Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #6
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



TEHİYYÂT (Tahiyyât):
Namazın ka'delerinde yâni birinci ve ikinci oturuşlarında okunan Ettehiyyâtü duâsı
Son rek'atte otururken, tahiyyât okumak namazın vâciblerindendir Üç ve dört rek'atli namazların ikinci rek'atinde otururken, tahiyyât okumak ise sünnettir (Halebî)
Son rek'atte tahiyyât okuyacak kadar oturmak farzdır (İbn-i Âbidîn)
Tahıyyâtın mânâsı; yapılan bütün tâzimler, hürmetler ve ibâdetler Allahü teâlâya mahsustur ve ey Muhammed aleyhisselâm! Selâmet ve Allah'ın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun Selâmet bizim üzerimize ve bütün sâlih kulların üzerine olsun Ben şe hâdet ederim ki Allahü teâlâdan başka, kendisine ibâdet edilip, tapınılacak ilâh yoktur ve Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın kulu ve peygamberidir (Harputlu İshâk Efendi)

TEHİYYET-ÜL-MESCİD:
Mescide girince, oturmadan önce, mescidin sâhibine yâni Allahü teâlâya ta'zîm ve hürmet için kılınan iki rek'at nâfile namaz
Câmiye girenin tahiyyet-ül-mescid olarak iki rek'at namaz kılması, söz birliği ile sünnettir Sesli Kur'ân-ı kerîm okunuyorsa tehiyyet-ül-mescid namazı kılınmaz (Hamevî)
Mescide girdiği esnâda kılınan farz veya sünnet ile tehiyyet-ül-mescid sevâbı dahi hâsıl olduğu gibi, abdesti müteâkib (sonra) kılınan farz veya sünnet ile de bu fazîletler meydana gelir (MZihni Efendi, İbn-i Âbidîn)

TEHLÎL:
"Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur)" sözünü söylemek
Tesbîh (sübhânallah), tehlîl ve takdîse (Allahü teâlânın büyüklüğünü, yüceliğini, noksan sıfatlardan uzak olduğunu söylemeye) devâm edin Bunlardan gaflet etmeyin Şaşırmamak için parmak uçları ile hesâb edinZîrâ onlar, kıyâmet gününde sorguya çekilir ve şehâdet ederler (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd ve Tirmizî)
İnsan için boş sözlerden kaçıp, tesbîh (sübhânallah) ve tehlîle devâm etmek, daha hayırlıdır Öyle olur ki, Allahü teâlâ, onun karşılığında Cennet'te bir köşk verir (İmâm-ı Gazâlî)
Hacca giden kimse, Safâ tepesine çıkınca, Kâbe'ye döner; tekbir (Allahü ekber), tehlîl ve salevât getirir Sonra, iki kolunu omuz hizâsında ileri uzatıp ve avuçlarını semâya doğru açıp duâ eder (Ebû Bekr Ali)
Fısk meclislerinde (günah işlenen yerlerde), alay edenler arasında tesbîh (sübhânallah), tehlîl, zikr (Allahü teâlâyı anma), tekbîr (Allahü ekber), hadîs ve benzerlerini okumak günâhtır (Halebî)

TEKÂSÜR SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin yüz ikinci sûresi
Mekke'de nâzil oldu (indi) Sekiz âyettir Tekâsür, çokluk ve çoklukla övünmek demektir Sûrede, insanların âhiret günü Cehennem'i görecekleri ve suâle tâbi olacakları bildirilmektedir (Râzî, Kurtubî)
Tekâsür sûresinde meâlen buyruldu ki:
O gün dünyâda kazanıp harcadığınız nîmetlerden hesâba çekileceksiniz (Âyet: 8)
Tekâsür sûresini okuyan kimse, bin âyet okumuş gibi olur (Hadîs-i şerîf-Feth-ül-Kadîr)

TEKÂYÂ:
Tekkeler Tekkenin çoğulu (Bkz Tekke)

TEKBÎR:
1 Allahü teâlâyı yüceltmek, noksan sıfatlardan, şirkten (ortağı bulunmaktan), yarattıklarına benzemekten tenzîh etmek, uzak tutmak
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ey örtüye bürünen Muhammed! Kalk da (kâfirleri, Allahü teâlânın azâbı ile) korkut! Rabbini tekbîr et! Giydiklerini temiz tut! Haram edeceğim şeylerden sakın! Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma! Rabbin için sabret! Sûr'a üfürüldüğü zaman, kâfirlere çok sıkıntılı bir gündür Onlara kolaylık yoktur (Müddessir sûresi: 10)
2 "Allahü teâlâ büyüktür Kullarının ibâdetlerine muhtâç değildir İbâdetlerin O'na faydası yoktur" mânâsına "Allahü ekber" sözü
Farz namazdan sonra otuz üç tesbîh (sübhânellah), otuz üç tahmîd (Elhamdülillah), otuz üç tekbîr ve bir de tehlîl (Lâ ilâhe illallah) söyleyiniz! (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Her namazdan sora otuz üç kere sübhânellah, otuz üç kere el-hamdülillah, otuz üç kere (tekbîr) Allahü ekber deyip, lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke lehu lehülmülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr, demek sûretiyle yüzü tamamlayan kimsenin günâhları deniz köpüğü kadar olsa da af olunacaktır (Hadîs-i şerîf-El-Envâr li-A'mâl-il-Ebrâr)
Tekbîr kelimesi, Allahü teâlânın, kullarına yaptığı şükürlerden çok yüksek olduğunu, O'na yakışan şükür yapılamıyacağını ifâde etmektedir (Ahmed Fârûkî)
3 Ramazan ve Kurban bayramlarında okunan; "Allahü ekber, Allahü ekber Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber, Allahü ekber ve lillâhil-hamd" sözü Buna Teşrîk tekbîri de denir (Bkz Teşrîk Tekbîri)

Tekbîr-i Tahrîme:
Tahrime Tekbîri Namaza dururken "Allahü ekber" demek Buna, iftitah (namaza başlama) tekbîri de denir
Tahrîme tekbîri, namazın şartlarından yâni dışındaki farzlarındandır Kadınlar iki ellerini omuz hizâsına kaldırır, sonra tekbîr-i tahrîmeyi söyler Sonra sağ eli sol elin üstünde olarak, göğüse kor Bilek kavramazlar AAAllahü veya ekbaaar gibi uzun söylenirse, namaz olmaz İmâmdan önce ekber denirse, namaza başlanmış olunmaz (İbn-i Âbidîn)

Tekbîr-i Zevâid:
Bayram namazlarında birinci rek'atte Sübhâneke'den sonra üç, ikinci rek'atte zamm-ı sûreyi okuyup rükûa gitmeden önce de üç kerre olmak üzere alınan altı vâcib tekbir Zevâid tekbiri
Tekbîr-i zevâid bayram namazlarında şöyle alınır Birinci rek'atte Sübhâneke'den sonra söylenir Bu sırada eller üç defâ kulaklara kaldırılıp, birinci ve ikincide, iki yana uzatılır, üçüncüde göbek altına bağlanır İkinci rek'atte ise, Fâtiha ve zamm -ı sûre okunduktan sonra, rükûa gitmeden, ayakta iken yine üç tekbir alınır İki el yine kulaklara kaldırılır, eller üçünde de yanlara bırakılır Namaza âit olan dördüncü tekbirde elleri kulaklara kaldırmayıp, rükûa gidilir (Halebî-i Kebîr)

TEKEBBÜR:
Kibir sâhibi olma, büyüklenme, kibirlenme, kendini büyük gösterme
Allahü teâlâ tevâdu' üzere olmağı bana emr eyledi Hiçbiriniz, hiçbir kimseye tekebbür etmeyiniz (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Tevâdu' (alçak gönüllülük) gösteren azîz olur, yükselir Tekebbür eden zelîl olur (Hazret-i Ömer)
Allahü teâlâ; "Tekebbür edenleri sevmem, tevâdu' edenleri severim" buyuruyor Âciz, elinden bir şey gelmeyen zavallı insana bunlardan hangisini yapmak yakışır?Aklı başında olan, kendini ve Rabbini tanıyan kimse, hiç tekebbür edebilir mi? İnsan aşağıl ığını, âcizliğini, Rabbine karşı her an izhâr etmek (göstermek) mecbûriyetindedir Bunun için her an, her yerde aczini göstermesi, tevâdu' üzere bulunması lâzımdır Tekebbür etmek harâmdırTekebbür, Allahü teâlânın bir sıfatıdır Kibir ve kibriyâ sıfatı, O'na mahsustur İnsan nefsini ne kadar aşağılarsa, Allah indinde kıymeti o kadar artar Kendine kıymet verenin, Allahü teâlâ indinde kıymeti olmaz (Muhammed Hâdimî)
Mal, evlâd, mevki ve rütbe ile tekebbür etmek insana hiç yakışmaz Çünkü bunlar, kendinde bulunan üstünlükler değildir Gelip geçen, kendinde kalmayan, insandan çabuk ayrılan şeylerdir (M Hâdimî)
Tekebbür edene tekebbür sadakadır (İmâm-ı Rabbânî)

TEKFÎN:
Kefenleme
Ensârdan (Medîneli müslümanlardan) bir genci Cehennem korkusu yakaladı Hattâ bu korkudan sokağa bile çıkamaz oldu Peygamber efendimiz bu gencin ziyâretine gitti ve genci kucakladı Daha sonra bu genç vefât etti Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Bunun techîz ve tekfînine bakın Zîrâ Cehennem korkusundan ödü çatlamıştır" (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

TEKFÎR:
Bir kimseye küfr, îmânsızlık nisbet etmek, kâfir demek
Küfre sebeb olan sözler ve hareketler çoktur Bir kimsede küfre sebeb olan iş veya söz görülünce, hemen tekfîr etmemelidir Küfrü irâde ettiği, istediği açıkça anlaşılmadıkça sû-i zan (kötü zan) etmemelidir Bir kimsenin bir işinde veya sözünde doksa n dokuz küfr ihtimâli olsa, bir tâne de îmân ihtimâli olsa, bu kimse tekfîr edilmez Müslümana hüsn-i zan edilir, hakkında iyi zan beslenir (Kutbüddîn İznikî)

TEKKE:
Tasavvufun yâni İslâm ahlâkı ilminin ve diğer dînî ilimlerin öğretildiği ve tatbik edildiği yer Dergâh ve zâviye de denir
Tekke ilk defâ, Kûfeli Ebû Hâşim adına hicrî ikinci asır sonlarına doğru, Şam yakınlarındaki Remle'de kuruldu (Ebû Nuaym)
Tekkelerde yetişenlerden Zünnûn-i Mısrî, Ahmed Yesevî, Hallâc-ı Mensûr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Yûnus Emre, Erzurumlu İbrâhim Hakkı gibi sayısız büyük velîler, yaşadıkları asırlara, eserleri ve yaşayışlarıyla mühürlerini vurmuşlardır Bu büyükler, insanlık târihinin şeref levhalarıdır (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

TEKMÎL MAKÂMI:
Olgunlaştırmak, tamamlamak, kemâle erdirmek makâmı Tasavvufta başkalarını yetiştirebilmek derecesine ulaşma
Tasavvuf yolunda nihâyete kavuştuktan sonra geriye dönenler, irşâd (öğretme, yetiştirme) ve tekmîl makâmına kavuşur Allahü teâlânın kullarını dâvet için, onlara faydalı olmak için Hak'tan halka dönerler (İmâm-ı Rabbânî)

TEKVÎN:
"Yaratmak" mânâsına Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından
Allahü teâlânın sübûtî (zâtında bulunmakla birlikte başka varlıklarda da sınırlı olarak bulunan) sıfatları sekiz tânedir Bunlar; hayât (diri olmak), ilim (bilmek), semi' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylem ek) ve tekvîndir Bu sekiz sıfata sıfât-ı hakîkiyye denir (İmâm-ı Rabbânî)
Allahü teâlâ hakkında bizlere bilmesi vâcib olan sıfât-ı sübûtiyyeden bir tânesi de tekvîndir Allahü azîm-üş-şân hâlıktır, yaratıcıdır Her şeyi yoktan var eden, yaratan O'dur O'ndan başka yaratıcı yoktur O'ndan başkası için yarattı demek küfr olu r İnsan bir şey yaratamaz (Kutbüddîn İznikî)
Ehl-i sünnet âlimleri (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda bulunan âlimler) buyuruyorlar ki: "Allahü teâlâ, ilim gibi, kudret gibi bütün sıfatlarından kullarına biraz ihsân buyurmuştur Fakat yalnız üç sıfatı kendine mahsûstur Bu üç sıfatı Ki briyâ (büyüklük), Ganî olmak (başkalarına muhtâç olmamak, her şey O'na muhtâç olmak) ve Tekvîn sıfatlarıdır" (İmâm-ı Rabbânî)

TEKVÎR SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin seksen birinci sûresi
Tekvîr sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Yirmi dokuz âyet-i kerîmedir Birinci âyet-i kerîmede geçen ve güneşin dürülüp, ziyâsının (ışığının) gitmesi mânâsına olan Tekvîr kelimesi, sûreye isim olmuştur Sûrede, kıyâmetin kopmasına dâir on iki önemli hâdise bildirilmektedir (Râzî, Senâullah Dehlevî)
Tekvîr sûresinde meâlen buyruldu ki:
Güneşin karardığı, yıldızlar yerlerinden ayrılıp döküldükleri ve dağların dağılıp saçıldıkları zaman Her nefis, hayır ve şerden ne hazırlamışsa artık hepsini görüp bilecektir (Âyet: 1-3, 14)
Kim kıyâmet gününe, sanki gözleriyle görüyormuş gibi bakmak isterse, Tekvîr, İnfitâr ve İnşikâk sûrelerini okusun (Hadîs-i şerîf-Nesâî)

TELBİYE:
"Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk İnnel hamde ven-ni'mete vel-mülke lâ şerîke leke" sözlerini söylemek (Bkz Lebbeyk)
Erkekler hac ve umre için ihrâmda bulunduğu müddetçe, arkadaşları ile karşılaştığı vakitte, toplantı yerlerinde, tepelere yükselip, vâdilere indikte, vâsıtaya biniş ve inişlerde yüksek sesle telbiye okur Kadınlar telbiyeyi hafif sesle söyler (Saîdüddîn Fergânî)

TELFİK:
Helâl ve harâm, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte, belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, mezheblerin hükümlerinden kolay olanı yapma ve karıştırma
Bir ibâdeti veya bir işi yaparken, birkaç mezhebi telfik etmek, dört mezhebden çıkmak ve beşinci bir mezheb meydana getirmek olur Bu iş, karıştırmış olduğu mezheblerin hiçbirine göre sahîh (doğru) olmaz, bâtıl (geçersiz) olur Dîni oyuncak yapmış ol ur (Abdülganî Nablüsî)
İşlerini, mezhebleri telfik ederek yapmak câiz değildir Çünkü böyle yapmak İslâmiyet'in dışına çıkmak olur (İmâm-ı Ebü'l-Hasen Subkî)

TE'LÎF:
Başkalarının sözlerini kendine mahsus bir sıra ile toplayıp kitâb hâline getirme
Kalp ve rûh ilimlerinin mütehassısları ya kitab tasnîf ederler veya te'lif ederler Tasnif demek, bir ârifin kendine bildirilen ilimleri, esrârı, dereceleri yazmasıdır Böyle olan tasnif çok zamandan beri dünyâdan kalktı Yalnız te'lif kaldı Fakat İ mâm-ı Rabbânî'nin (ksirruh) yazıları doğrusu tasniftir Te'lif değildir (Muhammed Hâşim Kişmî)

TEL'İN:
Lânetleme, lânet etme Bir kimsenin Allahü teâlânın rahmetinden uzak olmasını dileme (Bkz Lânet)

TELKÎN:
Definden sonra meyyitin (vefât edenin) yüzüne karşı ayakta durarak okunan, kabir suâllerini ve cevaplarını bildiren sözler
Mevtânıza (ölülerinize) telkîn ediniz (Hadîs-i şerîf-Nî'met-i İslâm)
Definden sonra telkîn vermek sünnettir (İbn-i Âbidîn)
Telkîn özetle şöyledir: "Ey falan kişi! Bil ki bu kabir senin dünyâya âit son, âhirete âit ilk konağındır Artık bu fânî dünyâdan ayrılıp sonsuz âleme göçtün Şimdi sana Münker ve Nekir adında iki melek gelecek Korkma, mahzûn olma Onlar Allahü teâl â tarafından gönderilmiştir Münker ve Nekir sana; "Rabbin kim? Peygamberin kim? Dînin nedir? Kitâbın nedir? Kıblen neresidir? Îtikâdda mezhebin nedir?" diye sorarlar Onlara; "Rabbim Allahü teâlâ Peygamberim Muhammed aleyhisselâm Dînim İslâm Kitâ bım Kur'ân-ı kerîm Kıblem, Ka'be-i şerîftir Îtikâdda mezhebim, Ehl-i sünnet ve'l-cemâattir" diye cevap ver Bil ki, ölüm haktır, kabir haktır, Münker ve Nekirin süâlleri haktır, haşr, neşr, hesap, mîzân (terâzî), sırât haktır Mü'minler için hazırlanmış olan Cennet ve inanmayanlar için hazırlanan Cehennem haktır, gerçektir
Yâ Rabbî! Bu kişiyi doğru cevap vermeye kâdir eyle Eğer sâlih, iyi bir kimse ise, ona ihsânını ziyâde eyle, arttır Eğer günahkâr ise, onu mağfiret eyle, affet Âmîn" (Kutbüddîn İznikî)

TELVÎN:
Tasavvuf yolundaki talebenin kalbinde meydana gelen değişik haller
Kıymetli kardeşim Hâfız Mahmûd'un şerefli mektûbu geldi Hâllerinin telvînlerinden bir şeyler yazmışsınız Bu yolun başında da sonunda da sâlikler (tasavvuf yolcuları) hâllerin telvîninden kurtulamazlar (İmâm-ı Rabbânî)

TEMELLUK:
İfrât (aşırı) derecede tevâzû
Temelluk, müslüman ahlâkından değildir (Hadîs-i şerîf-İbn-i Adiy)
Temelluk ancak üstâda ve tabibe karşı câizdir Başkalarına karşı câiz değildir (M Hâdimî) Muallim ile tabîbe, Temelluk etmek lâzımdır Tabîbin tedâvisine, Ve te'allüme (öğrenmeye) hâdimdir
(M Hâdimî)

TEMENNÎ:
Sebebe yapışmadan, gerekli çalışmayı yapmadan, Allahü teâlâdan bir şeyin olmasını dileme
Temennî insanı tembelliğe götürür Recâ (sebebine yapıştıktan sonra o işin olmasını beklemek) ise, çalışmaya sebeb olur (Muhammed Hâdimî)
Müslüman temennî sâhibi değildir Çalışır, sebeplere yapışır, ondan sonra Allahü teâlâya tevekkül eder (her şeyi O'ndan bekler) (Mustafa Sabrî)

TEMETTU' HAC:
Hac günlerinden önce umre için ihrâma girip ve bu umre yapıldıktan sonra memleketine dönmeden, tekrar ihrâma girerek yapılan hac Hacc-ı Temettû' (Bkz Hac)
Temettû' hac sevâbı, ifrâd haccından çoktur (İbn-i Âbidîn)

TEMÎME:
Bir sebeb, vesîle olarak görülmeyip, doğrudan te'sir edeceğine ve bir zararı def edeceğine inanılarak yapıldığı için, dînen şirk (Allahü teâlâya ortak koşmak) sayılan, mânâsı bilinmeyen ve küfre (îmânın gitmesine) sebeb olan şeyleri okumak
Temîme ve tivele (muhabbet hâsıl etmek için okumak veya üzerinde bir şey taşımak) şirktir (Hadîs-i şerîf-En-Nihâye)

TE'MÎNÂT:
Güven ve garanti vermek (Bkz Emân)

TEMKÎN:
Tasavvufta değişmekten, hâlden hâle geçmekten kurtulup, huzur ve sükûna kavuşma
Kalb, telvinden (değişik hallerden), hâllere kul olmaktan kurtulmuş ve temkîn makâmına yetişmiş ise, hâller artık nefse gelir (İmâm-ı Rabbânî)
Temkîne eren kimse üstünlerin üstünü olur (Mevlânâ Hâce Emkenegî)

Temkîn Zamânı:
Güneşin doğuş, batış vakti ve namaz vakti hesapları yapılırken, vakitlere eklenen veya çıkarılan zaman miktârı Bu vakitler hesâb edilirken deniz ve ova gibi düz yerlerde güneş merkezinin hakîkî ufkun altına inmesi esas alınır Hâlbuki o yerin en yük sek tepesinde bulunan bir kimsenin gördüğü ufuktan (zâhirî ufuk) güneşin üst kenarının batması veya doğması mûteberdir Bu ikisi arasında güneşin yarı çapı, bulunan yerin inhitât-ı ufku (ufuk alçalması), güneş ışıklarının kırılması ve güneşin paralaksı kadar fark vardır ki bu farka temkin denir Temkin zamânı, enlem derecesine, mevsimlere ve yüksekliğe göre değişirse de Türkiye için ortalama 10 dakikadır
Güneş tepede iken yâni öğle namazının vaktinden temkin zamânı kadar evvel olan zaman içinde her namazı kılmak haramdır (Ahmed Ziyâ Bey)
Temkîn zamânı değiştirilemez Temkîn zamânı azaltılırsa, öğle ve daha sonraki namazlar vakitlerinden evvel kılınmış olur (M Sıddîk Gümüş)

TEMLÎK:
1 Mülk olarak vermek
Zekât vermek, malı müslüman fakire temlik etmekle olur (İbn-i Âbidîn)
Devamlı hasta veya çok yaşlı olup altmış gün keffâret orucunu tutamaz ise, altmış fakiri bir gün sabah akşam doyurur Altmış günlüğü bir fakire, bir günde toplu verirse, bir günlük vermiş olur Altmış fakiri sabah, altmış başka fakiri de akşam doyuru rsa, sabah doyurduklarını akşam veya akşam doyurduklarını sabah bir daha doyurmalıdır Yâhut bunlardan altmışının her birine Sadaka-i fıtır miktârı mal temlîk eder (Kâşânî, İbn-i Âbidîn)
2 Erkeğin, talak (boşama) hakkını zevcesine (hanımına) vermesi
Temlik haberini başkası ile veya mektubla zevceye ulaştırma hâlinde zevce, haberi aldığı mecliste kendini boşayabilir (Ahmed Zühdü)

TEMYÎZ:
İyiyi kötüden ayırt etme Bir kimsenin (meselâ çocuğun), satın alınan malın mülk olacağını ve satınca mülkten çıkacağını anlaması İyiyi kötüden ayırt edebilene mümeyyiz denir
Temyiz sâhibi olmayan çocukların bütün sözleşmeleri bâtıldır (geçersizdir) Temyiz sâhibi olan çocuğun zararlı olan işlerdeki sözleşmeleri, velîsi izin verse bile sahih (geçerli) değildir Talâk vermesi, köle âzâd etmesi, birine borçlu olduğunu söyle mesi, ödünç, sadaka hediye vermesi böyledir (Ali Haydar Efendi)
Bunamış ihtiyarlar da temyiz sâhibi çocuk gibidir Alış-verişlerini velîleri isterse kabûl, isterse red eder Bir malı veya canı telef ederlerse öderler (Ali Haydar Efendi)

TENÂSÜH:
Ölen kimsenin rûhunun başka bir bedene geçtiğine dâir, bâtıl, asılsız bir inanış Bilhassa, Hindûlar ve geçmiş milletler arasında yaygın idi
Tenâsüh, îmânı giderir, Tenâsüh vardır diyen, İslâm dînine inanmamış olur Yâni müslümanlıktan çıkar Rûhların, cisim şekil alarak iş görmelerini, bâzı kimseler tenâsüh sanmıştır Hâşâ ve kellâ (aslâ), hiç tenâsüh değildir Yâni ruhlar, başka bir bed ene girmemiştir Bu hâl, birçok câhillerin ayaklarının kaymasına sebeb olmuştur (İmâm-ı Rabbânî)
Derezîlerin (Fâtımî hükümdârı Hâkim biemrillah'ın ilâh olduğuna ve onun vezîri Hamza'nın imâmlığına yâni peygamberliğine inananların) îmânları bozuktur Tenâsühe inanırlar Şaraba ve zinâya helâl derler Öldükten sonra dirilmeye, namaza, oruca ve hac ca inanmazlar (İbn-i Âbidîn)
Şeytanlar, diri insanın içine de girer İnsanın his ve hareket sinirlerine de te'sir eder, hareket ve ses hâsıl ederler İnsanın bundan haberi olmaz Vaktiyle Roma'da ve Peşte'de, son zamanlarda Adana'da konuşan çocuk ve hastalar görülmüştür Bunları konuşturan cin, uzak memleketlerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden, bâzı kimseler bu çocukların iki rûhlu olduğunu veya başka insanın rûhunu taşıdığını yâni tenâsüh sanmıştır Böyle zannetmenin yanlış olduğunu dînimiz açıkça bildirmektedir Cinler putun yâni heykelin içine girip de konuşurlardı Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem dünyâyı teşrîf ettiği, İslâmiyet'in başladığı, birçok putlardan işitilmişti Bu sözleri duyup, çok kimsenin müslüman olduğu Mir'ât-ı Mekke târih kitâbında yazılıdır Abdülhakîm Arvâsî)

TENEŞİR:
Serîr; ölünün yıkandığı masa şeklindeki dört ayaklı uzun tahta zemin
Teneşir (serîr) etrâfında önce buhur yakılıp üç defâ dolaştırılır Beş defâ da olur Buhur bir ottur Buna öd ağacı talaşları ve günnük denilen ağacın zamkı da karıştırılıp bir kap içindeki ateş üzerine konur, bu kap, teneşir etrâfında dolaştırılır (Halebî, Tahtâvî)
Cenâze, örtülü olarak, tütsülenmiş teneşir üzerine, sırt üstü veya kolay gelen şekilde yatırılır Göbek ile diz arası örtülü olarak yıkanır Teneşir üzerinde kıbleye karşı yatırmak sünnettir (İbn-i Âbidîn)

TENZÎH:
Allahü teâlâyı, şânına lâyık olmayan şeylerden, her türlü eksik ve noksanlıklardan uzak tutmak
Kim her gece yatarken; "Sübhânallahi velhamdülillahi velâ ilâhe illallahü vallahü ekber" diye yüz defâ okursa, tenzîh, tesbih, hamd ve tekbir söylemiş olur Bunu çok okumakla, kusurlarının, günâhlarının affedilmesini istemiş olur (Ahmed Fârûkî)

TENZÎHEN MEKRÛH:
Yasak olmasına kuvvetli, açık bir delil, senet bulunmayıp, yapılması iyi olmayan şeyler
Dinde müekked, kuvvetli olmayan sünnetleri ve müstehabları yapmamak tenzîhen mekrûhtur Tenzîhen mekrûhu işleyene azâb olmaz Fakat ısrarla yapmaya devâm ederse, azâb olunmaya ve ibâdetlerin sevâbından mahrûm kalmaya sebeb olur (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
Dünyâ nîmetleri için gıbta etmek tenzîhen mekrûhtur (M Hâdimî)
Namazda gözleri yummak tenzîhen mekrûhtur Zihin dağılmasın diye yumulursa mekrûh olmaz (İbn-i Âbidîn)

TENZÎL:
İndirmek, indirilmek; Allahü teâlâ tarafından indirilen kitab, Kur'ân-ı kerîm İnzâl kelimesinde bir defada indirmek mânâsı bulunduğu halde, tenzîlde azar azar indirme mânâsı vardır Kur'ân-ı kerîm Levh-i mahfûzdan Beyt-ül-izze (Kur'ân-ı kerîmin bir bütün hâlinde indirildiği ve dünyâ semâsında bulunduğu rivâyet edilen yer) denilen makâma topluca indirilmiştir ki, buna inzâl, buradan Peygamber efendimize vahy yoluyla parça parça indirilmiştir ki, buna da tenzîl denir
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Kur'ân-ı kerîm, Allahü teâlânın tenzîlidir (Yâsîn sûresi: 5)

TERAKKÎ:
1 İlim, fen ve san'atta yükselme, ilerleme
Allahü teâlâ, İslâm dînini, hayâtın yürümesini, ihtiyâçların değişmesini karşılayacak, terakkîleri sağlayacak esaslar üzerine kurmuştur (M Sıddîk Gümüş)
Müslümanlar İslâmiyet'e yapışıp bağlandığı müddetçe terakkî etmişler, İslâmiyet'ten uzaklaştıkça da, zelîl ve hakîr olmuşlardı (Nur Muhammed Bedevânî)
2 Mânevî ilerleme, rûhen yükselme
Kur'ân-ı kerîm okuyarak, Allahü teâlâya yaklaşmaya uğraşınız Evliyâların kabirlerini ziyâret ediniz Onlara teveccüh edince (kalb ile yönelince) çok terakkî edilir (Abdullah-ı Dehlevî)
Rûh da, melekler de terakkî etmez Yaratıldığı mertebede kalır Rûh bu beden ile birleşince, terakkî etmek hâssasını (özelliğini, yeteneğini) kazanır (Ali bin Emrullah)
Terakkî; verâ ve takvâ yâni haramlardan ve şüphelilerden sakınmakla olur (İmâm-ı Rabbânî)

TERÂVİH NAMAZI:
Ramazân ayında yatsı namazından sonra kılınan yirmi rek'atlik nâfile namaz
Ey müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece (Kadir gecesi) bin aydan daha hayırlıdır Allahü teâlâ bu ayda, her gün oruç tutulmasını emretti Bu ayda geceleri terâvih namazı kılmak da sünnettir (Hadîs-i şerîf-Riyâd-ün-Nâsihîn)
Erkeklerin ve kadınların terâvih namazı kılması sünnet-i müekkededir Cemâatle birlikte kılınması da sünnet-i kifâyedir Yâni câmide cemâat ile kılındıkta, başkaları evde yalnız kılabilir, günâh olmaz (M Zihni Efendi)
Eshâb-ı kirâmın hepsi terâvih namazını cemâat ile yirmi rek'at kıldılar Dört halîfeye ve Eshâb-ı kirâmın icmâ'ına (söz birliğine) uymamız hadîs-i şerîf ile emredilmiştir (Tahtâvî)
Kur'ân-ı kerîm, Ramazan'da indi Kadir gecesi bu aydadır Ramazân-ı şerîfte hurma ile iftâr etmek sünnettir Bu ayda terâvih namazı kılmak ve hatim okumak mühim sünnettir (Ahmed Fârûkî)

TERBÎ':
1 Dörtleme, yâni cenâzenin omuz üzerinde tabutun tahta kolundan el ile tutarak dört kişinin taşıması
Cenâzeyi terbi' şeklinde taşımak sünnettir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
2 Mezârı düz yapmak
Kabrin üzerine terbi' yapmak Hanefî'de sünnet değildir Müsennem yâni balık sırtı gibi yuvarlak yapmak sünnettir (Halebî)

TERBİYE:
1 Kişiyi yavaş yavaş rûhen ve bedenen yetiştirmek, olgunlaştırmak
Oyunun faydası olmaz Yalnız ok atmayı öğrenmek, atını terbiye etmek ve âilesi ile oynamak haktır (Hadîs-i şerîf-Hadîka)
Peygamber efendimiz; "Bütün çocuklar müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir Bunları, sonra anaları, babaları hıristiyan, yahûdî ve mecûsî yapar" buyurarak, müslümanlığın yerleştirilmesinde en mühim işin çocukların ve gençlerin iyi terb iye edilmesi olduğunu bildiriyor O hâlde her müslümanın birinci vazîfesi, evlâdına dînini ve Kur'ân-ı kerîmi öğretmektir Evlât büyük nîmettir Nîmetin kıymeti bilinmezse, elden gider Bunun için pedegoji yâni çocuk terbiyesi İslâm dîninde çok kıyme tli bir ilimdir (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Çocuğun terbiyesine çok dikkat etmelidir Onun kötü arkadaşlarla düşüp kalkmasına mâni olmalıdır Kötü arkadaş, çocuğun edeb ve terbiyesini bozar (İmâm-ı Gazâlî)
Zarar veren kediyi, kuduz köpeği ve yırtıcı hayvanları keskin bıçakla kesmek ve vurmak, zehirlemek câizdir Döğmek câiz değildir Döğmek terbiye için olur Hayvanın aklı olmadığı için terbiye edilmez (M Hâdimî)
Erkek, çocukları terbiyede hanımına yardım etmelidir Çünkü bebek, anasına, gece gündüz ağlayıp hiç rahat vermez Onu insafsızca üzen bir alacaklıdır O hâlde ona imdâd edene Allahü teâlâ yardım eder (İbrâhim Hakkı Erzurûmî)
Allahü teâlâ bir kulunu severse, âhirete yarar işler, iyi, güzel ameller yaptırır Allahü teâlâdan hidâyet olmazsa, yüzlerce kitab okusa, nasîhat dinlese yola gelmez Yâni terbiye kabûl etmeyen kimseye nasîhat vermek, öküze tecvîd okutmaya benzer (İmâm-ı Gazâlî)
2 Edeblendirme, cezâlarını verme
Mısır'daki Fâtımî hükümdârları, Ehl-i sünnetten ayrıldı Bozuk yollara saptı Bunlardan Hâkim bi-Emrillah, Müslümanlıktan da çıkmıştı Dırâr isminde bir dönme, Hâkim'i aldattı İslâmiyet'i yıkmaya uğraştı Dırâr'ın talebesinden Hamza bin Ahmed sapık inanışlar uydurmuş, Hâkim'i ve Mısır'daki Derezîleri, bu bozuk yola sokmuştu Bu inanışları alan Derezîler, Sûriye ve Lübnan'dakileri de aşıladı İri, inâdcı, yağmacı ve merhametsiz kimselerdir Sultan Üçüncü Murâd devrinde isyân ettiler ise de Bosnalı Dâmâd İbrâhim Paşa terbiyelerini verdi (M Sıddîk Gümüş)

TERCEME (Tercüme):
Bir sözü bir dilden başka bir dile çevirmek
Kur'ân-ı kerîm, hiçbir dile, hattâ Arabcaya da terceme edilemez Herhangi bir şiirin, kendi diline bile, tam tercemesine imkân yoktur Ancak meâli ve îzâhı, tefsîri olur Bir âyetin herhangi bir tercemesini okuyan kimse, murâd-ı ilâhîyi (Allahü teâlâ nın o âyetten kasteddiği mânâyı) öğrenemez Terceme edenin, bilgi derecesine göre yaptığı meâlini öğrenir Bir câhilin, bir dinsizin yaptığı tercemeyi okuyan da, Allahü teâlânın murâdını değil, terceme edenin, anladım sanarak, kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir (Abdülhakîm Arvâsî)

TERCÎ':
Geri çevirme, döndürme Sesi yükseltip alçaltarak ve tekrarlayarak okuma
Kur'ân-ı kerîmi ve ezânı tercî' ile okumak hadîs-i şerîf ile men edildi Böyle okunan Kur'ân-ı kerîmi dinlemek haramdır (İbn-i Âbidîn)

TERCÎH EHLİ:
Hanefî mezhebinde, dînî hükümleri bildiren fıkıh âlimlerinin beşinci tabakasında bulunan ve ictihâd (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden dînî hüküm çıkarma) gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebin kavillerinden (sözlerinden) ve hüküml erinden sahîh ve evlâ (en iyi) olanı seçen mukallid (bir müctehide, yâni Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden mânâ, hüküm çıkarana tâbi olan) âlimler (Bkz Eshâb)

TERCÎHUN BİLÂ MÜRECCİH:
Tercih sebebi olmadığı hâlde bir şeyi diğerine tercîh etmek yâni üstün tutmak
Tercîhun bilâ müreccih bâtıldır, geçersizdir (Fahreddîn Râzî)

TERİKE (Tereke):
Ölenin geriye bıraktığı mal, mülk, eşyâ vs
Vefât eden kimsenin terekesinden sırasıyla şunlar yapılır:
1) Techîz ve tekfîni (yıkama, kefenleme ve defn masrafları)
2) Borçlarının ödenmesi (kul borçlarının ödenmesi)
3) Vasiyetlerinin tenfîzi (kalan malının üçte biriyle dîne uygun vasiyetlerinin yerine getirilmesi)
4) Geriye kalan malın kendileri veya satılıp paraları mîrâsçılar arasında Allahü teâlânın bildirdiği şekilde dağıtılmasıdır (Abdürreşîd Secâvendî, Muhammed Mevkûfâtî)

TERK-İ DÜNYÂ:
Dünyâyı terk etmek (Bkz Dünyâ)
1 Mübah (dinde izin verilen) şeylerin hepsini terk edip, yalnız, yaşamak için ve dînini korumak için zarûrî, lâzım olan mübahları kullanmak, yâni mübahların zarûret miktârından fazlasını terk etmek Böyle terk-i dünyâ çok kıymetli ve faydalı ise de çok güçtür
2 Haram olan ve şüpheli olan (haram ve helâl olduğu belli olmayan) şeylerden sakınmak ve yalnız mübahları kullanmak Bu şekilde terk-i dünyâ, hele bu zamanda çok kıymetlidir
İslâmiyet'in haram dediği, yasak ettiği şeylerden sakınmalıdır Meselâ erkekler altın ve gümüş eşyâ kullanmamalı ve hâlis ipek kumaştan elbise ve çamaşır giymemelidir Böyle yapmak terk-i dünyâ olur Altın ve gümüş eşyâ süs için muhâfaza olunursa câi zdir (dînen bir mahzûru yoktur) Fakat bunları kullanmak haramdır Meselâ bunlarla bir şey içmek, bunlar içinden bir şey yemek, koku ve sürme kutuları yapmak sûretiyle kullanmak haramdır (İmâm-ı Rabbânî)

TERK-İ HÜKMÎ:
Dünyâyı hükmen terk etmek, (terk etmiş sayılmak) yâni her işte İslâmiyet'e uymak Meselâ zekâtı İslâmiyet'in gösterdiği yere seve seve vermek, komşu, akrabâ, fakir ve ödünç istiyenin hakkını gözetmek ve başkalarının hakkına tecâvüz etmemek (saldırmam ak) ve malı zevk ve sefâya, eğlenceye vermemek (Bkz Dünyâ)
Din ile dünyâyı birlikte kazanmak imkânsızdır Âhireti kazanmak istiyenin dünyâdan vazgeçmesi lâzımdır Bu zamanda dünyâyı tamâmen terk etmek, kolay değildir Resûlullah'a uymak şerefine kavuşmak için dünyâda olan her şeyden yüz çevirmek lâzım olmaz Hiç olmazsa terk-i hükmî ile terk etmek lâzımdır Yiyecekte, giyecekte ve ev kurmakta İslâmiyet'e uymak lâzımdır O'nun emirlerini aşmamak lâzımdır Altın ve gümüşün ve ticâret eşyâsının ve kırda, çayırda otlayan dört ayaklı hayvanların zekâtını ver mek farzdır Eğer farz olan zekât verilirse, dünyâ mallarının hepsi terk edilmiş demek olur Böylece insan düyânın zararından kurtulmuş olur Çünkü bir malın zekâtı verilince, o mal zarardan kurtulur Demek ki dünyâ malını zarardan korumak için ilâç; malın zekâtını vermektir (İmâm-ı Rabbânî)

TERTÎB:
Sırayı gözetmek (Bkz Sâhib-i Tertîb)
Namazdaki tertîb vâcibtir Abdestteki tertîb Hanefî mezhebinde sünnet, Şâfiî ve Hanbelî'de farzdır (Halebî)

Tertîb Sâhibi:
Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken kimse
Kazâ namazı kılarken cemâate başlanırsa, tertîb sâhibi olan namazını bozup cemâate uymaz Mâlikî mezhebinde de böyledir (İbn-i Âbidîn)

TERTÎL:
Kur'ân-ı kerîmi tecvîdle yâni usûl ve kâidelerine uyarak, açık açık, tâne tâne, harfleri ve kelimeleri birbirinden ayırarak okuma
Kur'ân'ı (güzel sesle tegannî yapmadan) tertîl üzere oku (Müzzemmil sûresi: 4)
Kur'ân-ı kerîmi tertîl üzere okumalıdır (İbn-i Abbâs)

TERVİYE GÜNÜ:
Zilhicce ayının sekizinci günü Arefe'den önceki gün Hacıların sabah namazını kıldıktan sonra, topluca Mekke'den Minâ'ya doğru hareket ettikleri gün
Bir müslüman, Terviye günü oruç tutarsa ve günâh söylemezse, Allahü teâlâ onu elbette Cennet'e kor (Hadîs-i şerîf-Rıyâdünnâsihîn)
Terviye denmesinin sebebi, hacca gidenler umûmiyetle bu günde susuz bir sâhayı katetmeye (gelmeye) hazırlık olmak üzere hayvanlarını bol bol suladıkları ve zemzem suyundan çok içip kandıkları ve yanlarına gerektiği kadar su aldıkları ve böylece Minâ' ya hareket ettikleri içindir (S Abdülkâdir Geylânî)
Terviye günü sabah namâzından sonra Arafat'a gitmek için Mekke'den çıkmak haccın sünnetlerindendir (İbn-i Âbidîn)

TESBİH:
1 Allahü teâlâyı, O'na yakışmayan her şeyden ve mahlûkların (yaratılmışların) alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmek, yâni uzak tutmak mânâsına "Sübhânallah" sözü ve benzerleri
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Yedi gökle yer ve bunların içinde bulunan (melekler, cinler ve insan) lar Allahü teâlâyı tesbîh ederler Her şey, Allahü teâlâyı hamd etmekle tesbîh eder Fakat siz, onların tesbîhini anlayamazsınız (İsrâ sûresi: 44)
Deccâl'in zamânında bulunan mü'minlerin gıdâsı, meleklerin gıdâsı gibi, tesbîh ve takdîs etmek olur Allahü teâlâ o zaman tesbîh ve takdîs edenlerin açlığını giderir (Hadîs-i şerîf-Dürret-ül-Fâhire)
Allahü teâlâ, ibâdetler içinde, Zilhicce'nin ilk on gününde yapılanları daha çok sever Bu günlerde çok tesbîh ediniz! (Hadîs-i şerîf-Rıyâd-un-Nâsihîn)
Tesbîh etmek, tövbenin anahtarı, hattâ özüdür Tesbih atmek, günahların yok olmasına ve kötülüklerin affolmasına sebeb olur Namazdaki kusûrlar, tesbîh ile örtülür (Ahmed Fârûkî)
2 Namaz kılmak
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Akşam ve sabah vakitlerinde Allah'ı tesbîh edin Göklerde ve yeryüzünde onların yaptıkları ve ikindi ve öğle vakitlerinde yapılan hamdler, Allahü teâlâ içindir (Rûm sûresi: 17, 18)
3 Namazdan sonra, Sübhânallah, Elhamdülillah ve Allahü ekber cümleleri söylenirken bunların sayısının anlaşılması için kullanılan, ipe dizilmiş tânelerin bütünü
Resûlullah efendimiz, bir kadının tesbîhleri, çekirdeklerle saydığını görerek men etme-miştir Riyâ ve gösteriş için tesbih kullanmak mekrûhtur (İbn-i Âbidîn)

TESBÎH NAMAZI:
Hadîs-i şerîfte, af ve mağfiret olunmak için kılınması tavsiye buyrulan namazlardan biri
Resûlullah efendimiz, tesbîh namazını, amcası hazret-i Abbâs'a öğretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ben, sana bir şey öğreteyim ki, onu işlediğin zaman, Allahü teâlâ, senin günâhının evvelini ve âhirini, yenisini ve eskisini, kasıtlısını ve kasıtsızını, küçüğünü ve büyüğünü, gizlisini ve açığını bağışlasın Dört rek'at namaz kılarsın Her rek'atta Fâtiha'dan sonra bir sûre okuyup ayakta iken on beş defâ (Sübhânallahi velhamdülillahi velâ ilâhe illallahü vallahü ekber) dersin Rükûya eğilince bunu on defâ söylersin Rükûdan ayağa kalktığında, ayakta olduğun hâlde, bunu on defâ söylersin sonra secdeye varır, orada on defâ söylersin Secdeden kalkıp oturduğunda on defâ söylersin Tekrar secdeye vardığında on defâ söylersin Sonra secdeden başını kaldırıp oturduğun hâlde on defâ daha söylersin Sonra ikinci rek'ate kalkarsın Birinci rek'atteki gibi dört rek'atı da kılarsın Bu, her rek'atta yetmiş beş, dört rek'atte üç yüz eder Artık senin günahlarının Alic'in (yürümekle dört gecede katedilen kumluk bir yer) kumlarının sayısı kadar da olsa, Allahü teâlâ seni bağışlar Bunu her gün bir defâ kılmaya gücün yeterse kıl" Hazret-i Abbâs; "Yâ Resûlallah, bunu her gün yapmaya kimin gücü yeter?" deyince Peygamber efendimiz de; "Her gün kılmaya gücün yetmezse, her Cumâ bir defâ kıl Her Cumâ kılamazsan, ayda bir defâ kıl Ayda bir defâ kılamazsan senede bir defâ kıl Senede bir defâ kılamazsan ömründe bir defâ olsun kıl" buyurdu (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd, Şir'at-ül-İslâm)
Tesbîh namazında efdâl (makbûl, kıymetli) olan odur ki, müsebbihâttan yâni; Benî İsrâil, Hadîd, Haşr, Sâf, Cumâ, Tegâbûn ve A'lâ sûrelerinden dört sûre okumaktır (Senâullah Dehlevî)

TESELSÜL:
Burhân-ı tatbîk delîli ve benzerlerinde, Allahü teâlânın varlığının lâzım olduğunu isbat etmekte kullanılan delillerden biri Hâdislerin (sonradan var olan şeylerin) birbirinin varlığına sebeb olarak geriye doğru sonsuza kadar zincirleme birbiri ardı sıra gitmesi (Bkz Burhân-ı Tatbîk)
Teselsülün muhâl (imkânsız) olduğu, Burhân-ı tatbîk ile isbât olunurMeselâ bir şeyin sonsuz yaratıcılarını birinciden başlıyarak, sonsuz olarak, yan yana dizelim İkinci yaratıcıdan başlayarak, ikinci bir sıra daha düşünelim Sonsuza giden ikinci sı ra, birinci sıradan bir noksan olduğu için, kısadırKısa olana sonsuz denilemez İkinci sıra, sonsuz olamadığı için, bundan bir fazla olan birinci sıra da, sonsuz olamaz Yâni, bir ucu sonsuza giden yarım doğru düşünülebilir Fakat böyle bir şey mevcud olamaz Dolayısıyla teselsül olamazBu sebeble sonsuz sayıda yaratıcılar olamaz Sonsuz var olan bir yaratıcı olur Bu tek yaratıcı, ezelîdir (başlangıcı yoktur), ebedîdir (sonu yoktur), sonsuz olarak vardır Varlığı kendindendir, başkasından değildir Âkıl ve bâliğ (akıllı ve ergenlik yaşına gelen) kimse, Allahü teâlânın sonsuz var olduğunu ve başka her şeyin yoktan var edildiklerini işittikten sonra, aklını kullanmayıp, düşünmeyip, buna inanmazsa veya aklını kullanıp, düşünüp de, bunu akıl kabûl etmez, fenne uygun değildir diyerek inanmazsa îmânsız olur Cehennem'de sonsuz azâb görür, yanar (Âsım Efendi)

TESETTÜR:
Örtünme Dînin bildirdiği şekilde örtünme (Bkz Setr-i Avret)
Tesettür, İslâmiyet'te pek mühim bir konudur Avret yerini örtmek, namazda da, namaz dışında da farzdır, mutlaka lâzımdır Mükellef olan yâni âkil (akıllı) ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş olan) insanın namaz kılarken açması veya her zaman ba şkasına göstermesi ve başkasının bakması haram olan yerlerine avret mahalli denir Hanefî ve Şâfiî mezhebinde erkeklerin namaz için avret mahalli, göbekten diz altına kadardırHanefî mezhebinde, hür olan kadınların ellerinden ve yüzlerinden başka her yerleri, bilekleri, sarkan saçları ve ayaklarının altı namaz için avrettir (İbn-i Âbidîn)

TESLİM:
Kendini, başkasının irâdesine terketme (bırakma), onun emrine uyma, boyun eğme, itâat etme
İslâm, Allahü teâlânın emirlerine teslim olup kurtulmaktır (İmâm-ı Birgivî)
Hocam Şems-i Tebrîzî'ye tam teslim oldum Aklım ile hareket etmeyi bıraktım ve kurtuldum (Celâleddîn-i Rûmî) İlim edinmenin ilk şartı, âlim bulmaktır, Hiçbir şey düşünmeden, ona teslîm olmaktır
(Yûsuf Sinânüddîn)

TESLÎS:
Üçleme; Hıristiyanların tanrı üçtür veya tanrı üç unsurdan (Baba-Oğul-Rûh-ul-kudüsten) meydana gelmiştir şeklinde kabûl ettikleri bozuk inanış Trinite
Îsevîliğin zuhûrunda (ortaya çıkışında) teslîs inancı yoktu Teslîs fikrini ilk defâ, felsefeci Eflâtun düşündü Pavlos ismindeki yahûdî hıristiyanlığa karıştırdı
Bir rivâyete göre milâddan 200 sene sonra, Sibelius adlı bir papaz teklif etmiştir O zamâna kadar yalnız tek Allah'a ve peygamber olarak Îsâ aleyhisselâma inanılıyordu Sibelius'un teslîs inanışıyla ilgili teklifi pekçok hıristiyan tarafından şiddet le reddedilmiş, kiliseler arasında kanlı kavgalar baş göstermiş ve çok kan dökülmüştür 200 senesinde yalnız baba ve oğul fikri öne sürülmüştü Bunlara Rûh-ül-kudüs ilâvesi ise ondan 181 sene sonra yâni; 381 yılında Bizans İmparatoru Theodasius zamânında İstanbul'da kurulan bir konsül (rûhânî meclis) de kararlaştırılmıştır Bu karâra karşı gelen pekçok papa vardıBunlardan Papa Honorius hiçbir zaman teslisi kabûl etmemiştir Honorius öldükten seneler sonra afaroz edilmişse de, teslîsi kabûl etmeyen yeni mezhebler kurmuşlardır (Elhâc Abdullah bin Destân Mustafa)
Îsâ aleyhisselâmdan sonra yahûdîler ve hıristiyanlar hakîki İncîl'i yok ettiler İncîl'e birçok yeni parçalar ilâve ederek, Allahü teâlânın emirlerini değiştirdiler İbrânice nüshayı Yunancaya çevirirken birçok yanlış bilgiler ilâve edildi Putperest Yunanlıların tek Allah inancına karşı çıkmalarından ve İncîl'i, Eflâtun felsefesine uydurmak istemelerinden dolayı akl-ı selîmin (bozukluk bulunmayan aklın) kabûl etmeyeceği teslis inanışı ortaya çıktı Hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâm; "Ben ancak sizin gibi bir insanım" dediği hâlde onu Allah'ın oğlu olarak kabûl etmişler, buna bir de Rûh-ul-kudüs ekliyerek baba, oğul, rûh-ul-kuds adı altında teslis inancını ortaya koymuşlardır (Harputlu İshâk Efendi)

TESVÎF:
Hayırlı işleri yapmayı sonraya bırakma
Uygunsuz işlerin hepsinden Allahü teâlâya tövbe etmeli, O'na yalvarmalıdır Belki, tövbe etmek için başka zaman ele geçmez Hadîs-i şerîfte; "Tesvîf edenler helâk oldu" buyruldu Boş zamânı kıymetlendirmelidirBu zamanlarda Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmalıdır Tövbe yapabilmek Hak teâlânın büyük nîmetlerindendir Hak teâlâdan her an bu nîmeti istemelidir (İmâm-ı Rabbânî)

TEŞEFFÜ':
Bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, peygamberleri veya evliyâyı vesîle ederek (araya koyarak), onların hatırı için diyerek Allahü teâlâya yalvarma, duâ etme, isteme (Bkz İstigâse ve Tevessül)

TEŞEHHÜD:
Namazın her ka'desinde (ilk ve son oturuşlarda) ettehiyyâtü duâsını okumak veya bunu okuyacak kadar oturmak (Bkz Ka'de ve Tahiyyât)
Namazda ikinci rek'atten sonraki oturuşta teşehhüd miktârı oturmak ve ka'de-i ahîrede (son rek'atteki oturuşta) teşehhüd okumak vâcibdir (M Zihni Efendi)

TEŞE'ÜM:
Bir şeyi uğursuz saymak, kötüye yormak
İslâmiyet'te teşe'üm yoktur Resûlullah sallallahü aleyhi ve selem teşrîf edince (peygamber olarak gönderilince), günlerin mü'minlere (inananlara) uğursuz olmaları kalmadı (İsmâil Hakkı Bursevî)
Uğursuzluğa inanmamalı, te'sir eder sanmamalıdır Fakirlikten korkmak ve teşe'üme inanmak şeytandandır (İmâm-ı Rabbânî)

TEŞMÎT:
Aksırdığı zaman Elhamdülillah diyen kimseye "Yerhamükellah: Allahü teâlâ sana merhâmet etsin" demek
Müslümanın, müslüman üzerinde beş hakkı vardır:Selâmına cevâb vermek, hastalığında ziyâret etmek, cenâzesinde bulunmak, dâvetine gitmek ve teşmît etmek (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

TEŞRÎ:
Kânun koyma Allahü teâlânın ve peygamberlerinin, insan hayâtının maddî ve mânevî bütün yönlerine dâir emir ve yasaklar koyması
Teşrî', Allah ve Resûlüne (peygamberine) âittir Peygamber efendimiz devrinde teşrî', ilâhî bir veche (durum) arzediyordu Kur'ân-ı kerîm tedrîcî olarak (hâdiselere göre) inzâl oluyor (iniyor), dînî ve dünyevî her türlü mes'elelerin çözüm şekli beli rtiliyordu Peygamber efendimiz bizzât teşrî'î faâliyette bulunuyordu Çünkü Kur'ân-ı kerîm, O'na teşrî' salâhiyeti tanımıştı Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: Peygamber size ne verdi ise onu alın (ve emirlerini tutun) Size neyi yasak etti ise, onu da almayın (yapma dediğini yapmayın) (Haşr sûresi: 7) (Serahsî, Pezdevî, Şa'rânî)
Peygamber efendimizin teşrî' vazîfeleri fiilî (bizzât yaparak) ve kavlî (söyleyerek) olduğu gibi, dîne aykırı olmayan bir şey gördüklerinde de susarlar, o işe mâni olmazlardı Buna Peygamber efendimizin takrîrî sünneti denirBu da Resûlullah'ın teşrî ' vazîfelerindendi (İbn-i Hatîb, Serahsî)

TEŞRİK GÜNLERİ:
Kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri Bayramın birinci gününe yevm-i nahr (nahr günü), ikinci ve üçüncü günleri de kurban günü olduğundan hepsine birden "eyyâm-ı nahr" denir Ondan evvelki güne Arefe günü denir Ramazân-ı şerîf bayram ında arefe yoktur Arefe, kurban bayramına mahsustur (Bkz Eyyâm-ı Teşrîk)

TEŞRİK TEKBÎRİ:
Arefe günü yâni Kurban bayramından önceki gün, sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit her farz namazdan sonra getirilen tekbîr; "Allahü ekber, Allahü ekber, lâ ilâhe illallahü vallahü ekber Allahü ekber ve lill ahil-hamd" sözleri
Hacıların ve hacca gitmeyenlerin, erkek kadın herkesin, cemâat ile kılsın, yalnız kılsın, yirmi üç vakit farz namazda veya bu bayramdaki farzlardan birini, yine bu bayram günlerinden birinde kazâ edince, selâm verir vermez Allahümme entesselâmü de meden evvel bir kere tekbir-i teşrik okuması vâcibdir Cenâze namazından sonra okunmaz Câmiden çıktıktan veya konuştuktan sonra okumak lâzım değildir İmâm tekbiri unutursa, cemâat terk etmez Erkekler yüksek sesle okuyabilir Kadınlar yavaş söyler (Halebî, M Zihni Efendi)
Teşrik tekbîri, Hanefî'de tehlil (Lâ ilâhe illallah)'dan evvel iki ve tehlilden sonra yine iki tekbir ile bir hamdele (lillahil-hamd)den ibârettir Şâfiî'de tehlilden evvel üç tekbir okunur (M Zihni Efendi)

TEŞYİ':
Bir yerden ayrılıp gideni uğurlama, hürmet için biraz onunla birlikte gitme
Vefât eden kul kabrine konduğu ve onu teşyi' edenler geri döndüğünde, daha onların ayak sesleri kaybolmadan kabirdeki mevtânın (ölünün) yanına iki melek gelip onu oturturlar ve derhâl; Muhammed aleyhisselâm hakkında îtikâdın (îmânın) ne idi O'na ne demekte idin? diye sorarlar Eğer mü'min ise; "Şehâdet ederim ki (kesin olarak bilir ve inanırım ki) O, Allah'ın kulu ve Resûlüdür (peygamberidir) " diye cevap verir Kâfir ve münâfık ise aynı soruya; "Bilmiyorum Herkesin söylediğini söylüyorum" der (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Misâfirliğin edeplerinden birisi de; misâfir gideceği zaman, ev sâhibinin onu kapıya kadar teşyi' etmesidir (Muhammed Rebhâmî)

TETAVVU' (Tetavvû):
Farz ve vâcib olmayıp, sırf Allah rızâsı için yapılan nâfile ibâdet
Tetavvu' namazlarının kendilerine mahsus sevâbları ve fazîletleri vardır Tetavvu' namazlarından bâzıları şunlardır:Tahıyyet-ül-Mescîd:Mescide girildiğinde kılınan namaz Duhâ namazı:Kuşluk vakti kılınan namaz Teheccüd namazı:Gecenin üçte ikisi geçt ikten sonra, imsâk vaktinden önce kılınan namaz Teheccüd ve duhâ (kuşluk) namazlarının en çoğu on iki rek'attir Nâfile namazlarda gece iki, gündüz dört rek'atte bir selâm verilir (İbn-i Âbidîn)
Farz olan zekâtı açıkça vermek riyâ olmaz, daha sevâb olur Çünkü başkaları farz olan ibâdetin yapılmasına teşvik edilmiş olur Tetavvu' olan sadakayı gizlice vermek efdâldir (daha iyidir) Gizli verilen sadaka açıktan verilen sadakadan yetmiş kat da ha sevâbdır (Harputlu İshâk Efendi)

TETAYYUR:
Uğursuzluk, uğursuzluğa inanma
Tetayyur eden ve tetayyur olunan ve kâhinlik yapan ve kâhine giden ve sihir, büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir Kur'ân-ı kerîme inanmamıştır (Hadîs-i şerîf-Hadîkat-ün-Nediyye)

TEVÂ:
Havâlenin bozulma sebebi Havâleyi kabûl edendeki alacağın telef yâni yok olması (Bkz Havâle)
Havâlede tevâ iki türlü olup; birincisi, kabûl eden sözünden döner İnkâr eder ve yemin eder Havâleyi veren ve alan da isbât edemez Fakat ikisinden birisi sened veya şâhid ile isbât ederse, tevâ olmaz İkincisi; havâle kabûl eden, müflis (iflâs etm iş) olarak vefât edince de tevâ hâsıl olur (meydana gelir) (Ali Haydar Efendi)

TEVÂCÜD:
Vecd ve muhabbette kemâle ermeyenin (olgunlaşmayanın) isteğiyle vecde kavuşmaya tâlib olması, istemesi (Bkz Vecd)
Bu yüksek yolun yâni Ahrâriyye yolunun büyükleri, yüksek sesle zikr etmekten bile sakındırmışlardır Kalb ile sessiz zikretmeği (Allahü teâlâyı anmayı) emir buyurmuşlardırŞarkı, raks, dans etmek gibi oyunları ve Resûlullah efendimizin ve dört halîfe si zamanlarında olmayan vecd ve tevâcüdü, şuûrsuz hareket ve sözleri yasak etmişlerdir (Ahmed Fârûkî)

TEVÂTÜR:
Yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan, her asırda güvenilen kimselerin hepsinin bir şeyi, bir haberi bildirmeleri
Mûsâ'nın, Îsâ'nın ve diğer peygamberlerin (aleyhimüsselâm) hârikalar, mûcizeler gösterdiği haber verildiği gibi, Muhammed aleyhisselâmın da mûcizeler gösterdiği haber verilmiştir Bu haberler tevâtür hâlindedir Muhammed aleyhisselâm, mûcizeler göste rmiş ve bu mûcizeler bizlere tevâtür yoluyla bildirilmiştir (Fahrüddîn-i Râzî)
Üç halîfeyi yâni hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve hazret-i Osman'ı metheden hadîs-i şerîflerin birkaçını bir sahabî bildirmiş ise de bunları çok kimseler çeşitli yollardan haber vermiş, bu yüzden tevâtür derecesini bulmuştur Bunlara inanmamak elb ette küfür olur (Abdullah-ı Süveydî)

TEVÂZU' (Tevâdu'):
Alçak gönüllülük; kendisini başkaları ile bir görmek, başkalarından daha üstün ve daha aşağı görmemek
Allahü teâlâ, tevâzû üzere olmağı bana emreyledi Hiçbiriniz, hiçbir kimseye tekebbür etmeyiniz (büyüklenmeyiniz) (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Allah için tevâzû edeni, Allahü teâlâ yükseltir (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Nîmete kavuşmuş olanlardan, tevâzû gösterenlere ve kendilerini kusurlu bilenlere ve helâlden kazanıp, hayırlı yerde sarf edenlere ve fıkıh bilgileri ile hikmeti (yâni tasavvufu) birleştirenlere ve helâle harama dikkat edenlere ve fakirlere merhamet edenlere ve işlerini Allah rızâsı için yapanlara ve huyu güzel olanlara ve kimseye kötülük yapmayanlara ve ilmi ile amel edenlere ve malının fazlasını dağıtıp, lafının fazlasını saklayanlara müjdeler olsun (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Tevâzû, insan için çok iyi bir huydur Hadîs-i şerîfte; "Tevâzû edene müjdeler olsun" buyruldu Tevâzû sâhibi, kendini başkalarından aşağı görmez Zelîl ve miskîn olmaz Malını helâlden kazanıp çok hediyye verir Âlimlerle ve fen adamları ile tanışır Fakirlere merhamet eder (Muhammed Hâdimî)
Tevâzû, dünyâ rütbelerinde kendinden aşağı olanlara büyüklük göstermemektir Çünkü eline geçenler, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânıdır Kendi elinde bir şey yoktur (Ali bin Emrullah)

TEVBE (Tövbe):
Haram, günah işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya karar vermek
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ey mü'minler! Hepiniz Allah'a tövbe ediniz ki felâh (kurtuluş) bulasınız (Nûr sûresi: 31)
Allahü teâlâ tövbe edenleri sever (Bekara sûresi: 222)
En iyiniz, günâhtan sonra hemen tövbe edeninizdir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Tövbe eden, günah işlememiş gibi olur (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Rûh gargaraya gelmedikçe, Allahü teâlâ kulun tövbesini kabûl eder (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Günâhlarınız çok olup göklere kadar ulaşsa, tövbe edince Allahü teâlâ tövbenizi kabûl eder (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Günahtan sonra hemen tövbe etmek, farzdır Tövbeyi geciktirmek büyük günâhtır Bunun için de, ayrıca tövbe etmek lâzımdır Farzı yapmamanın günâhı ancak kazâ etmekle affolur Her günâhın affı için, kalb ile tövbe etmek ve dil ile istiğfâr etmek (bağı şlanmasını istemek) ve beden ile kazâ etmek lâzımdır (M Hâdimî)
Ey oğlum! Bir hatâ işlediğin zaman hemen tövbe et ve sadaka ver Tövbeyi yarına bırakma Çünkü ölüm, ansızın gelir (Lokman Hakîm)
İnsanları iki şey helâk eder: Biri tövbe ederim diyerek günâh işlemeleri, diğeri de sonra yaparım diyerek tövbeyi geciktirmeleridir (Şakîk-i Belhî)
Her uzvun tövbesi vardır Kalbin tövbesi, harâm işleri yapmaya niyeti terk etmesi; gözün tövbesi, harâma bakmaması; ayakların tövbesi, harâma gitmemesi; kulakların tövbesi, haram şeyleri dinlememesi; karnın tövbesi harâm yememesidir (Zünnûn-i Mısrî)
Şartlarına uygun yapılan tövbe muhakkak kabûl olur Tövbenin kabûl edileceğinde değil, tövbenin şartlarına uygun olup olmadığında şüphe etmelidir (İmâm-ı Gazâlî) Tevbe yâ Rabbî hatâ râhına git tiklerime Bilip ettiklerime bilmeyip ettikle rime
(Abdurrahîm Rûmî)

Tevbe Bi'atı:
Mürşid-i kâmil denilen velî bir zâtın, huzûrunda tövbe edip günâh işlememek üzere söz vermek

Tevbe Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin dokuzuncu sûresi Berâe sûresi de denir
Tevbe sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi) 128 ve 129 âyet-i kerîmeleri Mekke'de indi Yüz yirmi dokuz âyettir Evvelinde Besmele nâzil olmamıştır Sûre, müşriklerin Allahü teâlâ ile alâkalarının kesildiğini, bundan sonra onların Kâbe'ye yaklaştırılm ayacağını, müslüman olmadıkları takdirde öldürüleceklerini bildiren bir ültimatom mâhiyetindedir Sûre, Peygamber efendimizin şefkat ve merhâmetini bildiren âyet-i kerîmelerle sona erer (Muhammed bin Hamza-Hüseyn Vâiz-i Kâşifî)
Tevbe sûresinde buyruldu ki:
Allahü teâlâya ve kıyâmet gününe inanmayan ve Allahü teâlânın ve Resûlünün haram ettiklerine haram demiyen ve hak olan İslâm dînini kabûl etmeyen kâfirlerle, cizyeyi kabûl ettiklerini veya müslüman olduklarını bildirinceye kadar harb ediniz! Onları öldürünüz (Âyet: 28)
Kur'ân-ı kerîm bana âyet âyet, harf harf nâzil oldu Ancak Tevbe ve İhlâs sûreleri hâriç Bunlar bana yetmiş bin saf melekle berâber nâzil oldu (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

Tevbe-i İstigfâr:
Kendini kusurlu görerek, günâhlara tövbe etmek, Allahü teâlâdan af dilemek
Tevbe-i istigfâr devâmlı olmalıdır Haramları ve şüpheli şeyleri, öldürücü zehir bilmelidir (İmâm-ı Rabbânî)

Tevbe-i Nasûh:
Sâdık tövbe, işlediği günâhı bir daha yapmamak üzere tövbe etmek ve bu tövbesinde tam kararlı olmak
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Ey îmân edenler! Günâhlarınızdan Allahü teâlâya tevbe-i nasûh ile tövbe ediniz (Tahrîm sûresi: 8)

Tevbe-i nasûh dört şey ile tamam olur
1) Dil ile istiğfâr etmek (bağışlanmayı dilemek)
2) Günâhı işleyen âzâ ile günâhı terk etmek
3) Bu günâhı bir daha işlemiyeceğine kalb ile kesin karar vermek
4) Günâh işlemeye sevk eden her türlü vâsıta ve arkadaştan uzaklaşmak (Ahmed-i Nâmık-ı Câmî)
Bir kimse bir günâhı yapıp, sonra onu gözünün önüne getirip, ölünceye kadar, ben Rabbimin emrine niçin karşı geldim, niçin bu günâhı işledim?diye pişman olup, bir daha öyle bir günâha dönmemesidir İşte bu tevbe-i nasûh yâni bir daha günâha dönmemek üzere yapılan tövbedir (Ahmed bin Âsım Antâkî)


TEVECCÜH:
Yönelme
1Peygamberleri aleyhimüsselâm veya evliyâyı vesîle (vâsıta) yaparak, onların hâtırı için istenilen bir şeye kavuşturması için Allahü teâlâya yalvarmak Buna, istigâse, tevessül ve teşeffü' de denir
Resûlullah'ın yanına bir âmâ (gözleri görmeyen) birisi geldi Gözlerinin açılması için duâ etmesini diledi (istedi) Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, ona; (İstersen duâ edeyim, istersen sabret Sabr etmek, senin için daha iyi olur" buyurdu O kimse; "Duâ etmeni istiyorum Benim bakacak kimsem yoktur Çok sıkılıyorum" deyince; "İyi bir abdest al! Sonra; "Allahümme innî es'elüke ve eteveccühü ileyke bi-Nebiyyike Muhammedin Nebiyyirrahme, yâ Muhammed innî eteveccehü bike ilâ Rabbî fî hâcetî-hâzihî, li takdiye-lî Allahümme şeffi'hü fiyye" duâsını oku!" buyurdu Duânın mânâsı şudur: "Yâ Rabbi! İnsanlara rahmet olarak gönderdiğin sevgili Peygamberin ile sana teveccüh ediyorum Senden istiyorum Yâ Muhammed aleyhisselâm! Dileğimin hâsıl olm ası (yerine gelmesi) için Rabbime senin ile teveccüh ediyorum Allah'ım! O'nu bana şefâatçi eyle!" (Merâkıl-Felâh, Nesâî, Tirmizî, İmâm-ı Beyhekî)
2 Tasavvuf yolunda ilerleme, yükselme sebeblerinden en önemli olanı Bir velînin, Allahü teâlânın izni ile nazar etmek (bakmak) yâhut başka yollarla talebesinin veya sevdiğinin yâhut başka birinin kalbindeki mâsivâ (Allahü teâlâdan başka her şey) ve dünyâ sevgisini, günâh lekelerini temizleyip, yerini feyz, mârifet, ilim ve hikmetle yâni mânevî ilimler, iyilikler, bereketler ve fâidelerle doldurması, yüksek derecelere kavuşturması
Pîrin (tasavvuf büyüğünün) teveccühü, her ne sûretle ortaya çıkarsa çıksınlar, sâdık talebeden, zulmet ve keder dağlarını kaldırıp, uzaklaştırır (Muhammed Ma'sûm)
Tasarruf sâhibleri üç nev'idir (kısımdır) Bir kısmı Allahü teâlânın izni ile, her istedikleri zamanda, diledikleri kimsenin kalbine tasarruf ederek, onu tasavvufta en yüksek derece olan fenâ makâmına eriştirirler Bâzısı, Allahü teâlânın emri olmada n tasarruf etmez Emir olunan kimseye teveccüh ederler Bir kısmı ise kendilerine bir sıfat (hâl) geldiği zaman kalblere tasarruf ederler (Ubeydullah-ı Ahrâr'ın oğlu Hâce Muhammed Yahyâ)
Tasavvuf yolunda çok yüksekleri aramalı, ele geçenlere bağlanıp kalmamalıdır Verâların verâsını yâni öteler ötesini aramalıdır Böyle bir istek, böyle çok çalışmak ancak vazîfe alınan büyüğün teveccühü ile elde edilebilir Onun teveccühü de mürîdin (telebenin)ona olan sevgisi, bağlılığı kadar olur (İmâm-ı Rabbânî)
3 Bir kimsenin, hayatta ve vefât etmiş, bir velîden feyz alabilmek, ondan mânevî olarak istifâde etmek, faydalanmak için, kalbini ona bağlaması, hâtırına hiçbir şey getirmeyip, yalnız onu düşünmesi
Rûhu olgun bir velînin kabri yanına gidip, bir zaman durulur ve o tapraktaki velîye teveccüh edilirse, rûhu o toprağa bağlanır Meyyitin rûhu da bu toprağa bağlı olduğu için, gelen insanın rûhu ile velînin rûhu buluşmuş olurlar Bu iki rûh karşılıklı iki ayna olur Herbirinde olan meârif (ilimler) ve kemâlât (olgunluklar) ötekine aks eder, yansır (Fahreddîn-i Râzî)
Bâtındaki yâni kalbindeki nisbetin (bağlılığın) artmasına çalış Allah ism-i şerîfini, bâzan da kelime-i tehlîli (Lâ ilâhe illallah'ı) çok zikrederek (söyleyerek), bâzan salevât okuyarak, Kur'ân-ı kerîm okuyarak Allahü teâlâya yaklaşmaya çalış Bu ça lışmalarda gevşeklik olursa, bu fakîrin rûhâniyetine teveccüh ediniz Yâhut, Mirzâ Mazhâr-ı Cânân'ın kabrine gidiniz, ona teveccüh ediniz, çok terakkî edilir, ilerleme ve yükselme olur Ondan hâsıl olan fayda, bir dirinin faydasından daha çoktur (Abdullah-ı Dehlevî)

TEVEKKÜL:
Allahü teâlâya teslim olma Bir işe başlarken sebeplere yapıştıktan sonra O'na güvenme; kalbin, her işte Allahü teâlâya îtimâd etmesi, güvenmesi
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:
Kim ki, Allahü teâlâdan korkarsa, Allahü teâlâ ona (darlıktan genişliğe) bir çıkış yolu ihsân eder ve ona ummadığı yerden rızık verir Her kim, Allahü teâlâya tevekkül ederse, Allahü teâlâ ona kâfidir (Talâk sûresi: 2,3)
Eğer îmânınız varsa, Allahü teâlâya tevekkül ediniz (Mâide sûresi: 23)
Allahü teâlâ, tevekkül edenleri sever (Âl-i İmrân sûresi: 259)
Allahü teâlâya tam tevekkül etseydiniz, kuşların rızkını verdiği gibi, size de gönderirdi Kuşlar, sabah mîdeleri boş, aç gider Akşam mîdeleri dolmuş, doymuş olarak döner (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
Yâ Ebâ Hüreyre! Allah'tan başka hiçbir şeye ümid bağlama! Allah'a tevekkül eyle! Bir arzun varsa, Allahü teâlâ hazretlerinden iste! Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesi (işi, kânunu) şöyledir ki; her şeyi bir sebeb altında yaratır Bir iş için sebebine yapışmak ve sonra Allahü teâlânın yaratmasını beklemek lâzımdır Tevekkül de bundan ibârettir (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Sebeblere yapışmak, tevekküle mâni değildir Bilâkis sebeblere yapışmak, sebebleri araya koymak, tevekkülün en yüksek derecesidir (Ahmed Fârûkî)
Tevekkül, iş yapmayıp tembel olmak için değildir Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül olunur Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için tevekkül olunur (S Abdülhakîm Arvâsî)
Tevekkülün alâmeti üçtür:Kimseden bir şey istememek (dilenmemek), verileni reddetmemek, ele geçeni biriktirmemek (Sehl bin Abdullah)
Allahü teâlâya tevekkül ettim diyen kimsenin; cenâb-ı hakk'ın, kendisi hakkındaki muâmelesine, yâni takdîr ettiği şeylere, başına gelen sıkıntı ve musîbetlere de râzı olması lâzımdır Aksi takdirde, yalan söylemiş olur (Bişr-i Hafî)

TEVELLÎ:
Dostluk, birisini Allah rızâsı için sevme, dost edinme
Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştırır Allahü teâlânın düşmanlarından teberrî etmedikçe (uzaklaşmadıkça) tevellî olmaz (İmâm-ı Rabbânî)

TEVERRÜK:
Kadınların namazda oturma şekli; kaba etlerini yere koyup, uyluklarını birbirine yaklaştırarak, ayaklarını sağ taraftan dışarı çıkarıp, sol uylukları üzerine oturmaları
Kadınlar, namazda teverrük ederek otururlar (Alâüddîn-i Haskefî)
Namazda dizleri dikip, başını dizlerine koyarak, diz çökerek, bağdaş kurarak, teverrük ederek uyursa, abdesti bozulmaz (M Zihni Efendi)

TEVESSÜL:
Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ İstiğâse ve teşeffû' da denir (Bkz İstigâse ve Teşeffû' ve Vesîle)
Peygamber efendimiz; "Allahümme innî es'elüke bihakkıs sâilîne aleyke" yâni "Yâ Rabbî! Senden isteyip de verdiğin kimselerin hatırı için, senden istiyorum" diye tevessül eder ve böyle duâ ediniz buyururdu (İbn-i Mâce)
Ömer bin Hattâb radıyallahü anh kıtlık olduğu zaman Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbâs ile tevessül etti Yâni onu vesîle ederek Allahü teâlâdan yağmur istedi: "Yâ Rabbî! Kıtlık olduğu zaman,Resûlullah efendimizle sana tevessül ederdik Sen bize yağmur verirdinŞimdi sana, Resûlullah efendimizin amcası ile tevessül ediyoruz Bize yağmur ihsân et" diye duâ edince, Allahü teâlâ onlara yağmur verdi (Buhârî)
Yüzyıllardır, doğru yolda olan müslümanlar, Allahü teâlânın sevgili kullarını vesîle ederek duâ etmişler, böylece arzu ve isteklerine kavuşmuşlar, sıkıntılardan kurtulmuşlardır Duânın kabul olması haram lokma yememeğe bağlıdır Bu ise, ancak cenâb-ı Hakk'ın sevdiklerinde mümkündür Ölü olsun, diri olsun Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak yapılan duâ, onların bereketiyle ve hatırları için kabûl olmaktadırDaha önce yapılmış olan sâlih (iyi) ameller ile de tevessül yapılır (M Sıddîk Gümüş)

TEVFÎK:
Allahü teâlânın kullarının işini, rızâsına muvâfık (uygun) kılması, şer (kötülük) yolunu kapayıp, hayır (iyilik) yolunu kolaylaştırması
(Şuayb aleyhisselâm), kavmine şöyle dedi: "Benim tevfîkim, Allahü teâlânın hidâyeti ve yardımı iledir (Hûd sûresi: 88)

TEVHÎD:
1 Allahü teâlânın bir olduğuna inanmak, O'na kimseyi ortak etmemek Yâni Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ibâdete lâyık bir ilâh yoktur O'nun ortağı benzeri yoktur) sözünü, mânâsına inanarak söylemek (Bkz Kelime-i Tevhîd)
İnsanların ilk dîni tevhîd dînidir İlk insan ve ilk peygamber Âdem aleyhisselâmdır İnsanlar, peygamberlere aleyhimüsselâm uydukları müddetçe tevhîd inancı üzere devâm ettiler Fakat kendi başlarına gittiklerinde hep yanlış yollara saptılar, tevhîd inancından ayrıldılar Allahü teâlâdan başka şeylere, putlara taptılar İslâmiyet geldiği sırada Kâbe-i muazzamada 360 put vardı İslâmiyet, putperestliği ve putları ortadan kaldırdı Tekrar tevhîd inancını yerleştirdi (Herkese Lâzım Olan Îmân)
2 Tasavvufta kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere bağlılıktan kurtarmak

Tevhîd-i Şuhûdî:
Mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka her şeyi) görmemek ve düşünmemek
Tasavvuf yolunda yürümekten, nefsin istemediği zor gelen şeyleri yapmaktan ve sıkıntı çekmekten maksad, Allahü teâlâdan başka, her şeyin sevgisinden kurtulmaktır Bu da tevhîd-i şuhûdî ile hâsıl olmaktadır Bütün bu uğraşmalar, kulluğun, aczin, zaval lılığın meydana çıkması ve hiç olduğumuzun anlaşılması içindir (İmâm-ı Rabbânî)

Tevhîd-i Vücûdî:
Mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka her şeyi) yok bilmektir
Tevhîd-i vücûdîyi ilk açıklayan Muhyiddîn-i Arabî'dir (İmâm-ı Rabbânî)
Büyük pederim Abdülehad, tevhîd-i vücûdda çok ileride idi Bu yolda yüksek kitaplar yazmıştı Bununla berâber, dînin edeplerinden hiçbirini bırakmazdı (İmâm-ı Rabbânî)

TE'VÎL:
1 Yorumlamak, açıklamak
Bir müslümanın bir sözü veya bir işi birçok bakımdan kâfir (îmânsız) olacağını gösterse, bir bakımdan ise, kâfir olmıyacağını gösterse, bu bir bakıma göre te'vîl edilmeli ona kâfir dememelidir (İbn-i Âbidîn)
2 Ehl-i sünnet âlimlerinin, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden ve Eshâb-ı kirâmdan bildirdikleri tefsirlere (açıklamalara) bağlı kalarak âyet-i kerîmeleri açıklamak veya bu şekilde yapılan açıklamalar ve îzâhlar
Tefsîr âlimleri, tefsîre uygun olan te'villeri de tefsîr olarak kabûl etmişlerdir Bunlara re'y tefsîri denir Te'vîl, nakle ve din bilgilerine uygun olmazsa, tefsîr değil, yazanın kendi düşüncesi olur Nitekim hadîs-i şerîfte; "Kur'ân-ı kerîmi kendi görüşü ile açıklayan hatâ etmiştir" buyrulmuştur Bunun içindir ki, Kur'ân-ı kerîmde mânâsı açık olmayan yerlerden, yalnız akla güvenip, yanlış te'vîl yapılarak yanlış mânâlar çıkarılması netîcesinde yetmiş iki bid'at ve dalâlet fırkası ortaya çıktı (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Te'vîllerin doğruluğu tefsîr ile ölçerek anlaşılır Te'vîl tefsîre uymazsa atılır Uyarsa alınabilir denildi (S Abdülhakîm Arvâsî)
Ehl-i sünnet âlimleri, nassları, zâhirleri üzere almışlardır Yâni âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere açık olan mânâları vermişler, zarûret olmadıkça, nassları te'vîl etmemişler, bu mânâları değiştirmemişlerdir Kendi bilgileri ve görüşleri ile h içbir değişiklik yapmamışlardırSapık fırkalardan olanlar ve mezhebsizler ise, îmân bilgilerinde ve ibâdetlerde değişiklik yapmaktan çekinmemişlerdir (Seyyid Abdülhakîm)

TEVKÎFÎ:
İslâmiyet'in bildirmesine bağlı olan ve değiştirilmesi câiz olmayan
Allahü teâlânın ism-i şerîfleri tevkîfîdir Şerîatin bildirdiği isimler söylenir Bunlardan başka isimler ile zikretmeye, anmaya şerîat (İslâmiyet) izin vermemiştir (Seyyid Şerîf)

TEVKÎL:
1 Vekîl tâyin etme Kadına, kendini boşamak için seni vekil ettim demek ( Bkz Vekîl)
İslâmiyet'te erkeğin talak (boşama) hakkını başkasına bırakması üç türlü olur:
1) Tefvîd: Erkeğin zevcesine (hanımına); "Kendini sen boşa" diyerek talağı (boşamayı) zevcesinin arzûsuna bırakması Buna temlîk de denir
2) Tevkîl etmek
3) Temlîk haberini başkası ile veya mektupla zevceye (kadına) ulaştırmaktır Zevce, haberi aldığı mecliste (yerde) kendini boşayabilir (Ahmed Zühdü, M Zihni Efendi)
2 Bir ibâdetin, bir işin yapılması husûsunda birini kendine vekîl tâyin etme
Zenginin kesmesi vâcib olan kurbanı, fakîrlere veya hayır, yardım cemiyetlerine diri olarak sadaka vermek kurbân olmaz Kesmek vâcibdir Kurbana verilen para sevâbı, yüz misli sadaka sevâbından kat kat daha fazladır Kurbanı satın alması, kesmesi ve etini dağıtması ve bunları dilediğine de yaptırması için birini tevkîl etmek, parasını veya diri hayvanı vekîle vermek câizdir Fakat vekîl kılınan kişinin, keserken başında bulunması müstehâbdır (iyidir) (Ebû Bekr Ali, M Zihni Efendi)

TEVLİYE SATIŞI:
Bir malın alış fiyatını söyleyerek aynı fiyatla, satmak
Bir kimse aldığı bir malı kendisine kaça mal olmuş ise onu söyleyerek tam alış fiyâtına satarsa, meselâ on bin liraya aldığı bir malı on bin liraya aldığını söyleyip, on bin liraya satarsa, bu satış tevliye satışı olur (Fetâvâ-i Hindiyye)

TEVRÂT:
Dört büyük kitabdan biri Allahü teâlâ tarafından Mûsâ aleyhisselâma gönderilen ilâhî kitab
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Biz, Mûsâ için Tevrât'ın levhalarında, mev'izaya (nasîhatlere) ve din hükümlerinin açıklamasına âit her şeyi yazdık (A'râf sûresi: 145)
Tevrât kırk cüz idi Her cüzde bin sûre, her sûrede bin âyet vardı Şimdi elde bulunan Tevrât'larda bu kadar âyet yok Çünkü Tevrât'ın ve İncîl'in sonradan tahrîf edildiklerini (değiştirildiklerini) Kur'ân-ı kerîm haber vermektedir Cebrâil aleyhisse lâmın Mûsâ aleyhisselâma getirdiği Tevrât'ı yalnız Mûsâ, Hârûn, Yûşâ ve Uzeyr ve Îsâ aleyhimüsselâm ezberlemiştir (Nişancızâde, Sa'lebî)
Âsûrî hükümdârı Buhtunnasar, Kudüs'ü alıp Mescid-i Aksâ'yı yıktığı zaman, Tevrât nüshalarını yaktı Tevrât'ı ezberlemiş olan yahûdîler de zamanla unuttular, azdılar Nasîhat için gönderilen peygamberlere inanmayıp, çoğunu şehîd ettiler (Şemseddîn Sâmî)
Bugün elimizde bulunan Tevrât'ın içine birçok yabancı yazılar ilâve edilmiştir Bunların Mûsâ aleyhisselâma nâzil olan, inen hakîkî Tevrât ile bir alâkası yoktur Hakîkî Tevrât'ta, Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselâm isminde bir son peygamber gönde receği yazılıdır (Nişâncızâde)
Bugünkü Tevrât, Mûsâ aleyhisselâmdan birkaç asır sonra yaşayan beş haham tarafından kaleme alınmış ve Azrâ adındaki haham bunları tek tek toplayarak Ahd-i atîk'in asıl nüshası olduğu iddiası ile çoğalttırmıştır Günümüzde Tevrât'ın üç nüshası mevcutt ur Yahûdîler ve protestanların kabûl ettikleri İbrânice nüsha, katolik ve ortodokslarca kabûl edilen Yunanca nüsha; Samirîlerce kabûl edilen Sâmirî dilinde yazılan nüsha Bunlar Tevratın en eski ve en güvenilir nüshaları olarak bilinmelerine rağmen aralarında birçok tezatlar, tutarsızlıklar vardır Hiçbir ilâhî dinde bulunmayan insanlara zulüm telkinleri, peygamberlerden bâzılarına karşı çok çirkin ve makamlarına yakışmayan isnadlar, yakıştırmalar vardırHakîki Tevrat'ta tezatların ve böyle şeylerin bulunacağından söz edilemez (Prof Elliot Friedman)

TEVVÂB (Et-Tevvâb):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Kullarına tövbe etme sebeblerini kolaylaştıran, şartlarına uygun tövbe edenlerin tövbesini kabûl eden
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ve o zaman İbrâhim ve İsmâil (aleyhimesselâm) Kâbe'nin temellerini yükselttiler ve şöyle duâ ettiler: "Ey Rabbimiz! Bizden bu hayırlı işi kabûl buyur Hakîkaten sen duâmızı işitici ve niyetimizi bilicisin Ey Rabbimiz! Bizi sana teslîm ve ihlâs sâhibi olmakta sâbit kıl Soyumuzdan bir topluluğu da sana boyun eğen bir ümmet yap Bize ibâdet yollarımızı ve hac vazîfelerimizi göster, kusurlarımızı affedip, tövbemizi kabûl buyur Muhakkak ki sen, tevvâbsın ve rahîmsin (âhirette mü'minlere merhamet buyuransın) (Bekara sûresi: 127,128)
Onlar bilmediler mi ki, şüphesiz Allahü teâlâ kullarından tövbeyi kabûl edecek, sadakaları alacak olan ancak kendisidir Ve hakîkatte tevvâb ve rahîm yalnız O'dur (Tevbe sûresi: 104)
Bir kimse duhâ namazından sonra üç yüz altmış defâ et-Tevvâb ism-i şerîfini söylerse tövbesi kabûl olur On defâ bir zâlim üzerine söylendiğinde zâlimin zulmünden kurtulur (Yûsuf Nebhânî)

TEYEMMÜM:
Su bulunmadığı veya bulunup da özür sebebiyle kullanmak mümkün olmadığı takdirde; temiz toprak veya taş, kum, kerpiç gibi toprak cinsinden bir şey ile hadesi yâni mânevî kirliliği, abdestsizliği gidermek için, elleri toprağa sürüp yüzü ve kolları mes h etmek
Hicretin beşinci senesinde Benî Müstalak Gazvesi sırasında mücâhidler yâni Eshâb-ı kirâm su bulamadıkları için bir sabah namazını kılamama tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardı Bunun üzerine teyemüm ile ilgili âyet-i kerîme nâzil oldu (indi) Meâl en; "Su bulamadığınız zaman temiz toprağa teyemmüm ediniz" buyruldu (Mâide sûresi: 6) (Senâullah Dehlevî)
Teyemmüm, suyu bulamadığı zaman müslümanın temizliğidir (Hadîs-i şerîf-Nîmet-i İslâm)
Gusül (boy) abdesti alınca, soğuktan ölmek veya hasta olmak tehlikesi varsa, şehirde dahî olsa, hamam parası yoksa ve başka çâre bulamazsa, gusül abdesti için teyemmüm eder (Tahtâvî, M Zihni Efendi)
Hastanın, abdest veya gusül ile veya hareket etmekle, hastalığının artacağı veya iyi olması uzayacağı, kendi tecrübesi ile veya mütehassıs ve açıkça günâh işlemeyen müslüman bir doktorun söylemesi ile anlaşılırsa, teyemmüm eder (İbn-i Âbidîn, Tahtâvî)
Teyemmüm ile namaz kılmak ancak Muhammed aleyhisselâmın dînine mahsustur (Kutbüddîn-i İznikî)

TEZEKKÜR:
Hâfızadaki bilgileri, istenildiği zaman hatırlamak
İnsanın bâtınında (içinde) hiss-i müşterek, hayâl, tefekkür, tezekkür ve hıfz kuvvetleri vardır Allahü teâlâ bu kuvvetleri yaratmasa, el, ayak ve kuvvetlerden hâli (mahrûm) kaldıkları gibi beyin de boş kalır (İmâm-ı Gazâlî)

Tezekkür-i Mevt:
Ölümü hatırlamak İnsanın kendini ölmüş, teneşir tahtası üzerinde yıkanmış, kefene sarılmış ve tabuta konulmuş ve mezâra gömülmüş olarak düşünmesi
Tezekkür-i mevt, lezzetleri yıkar, eğlencelere son verir (Hadîs-i şerîf-Tebyîn)
Muhammed Behâüddîn-i Buhârî (kuddise sirruh) her gün yirmi kere tezekkür-i mevt ederdi (Abdülhakîm bin Mustafâ)
Tezekkür-i mevt edenler, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına sarılıp, günâhlardan sakınırlar Haram işlemeye cesâretleri azalır (İbn-i Receb)

TEZELLÜL:
Bayağılık, kendini aşağı tutmak Tevâzûnun aşırı derecesi
Tezellül kötü huylardan biridir Bir âlimin yanına câhil bir kimse geldiği zaman, âlimin ayağa kalkıp, yerine bunu oturtması ve gideceği zaman kapıya kadar yanında yürümesi ve kunduralarını önüne koyması tezellüle bir misâldir Yalnız ayağa kalkıp ot ursaydı, ona yer gösterseydi ve işini, hâlini ve niçin geldiğini sorsaydı, suâllerine güler yüzle cevap verseydi, dâvetini kabûl etseydi ve sıkıntısını giderecek şey yapsaydı, tevâzû göstermiş olurdu Hadîs-i şerîfte; "Din kardeşini sıkıntıdan kurtarana hac ve umre sevâbı verilir" buyruldu Bir günlük yiyeceği, içeceği olan kimsenin dilenmesi, tezellül olup, haramdır Bunun, bir günlük nafakası olmayan için veya borçlu için yardım toplaması tezellül olmaz Fazla hediye almak için az bir şeyi hediye vermek de tezellül olur Âyet-i kerîme, böyle hediye vermeyi men etmektedir (Muhammed Hâdimî)

TEZKİYE:
Pâk ve temiz etmek, kalbi temizlemek
Bir sâlik (tasavvuf yolcusu), niyetini düzelttikten ve kendini dünyâ arzularından kurtardıktan sonra, Allahü teâlânın ismini zikr etmeğe başlar Güç riyâzetler (nefsin arzularını yapmamak) çeker Şiddetli, ağır mücâhedeler (nefsin istemediği şeyleri yapmak) yapar Böylece tezkiye hâsıl olur ve kötü huyları iyi huylara döner (İmâm-ı Rabbânî)

Tezkiye-i Nefs:
1 Nefsi, İslâmiyet'in haram ettiği, beğenmediği şeylerden, kötü isteklerinden temizlemek
Tezkiye-i nefs yapınca, kalb tasfiye bulur yâni kalbin Allahü teâlâdan başkasına, mahlûklara bağlılığı kalmaz Haramlara, günahlara meyletmez Haramları istemekten kesilme dikçe nefs, Kalb ilâhî nûrlara, ayna olamaz hiç
(İmâm-ı Rabbânî, Mevâkıb Tefsîri)
2 Nefsini beğenme, insanın kendindeki nîmetleri, iyilikleri, kendinden bilip, Allahü teâlânın verdiğini düşünmemesi Bu nîmetlerin Allahü teâlâdan geldiğini bilip, kendinin kusurlu olduğunu düşünmek ise, şükr olur

TEZVÎC:
Evlendirme, kocaya verme
Kadını, kendisi veya vekîli yâhut velîsi (babası, dedesi, sonra erkek kardeşi, amcası ) tezvîc eder (Saîdeddîn Fergânî, M Zihni Efendi)
Erkek velîleri bulunmayan yetimleri, Hanefî mezhebinde anaları tezvîc edebilir (İbn-i Âbidîn)
Hanefî mezhebindeki bir kimse, kolaylık olmak bakımından nikâhını tâzelemek, yenilemek için, zevcesinden (hanımından) vekâlet almalı, iki şâhit yanında "Öteden beri nikâhım altında bulunan zevcemi onun tarafından vekîl olarak ve tarafımdan asîl olara k kendime tezvîc ettim" demelidir (Kâdızâde Ahmed Efendi)

TEZYÎN:
Süslemek
Dünyâ hayâtı, geçilecek bir köprü gibidir Bu köprüyü tezyîn etmekle uğraşmayın Hemen geçip gidin! (Hadîs-i şerîf-Mârifetnâme)
Yâ Ali! İnsanları görürsün ki dünyâyı tezyîn etmeye çalışıyorlar Sen dînini tezyîn etmeye çalış (Hadîs-i şerîf, Miftâh-un-Necât)
Müslümanın her şeyden evvel kalbini temizlemesi lâzımdır Çünkü kalb bütün bedenin reisidir Peygamber efendimiz; "İnsanın kalbinde bir et parçası vardır Bu iyi olursa, bütün uzuvlar iyi; kötü olursa, bütün uzuvlar bozuk olur Bu kalbdir" buyurdu Yâni bu, yürek denilen et parçasındaki gönüldür Bunun iyi olması, kötü ahlâktan temizlenmesi ve iyi ahlâk ile tezyîn edilmesidir (İmâm-ı Rabbânî)
Herkes dışa kıymet verip, dışını süslerken siz içinizi tezyîn edin İslâm'ın emir ve yasaklarına uyarak kalbinizi tezyîn edin (Ahmed-i Câmî)

TILA':
Tâze üzüm şırasının, ateşte veya güneşte ısıtılarak üçte birinden fazlasının uçmasıyla elde edilen içki
Tıla', gaz çıkararak kabarıp, tadı keskin olunca, sarhoş eder Şarap gibi, damlası haram ve kaba necs olur (İbn-i Âbidîn)

TİCÂNİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Ebü'l-Abbâs Ticânî hazretlerinin tasavvuftaki yolu
Ticâniyye yolunun kurucusu olan Ebü'l-Abbâs Ticânî evliyânın büyüklerinden olup, Ahmed bin İdrîs hazretlerinin halîfesi (talebesi)dir Cezâyir'in güneyinde Ayn-ı mâdî denilen yerde 1737 (H1150)'de doğdu 1815 (H1230)'da Fas'ta vefât etti Halvetiyy e yolunun bir kolu olan Ticâniyye yolunu kurdu (Harîrizâde, Hüseyin Vassâf)
Ebü'l-Abbâs Ahmed Ticânî ve yetiştirmiş olduğu talebeleri Ticâniyye yolunu Afrika içlerine ve Kuzey Afrika ülkelerine yaydılarMüslümanların Peygamber efendimizin sünnet-i şerîfine uygun bir şekilde yaşamalarına çalıştılar Ebü'l-Abbâs Ahmed Ticânî h azretlerinin talebelerinden Ali Arabî Mağribî Fâsî, hocasının yüksek hâllerini ve kerâmetlerini anlatan Cevâhir-ül-Meânî isimli bir eser yazdı (Yûsuf Nebhânî)

TİCÂRET EŞYÂSI:
Ticâret niyetiyle alınıp, ticâret için saklanılan eşyâ
Eşyânın ticâret eşyâsı sayılması için ticâret niyetiyle satın alınması lâzımdır Uşur vermesi lâzım gelen topraklardan hâsıl olan ve mîrâs olarak ele geçen veya hediye, vasiyet gibi kabûl edince mülk olan şeylerde ticârete niyet edilse de bunlar ticâ ret eşyâsı olmaz Çünkü ticâret niyeti alış-verişte olur Bunları satınca veya kirâya verince eline geçen mal ticâret eşyâsı olur (İbn-i Âbidîn)
Canlı cansız her mal, meselâ yerden, denizden çıkarılmış tuzlar, oksidler, naft, yâni petrol ve benzerleri, ticâret yapmak için, yâni satmak için satın alındıkları zaman ticâret eşyâsı olurlar Altın ve gümüş gibi zekâta tâbidirler Altın ile gümüş h er ne niyet ile olursa olsun, hep ticâret eşyâsıdır (İbn-i Âbidîn)

TİLÂVET:
Kur'ân-ı kerîm okumak
Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Onlar geceleri secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini tilâvet ederler (Âl-i İmrân sûresi: 113)
Onlara Allah'ın âyetleri tilâvet olunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı (Meryem sûresi: 58)
Bu Kur'ân-ı kerîmi öğreniniz Şüphesiz ki onu tilâvet etmekle her harfine bedel on sevapla mükâfâtlandırılırsınız (Hadîs-i şerîf-Dârimî)
Mahşer günü (insanlar ve bütün canlılar diriltilip bir yerde toplandıkları zaman); "Muhammed aleyhisselâm nerededir?" diye bir nidâ işitilir Peygamber efendimiz gelir Cenâb-ı Hak; "Yâ Muhammed! Cibrîl sana Kur'ân-ı kerîmi teblîğ ettim diyor" O da; "Evet yâ Rabbî!" der Cenâb-ı Hak; "Yâ Muhammed! Minbere çık ve Kur'ân-ı kerîmi tilâvet et" buyurur Peygamber efendimiz, Kur'ân-ı kerîmi tilâvet edip, gâyet güzel ve tatlı bir şekilde okur Mü'minleri müjdeler Onların yüzleri güler ve sevinirler Kur'ân-ı kerîme inanmayanların, bu mübârek kitâba (hâşâ) çöl kânûnu diyenlerin ise, yüzleri gâyet çirkin olur (İmâm-ı Gazâlî)

Tilâvet Secdesi:
Kur'ân-ı kerîmdeki on dört secde âyetinden herhangi birini okuyan veya işiten bir mükellefin yâni akıllı ve ergenlik çağına erişmiş bir müslümanın yapması vâcib (lâzım gelen) secde Secde âyetleri, Kur'ân-ı kerîmin; A'râf, Ra'd, Nahl, İsrâ, Meryem, H ac, Furkân, Neml, Secde, Sâd, Necm, İnşikâk ve Alak sûrelerinde bulunmaktadır (Bkz Secde)
Namazda aranan şartlar tilâvet secdesinde de aranır Hadesten (abdestsizlik ve cünüplükten) ve necâsetten (gözle görülen pislikten)temizlenmek, setr-i avret (avret yerlerini örtmek) ve istikbâl-i kıble (kıbleye dönmek) gibi şartları taşımıyan kimse, secde âyetini duyduğu zaman bu şartları yerine getirdikten sonra secdesini yapar (İmâm-ı Gazâlî)
Tilâvet secdesi şöyle yapılır: Niyet edilerek eller kaldırılmadan Allahü ekber diyerek secdeye varılır Secdede üç kere; "Sübhâne rabbiyel a'lâ" denir Sonra Allahü ekber denilerek ayağa kalkılır (M Zihni Efendi)
Tilâvet secdesinin hükmü, dünyâda bir vâcibi yerine getirip borcundan kurtulmak ve âhirette de sevâba kavuşmaktır (M Zihni Efendi)
Fonografta (gromafonda, teybde, radyoda ve televizyonda) okunan secde âyetini işitenin tilâvet secdesi yapması vâcib olmaz (Muhammed Bahît el-Mutî')
Bir kimse hüzünden, sıkıntıdan kurtulmak için, Allahü teâlâya kalbinden yalvararak on dört secde âyetini (ezberden ayakta) okuyup her birinden sonra, hemen tilâvet secdesi yaparsa, Allahü teâlâ o kimseyi o derd ve belâdan korur (İmâm-ı Nesefî)

TİMÂR:
Osmanlı Devleti'nin geçimlerine ve hizmetlerine âit masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerde kendi nâm ve hesaplarına tahsîl selâhiyeti ile birlikte tahsîs etmiş olduğu vergi kaynaklarına verilen isim Dirlik
Arâzi, timar verilen kimsenin mülkü değildir Timar sâhibi arâziyi, reâyâya (vergi vermekle mükellef olan vatandaşa) işletmek üzere verir, mahsûlden ve reâyânın şahsından devletin alacağı vergileri toplar (Osmanlı Târihi Ansiklopedisi)

TİMSÂL:
Kumaşa, kâğıda, duvara ve başka yerlere yapılmış canlı resimler
Saneme (odundan, altından, gümüşten yapılan insan heykeline), vesene (taştan yapılan insan heykeline), sûrete ve timsâle tapınmak, onların fayda ve zarar yapacaklarına inanmak, şirk (Allahü teâlâya ortak koşma) çeşitlerinden biri olup, böyle tapınanl ara putperest ve müşrik denir (Tahtâvî)
Üzerinde timsâl bulunan elbise ile namaz kılmak tahrîmen mekruhtur Cansız resimleri bulunursa, mekrûh olmaz (İbn-i Âbidîn)
Namazda giymese de üzerinde timsâl bulunan elbise giymek her zaman mekrûhtur (Abdülganî Nablüsî, Tahtâvî)

TÎN SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin doksan beşinci sûresi
Tîn sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) Sekiz âyettirTîn, dağ adı veya incir demektirSûrede dört şeye yemîn edildikten sonra, insanoğlunun yaratılışı, kâinâtın en güzel yaratığı olduğu, buna rağmen günâh ve isyânı yüzünden aşağıların aşağısı hâline geldiği bildirilmektedir (Râzî, Kurtûbî)
Tîn sûresinde meâlen buyruldu ki:
Biz insanın rûhunu, güzel bir sûrette yaratıp, sonra en aşağı dereceye indirdik (Âyet: 4,5)
Kim Tîn sûresini okursa, sağ olduğu müddetçe Allahü teâlâ ona (dünyâda) yakîn ve âfiyet verir Vefât ettiği zaman da bu sûreyi okuyanların adedince sevâb verir (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

TİVELE:
Bir kadına kocası buğzedip (gizli düşmanlık edip) kendisinden soğuduktan sonra, kadının, kocasının sevgisini tekrar celbetmek (çekmek) için mutlak te'sir edeceğine inanarak sihir yapması
Tivele şirktir (Allahü teâlâya eş, ortak koşmadır) (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Hadîs-i şerîfte tivelenin şirk sayılması, tivelenin Allahü teâlânın takdîrinin ve dilediğinin aksini yapabileceğine inanıldığından dolayıdır (İbn-ül-Esîr)
Kadının tivele yapması bir çeşit sihirbazlıktır Sihir ise haramdır (İbn-i Vehbân)
Kadının yapmış olduğu rukye, âyetlerin ve Resûlullah'tan gelen duâların yazılması değil de; bunlardan başka şeyler de orada yazılır veya okunursa, o tivele sihir hükmünde olur (İbn-i Âbidîn)

TRİNİTE:
Hıristiyanların teslîs (üç tanrı) inancı (Bkz Teslîs)

TÛBÂ:
Kökleri yukarıda, dal ve budakları aşağıya doğru sarkan cennet ağacı
Tûbâ bir ağaçtır Allah onu kudret eliyle dikmiştir Cennet ehlinin elbiseleri ondan dikilir ve dalları Cennet surlarından taşar (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs) Salınır Tûbâ dalları, Kur'ân okur hem dilleri, Cennet bağının gülleri, Kokar, Allah deyû deyû
(Yûnus Emre)

TÛL-İ EMEL:
Uzun emel; zevk ve safâ sürmek için çok yaşama arzusu İbâdet yapmak için çok yaşamağı istemek tûl-i emel olmaz
Cennet'e gitmek isteyen, tûl-i emel sâhibi olmasın Dünyâ işleri ile uğraşması ölümü unutturmasın Haram işlemekte Allah'tan hayâ etsin (Hadîs-i şerîf-İbn-i Ebid-Dünyâ)
Tûl-i emel sâhipleri, ibâdetleri vaktinde yapmazlar Tövbe etmeği terk ederler Kalbleri katı olur Ölümü hatırlamazlar Vâz ve nasîhattan ibret almazlar Tûl-i emelin sebepleri; dünyâ zevklerine düşkün olmak, ölümü unutmak ve sıhhatine, gençliğine a ldanmaktır Tûl-i emel hastalığından kurulmak için, bu sebepleri yok etmek lâzımdır Ölümün her an geleceğini düşünmelidir Sıhhatin, gençliğin ölüme mâni olmadıklarını unutmamalıdır Çocuklardaki ve gençlerdeki ölüm sayısının, yaşlılardaki ölüm sayısından çok olduğunu istatistikler göstermektedir Çok hastaların iyi olup yaşadıkları, çok sağlam kişilerin çabuk öldükleri her zaman görülmektedir Tûl-i emel sâhibi olmanın zararlarını ve ölümü hatırlamanın faydalarını öğrenmelidir (Muhammed Hâdimî)

TUMÂNÎNET:
Namaz kılarken rükû' ve secdelerde ve kavmede (rükû'dan kalktıktan sonra ayakta durmakta) ve celsede (iki secde arasında oturmada) bütün âzânın (uzuvların) hareketsiz kalması Sübhânallah diyecek kadar bir miktar durması ise, ta'dîl-i erkândır
Sizlerden biriniz namaz kılarken rükû'dan sonra ve iki secde arasında tumânînet yapmadıkça namazı tamâm olmaz (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Bir gün Peygamber efendimiz birinin namaz kılarken namazın şartlarına dikkat etmediğini ve kavmede ve celsede tumânînet yapmadığını görüp buyurdu ki: "Eğer namazlarını böyle kılarak ölürsen, kıyâmet günü sana benim ümmetimden demezler" Başka bir yerde de buyurdu ki: "Bu hâl üzere ölürsen Muhammed'in (aleyhisselâm) dîninde olarak ölmemiş olursun" (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Bir kimse, terk edilmiş, unutulmuş bir sünneti meydana çıkarırsa, yüz şehîd sevâbı kazanır Ya bir farzı veya vâcibi meydana çıkarmanın sevâbı ne kadar çok olur O hâlde, namazda, ta'dîl-i erkâna dikat etmelidir Yâni rükûda ve secdelerde ve kavmede ve celsede tumânînet bulduktan sonra biraz durmalıdır ki, Hanefî mezhebi âlimlerinin çoğu buna vâcib demiştir İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Şâfiî ve Mâlik ise, farz demiştir Bâzı Hanefî âlimleri de sünnet demişlerdir Müslümanların çoğu bunu yapmıyor Bu bir ameli (işi) meydana çıkarana Allah yolunda harb edip canını veren yüz şehîd sevâbından çok sevap verilir (Ahmed Fârûkî)

TÛR SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin elli ikinci sûresi
Tûr sûresi Mekke'de nâzil oldu (indi) İsmini birinci âyette geçen Tûr kelimesinden alır Kırk dokuz âyet-i kerîmedir Sûrede; kıyâmetin kopması sırasında olacak bâzı olağan üstü hâdiseler, inkarcıların Cehennem'e atılacağı, takvâ sâhibi (Allahü teâl âdan korkup, haramlardan, dinde yasaklanan şeylerden sakınan) mü'minlerin âhirette kavuşacakları mükâfâtlar, Kur'ân-ı kerîmin Allahü teâlânın kelâmı olduğu, cenâb-ı Hakk'ın varlığı, birliği ve kudretinin sonsuzluğu bildirilmektedir (Râzî, Kurtubî)
Tûr sûresinde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlânın azâb yapacağı gün elbette gelecektir Onu kimse önleyemez (Âyet: 7)
Şüphesiz ki takvâ sâhipleri cennetler (ve) nîmetler içindedirler Rablerinin kendilerine verdiği şeylerle zevk duyarak Rableri, onları Cehennem azâbından korumuştur (Şöyle denilir: İyi) amel (ve hareket) etmiş olduğunuz için âfiyetle yiyip için Sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslananlar olarak Biz onlara şâhin gözlü hûrîleri eş yaptık Îmân edip de zürriyetleri de îmân ile kendilerine tâbi olanlar yok mu? Biz onların nesillerini de kendilerine kattık (Birlikte Cennet'e koyduk) Kendilerinin amelinden bir şey de eksiltmedik Herkes kazancı mukâbilinde bir rehindir Onlara canlarının istiyeceği, meyveleri, etleri de bol bol verdik (Âyet: 17-22)
Kim Tûr sûresini okursa, Allahü teâlânın onu azâbından emîn kılması ve Cennet'te nîmetlendirmesi hak olur (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)

TÛR-İ SÎNÂ:
Tûr dağı Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselâmı peygamberlikle müjdelediği ve sonra Tevrât'ı indirdiği, Kızıldeniz'in kuzeyinde, Asya ve Afrika kıtalarının arasındaki Sinâ yarımadasının güney kısmında yer alan dağ
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Biz Mûsâ'ya Tûr-i Sînâ yanında, sağ tarafından nidâ ettik ve münâcât ettiği (yalvardığı) hâlde kendisine yüksek mertebe verdik (Meryem sûresi: 52)
Vaktâ ki, Mûsâ (aleyhisselâm, kararlaştırılan) vakti tam olarak yerine getirdikten sonra (Hazret-i Şuayb'dan izin alıp) hanımıyla birlikte (Mısır'a gitmek üzere) yola çıktı Yolda Tûr-i Sînâ tarafında bir ateş gördü Hanımına; "Siz burada bekleyin ben bir ateş gördüm, ümid ederim ki o ateşin bulunduğu yerden size bir haber veya o ateşten bir parça getiririm Umulur ki, onunla ısınırsınız Vaktâki Mûsâ (aleyhisselâm) o ateşe vardığında sağ tarafındaki vâdiden, bereketli yerdeki ağaç tarafından nidâ olundu ki: "Yâ Mûsâ! Muhakkak ki ben âlemlerin Rabbi olan Allahü teâlâyım Asânı yere bırak" (Kasas sûresi: 29-31)
Mûsâ aleyhisselâma Allahü teâlâ tarafından Medyen dönüşünde Tûr-i Sînâ'ya gidişinde peygamber olduğu, kardeşi Hârûn aleyhissselâmın da peygamber olarak vazîfelendirildiği bildirildi Mûsâ aleyhisselâma daha sonraki Tûr-i Sînâ'ya gidişinde Tevrât-ı şe rîf ve on emrin yazılı olduğu levhalar verildi (Kisâî, Sa'lebî, Nişâncızâde)
Allahü teâlâ Tûr-i Sînâ'da Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki: "Bir kimseye, Hak teâlâdan kork deseler, o kimse de Allah'tan kormağı bana mı öğretiyorsun, sen Allah'tan kork derse en fenâ insan odur" (Süleymân bin Cezâ)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla