evveldir ve onun husûsiyetlerinden bir husûsiyettir (İmâm-ı Rabbânî)

TEBÂREKE SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin altmış yedinci sûresi (Bkz Mülk Sûresi)
Ey oğul! Yatacağın zaman, Tebâreke sûresini oku Peygamberimiz aleyhisselâm buyurdu ki: Yatarken Tebâreke sûresini okumadan yatma Zîrâ ölürsen kabirde sana yoldaş olur Her gece Tebâreke sûresini okuyan kimse, Kadr gecesini ihyâ etmiş gibi sevâbına nâil olur, kavuşur (Süleymân bin Cezâ)
Mü'minlerden dokuz kimseye de kabir süâli olmaz:Şehîd, düşman karşısında nöbette iken ölen, vebâ, kolera gibi bulaşıcı hastalıktan ölen, böyle hastalıklar yayıldığı zaman kaçmayıp sabrederek başka sebeble ölen, sıddîklar, bâliğ olmayan çocuklar, Cumâ günü ve gecesi ölenler Her gece Tebâreke ve Secde sûresini okuyanlar ve ölüm hastalığında İhlâs sûresini okuyanlara kabir süâli olmaz (Muhammed bin Alkamî)

TEBÂREKE VE TEÂLÂ:
Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında ve yazıldığında, söylenen ve yazılan, "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına ta'zîm ve hürmet ifâdesi
Allahü tebâreke ve teâlâ lutf ederek, acıyarak kullarına çok şeyleri mubâh etmiş, izin vermiştir Rûhu hasta, kalbi bozuk olduğu için, mubâhlarla doymayıp bitmez tükenmez mubâhları bırakıp, İslâmiyet'in hudûdundan dışarı taşarak şüpheli ve harâmlara uzananlar, ne kadar bedbaht ve zavallıdır Âdet üzere alışkanlık ile namaz kılan ve oruç tutan çoktur Fakat İslâmiyet'in hudûdunu gözeten haram ve şüphelilere düşmemeye dikkat eden pek azdır Doğru ve hâlis ibâdet edenleri âdet üzere bozuk ibâdet ed enlerden ayıran fark, Allahü teâlânın emirlerini gözetmektir (İmâm-ı Rabbânî)

TEBASBUS:
Bir menfaate kavuşmak veya bir zarardan korunmak için tevâzu göstermek, yaltaklanmak
Dünyâ rütbelerinde kendinden aşağı olanlara büyüklük göstermemek tevâdûdur Çünkü eline geçenler, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânıdır Kendi elinde bir şey yoktur Mevki ve servet sâhiblerinin tevâdû' göstermeleri iyi olur Sevâb olurTebasbus günâhtı r Dilencilerin tevâdûları böyledir (Ali bin Emrullah)

TEBBET SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yüz on birinci sûresi
Tebbet sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Beş âyettirTebbet, kurusun mânâsında bedduâdırSûre, Ebû Leheb hakkında inmiştir (İbn-i Hişâm, İbn-i Abbâs)
Tebbet sûresinde meâlen buyruldu ki:
Ebû Leheb'in iki eli kurusun (zâten) kurudu (helâk oldu ya) Ona, ne (babasından mîras kalan) malı, ne kazandığı fayda vermedi O yakında alevli bir ateşe girecek, karısı da odun hammalı olarak, boynunda bükülmüş bir ip de olduğu hâlde (Âyet: 1-5)
Kim Tebbet sûresini okursa, umarım ki, Allahü teâlâ onunla Ebû Leheb'i bir yerde birleştirmez (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
Siyâsete karışmış olan din adamlarından Hüsâmeddîn Peçeli, tefsirinde bilhassa Tebbet sûresinin ittihâdcıları methettiğini yazmaktadır (M Sıddîk Gümüş)
Resûlullah efendimizin mübârek kerîmeleri Rukayye çok güzel idi Ebû Leheb'in oğlu Utbe'ye nikâh edildi Tebbet sûresi gelince, Utbe düğünden önce boşadı Vahy gelerek hazret-i Osman'a nikâh edildi (Nişâncızâde)

TEBCÎL ETMEK:
Ta'zîm, hürmet etmek ve saygı göstermek
Kâfirlere (müslüman olmayanlara) ancak iş düştüğü zaman selâm verilebilir Kâfiri tebcîl etmek için selâm verenin ve kâfiri ta'zim edenin, kıymet verenin, meselâ üstâdım gibi sözlerle saygı gösterenin îmânı gider (İbn-i Âbidîn)

TEBE-İ TÂBİÎN:
Peygamber efendimizin Eshâbını gören ve sohbetinde bulunmakla Tâbiîn denen büyükleri görmekle şereflenenler (Bkz Tâbiîn)
Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînin toplam zamânı yaklaşık iki yüz yıldır Bu devir, Resûlullah efendimiz tarafından övülmüştür (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Namazın, husûsî hareketleri yapmak ve husûsî şeyler okumak olduğu, Peygamber efendimiz tarafından bildirilmiş, kendisi de böyle kılmıştır Eshâb-ı kirâmın Tâbiîn'e, onların da Tebe-i tâbiîne bildirdikleri bu husûslar her asırda bulunan İslâm âlimleri tarafından bizlere kadar gelmiştir (İmâm-ı Rabbânî)
Tebe-i tâbiînden olan ve zamânında, Kûfe'nin en çok ibâdet edeni diye tanınan Muhammed bin Nadr el-Hârisî buyurdu ki: "İlmin evveli sükûttur Sonra onunla uğraşmaktır Sonra ezberlemek, sonra onunla amel etmek, sonra da başkalarına öğretmektir"
Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Süfyân bin Uyeyne hazretleri buyurdu ki: "Allahü teâlâyı seven, Allahü teâlânın sevdiklerini de sever Allahü teâlânın sevdiklerini seven, cenâb-ı Hakk'ın rızâsı için sever"

TEBERRÎ:
Uzaklaşmak, uzak durmak
Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır Teberrî etmedikçe, tevellî (dostluk, yaklaşma) olmaz Kalbde îmân bulunduğuna alâmet, küfürden teberrî etmek, kaçınmaktır ve kâfirlikten, kâfirlere mahsus şeylerden, meselâ bel ine zünnâr bağlamak ve bunun gibi kâfirlik alâmeti olan şeyleri kullanmaktan sakınmaktır Küfürden teberrî etmek, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmemektir (İmâm-ı Rabbânî)
Her akşam yatarken tecdîd-i îmânda bulunmalı ve "İslâm dînine muhâlif (aykırı, uymayan) herşeyden teberrî ettim" demelidir (Seyyid Abdülhakîm)

TEBERRU':
Bir kimsenin, mecbur ve mükellef (yükümlü) olmadan, herhangi bir şeyi kendi rızâsı ile karşılıksız olarak birisine onun mülkü olacak şekilde vermesi
Teberru' ancak kabz (teslim almak) ile tamâmlanır yâni mülkolur Şöyle ki: Akıllı ve bâliğ (ergenlik, evlenecek yaşta) olan bir kimse, birisine bir şey hibe, hediye veya sadaka olarak verse, o kimse de onları ele geçirip, teslim alsa, kendi mülkü ve onun malı olur Fakat kabzetmedikçe mülkü olmaz (Mecelle ve Ali Haydar Efendi)
Kadının ev işlerini yapması zevcine (kocasına) teberru' ve ihsândır Çok sevâbdır Yapmazsa günâha girmez Zevc bunları zorla yaptıramaz (Abdülganî Nablüsî)

TEBERRÜK:
Bereketlenme, mânen istifâde etme, faydalanma
Ebû Hanîfe ile teberrük ediyorum Her gün mezârını ziyâret ediyorum Zor bir durumda kalınca, onun kabrine gidip iki rek'at namaz kılarım Allahü teâlâya yalvarırım Dileğimi verir (İmâm-ı Şâfiî)
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbâtını teberrük niyeti ile her gün okumalıdır Çünkü insan farkına varmadan kalbden dünyâ sevgisini çıkarır (Abdullah-ı Dehlevî ve Abdülhakîm Arvâsî)

TEBESSÜM:
Gülümseme, kendinin işitmeyeceği şekilde sessiz gülme
Peygamber efendimiz güler yüzlü idi Tebessüm ederek gülerdi Gülerken mübârek ön dişleri görünürdü Güldüğü zaman nûru duvarlar üzerinde ziyâ (ışık) verirdi Ağlaması da gülmesi gibi hafif idi Kahkaha ile gülmediği gibi yüksek sesle de ağlamazdı (Abdullah-ı Dehlevî)
Eshâb-ı kirâm mescid-i şerîfte saf bağlayıp Ebû Bekr-i Sıddîk'ın arkasında sabah namazını kılarken, Peygamber efendimiz mescide girdi Ümmetinin saf saf olup ibâdet ettiklerini gördü Sevinerek tebessüm buyurdu Kendisi de hazret-i Ebû Bekr'e uyup ar kasında namaz kıldı
Rükû ve secdeleri olan namazda kahkaha ile gülmek, namazı da abdesti de bozar Namazda tebessüm, namazı da abdesti de bozmaz (Halebî)

TEBLÎĞ:
Peygamberlerin, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, insanlara eksiksiz ve noksansız olarak bildirmeleri
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Onlar (Peygamberler) Allahü teâlânın insanlara gönderdiklerini tebliğ ederler O'ndan korkarlar Allah'tan başka kimseden korkmazlar (Ahzâb sûresi: 39)
Peygamberler aleyhimüsselâm hakkında bilmemiz vâcib olan sıfatlar yedidir: 1) Emânet (güvenilir olmak), 2)Sıdk (doğruluk), 3) Teblîğ, 4) Adâlet (âdil olmak), 5) İsmet (hiç günah işlememek), 6)Fetânet (diğer insanlardan daha akıllı olmak, 7)Emn-ül-azl (peygamberlikten azl olunmamak, atılmamak) (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem 632 (H10) yılında vedâ haccı denilen son haccı yaptılar Bu sırada vedâ hutbesini îrâd buyurdular Hutbenin sonunda "Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?!" Eshâb-ı kirâm; "Allahü teâlânın dînini tebliğ ettin Vazîfeni yerine getirdin Bize vasiyyet ve nasîhatte bulundun, diye şehâdet ederiz" dediler Bunun üzerine Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, mübârek şehâdet parmağını kaldırarak cemâat üzerine çevirip indirdiler ve; Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab!" buyurdular (İbn-i Hişâm)

TEBŞÎR:
Müjdeleme, sevindirici bir haber ulaştırma
Eğer ölüyü ağzı açık, sanki gülüyor, yüzü gülümsüyor, gözü dahi kırpık gibi görür isen; bilmiş ol ki, o kimse, âhirette kavuşacağı sürûr (sevinç, neş'e) ile tebşîr olunmuştur (İmâm-ı Gazâlî)
Ölen kimse sa'îd yâni Cennetlik ise, bir takım melekler başlarında Cebrâil aleyhisselâm olduğu hâlde, o kimsenin rûhunu alıp, altıncı kat semâyı geçtikten sonra, surâdikat-i celâl denilen, celâl perdelerinin bulunduğu bir makâma varırlar Kimsin diye sorulduğunda; Cebrâil aleyhisselâm, yanımdaki filândır diyerek o kimseyi onun hoşuna gidecek şekilde tanıtır O anda; "Hoş ve safâ geldi Çok istiğfâr edip, çoluk çocuğuna ve sözü geçenlere emr-i ma'rûf yapan (iyiliği emreden), Allahü teâlânın dînini O'nun kullarına öğreten, miskinlere ve darda kalanlara yardım eden sâlih kula ve güzel rûha merhabâlar olsun" denir Sonra meleklerden bir cemâate uğrarlar ki, hepsi onu Cennet ile tebşîr edip, onunla müsâfeha ederler (İmâm-ı Gazâlî)

TEBZÎR:
Malı, İslâmiyet'in ve aklın uygun görmediği yerlere dağıtma, isrâf
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede buyurdu ki:
Akrabâya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver Malını tebzîr etme Çünkü tebzîr edenler, şeytanların kardeşleridir Şeytan ise Rabbine (karşı) çok nankördür (İsrâ sûresi: 26,27)
Tebzîr'in haram olduğu muhakkaktır Kalbin hastalığıdır Kötü bir huydur Dînimizin; hasisliği (cimriliği), isrâftan daha çok kötülemesi, isrâfın cimrilik kadar kötü olmadığını göstermez Hasisliğin daha çok kötülenmesi, insanların çoğu, yaratılıştan , mal biriktirmeği sevdiği içindir (İmâm-ı Birgivî)

TECDÎD-İ ÎMÂN:
Bilerek veya bilmeyerek küfrü gerektiren (îmânı gideren) bir sözü söylemek veya bir işi yapmak yâhut böyle bir şeyi yapmış olma ihtimâli üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözünü; mânâsını bilerek ve inanarak söyleyip, îmânını yenileme, tâzeleme
Lâ ilâhe illallah diyerek tecdîd-i îmân yapınız (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Îtikâdında (inancında) veya sözünde veya işinde küfre (îmânın gitmesine) sebeb olacak bir şey bulunan kimsenin tecdîd-i îmân etmesi lâzımdır (Abdülganî Nablüsî)
Kadın ve erkek her müslümanın, her gün sabah ve akşam tecdîd-i îmân duâsını okuması lâzımdır Zevc ile zevcenin (hanımın) birlikte okumaları iyi olur (Birgivî)
Nikâh yapmadan önce, îmânında şüphe olunan erkeğe ve kıza, îmânın altı şartını ve İslâm'ın beş şartını sormalı, bilmiyorlarsa öğretmeli, ezberden okutmalı ve Kelime-i şehâdet okumalıdırlar Tecdîd-i îmân ettirmeli ondan sonra nikâh yapmalıdır Şâhitl erin de böyle îmânlı olmaları lâzımdır (İbn-i Âbidîn)
Küfre sebeb olan sözü, hatâ ederek yanılarak söyleyenin îmânı ve nikâhı bozulmaz Yalnız tövbe ve istiğfâr yâni tecdîd-i îmân etmesi iyi olur Tecdîd-i nikâh (nikâhı yenilemek) lâzım olmaz (Hâdimî)
Her gün tecdîd-i îmân müstehabtır "Yâ Rabbî! Eğer benden unutarak veya yanlışlıkla ve bilerek küfür ve şirk ve günah ve her ne meydana gelmiş ise ben onların hepsinden dönüp vazgeçtim, pişman oldum Bir dahi yapmamaya söz verdim İslâm dînini kabûl ettim Peygamber efendimiz senin tarafından her ne getirdi ise inandım, kabul ettim Dilim ile söyledim kalbim ile tasdik ettim Hepsi haktır, doğrudur ve gerçektir Eğer söz ve işlerim dîne aykırı ise, ondan da pişman oldum, vazgeçtim" demeli ve Âme ntü duâsını okumalıdır (Ahmed Hilmi Efendi)

TECDÎD-İ NİKÂH:
Nikâhı yenileme, tâzeleme
Erkek veya kadın bir müslüman, âlimlerin sözbirliği ile küfre sebeb olacağını bildirdikleri bir sözün veya işin küfre sebeb olduğunu bilerek, amden (tehdîd edilmeden, istekle) ciddî olarak veya hezl (şaka ve güldürmek) için söyler, yaparsa, mânâsını düşünmese dahi îmânı gider, mürted olur (dinden çıkar) Buna küfr-i inâdî denir Bu şekilde mürted olanın evvelki ibâdetlerinin sevâbları yok olur Tövbe ederse, geri gelmezler Zengin ise tekrar hacca gitmesi lâzım olur Mürted iken kıldığı namazları, oruçları zekâtları kazâ etmez Daha öncekileri kazâ eder Küfr-i inâdî ile mürted olanların nikâhları bozulur, iki şâhit yanında tecdîd-i nikâh yapmaları lâzım olur (Abdülganî Nablüsî)
Tecdîd-i îmân ve tecdîd-i nikâh duâsı şöyledir: "Allahümme innî ürîdü en üceddidel-îmâne ven-nikâha tecdîden bikavli lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah" Câmide cemâatin çok olduğu bir namazın duâsından sonra imâm efendi bunu cemâat ile birlikte okursa, cemâat birbirlerine şâhit olmuş, nikahları da tâzelenmiş olur (İbn-i Âbidîn, Yûsuf Sinânüddîn)

TECELLÎ:
Görünme Kalbde Allahü teâlânın zâtının ve isimlerinin zuhûru
Evliyâ herkes gibi, bir mezhebe tâbi olarak yükselmişlerdir Ahkâm-ı İslâmiyye'ye yapışmak, bir ağaç dikmek gibidir Evliyâya hâsıl olan ilimler, mârifetler, tecellîler keşfler, ve muhabbet-i zâtiyye bu ağacın meyveleri gibidir (Rükneddîn-i Çeştî)
Zât-ı ilâhînin (Allahü teâlânın) tecellîsi bu dünyâda yalnız Muhammed aleyhisselâma nasîb oldu Başkalarına ise âhirette nasîb olacağı bildirildi (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ insanın kalbine tecellî eder Fakat bu tecellî Allahü teâlânın sıfatlarının tecellîsidir (Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî)
Tasavvufta keder ve ümidsizlik yoktur Yalnız sevgi ve tecellîler vardır (Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî)

Tecellî-i Cemâl:
Allahü teâlânın cemâlinin zuhûru
Cennet'te mü'minlerin makbûl olanları, her sabah ve akşam, derecesi aşağı olanlar ise, her Cumâ günü ve kadınlar, dünyâ bayramı gibi yılda birkaç kere tecellî-i cemâl ile şerefleneceklerdir (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Tecellî-i Ef'âl:
Sâlikin, yâni tasavvuf yolcusunun, kulların fiillerini Allahü teâlânın fiilinin zılleri (görüntüleri) olarak görmesi ve bu fiillerin varlığının O'nun fiili ile olduğunu bilmesi Âlem-i Emrin ilk adımında olan tecellîler
Tecellî-i ef'âl sâhibi, her işte arada olan vâsıtaların var olmasının bahâne olduğunu, asıl yapanın Allahü teâlâ olduğunu bilir (Abdülhakîm bin Mustafa)

Tecellî-i Sıfat:
Allahü teâlânın sıfatlarının tecellîsi
Seyyid Nûr'un bir teveccühü (bakması) ile tâliblerin (kendisine talebe olanların) kalbleri zikre başlardı Tecellî-i sıfat hâsıl olurdu (Mazhar-ı Cân-ı Cânân)

Tecellî-i Sûrî:
Zât-ı ilâhînin veya isimlerinin kendilerinin değil, sûretlerinin, görüntülerinin tecellîsi
Başkalarının yolun sonunda kavuştukları ve Hakk-ul yakîn dedikleri, bize yolun başında Tecellî-i sûrî olarak hâsıl olmaktadır (İmâm-ı Rabbânî)
Tecellî-i sûrî, sâliki yâni tasavvuf yolcusunu fânî yapmaz Birçok bağlılıklarını yok eder ise de fenâya kadar götürmez (İmâm-ı Rabbânî)

Tecellî-i Zât:
İsim ve sıfatlar araya girmeden sâdece zât-ı ilâhînin tecellî etmesi
Tecellî-i zât,Peygamberlerin sonuncusuna (Muhammed aleyhisselâma) mahsûstur O'nun yanısıra başka peygamberlere ve O'na çok uyan bu ümmetin evliyâsında da hâsıl olur Başka peygamberlerin ümmetlerine nasîb olmaz Bunun için bu ümmet, ümmetlerin hayır lısı olmuştur (İmâm-ı Rabbânî)
Ahrâriyye büyükleri, vecdlerin İslâmiyet'e uygun olmasına dikkat ederler Zevkleri, mârifetleri İslâmiyet terâzisi ile ölçerler, çocuklar gibi ceviz, kozalak sayılan vecdlere, hâllere aldanıp da İslâmiyet'in güzel cevherlerini elden kaçırmazlar Tasa vvufçuların İslâmiyet'e uymayan sözlerine aldanıp bağlanmazlar Hâlleri devamlıdır Zamanlarında değişiklik olmazBaşkalarının şimşek gibi çakıp geçen tecellî-i zâtî bunlara devamlıdır Çabuk geçer, gayb olan huzûra kıymet vermezler "O yüksek insanlara, ticâret, alış-veriş Allahü teâlâyı unutturmaz" (Nûr sûresi: 24) meâlindeki âyet-i kerîme bunların hâlini bildirmektedir (İmâm-ı Rabbânî)

TECEMMÜL:
Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak, şükr etmek ve nîmeti göstermek için zînetlenmek, süslenmek
Tecemmül etmek, müstehâbdırHelâl şeylerle zînetlenmek mubâhtır İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe dört yüz altın kıymetinde cübbe giyerdi (İbn-i Âbidîn)

TECESSÜS:
İnsanların gizli hallerini, ayb ve kusûrunu merâk edip, iç yüzünü araştırıp öğrenmeye çalışmak
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Ey îmân edenler! Zannın bir çoğundan kaçının Çünkü bâzı zan (vardır ki) günâhtır Tecessüs etmeyiniz Biriniz diğerinizi gıybet etmesin (Hucurât sûresi: 12)
Sû-i zan etmeyiniz (kötü zanda bulunmayınız) Sû-i zan, yanlış karar vermeye sebeb olur Tecessüs etmeyiniz Münâkaşa etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz Müslüman müslümanın kardeşidir Ona zulm etmez, yardım eder Onu kendinden aşağı görmez (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Tecessüs etmek harâmdır ( Muhammed Hâdimî)
Bir kimsenin muhtâc olduğu malı kazandıktan sonra, fazla çalışmayıp, ibâdet etmesi câizdir Bunun için, çalışmayıp ibâdet edene sû-i zan (kötü zan) ve tecessüs etmemelidir İkisi de harâmdır Fakat çalışmayıp câmide oturarak, Allahü teâlâya tevekkül ediyorum diyene de inanmamalıdır Bu kimse, çalışmayı terk ettiği için günâh işlemektedir (Abdülganî Nablüsî)

TECHÎZ:
Vefât edenin (ölenin) yıkanmasından kabre defnedilmesine kadar yapılması lâzım gelen şeyler
Meyyitin (ölü kimsenin) techîzi, tekfini ve cenâze namazı farz-ı kifâyedir Müslümanların bâzısı bu vazîfeleri yerine getirirse, diğerlerinin üzerinden bu vazîfeleri yapmak düşer (Hâdimî)
Meyyitin bıraktığı maldan ilk önce onun techîz ve tekfînine harcanır Bu harcama işinde isrâftan ve cimrilikten kaçınılır (Muhammed Mevkûfâtî)

TECRİBE (Tecrübe):
Deneme, sınama, bilgi edinmeyi sağlayan üç yoldan biri
Eshâb-ı kirâm (Peygamber efendimizin mübârek arkadaşları) bir gün Peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem gelerek; "Yemen'e gidenlerimiz orada hurma ağaçlarını başka türlü aşıladıklarını ve daha iyi hurma aldıklarını gördük Biz Medîne'deki ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi, yoksa Yemen'de gördüğümüz gibi mi aşılayalım?" diye sordularPeygamber efendimiz; "Tecrübe edin Bir kısım ağaçları babalarınızın usûlü ile, başka ağaçları da Yemen'de öğrendiğiniz usûl ile aşılayın Hangisi daha iyi hurma verirse her zaman o usûl ile yapın" buyurdu (İmâm-ı Gazâlî)
Kim tecrübelerden ders alır ve tecrübeler kendini olgunlaştırırsa, ona akıllı; kim tecrübelerden bir şey anlamazsa, ona ahmak ve câhil denir (İmâm-ı Gazâlî)
Ahlâkı değiştirmek, kötüsünü yok edip, yerine iyisini getirmek mümkündür Hadîs-i şerîfte; Ahlâkınızı iyileştiriniz" buyruldu İslâmiyet mümkün olmayan şeyi emretmez Tecrübeler de böyle olduğunu gösteriyor (Muhammed Hâdimî)
İslâmiyet, her ilmi, her fenni ve her tecrübeyi emreden bir dindir Müslümanlar fenni sever, fen adamlarının tecrübelerine inanır Fakat fen adamıyım diyen fen taklidcilerinin ve din düşmanlarının iftirâlarına, yalanlarına aldanmaz (Seyyid Abdülhakîm)


Tecribî İlimler:
Tecribe ve müşâhede (gözlem) ile elde edilen bilgiler, ulûm-i akliyye (aklî ilimler)
Bâzılarının İslâmiyet'ten ayrı ve uzak gördükleri tecribî ilimler, fenler, vesîkalar ve senetler hep İslâm dîninin birer şûbesi, dallarıdır Yâni dînimiz tecribî ilimleri, fen bilgilerini emretmektedir Kur'ân-ı kerîmin çok yerinde tabîatı yâni canlı -cansız varlıkları görmek, incelemek emredilmektedir (M Sıddîk Gümüş)
İslâm bilgileri başlıca iki kısma ayrılır Birincisi ulûm-i nakliyyedir Bunlara din bilgileri de denir İkinci kısmı ise ulûm-i akliyyedirBunlar matematik, mantık gibi tecrübî ilimlerdir Bunlar his organlarıyla duyularak, akıl ile incelenerek, tec rübe ve hesâb edilerek elde edilirBu bilgiler din bilgilerinin anlaşılmasına ve onların tatbik edilmesine yardımcıdırlar Bu bakımdan lüzûmludurlar (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
İslâm ilimlerinden ikinci kısmı olan akıl bilgilerinin yâni tecrübî ilimlerin iyi öğrenilmesi; ince ve derin din bilgilerinin kolay ve açık anlaşılmasına yardım eder (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

TECVÎD:
Güzel yapmak, Kur'ân-ı kerîmi harflerin mahreclerine (çıkış yerlerine) ve sıfatlarına uygun olarak okumak ve bunu anlatan ilim
Kur'ân-ı kerîmi tecvîde uygun okuyana şehîd sevâbı verilir (Hadîs-i şerîf-Künûz-üd-Dekâik)
Kur'ân-ı kerîmi tecvîd bilgisine uyarak okuyunca, her harfine yirmi sevâb verilir Tecvîdsiz on sevâb alır (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Kırâati güzel olan imâm olurYâni Kur'ân-ı kerîmin harflerini tanıyan, tecvîd ile okumasını bilen olur Sesi güzel ve tegannî eden (harfleri değiştirerek okuyan) değil (İbn-i Âbidîn)
Kur'ân-ı kerîmi okurken riâyet edilecek on edepten altıncısı; Kur'ân-ı kerîmi güzel sesle ve tecvîd üzere okumaktır Harfleri kelimeleri bozarak tegannî etmek, haramdırHarfler bozulmazsa, mekrûh olur (Halebî, İmâm-ı Gazâlî)
Din adamlarının insanlara yapamayacakları fetvâları bildirmeleri de fitneye sebeb olur Köylüye ve ihtiyâra, tecvidsiz namaz kılınmaz demek de böyledirÇünkü bunlar artık öğrenemez ve namazı büsbütün bırakırlar Hâlbuki, tecvidsiz namazın câiz olduğu na fetvâ verenler vardır Bu fetvâ zayıf ise de namazın terkedilmesinden iyidir (Abdülganî Nablüsî)

TECVÎZ:
İzin verme, yapılmasına rızâ gösterme Câiz görme (Bkz Câiz)

TEDBÎR:
Bir şeyi elde edecek veya önliyecek yol, çâre; bir işin sonunu düşünerek hareket etmek
Tedbîr gibi akıl, güzel huy gibi asâlet olamaz (Hadîs-i şerîf-İbn-i Mâce)
İnsan bu âlemde; sebeblere yapışmakla vazîfelidir Allahü teâlânın kendisi için takdîr buyurduğu şeylerin başına geleceğine ve sakınmanın, tedbîrin, kaderde olacak (ezelde yazılan) şeylere mâni olamayacağına inanması da insanın vazîfesidir (Fahreddîn-i Râzî)
Kul tedbîr alır, takdîri bilmez; kişinin tedbîri ile Allahü teâlânın takdîri değişmez (S Abdülhakîm Arvâsî) Tez olma teemmül kıl, Her hâle tahammül kıl, Allah'a tevekkül kıl, Tedbîri bozar takdîr
(İbn-i Kemâl)

Tedbîr-i Menzil:
İnsanın çoluk-çocuğuna karşı hareketlerinin nasıl olacağı ve ev idâresi ile ilgili husûslardan bahseden ilim
İslâm ahlâkı üçe ayrılır: Birincisi; insan yalnız iken, başkasını düşünmeden, işlerinin iyi veya kötü olduğunu anlatan ilm-i ahlâk İkincisi, tedbîr-i menzîl Üçüncüsü; insanın cemiyetteki vazîfelerini, hareketlerini, herkese faydalı olmasını öğreten siyâset-i medîne yâni sosyal terbiye (Ali bin Emrullah)

TEDEBBÜR:
Bir şeyin üzerinde düşünmek, tefekkür etmek
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Onlar, Kur'ân-ı kerîmi tedebbür etmezler mi? Yoksa (münâfıkların) kalbleri üzerinde (kat kat) kilidler mi var? (Muhammed (aleyhisselâm) sûresi: 24)
Kur'ân-ı kerîmi tedebbür, onun emirleri ve yasaklarını düşünmek demektir Bu ise, kalb huzûru ve Kur'ân-ı kerîmi okurken zihni toplamakla olur Kur'ân-ı kerîmi tedebbür için, helalden az yimek ve hâlis niyet şarttır (İmâm-ı Gazâlî)
Tedebbür, huzûr-ı kalbden yâni, kalbin dünyâ meşgâlelerinden kurtulmasından sonra gelirKur'ân-ı kerîm okumaktan maksad, O'nun âyetleri üzerine tedebbür etmektir Bunun için, Kur'ân-ı kerîmi ağır okumak sünnettir (İmâm-ı Gazâlî)

TE'DÎB:
1Terbiye etme, edeblendirme (Bkz Edeb)
Kişinin çocuğunu te'dîb etmesi, sadaka vermesinden daha hayırlıdır (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Rabbim beni en güzel bir edeb ile te'dîb etti (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî)
2 Suçluyu cezâlandırma

TEDVÎN:
Biraraya getirip toplama, düzenleme; kitab hâline getirme
Birinci asrın sonuna doğru ilk defâ hadîs tedvîn eden zât, İbn-i Şihâb-ı Zührî'dir Daha sonra hadîs tedvîn edenler şunlardır: Mekke'de Abdullah bin Cüreyc, Medîne'de Muhammed bin İshâk yâhut İmâm-ı Mâlik, Basra'da Rebî bin Sâbih, Kûfe'de Süfyân-ı Se vrî, Şam'da Abdurrahmân Evzâî, Vâsıt'ta Hüşeym bin Beşîrü's-Selmâ, Yemen'de Ma'mer bin Râşit, Horasan'da Abdullah bin Mübârek Bunlardan başka daha birçokları vardır (Zerkânî)
Eshâb-ı kirâm, sözbirliği ile bildirdiler ki, hazret-i Ebû Bekr'den ve hazret-i Ömer'den fetvâ alıp da, bunları taklîd eden bir kimse, başka işlerini başka sahâbîlere de sorar ve öğrendiği ile amel ederdi Huccet, delîl soran olmazdı Yâni, Tâbiînden yeni îmân etmiş olanların, Eshâb-ı kirâmdan yalnız birinin mezhebini taklîd etmesi mümkün değildi Çünkü Eshâb-ı kirâmın mezhebleri (ictihâdları ve dînî cevapları, fetvâları) tedvîn edilmiş, büyük mezheb olarak kitablara geçmiş değildi (İmâm-ı Kurâfî, Menâvî)

TEENNÎ:
İlerisini düşünerek acele etmeden yavaş ve ihtiyatlı hareket etme
İşlerde acele etmemeli ve hemen karar vermemelidir Acele ile verilen kararlara şeytan karışır Hadîs-i şerîfte; "Acele şeytandandır Teennî Rahmân'dandır" buyruldu Nefsin istediği bir şey hâtırına gelince, şeytan; "Fırsatı kaçırma, hemen yap!" der O da, yapar Allahü teâlâdan kalbe gelen ilhâma uyan kimse ise; "O şeyi yapmaktan Allah râzı olur mu?" der Sevap mı, günâh mı olacağını düşünür Günâh değil ise, yapar Böylece teennî etmiş olur Yalnız beş şeyde acele etmek lâzımdır:
1) Misâfir gelince önüne yemek getirmelidir
2) İnsanlık îcâbı bir günâh işleyince, hemen tövbe ve istiğfâr etmelidir
3) Beş vakit namazı vakti çıkmadan, erken kılmalıdır
4) Kız ve oğlan çocuklarına, din bilgilerini ve namaz kılmasını öğretmeli, bülûğa erişince, geciktirmeden evlendirmelidir
5) Ölen şahsın defnedilmesinde acele etmelidir (Süleymân bin Cezâ)

TEFÂHÜR:
Öğünme
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Biliniz ki, dünyâ hayâtı; elbette la'b (oyun) ve lehv (eğlence) ve zînet (süslenmek) ve tefâhür ve malı, parayı ve evlâdı çoğaltmaktır (Hadîd sûresi: 20)
Üç şey için ilim öğrenme ve üç şey için de ilmi terk etme: Mücâdele, tefâhür ve riyâ (gösteriş) için ilim öğrenme! Öğrenmekten utanarak veya lüzûmu yok veya bilmesem de olur demek sûretiyle de ilmi terk etme! (Hazret-i Ömer)
Zînet eşyâsını, başkalarına gösteriş, üstünlük sağlamak için kullanmak tefâhür olur Tefâhür haramdır (Ali bin Emrullah)
Bu dünyâda tefâhür; mal, evlâd ve mevki gibi şeylerle olur Halbuki bunların hepsinin bir emânet olduğu ve bir gün yok olacağı bellidir O hâlde bunlara gönül bağlamak niye? (Ahmed Rif'at)
Tefâhürden zevk duyarak büyüklenen kişi, malından soyunmuş olsaydı, hakîkatte kendisinin tefâhür edecek ve büyüklenecek hiçbir şeye sâhib olmadığını, yalnız bir vücûdu olup onun da göçe dönüşe (ölüme) hazır vaziyette beklediğini görür ve değerini anl ardı (Ahmed Rif'at)

TEFEKKÜR:
İbret alacak ve faydalanacak şekilde derin düşünme Allahü teâlânın sıfatlarını ve nîmetlerini düşünme
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Onlar (o selîm akıl sâhipleri öyle insanlardır ki) ayakta iken, otururken, yanları üstünde (yatar) iken (hep) Allah'ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (Bu tefekkür edenler şöyle derler;) "Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın Sen (bundan) pâk ve münezzehsin Bizi ateşin azâbından koru" (Âl-i İmrân sûresi: 191)
İşte biz tefekkür eden bir kavim (topluluk) için âyetleri (delilleri) böyle açıklarız (A'râf sûresi: 24)
Varlıklardaki nizâmı tefekkür ederek Allahü teâlâya îmân ediniz (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İnsanın günahlarını tefekkür etmesi ve bunlara tövbe etmesi, tâatlarını, ibâdetlerini düşünüp bunlara da şükr etmesi lâzımdır Mahlûklardaki (yaratılmışlardaki) ve kendi bedenindeki ince san'atları, düzenleri, birbirlerine olan bağlılıklarını tefekkü r ederek de Allahü teâlânın büyüklüğünü anlaması lâzımdır Aklı başında olan kimsenin tefekkür vazifesini hiç ihmâl etmemesi lâzımdır Allahü teâlâ hiçbir şeyi bâtıl yâni boş, faydasız yaratmamıştır İnsanların anlayamadıkları, göremedikleri faydalar, anlayabildiklerinden kat kat daha çoktur Tefekkür dört türlü olur demişlerdir Allahü teâlânın mahlûklarındaki güzel san'atları, faydaları tefekkür etmek, O'na inanmağa ve sevmeye sebeb olur O'nun vâd ettiği sevâbları tefekkür etmek, ibâdet yapmaya sebeb olur O'nun haber verdiği azâbları tefekkür etmek, O'ndan korkmaya, kimseye kötülük yapmamaya sebeb olur O'nun nîmetlerine, ihsânlarına karşılık nefsine uyarak günâh işlediğini, gaflet (Allahü teâlâyı unutma hâli) içinde yaşadığını tefekkür etmek, Allah'tan hayâ etmeye, utanmaya sebeb olur Allahü teâlâ yerlerde ve göklerde bulunan mahlûkları düşünerek ibret alanları sever (Muhammed Hâdimî)

TEFE'ÜL:
1 Bir şeyi uğur saymak, hayıra yormak, bir hâdiseyi hayra alâmet, işâret olarak görmek Tefe'ülün mukâbili (zıddı) teşe'üm yâni uğursuz saymaktır (Bkz Teşe'üm)
İslâm'da teşe'üm (uğursuzluk) yoktur En hayırlısı tefe'üldür (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem tefe'ülü sever, fakat uğursuz saymayı sevmezdi (İbn-i Hanbel)
2 Falcılık
Zamânımızdaki bâzı falcılar, tefe'ül ederek hayrı ve şerri öğrendiklerini, sanki gaybı bildiklerini iddiâ ediyorlar Buna Kur'ân falı, Danyâl falı diyorlar Bu yaptıkları fal oklarıyla kısmet aramak câiz değildir (Abdülganî Nablüsî)

TEFSÎR:
Örtülü, kapalı olan şeyi ortaya çıkarmak, açmak, beyân etmek, beşerî kudret dâhilinde, Kur'ân-ı kerîm âyetlerindeki murâd-ı ilâhîyi (Allahü teâlânın murâdını) anlamak Bu işi yapabilen âlime müfessir denir (Bkz Müfessir)
Kur'ân-ı kerîmi kendi görüşüne, anlayışına göre tefsîr eden kâfir olur (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Bize tefsîr kitaplarına göre amel etmek emredilmedi Fıkıh kitaplarına tâbi olmamız emredildi (Hâdimî)
Tefsîr ve fıkıh kitaplarına hakâret eden; bunları beğenmeyen, kötüleyen kimse kâfir olur (Hâdimî, Yûsuf Sinânüddîn)
Kur'ân-ı kerîmi tam olarak yalnız Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem anlamış, kapalı ve anlaşılması zor âyet-i kerîmeleri, Eshâb-ı kirâma açıklamışlardır Bu sebeble Kur'ân-ı kerîmin hakîkî tefsîri, Peygamber efendimizin bu açıklamalarıdır Tefsî r âlimlerinin Kur'ân-ı kerîmin tefsîrine dâir, Peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem ve Eshâb-ı kirâmdan gelen rivâyetlerle yaptıkları tefsîrlere, rivâyet, me'sûr ve naklî tefsîr denildi Ayrıca bu tefsîrler esas alınarak Kur'ân-ı kerîmin lisan ve daha başka bilgilere göre de açıklamaları yapıldıBu açıklamalara te'vîl denildi Bunlara ma'kûl, re'y ve dirâyet tefsîri denir Te'vîllerin doğruluğu, naklî tefsire uygunluğu ile anlaşılırTefsîr âlimleri, nakle uygun te'vîlleri de tefsîr olarak kabûl etmişlerdirTe'vîl, nakle ve din bilgilerine uymazsa, tefsîr değil, yazanın kendi düşüncesi olur Nitekim hadîs-i şerîfte; " Kur'ân-ı kerîmi kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile hatâ etmiştir" buyrulmuştur Bunun içindir ki, Kur'ân-ı kerîmde mânâsı açık olmayan yerlerden yalnız akla güvenip, yanlış te'vîl yapılarak yanlış mânâlar çıkarılması netîcesinde yetmiş iki bid'at ve dalâlet fırkası ortaya çıktı (Abdülhakîm Arvâsî)


TEFVÎZ:
Ismarlama, havâle etme
1 Bir işi sebeblere yapıştıktan sonra Allahü teâlâya havâle etmek, helâl ve faydalı şeyleri kazanmaya çalışıp da, bunlara kavuşmayı Allahü teâlâdan beklemek Hak, şerleri hayr eyler, Zannetme ki, gayr eyler, Ârif ânı seyr eyler, Mevlâ görelim n'eyler, N'eylerse güzel eyler Sen Hakk'a tevekkül kıl, Tefvîz et ve râhat bul, Sabreyle ve râzı ol, Mevlâ görelim n'eyler, N'eylerse güzel eyler
(İbrâhim Hakkı Erzurûmî)
2 Kadına kendini boşama hakkı vermek Yâni kendini sen boşa demek Buna Temlîk de denir
Tevfîz, zevcenin arzusuna bırakılarak; "Ne zaman istersen" diye ilâve edilirse, zevce istediği zaman kendini boşayabilir (Mehmed Zihnî)

TEGÂBÜN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin altmış dördüncü sûresi
Tegâbün sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi) On sekiz âyet-i kerîmedir Dokuzuncu âyette geçen ve aldanma mânâsına gelen Tegâbün kelimesi sûreye isim olmuştur Sûrede; insanların mü'min ve kâfir olarak iki kısma ayrıldığı, mal ve çoluk-çocuğun bir imt ihan olduğu bildirilmektedir (İbn-i Atıyye, Râzî)
Tegâbün sûresinde meâlen buyruldu ki:
Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız sizi imtihan etmek için verildi Allahü teâlâ iyiliklerinize karşılık, size çok büyük ecir verecektir (Âyet: 15)
Kim Tegâbün sûresini okursa, ansızın ölüm ondan uzak olur (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

TEGANNÎ:
Sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, hareke, harf ve med (uzatma) ilâve etme ve çıkarma yapmak sûretiyle, kelimelerin asıllarını dolayısıyle mânâyı bozarak okuma
İlk tegannî eden şeytandır (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)
Tegannî ile sesini yükselten kimseye Allahü teâlâ iki şeytan musallat eder Bu şeytanlar o kimsenin omuzları arasında dururlar ve bitirinceye kadar göğsünü tekmelerler (Hadîs-i şerîf-İbn-i Ebiddünyâ, Taberânî)
Lokman sûresindeki Levh-el-hadîs âyet-i kerîmesi tegannî ile okumağı yasak etmek için indi Abdullah bin Abbâs'ın (radıyallahü anhümâ) talebesinden olan İmâm-ı Mücâhid, Tâbiîn'in (Eshâb-ı kirâmı görenlerin) büyüklerindendirBu âyet-i kerîmenin tegann îyi yasak ettiğini bildirdi Abdullah ibni Abbâs ve Abdullah ibni Mes'ûd (ranhüm) bu âyet-i kerîmenin tegannî için olduğuna yemin etmişlerdir İmâm-ı Mücâhid, Furkân sûresi yetmiş ikinci âyet-i kerîmesinde; "Günahları af ve mağfiret edilecek olanlardan biri; tegannî, şarkı okunan yerlerde bulunmayanlardır" buyruluyor dedi (İmâm-ı Rabbânî)
Kur'ân-ı kerîmi, ezânı, mevlidi mûsikî ile tegannî ederek okumak, mânâyı bozuyor ve zararlı oluyor Meselâ (Allahü ekber), Allahü teâlâ büyüktür, demektir Sesi uzatarak (Aaaallahü ekber) şeklinde okunursa, Allah acabâ büyük müdür? demek olur ki, böy le söylemek küfürdür, îmânı giderir (İbn-i Âbidîn)
Başkalarını hicveden (kötüleyen) ve fuhş, içki anlatan ve şehveti harekete getiren şiirleri tegannî ile okumak her dinde haramdır Harama sebeb olan şeyler de harâm olur (Âlim bin A'lâ)
Vâz, hikmet, nasîhat, güzel ahlâk bildiren şiirleri tegannî ile okumak câizdir Devamlı böyle vakit geçirmek mekrûh olur Kur'ân-ı kerîmi, zikri, duâyı, ezânı tegannî ile okumak ise sözbirliğiyle harâmdır Tegannî; harfleri, kelimeleri değiştirmekte, mânâyı bozmaktadır Bunları kasd ile bile bile değiştirmek harâm olur Kur'ân-ı kerîmi, zikri ve ilâhîleri, mânâyı bozmayacak güzel sesle okumak müstehâbdır (Muhammed Bağdâdî)
Kur'ân-ı kerîmi güzel ses ile tecvide göre okumalıdır Tegannî ile kelimeleri değiştirip nağmeye uydurarak okumak harâmdır (Abdullah-ı Dehlevî)

TEHADDÎ:
Meydan okumak
Âlimlerin çoğuna göre peygamberlerin mûcize gösterirken açıkça tehaddî etmeleri şart değil ise de mûcizenin mânâsında tehaddî vardır Evliyâ, peygamberlik iddiâ etmedikleri ve onların kerâmetlerinde tehaddî bulunmadığı için mûcize olmazlar (İmâm-ı Rabbânî)

TEHARRÎ:
Bir şeyi anlamak için araştırmak
Sofradakiler, içeri gelen kimseyi yemeğe çağırsalar, âdil bir müslüman da, yedikleri eti mürted kesti veya içtiklerinde şarâb karışık dese, çağıranlar âdil ise, oturur Âdil değilseler oturmaz İkisi âdil ise, yine oturur Biri âdil ise, teharrî eder Karar veremezse, oturup yer, içer ve suları ile abdest alır (İbn-i Âbidîn)

TEHÂVÜN:
Gevşeklik
Âdâb-ı Nebeviyyede tehâvün edeni ve Peygamber efendimizin sünnetini terk edeni ârif, velî zan etme (Cüneyd-i Bağdâdî)

TEHAVVÜL:
Değişme Bir hâlden başka bir hâle geçme
Sıcak havada tazyik azalır, barometre düşer Soğukta ise yükselir Bu tazyik tehavvülü sıhhat için çok mühimdir Bu tehavvül olmasaydı bildiğimiz hastalıkların dörtte biri mevcûd olmazdı (Seâdet-i Ebediyye)

TEHECCÜD NAMAZI:
Gecenin üçte ikisi geçtikten sonra ve imsak vaktinden önce iki ile on iki rek'at arasında kılınan namaz
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
(Ey Resûlüm!) Sana mahsûs fazla bir namaz olarak, gece uykudan kalk da, Kur'ân-ı kerîm ile teheccüd (namazı) kıl (İsrâ sûresi: 79)
Teheccüd namazına devâm ediniz Zîrâ sizden önceki sâlihlerin kıldığı bir namazdır ve Rabbinize sizi yaklaştırıcıdır ve günâhların keffâretine ve nefsi günahtan alıkoymaya sebeb olur (Hadîs-i şerîf-Nîmet-ül-İslâm)
Teheccüd namazını zarûret olmadıkça elden kaçırmamalıdır Peygamber efendimiz muhârebelerde bile teheccüd kılardı Kazâ namazları olan, teheccüd yerine kazâ namazı kılmalıdır Hem kazâ borcu ödenir, hem de teheccüd sevâbına kavuşur (Hâdimî, İbn-i Nüceym)

TEHEVVÜR:
Çok kızmak, çok öfkelenmek, sertlik; hilmin (yumuşaklığın) zıddı Gadabın, kızmanın aşırısı Atılganlık
Tehevvür sâhibi hiddetli, sert olur Bunun aksine hilm (yumuşaklık) denir Halîm (yumuşak) kimse, gadaba sebeb olan şeyler karşısında kızmaz, heyecana gelmez Korkak olan, kendisine zarar verir Gadablı kimse ise hem kendine, hem de başkalarına zarar verir Tehevvür, insanı küfre kadar götürür Hadîs-i şerîfte; "Gadab, îmânı bozar" buyruldu Burada bildirilen gadabdan maksat tehevvürdür Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem dünyâ için gadaba geldiği görülmedi Allah için gadaba gelirdi (M Hâdimî)

TE'HÎR:
Geciktirmek, geri bırakmak (Bkz Takdîm ve Te'hîr)
Her sabah ve akşam tövbe etmeyen kimse, kendine zulm eder Tövbeyi te'hîr etmemelidir (İmâm-ı Mücâhid)
İyi, hayırlı işler akla gelince bunu te'hîr etmeden hemen yerine getirmelidir Zîrâ insanın nefsi ve şeytan bu hayırlı işi yaptırmamak için araya binbir sebeb koyar (M Hâdimî)
Yavrucuğum tövbeni te'hîr etme! Zîrâ ölüm âni gelir (Lokman Hakîm)



TEHİYYÂT (Tahiyyât):
Namazın ka'delerinde yâni birinci ve ikinci oturuşlarında okunan Ettehiyyâtü duâsı
Son rek'atte otururken, tahiyyât okumak namazın vâciblerindendir Üç ve dört rek'atli namazların ikinci rek'atinde otururken, tahiyyât okumak ise sünnettir (Halebî)
Son rek'atte tahiyyât okuyacak kadar oturmak farzdır (İbn-i Âbidîn)
Tahıyyâtın mânâsı; yapılan bütün tâzimler, hürmetler ve ibâdetler Allahü teâlâya mahsustur ve ey Muhammed aleyhisselâm! Selâmet ve Allah'ın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun Selâmet bizim üzerimize ve bütün sâlih kulların üzerine olsun Ben şe hâdet ederim ki Allahü teâlâdan başka, kendisine ibâdet edilip, tapınılacak ilâh yoktur ve Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın kulu ve peygamberidir (Harputlu İshâk Efendi)

TEHİYYET-ÜL-MESCİD:
Mescide girince, oturmadan önce, mescidin sâhibine yâni Allahü teâlâya ta'zîm ve hürmet için kılınan iki rek'at nâfile namaz
Câmiye girenin tahiyyet-ül-mescid olarak iki rek'at namaz kılması, söz birliği ile sünnettir Sesli Kur'ân-ı kerîm okunuyorsa tehiyyet-ül-mescid namazı kılınmaz (Hamevî)
Mescide girdiği esnâda kılınan farz veya sünnet ile tehiyyet-ül-mescid sevâbı dahi hâsıl olduğu gibi, abdesti müteâkib (sonra) kılınan farz veya sünnet ile de bu fazîletler meydana gelir (MZihni Efendi, İbn-i Âbidîn)

TEHLÎL:
"Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur)" sözünü söylemek
Tesbîh (sübhânallah), tehlîl ve takdîse (Allahü teâlânın büyüklüğünü, yüceliğini, noksan sıfatlardan uzak olduğunu söylemeye) devâm edin Bunlardan gaflet etmeyin Şaşırmamak için parmak uçları ile hesâb edinZîrâ onlar, kıyâmet gününde sorguya çekilir ve şehâdet ederler (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd ve Tirmizî)
İnsan için boş sözlerden kaçıp, tesbîh (sübhânallah) ve tehlîle devâm etmek, daha hayırlıdır Öyle olur ki, Allahü teâlâ, onun karşılığında Cennet'te bir köşk verir (İmâm-ı Gazâlî)
Hacca giden kimse, Safâ tepesine çıkınca, Kâbe'ye döner; tekbir (Allahü ekber), tehlîl ve salevât getirir Sonra, iki kolunu omuz hizâsında ileri uzatıp ve avuçlarını semâya doğru açıp duâ eder (Ebû Bekr Ali)
Fısk meclislerinde (günah işlenen yerlerde), alay edenler arasında tesbîh (sübhânallah), tehlîl, zikr (Allahü teâlâyı anma), tekbîr (Allahü ekber), hadîs ve benzerlerini okumak günâhtır (Halebî)

TEKÂSÜR SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yüz ikinci sûresi
Mekke'de nâzil oldu (indi) Sekiz âyettir Tekâsür, çokluk ve çoklukla övünmek demektir Sûrede, insanların âhiret günü Cehennem'i görecekleri ve suâle tâbi olacakları bildirilmektedir (Râzî, Kurtubî)
Tekâsür sûresinde meâlen buyruldu ki:
O gün dünyâda kazanıp harcadığınız nîmetlerden hesâba çekileceksiniz (Âyet: 8)
Tekâsür sûresini okuyan kimse, bin âyet okumuş gibi olur (Hadîs-i şerîf-Feth-ül-Kadîr)

TEKÂYÂ:
Tekkeler Tekkenin çoğulu (Bkz Tekke)

TEKBÎR:
1 Allahü teâlâyı yüceltmek, noksan sıfatlardan, şirkten (ortağı bulunmaktan), yarattıklarına benzemekten tenzîh etmek, uzak tutmak
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ey örtüye bürünen Muhammed! Kalk da (kâfirleri, Allahü teâlânın azâbı ile) korkut! Rabbini tekbîr et! Giydiklerini temiz tut! Haram edeceğim şeylerden sakın! Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma! Rabbin için sabret! Sûr'a üfürüldüğü zaman, kâfirlere çok sıkıntılı bir gündür Onlara kolaylık yoktur (Müddessir sûresi: 10)
2 "Allahü teâlâ büyüktür Kullarının ibâdetlerine muhtâç değildir İbâdetlerin O'na faydası yoktur" mânâsına "Allahü ekber" sözü
Farz namazdan sonra otuz üç tesbîh (sübhânellah), otuz üç tahmîd (Elhamdülillah), otuz üç tekbîr ve bir de tehlîl (Lâ ilâhe illallah) söyleyiniz! (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Her namazdan sora otuz üç kere sübhânellah, otuz üç kere el-hamdülillah, otuz üç kere (tekbîr) Allahü ekber deyip, lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke lehu lehülmülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr, demek sûretiyle yüzü tamamlayan kimsenin günâhları deniz köpüğü kadar olsa da af olunacaktır (Hadîs-i şerîf-El-Envâr li-A'mâl-il-Ebrâr)
Tekbîr kelimesi, Allahü teâlânın, kullarına yaptığı şükürlerden çok yüksek olduğunu, O'na yakışan şükür yapılamıyacağını ifâde etmektedir (Ahmed Fârûkî)
3 Ramazan ve Kurban bayramlarında okunan; "Allahü ekber, Allahü ekber Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber, Allahü ekber ve lillâhil-hamd" sözü Buna Teşrîk tekbîri de denir (Bkz Teşrîk Tekbîri)

Tekbîr-i Tahrîme:
Tahrime Tekbîri Namaza dururken "Allahü ekber" demek Buna, iftitah (namaza başlama) tekbîri de denir
Tahrîme tekbîri, namazın şartlarından yâni dışındaki farzlarındandır Kadınlar iki ellerini omuz hizâsına kaldırır, sonra tekbîr-i tahrîmeyi söyler Sonra sağ eli sol elin üstünde olarak, göğüse kor Bilek kavramazlar AAAllahü veya ekbaaar gibi uzun söylenirse, namaz olmaz İmâmdan önce ekber denirse, namaza başlanmış olunmaz (İbn-i Âbidîn)

Tekbîr-i Zevâid:
Bayram namazlarında birinci rek'atte Sübhâneke'den sonra üç, ikinci rek'atte zamm-ı sûreyi okuyup rükûa gitmeden önce de üç kerre olmak üzere alınan altı vâcib tekbir Zevâid tekbiri
Tekbîr-i zevâid bayram namazlarında şöyle alınır Birinci rek'atte Sübhâneke'den sonra söylenir Bu sırada eller üç defâ kulaklara kaldırılıp, birinci ve ikincide, iki yana uzatılır, üçüncüde göbek altına bağlanır İkinci rek'atte ise, Fâtiha ve zamm -ı sûre okunduktan sonra, rükûa gitmeden, ayakta iken yine üç tekbir alınır İki el yine kulaklara kaldırılır, eller üçünde de yanlara bırakılır Namaza âit olan dördüncü tekbirde elleri kulaklara kaldırmayıp, rükûa gidilir (Halebî-i Kebîr)

TEKEBBÜR:
Kibir sâhibi olma, büyüklenme, kibirlenme, kendini büyük gösterme
Allahü teâlâ tevâdu' üzere olmağı bana emr eyledi Hiçbiriniz, hiçbir kimseye tekebbür etmeyiniz (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Tevâdu' (alçak gönüllülük) gösteren azîz olur, yükselir Tekebbür eden zelîl olur (Hazret-i Ömer)
Allahü teâlâ; "Tekebbür edenleri sevmem, tevâdu' edenleri severim" buyuruyor Âciz, elinden bir şey gelmeyen zavallı insana bunlardan hangisini yapmak yakışır?Aklı başında olan, kendini ve Rabbini tanıyan kimse, hiç tekebbür edebilir mi? İnsan aşağıl ığını, âcizliğini, Rabbine karşı her an izhâr etmek (göstermek) mecbûriyetindedir Bunun için her an, her yerde aczini göstermesi, tevâdu' üzere bulunması lâzımdır Tekebbür etmek harâmdırTekebbür, Allahü teâlânın bir sıfatıdır Kibir ve kibriyâ sıfatı, O'na mahsustur İnsan nefsini ne kadar aşağılarsa, Allah indinde kıymeti o kadar artar Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ indinde kıymeti olmaz (Muhammed Hâdimî)
Mal, evlâd, mevki ve rütbe ile tekebbür etmek insana hiç yakışmaz Çünkü bunlar, kendinde bulunan üstünlükler değildir Gelip geçen, kendinde kalmayan, insandan çabuk ayrılan şeylerdir (M Hâdimî)
Tekebbür edene tekebbür sadakadır (İmâm-ı Rabbânî)

TEKFÎN:
Kefenleme
Ensârdan (Medîneli müslümanlardan) bir genci Cehennem korkusu yakaladı Hattâ bu korkudan sokağa bile çıkamaz oldu Peygamber efendimiz bu gencin ziyâretine gitti ve genci kucakladı Daha sonra bu genç vefât etti Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Bunun techîz ve tekfînine bakın Zîrâ Cehennem korkusundan ödü çatlamıştır" (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

TEKFÎR:
Bir kimseye küfr, îmânsızlık nisbet etmek, kâfir demek
Küfre sebeb olan sözler ve hareketler çoktur Bir kimsede küfre sebeb olan iş veya söz görülünce, hemen tekfîr etmemelidir Küfrü irâde ettiği, istediği açıkça anlaşılmadıkça sû-i zan (kötü zan) etmemelidir Bir kimsenin bir işinde veya sözünde doksa n dokuz küfr ihtimâli olsa, bir tâne de îmân ihtimâli olsa, bu kimse tekfîr edilmez Müslümana hüsn-i zan edilir, hakkında iyi zan beslenir (Kutbüddîn İznikî)

TEKKE:
Tasavvufun yâni İslâm ahlâkı ilminin ve diğer dînî ilimlerin öğretildiği ve tatbik edildiği yer Dergâh ve zâviye de denir
Tekke ilk defâ, Kûfeli Ebû Hâşim adına hicrî ikinci asır sonlarına doğru, Şam yakınlarındaki Remle'de kuruldu (Ebû Nuaym)
Tekkelerde yetişenlerden Zünnûn-i Mısrî, Ahmed Yesevî, Hallâc-ı Mensûr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Yûnus Emre, Erzurumlu İbrâhim Hakkı gibi sayısız büyük velîler, yaşadıkları asırlara, eserleri ve yaşayışlarıyla mühürlerini vurmuşlardır Bu büyükler, insanlık târihinin şeref levhalarıdır (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

TEKMÎL MAKÂMI:
Olgunlaştırmak, tamamlamak, kemâle erdirmek makâmı Tasavvufta başkalarını yetiştirebilmek derecesine ulaşma
Tasavvuf yolunda nihâyete kavuştuktan sonra geriye dönenler, irşâd (öğretme, yetiştirme) ve tekmîl makâmına kavuşur Allahü teâlânın kullarını dâvet için, onlara faydalı olmak için Hak'tan halka dönerler (İmâm-ı Rabbânî)

TEKVÎN:
"Yaratmak" mânâsına Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından
Allahü teâlânın sübûtî (zâtında bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan) sıfatları sekiz tânedir Bunlar; hayât (diri olmak), ilim (bilmek), semi' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylem ek) ve tekvîndir Bu sekiz sıfata sıfât-ı hakîkiyye denir (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfât-ı sübûtiyyeden bir tânesi de tekvîndir Allahü azîm-üş-şân hâlıktır, yaratıcıdır Her şeyi yoktan var eden, yaratan O'dur O'ndan başka yaratıcı yoktur O'ndan başkası için yarattı demek küfr olu r İnsan bir şey yaratamaz (Kutbüddîn İznikî)
Ehl-i sünnet âlimleri (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda bulunan âlimler) buyuruyorlar ki: "Allahü teâlâ, ilim gibi, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına biraz ihsân buyurmuştur Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsûstur Bu üç sıfatı Ki briyâ (büyüklük), Ganî olmak (başkalarına muhtâç olmamak, her şey O'na muhtâç olmak) ve Tekvîn sıfatlarıdır" (İmâm-ı Rabbânî)

TEKVÎR SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin seksen birinci sûresi
Tekvîr sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Yirmi dokuz âyet-i kerîmedir Birinci âyet-i kerîmede geçen ve güneşin dürülüp, ziyâsının (ışığının) gitmesi mânâsına olan Tekvîr kelimesi, sûreye isim olmuştur Sûrede, kıyâmetin kopmasına dâir on iki önemli hâdise bildirilmektedir (Râzî, Senâullah Dehlevî)
Tekvîr sûresinde meâlen buyruldu ki:
Güneşin karardığı, yıldızlar yerlerinden ayrılıp döküldükleri ve dağların dağılıp saçıldıkları zaman Her nefis, hayır ve şerden ne hazırlamışsa artık hepsini görüp bilecektir (Âyet: 1-3, 14)
Kim kıyâmet gününe, sanki gözleriyle görüyormuş gibi bakmak isterse, Tekvîr, İnfitâr ve İnşikâk sûrelerini okusun (Hadîs-i şerîf-Nesâî)

TELBİYE:
"Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk İnnel hamde ven-ni'mete vel-mülke lâ şerîke leke" sözlerini söylemek (Bkz Lebbeyk)
Erkekler hac ve umre için ihrâmda bulunduğu müddetçe, arkadaşları ile karşılaştığı vakitte, toplantı yerlerinde, tepelere yükselip, vâdilere indikte, vâsıtaya biniş ve inişlerde yüksek sesle telbiye okur Kadınlar telbiyeyi hafif sesle söyler (Saîdüddîn Fergânî)

TELFİK:
Helâl ve harâm, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, mezheblerin hükümlerinden kolay olanı yapma ve karıştırma
Bir ibâdeti veya bir işi yaparken, birkaç mezhebi telfik etmek, dört mezhebden çıkmak ve beşinci bir mezheb meydana getirmek olur Bu iş, karıştırmış olduğu mezheblerin hiçbirine göre sahîh (doğru) olmaz, bâtıl (geçersiz) olur Dîni oyuncak yapmış ol ur (Abdülganî Nablüsî)
İşlerini, mezhebleri telfik ederek yapmak câiz değildir Çünkü böyle yapmak İslâmiyet'in dışına çıkmak olur (İmâm-ı Ebü'l-Hasen Subkî)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla