Yalnız Mesajı Göster

Cevap : =>İslami Sözlük

Eski 01-02-2008   #4
gülgüzeli
Varsayılan

Cevap : =>İslami Sözlük



VÂRİDÂT-I İLÂHİYYE:
Allahü teâlâdan gelen feyzler ve ilhamlar
Vâridât-ı ilâhiyyenin hepsi âdet-i ilâhiyye içinde yâni bir sebeb altında meydana gelmektedir (Abdülhakîm bin Mustafa)
Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin çok kerâmetleri görüldü En büyük kerâmeti, gelen sâdık kimselerin kalblerine teveccüh (nazar) ederek feyz ve bereketle doldurmasıydı Binlerce âşıkı bir bakışta vâridât-ı ilâhiyyeye kavuştururdu (Raûf Ahmed Müceddidî)

VÂRİS:
1 Mîrasçı, akrabâlık veya başka yolla, vefât eden kimsenin bıraktığı mîrâs denen maldan almaya hak kazanan
Bir kimse maraz-ı mevtte (ölüm hastalığında), vârislere veya başkasına hediye verse, ölünce, alacaklıları geri alıp paylaşırlar (Hacı Reşîd Paşa)
2 İlim ve ma'rifette mîrasçı
Âlimler peygamberlerin vârisleridir (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

VASÎ:
Bir kimsenin, mallarında veya çocuklarının işlerinde tasarruf etmek üzere tâyin ettiği kimse
Ölüm hastası, küçük çocuğuna bırakacağı malını, bu çocuğun ihtiyâçlarına sarf etmesi için birini vasî tâyin edince, çocuk âkıl (akıllı), bâliğ (ergenlik, evlenme yaşına gelmiş) olduğunda, reşîd olduğu (malını, dînin ve aklın beğendiği yerlerde kullan dığı) görülmedikçe vasîden malları alamaz (İbn-i Âbidîn)
Emîn (güvenilir) olmayan, fâsık (açıkça haram işleyen) veya zımmî (gayr-i müslim vatandaş) vasî yapılırsa, kâdı (hâkim) bunları değiştirir (Kâdıhan)
Vasî muhtâc olunca, yetimin malından yiyebilir Kimseye hibe edemez Helâk (telef)ederse, azl olunur (vasîlikten alınır) (Kâdıhan)

VÂSİ' (El-Vâsi'):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Rahmeti, ilmi, kudreti, ihsânı ve nîmetleri her şeyi kuşatan ve her şeye kâfi olan, kudretinin ve ilminin nihâyeti olmayan
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ mülkün sâhibidir Mülkünü dilediğine verir Allah Vâsi'dir, her şeyi bilir (Bekara sûresi: 247)
El-Vâsi' ism-i şerîfini söyliyen, fakirlik sıkıntısına düşmez Hırs, gayz ve hasedden kurtulur (Yûsuf Nebhânî)

VASİYETNÂME:
Vasiyet yazılan kâğıt
Her müslüman, ölüm hastalığında bir vasiyetnâme yazmalıdır Vasiyetnâmeyi maraz-ı mevtte (ölüm hastalığında) yazmak vâcib, sıhhatte iken yazıp yanında taşımak müstehaptır (iyidir) (Senâullah-ı Dehlevî)
Hazırlanan vasiyetnâmede evlâdına, ahbâbına, son nasîhatini yapmalıdır Kendinde hakkı bulunanlardan, helallaşmalarını, alacaklarını, vereceklerini, borçlarının ödenmesini, iskat yapılmasını, hac borcu varsa vekil gönderilmesini, cenâze hizmetindeki ve defnden sonraki isteklerini bildirmelidir Zevcesine olan (mehr-i müeccel) borcunun ödenmesi için vasiyet etmeyi unutmamalıdır (Senâullah-ı Dehlevî, Abdülhakîm-i Arvâsî)
Seyyid Abdülkâdir Geylânî'nin, oğlu Abdurrezzak'a vasiyetnâmesi şöyledir:
Ey oğlum! Allahü teâlâ bize ve sana ve bütün müslümanlara muvaffâkiyet ihsân eylesin Sana Allah'tan korkmanı ve O'na itâat etmeni, dînimizin emir ve yasaklarına riâyet etmeni ve hudûdunu gözetmeni vasiyet ederim Ey oğlum! İyilerle berâber ol Âliml ere, evliyâya hürmeti gözet Din kardeşlerinle iyi geçin Küçük ve büyüklere nasîhat et İhlâs üzere ol İhlâs; insanların görmesini hâtıra getirmeyip, yaradanın dâimâ gördüğünü unutmamaktır

VASİYYET (Vasiyet):
Bir kimsenin vefâtından sonra yapılmasını istediği şey veya sonraya bağlı olmak üzere bir malı veya menfeatini (faydayı) bir şahsa veya bir hayır işine teberrû' (bağış) yoluyla temlik etmek (sâhib ve mâlik kılmak) Vasiyet edene mûsî, vasiyet edilen şeye mûsâbih, kendisine vasiyet yapılan şahsa mûsâleh denir
Bir müslümanın üzerinden iki gece geçer ve bu gecelerde vasiyet edeceği bir şey olup da vasiyetini yazmaması ona lâyık değildir (Hadîs-i şerîf-El-Fıkhu Alel Mezâhib-i Erbea) (Hadîs-i şerîfte sâdece iki gecenin bildirilmesi vasiyet yazmakta acele etm eği teşvik içindir)
Her müslüman, ölüm hastalığında bir vasiyet yazmalıdır Bir kimse vasiyetini iptal edebilir Vasiyetini inkâr etmesi iptal olmaz Vasiyeti kabûl eden, öldükten sonra reddedemez (Abdülhakîm-i Arvâsî)
Îmâ ile dahî kılması mümkün iken, kılmadan ölüm hâline gelen kimsenin, namazlarının keffâreti yapılması için vasiyet etmesi lâzımdır (Halebî)

VASL:
1 Kavuşma Allahü teâlâya kavuşma; velî olma Vasl olanlar reisidir, o hocasının pîridir Mektûbât ki eseridir, câna can katar efendim
(Muhammed Sıddîk bin Saîd)
2Birleştirme İlm ile, irfân ile, sâhib olan Sıla'ya İki temel bilgiyi vasl eden bir araya Dalıp uçsuz bucaksız, o muazzam deryâya Ve bu zikr deryâsından en büyük payı alan
(Muhammed Sıddîk bin Saîd)
(Sıla:İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, şerîat ile tarîkati birleştiren mânâsına gelen, hadîs-i şerîfle bildirilmiş ismidir)

Vasl-ı Uryânî:
Tasavvuf yolculuğunun sonunda Allahü teâlâya kavuşma hâli Nihâyete erme
Vasl-ı uryânîde sâlik (tasavvuf yolcusu), vücûdunun her zerresi ile Allahü teâlâyı zikr eder (İmâm-ı Rabbânî)
Vasl-ı uryânî, nûrânî perdelerin tamâmen yanmasından sonradır (İmâm-ı Rabbânî) Ben tenden kurtulurum, o hayâlden kurtulur, Gideyim, vasl-ı uryânî ancak böyle bulunur
(Mevlânâ)

VATAN:
İnsanın yerleştiği, oturduğu yer, memleket
Vatan sevgisi îmândandır (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)
Hanefî mezhebinde üç türlü vatan vardır: Vatan-ı aslî, vatan-ı ikâmet, vatan-ı süknâ (İbn-i Âbidîn)

Vatan-ı Aslî:
İnsanın doğduğu veya evlendiği veya ayrılmamak niyeti ile yerleştiği yer
Vatan-ı aslî birden fazla olabilir Bir kimse, vatan-ı aslîye girince mukîm olur Namazlarını dört kılar (İbn-i Âbidîn)
Sefere çıkmak, vatan-ı aslîyi bozmaz Vatan-ı ikâmette veya vatan-ı süknâda bulunmak, vatan-ı aslînin bozulmasına sebeb olmaz Vatan-ı aslî ancak vatan-ı aslî ile bozulur Bâliğ (ergenliğe ulaşmış) çocuğun, ana-babasının bulunduğu yer, doğduğu yer bi le olsa, buradan ayrılıp başka yerde çıkmamak üzere yerleşse veya evlense orası vatan-ı aslîsi olur Zevcesini bir yerde yerleştirip, sonra kendisi başka yere devamlı kalmak üzere yerleşse ikisi de vatan-ı aslîsi olur (İbn-i Âbidîn)

Vatan-ı İkâmet:
Geçici olarak ikâmet edilen yer Hanefî mezhebinde on beş gün veya daha çok kalıp sonra çıkmaya niyet edilen yer
Bir kimse, okumak veya vazîfe yapmak için bir yerde senelerce kalmaya ve sonra buradan çıkmaya niyet ederse, vatan-ı ikâmet olur (İbn-i Âbidîn)

Vatan-ı Süknâ:
Hanefî mezhebinde on beş günden az kalmak için niyet edilen yâhut yarın çıkarım diyerek senelerce oturulan yer
Misâfir, vatan-ı süknâda farzları hep iki kılar Burada iken mukim sayılmaz (İbn-i Âbidîn)

VATY ETMEK:
Erkeğin hanımına yaklaşması; cimâ etmek
Zinâdan hâmile kadını, vad'ı haml etmeden (doğum yapmadan) evvel nikâh etmek sahîhtir, olur Fakat doğum yapıncaya kadar vaty etmek câiz olmaz ve nafakası vâcib olmaz (İbn-i Âbidîn)

VA'Z (Vaaz):
Öğüt, nasîhat; emr-i ma'rûf ve nehy-i münker yâni iyiliği emr, kötülükten menetme
İnsanlara va'z edici olarak ölüm yetişir Zenginlik isteyene, kazâ ve kadere îmân etmek yetişir (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Va'z edenlerin, din adamlarının, cemâatin anlayamayacakları şeyleri söylemeleri ve yazmaları fitne olur Herkese anlayabileceği kadar söylemelidir (M Hâdimî)

VECD:
Tasavvuf yolunda bulunan bir kimsenin çok zikretmesi (Allahü teâlâyı anması) veya bir başka sebeb netîcesinde hâsıl olan mânevî lezzetleri tadarak rûhunun coşması, kalbinin gayr-i ihtiyârî (elinde olmadan) kendinden geçmesi, taşması hâli
Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) zâhirini (dışını, bedenini), dînin emir ve yasaklarına uydurması, ibâdet ve tâatlerden tad almasına sebeb olduğu gibi, bâtın (kalb) işlerine, Allahü teâlânın rızâsından başka düşünceleri kalbinden çıkarmaya , kibir, hased (kıskançlık), kin gibi mânevî hastalıklardan temizlemeye çalışması da, kalbde ve rûhta vecd hâlinin meydana gelmesine vesîle olur (İmâm-ı Rabbânî)
Hâller ve vecdler, matlûbun (aranılanın) başlangıcıdır, maksad değildir (İmâm-ı Rabbânî)

VEDÂ HACCI:
Hicretin onuncu senesinde Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem yüz bin kişiden fazla sahâbinin katılmasıyla yaptığı son haccı
Peygamber efendimiz Vedâ haccında Arafât vâdisinin ortasında öğleden sonra, Kusvâ adındaki devesinin üstünde Vedâ hutbesini okuyup Eshâb-ı kirâm ile vedâlaştı Mekke'de on gün kalıp vedâ haccını tamamladı ve vedâ tavâfı yaparak Medîne'ye döndü Vedâ haccından sonra Eshâb-ı kirâm geldikleri yerlere gidip Resûlullah'ın bildirdiği ve emrettiği şeyleri oralarda anlattılar (İbn-i Hişâm)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem Vedâ haccında, Vedâ hutbesini okuduğu gün, Mâide sûresinin "Bugün dîninizi sizin için ikmâl eyledim Üzerinize olan nîmetimi tamamladım ve size din olarak İslâmiyet'i vermekle râzı oldum" meâlindeki üçüncü âyet-i kerîmesi nâzil oldu Peygamber efendimiz bu âyeti, Eshâb-ı kirâma okuyunca, hazret-i Ebû Bekr ağlamaya başladı Eshâb-ı kirâm ağlamasının sebebini sorunca; "Bu âyet-i kerîme, Resûlullah'ın vefâtının yakın olduğuna delâlet ediyor Onun için ağlıyorum" buyurdu (Altıparmak, Halebî, İbn-i Hişâm)

VEDÂ HUTBESİ:
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hicretin onuncu senesinde yaptığı Vedâ haccı sırasında îrâd buyurduğu (okuduğu) hutbe
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hicretin onuncu senesi Zilhicce ayının dokuzuncu (Arefe) günü Arafat vâdisinin ortasında öğleden sonra Kusvâ adındaki devesinin üstünde 124 bini aşkın sahâbîye hitâben Vedâ hutbesini okuyup, Eshâb-ı kir âmı ile vedâlaştı
Peygamber efendimiz Vedâ hutbesinde buyurdu ki:
Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allahü teâlâdan korkmanızı tavsiye ederim Siz kadınları, Allahü teâlânın emâneti olarak aldınız, onların nâmûslarını ve iffetlerini Allahü teâlâ adına söz vererek helâl edindiniz Sizin , kadınlar üzerinde hakkınız; onların da sizin üzerinizde hakları vardır
Ey insanlar! Rabbiniz birdir Babanız da birdir, hepiniz Âdem'in çocuklarısınız Âdem ise topraktandır Allah katında en kıymetliniz, takvâsı (haramlardan, yasaklardan sakınması) çok olanınızdır Arabın Arab olmayana bir üstünlüğü yoktur Üstünlük ancak takvâ iledir (İbn-i Hişâm)

VEDÎ:
İdrârdan sonra çıkan, yapışkan, beyaz ve bulanık koyu sıvı
Vedî çıkınca dört mezhebde de abdest bozulur Hanbelî mezhebinde gusül (boy) abdesti de lâzım olur (Halebî)
Hanefî, Mâlikî ve Şâfiî mezhebinde vedî, guslü (boy abdestini) gerektirmez (Şa'rânî)
Vedî, Hanefî mezhebinde kaba necâsettir (İbn-i Âbidîn)

VEDÎA:
Güvenilen kimseye saklamak için verilen mal Emânet
Vedîa söz veya hâl ile yapılan îcâb ve kabûl netîcesinde olur Veren ve alan, diledikleri zaman fesh edebilir (vazgeçebilir) (Mecelle)
Vedîa, sâhibinden izinsiz kullanılamaz; âriyet, kirâ ve rehin ve ödünç verilemez ve sâhibinin borcu, onun izni olmadan ödenemez Bunları izin ile yapabilir (Ali Haydar Efendi)

VEDÛD (El-Vedûd):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Bütün yarattıklarına ihsân eden, onlara iyilik ve ihsân etmeyi seven, beğenen Allahü teâlâ
El-Vedûd ism-i şerîfini söyliyen karı-kocanın birbirine karşı sevgi ve muhabbeti çoğalır (Yûsuf Nebhânî)

VEFÂ:
Sözünde durmak (Bkz Ahd)
Muâz bin Cebel şöyle rivâyet etmiştir:Resûl-i ekrem bana; "Yâ Muâz! Allah'tan kork! Doğru konuşmak, sözüne vefâ, emâneti edâ, hıyâneti terk, komşuyu himâye, öksüze acımak, yumuşak konuşmak, herkese selâm vermek, kanatları alçaltmağı (tevâzu'u) sana tavsiye ederim" dedi (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)

VEHHÂB (El-Vehhâb):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden), mahlûkâtına (yarattıklarına) ihsân hazînelerinden karşılıksız veren Allahü teâlâ
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Yâ Rabbî! Bizi doğru yola hidâyet ettikten (ilettikten) sonra kalblerimizi şek ve şüpheye saptırma, meylettirme Bize, kendi tarafından rahmet (tevfîk, îmân, hidâyet ve doğru yolda devâm etmek) ver Şüphesiz sen, Vehhâb'sın (Âl-i İmrân sûresi: 8)
El-Vehhâb ism-i şerîfini kim duhâ (kuşluk) namazından sonra söylerse, başkasına muhtaç olmaz Kalblerde heybet hâsıl eder (Yûsuf Nebhânî)

VEHHÂBÎLİK:
Sapık bir fırka On sekizinci yüzyıl ortalarında Arabistan yarımadasında Necd bölgesinde ortaya çıkan, Muhammed bin Abdülvehhâb tarafından kurulan dînî ve siyâsî bir yol Bu yolda olana Vehhâbî denir
Vehhâbîliğin kökü hicrî dördüncü asırlara uzanır Bu sırada, Hanbelî mezhebinden, dolayısıyla Ehl-i sünnetten ayrılan bâzı kimseler, müteşâbih (mânâsı kapalı) âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflere zâhirî (görünen) mânâlarına yapışarak, kendi akıllarına göre yanlış mânâ verdiler Teşbih ve tecsim (Allahü teâlâyı mahlûkuna benzetme)gibi bozuk bir inanışın içine düştüler Sözlerine inandırabilmek için selef-i sâlihînin (Eshâb-ı kirâm ve Tâbiînin) yolunda olduklarını söyliyerek, kendilerine selefîler adını verdiler Hanbelî mezhebinde olan Ebül-Ferec İbn-ül-Cevzî ve diğer Ehl-i sünnet âlimleri onların selef-i sâlihîn yolunda olmadıklarını, bozuk mücessime fırkasından olduklarını bildirerek bu fitnenin yayılmasını önlediler Hicrî yedinci asırda İbn-i Teymiyye aynı fitneyi tekrar alevlendirdi Bu bozuk yol, İbn-i Teymiyye'nin talebesi İbn-i Kayyım el-Cevziyye ve başkaları ile devâm etti Nihâyet hicrî on ikinci asırda (mîlâdî on sekizinci yüzyıl ortalarında) İbn-i Teymiyye'nin kitablarını okuy arak te'sirinde kalan ve İngilizlere aldanan Muhammed bin Abdülvehhâb ile tekrar ortaya çıkarıldı Muhammed bin Abdülvehhâb, Vehhâbîlik denilen fikirlerini 1744 senesinde Necd bölgesinde yaymaya başladı Bu bölgenin ileri gelenlerinden Muhammed bin Suûd ona yardımcı oldu Bu sırada Ehl-i sünnet âlimleri vehhâbîliğin bozukluğuna dâir eserler yazdılar Buna rağmen vehhâbîler, Hicâz ve Irak taraflarını da hâkimiyetleri altına alınca, Sultan İkinci Mahmûd Han zamânındaki Osmanlı Devleti'nin Mısır vâlisi olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve oğlu Ahmed Tosun Paşa tarafından mağlûb edilerek, Mekke ve Medîne'den çıkarıldılar ve büyük bir darbe yediler Daha sonra Osmanlı Devleti'nin zayıflaması üzerine yirminci yüzyılın başlarında tekrar ortaya çıkan vehhâbîler, 1932'de Suûdi krallığını kurdular Vehhâbî inanışını yaymak için çalışmaktadırlar (M Sıddîk Gümüş)
Vehhâbîliğin belli başlı husûsiyetleri şunlardır: Amel, ibâdet, îmânın parçasıdır Farzı yapmıyan meselâ farz olduğuna inandığı hâlde bir namazı kılmayan dinden çıkar Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen sıfatları ile el, yüz vb ifâdeleri t e'vîl etmezler, zâhirî (görünen) mânâlariyle anlarlar Bunun için teşbih ve tecsîme (Allahü teâlâyı yarattıklarına benzetme inancına) düşerler Onlara göre Allahü teâlâdan başkasından şefâat (yardım) istemek şirktir (Allahü teâlâya ortak koşmaktır) Peygamberlerin aleyhimüsselâm ve evliyânın rûhlarından şefâat istiyen onların mezarlarını ziyâret edip, onların hürmetine diye vesîle ederek duâ eden İslâmiyet'ten çıkar Tasavvuf yoluna girmek bid'attir, sapıklıktır Kur'ân-ı kerîm ve sünnet-i seniyyeden başka kaynak kabûl etmezler İcmâ ve kıyâsı ve dört hak mezhebden birine bağlanmayı red ederler Peygamber efendimizin hırka ve sakal-ı şerîflerinin ziyâret edilmesini şirk sayarlar Amelde Hanbelî, îtikâdda selefî olduklarını söylerler (Ahmed Zeynî Dahlân, Ebû Hâmid bin Merzûk, Hamdullah Decvî)

VEHM:
İnsanın kalbinde bir şey hakkında iki ihtimâlden az, zayıf olanı
Mü'minleri haram işleyici yâni fâsık zannetmek, sû-i zan olur Sû-i zan haramdır Haram işlediğini öğrenerek, bilerek sevmemek, sû-i zan olmaz Buğd-i fillâh olur, sevâb olur Din kardeşinin ayıbını görünce ona hüsn-i zan etmeli, te'vîline, iyi şeyle yorumuna çalışmalıdır Onu ıslâh etmelidir Kalbe gelen düşünce, sû-i zan olmaz Zan etmek, yâni kalbin o tarafa kayması, sû-i zan olur Sâlih veya fâsık olduğu bilinmeyen mü'mine hüsn-i zan etmelidir Fâsık (kötü) ve sâlih (iyi) olmasının ihtimâli müsâvî (eşit) ise, şek, şübhe olur Müsâvî değilse, vehm olur Bunlardan kaçınmak lâzımdır (Hâdimî)

Vehm Mertebesi:
Var olmayıp, var görünen
Nokta-i cevvâleden (dönen nokta) meydana gelen dâirenin varlığı, vehm mertebesindedir Yâni, bir ipin ucuna bir taş bağlayıp, öteki ucundan tutup, elimiz etrâfında çevirirsek, dönen taş, karşıdan dâire şeklinde görünür Dönen taş nokta-i cevvâledir Görünen dâire vehmde vardır Aslında dâire yoktur, yalnız bir görünüştür Allahü teâlâ bütün mahlûkları bu mertebede yarattı Fakat görünüşlerini devâm ettirmektedir Böylece var olmaları görünüş değil, doğrudur Mertebe-i vehm'den kurtulup, nefs-i emrî olmuşlardır Yâni yalnız geçici bir görünüş olmayıp, kalıcı bir varlık olmuşlardır Vehm mertebesi şaşılacak bir varlıktır Nefs-i emr (hakîkat, gerçek) mertebesindeki varlığa benzemez Onunla ilgisi ilişiği yoktur Nokta-i cevvâle nefs-i emr mertebesinde yâni gerçekten vardır Bundan hâsıl olan dâire ise mertebe-i vehmdedir, gerçek olarak yoktur (İmâm-ı Rabbânî)

VEKÂHET:
Hayâsızlık, utanmazlık, edebsizlik, yüzsüzlük
Vekâhet kalb âfetlerinden (hastalıklarından)dir (Muhammed Hâdimî)
Vekâhet ile îmânın bir arada durmayacağını, bir gün belki ânında îmânı yok edeceğini düşünmedin ise, nefs-i emmâreye hoş gelen şeylerin Allahü teâlâ tarafından gadab edilen şeyler olduğunu hâlâ anlayamadınsa ve "Din, edebden ibârettir" mübârek sözünü tutmadın ise, İslâm ipine, yâni baştan başa edeb olan İslâm dînine sarılmadın ise yazıklar olsun sana! (Hâdimî)

VEKÂLET:
Bir kimsenin, bir veya birçok işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması yâni başkasına iş havâlesi Vekil edene sâhib veya müvekkil, vekâlet verilip yerine geçirilene vekîl denir (Bkz Vekîl)
Vekâlet, îcâb ve kabûl ile olur Yâni müvekkilin seni vekil yaptım ve vekilin de kabul ettim sözleri ve yazıları ile olur (Ali Haydar Efendi)

VEKAR (Vakar):
Ağır başlı olup yerine göre uygun davranmak, şahsiyetli olmak
Mü'min vakar sâhibi olur, yumuşak olur (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Âlimlerin vakâr sâhibi olmaları, şereflerine uygun giyinmeleri lâzımdır (Hâdimî)
Vakar sâhibi dünyâ işlerinde kolaylık gösterir Din işlerinde sarp kaya gibi olur (Hâdimî)
Her mubah iyi niyetle yapılınca tâat olur Kötü niyetle yapılınca, günâh olur Bir kimse, sünnet olduğu için koku sürünür, şık giyinirse, câmiye saygı için, câmide yanında oturan müslümanları incitmemek için, temiz olmak için, sıhhatli olmak için, İs lâm'ın vekarını, şerefini korumak için niyet edince her niyeti için ayrı sevaplar kazanır (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)
İlmin süsü ve kıymeti, vakardır Âlim kişi, kibirli, sert ve kaba olmaz (İmâm-ı Şa'bî)
Çok gülmek heybeti, çok şaka vakarı ve şahsiyeti giderir İnsan neyi çok yaparsa onunla bilinir Meselâ çok güler ve şaka yaparsa hafif olarak bilinir (Ahnef bin Kays)
Temiz ve yeni elbise giyiniz Gittiğiniz yerlerde ahlâkınızla, sözlerinizle, giyinişinizle, İslâm'ın vekarını, kıymetini gösteriniz (Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî)

VEKÎL (El-Vekîl):
1 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Mahlûkâtın dünyâda ve âhirette işlerini hakkıyla yerine getiren, rızkları veren, tevekkül etmeye (kendisine güvenilmeye) lâyık olan
Bir kısım kimseler mü'minlere; "Düşmanlarınız size karşı toplandılar, aman onlardan sakının" dediklerinde, bu, onların îmânlarını bir kat daha artırmış ve "Allah bize yeter O ne güzel vekîldir" demişlerdir (Âl-i İmrân sûresi: 173)
Allah her şeyin yaratanıdır O, her şeye vekîldir (Zümer sûresi: 62)
Bir şeyden korkan el-Vekîl ism-i şerîfini söylerse, emniyet bulurKendisine hayır ve rızk kapıları açılır (Yûsuf Nebhânî)
2 Bir kimsenin, bir işi yapmak için kendi yerine koyduğu, işini havâle ettiği kimse
Vekil asıl gibidir (Atasözü)
Yemeğe çağrılan kimseye, malımdan istediğin kadar ye ve al ve dilediğine ver, hepsi helâl olsun denilse yedikleri helâl olur Aldıkları, başkasına verdikleri helâl olmaz Çünkü, miktârı bilinmeyen ta'âmın yemesini helâl etmek câizdir Fakat miktârı b ilinmeyen malı almak için vekîl etmek ve meçhûl, belli olmayan ve ayrı olarak teslimi mümkün olan malı ayırmadan hediyye etmek sahîh (muteber) değildir (Muhammed Berdûsî-zâde)
Vekil edenin, işi yapabilecek kimse olması, vekîlin de âkıl (akıllı) olması şarttır Bâliğ (ergenlik çağına ulaşmış) olması şart değildir (Ali Haydar Efendi)
Alış-verişe, borç vermeye veya ödemeye vekîl olan kimsenin teslim aldığı mallar kendinde emânet olur (Ali Haydar Efendi)
Vekîl, sâhibinden ayrıca izin almadıkça veya istediğini yap diyerek umûmî vekil edilmedikçe başkasını kendine vekîl, yapamaz Yalnız zekât vermek için olan vekîl, izinsiz olarak başkasını vekil yapabilirler (Ali Haydar Efendi)
Her şeye vekîlimsin denilen umûmî vekil, talak, hediye, sadaka ve vakftan başka her şeyi, sâhibi adına yapabilir (Ali Haydar Efendi)
Vekîlin vekil olmayı kabûl etmesi şart değildir Red etmezse, kabûl ettiği anlaşılır (Fetâvâ-yı Hindiyye)
Kurbanını hayır cemiyetine hediye etmek isteyen bir kimse, kurbanını veya parasını götürüp bu işle vazîfeli me'mura teslim ederken; "Allah rızâsı için bayram veya nezir (adak) kurbanımı kesmeye ve dilediğine kestirmeye ve etini ve derisini dilediğine vermeye seni vekîl ettim" demelidir Vekil de kurban kesilirken sâhiblerinin ismini söyleyerek kasapları vekil eder (Fetâvây-ı Hindiyye)

VELED-İ ZİNÂ:
Nikâhsız evlenmeden meydana gelen çocuk
Çocuğun dîni, yanında bulunan ana-babasından dîni daha iyi olanı gibidir Veled-i zinâ için de böyledir Yalnız veled-i zinâya babası nafaka vermez ve baba tarafından mîrâs almaz (İbn-i Âbidîn)
Akıllı çocuğun, âmânın, veled-i zinânın, vakitleri ve ezân okumasını bilen câhil köylünün ezân okuması kerâhetsiz (mekruh olmayıp) câizdir (İbn-i Âbidîn)
Veled-i zinânın imâm olması mekruhtur (Alâüddîn-i Haskefî)

VELÎ (El-Veliyyü):
1 Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) Mü'minleri seven, onlara yardım eden, işlerini bitiren, sevdiklerini sevmediklerine gâlib, üstün kılan, kâfirleri sevmeyen
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ mü'minlerin velîsidir (Âl-i İmrân sûresi: 68)
Her Cumâ gecesi el-Veliyyü ism-i şerîfini söyliyenin işleri kolay olur (Yûsuf Nebhânî)
2 Bir çocuğun veya kadının babası yoksa baba tarafından dedesi, yoksa kâdı veya bunların vasî tâyin ettikleri kimse
Eskiden müslümanlar dînî nikâhın dört mezhebe uygun yapılmasına çok dikkat ederlerdi Şâfiî ve Hanbelî ve Mâlikî mezheblerinde nikâhın doğru olması için, birinci şart, bâliğa olan kıza da velînin izin vermesi lâzımdır Velî bu üç mezhebde babadır Ba ba yoksa, babanın babası ve onun babasıdır Bunlardan sonra erkek kardeşidir Bundan sonra, erkek kardeş oğlu, sonra onun oğludur Sonra amca, sonra amca oğlu ve onun oğludur (Saîdüddîn Fergânî)
3 Vasî Meyyitin (ölünün) hayatta iken, öldükten sonra namaz keffâreti ve daha başka işlerini yapması için vasiyyet ettiği kimse veya vârislerden (mîrâsçılarından) biri
Bir kimse, ağır hasta olursa, öldükten sonra namaz keffâreti yapılması için vasiyyet etmesi, velîsinin de bu vasiyyeti yerine getirmesi lâzımdır (Tahtâvî)
4Allahü teâlânın rızâsını kazanmış sevgili kulu; her şeyi Allahü teâlâ için seven ve her işi O'nun rızâsı için yapan, her an Allahü teâlâ ile bulunan, gafletten uzak kimse, eren (Bkz Evliyâ)
Bir velî kuluma düşmanlık eden, benimle harb etmiş gibi olur (Hadîs-i kudsî-Mektûbât)
Allah'ın velîleri öyle kimselerdir ki, görüldüklerinde Allah hâtırlanır (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Farzların birincisi Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îmân etmektir Bundan sonra haramlardan sakınmak ve farz olan ibâdetleri yapmak ve evliyâyı sevmektir Sevdiği velîden feyz gelerek kalbi temizlenir ve Allahü teâlânın sevgisine kavuşur (Mazhar-ı Cân-ı Cânân)
Velîlerin kalbleri, Hakk'ın nazargâhıdır O kalblere girmiş olanlara da o nazardan nasîb erişir (İmâm-ı Rabbânî)
Eğer insanlar velî zâtların kadrini, kıymetini bilip, iyice anlayacak derecede olsalardı, herkes karşılaştığı bütün insanlara karşı edebli olurdu Çünkü görünüş îtibâriyle velî de bizim gibi bir insandır ve karşılaştığımız bir kimse de Allahü teâlânı n bir velî kulu olabilir (Dâvûd-i İskenderî)
Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak için en kısa ve kolay yol; bir velîyi tanıyıp, onun sözlerinden Ehl-i sünnet îtikâdını, ibâdetlerini ve tasavvufun edeblerini kolayca öğrenmek ve bunlara uymak ve onu sevmektir (Muhammed Ma'sûm Fârûkî)
Velî hayatta iken kınındaki kılıç gibidir Vefât ettikten sonra kınından çıkar, tasarrufu daha kuvvetli olur (Echûrî) Üç nişan olur velîlerde demiş erbâb-ı dil, Biri ol ki, görenin gönlü ona mâil olur Onun ikinci nişânı, oldur ki, iyi bil, Her ne dese, dinleyenler, sözüne kâil olur Üçüncüsüne gelince, cümle a'zâsı onun, Şer' ile âdâb ile her zaman âmil olur
(Erbâb-ı dil: Gönül ehli Mâil: Meyleden, akan Nişan: Alâmet Kâil olmak: Kabûl etmek, Şer'i din: İslâmiyet Âdâb: Edebler Âmil olur: Yapar) (M Sıddîk Gümüş)

VELÎME:
Düğün yemeği
Peygamber efendimiz Abdurrahmân bin Avf'a (ranh) "Bir koyun da olsa velîme yap" buyurdu (Hadîs-i şerîf-El-Fıkhü alel Mezâhib-il-Erbea)
Velîme sünnettir (M Zihni Efendi)
Velîme dâvetine gitmek için şartlar vardır Çağıranın yemeği şüpheli ise veya İslâmiyet'in yasak ettiği şey, meselâ ipek sofra örtüsü, gümüş kap ve tavanda, duvarda canlı resmi varsa veya çalgı çalınıyorsa, oyun kumar gibi şeyler varsa çağırılan yere gidilmez Bu yasakların bulunduğu yemeğe gitmek harâm veya mekrûh olur Çağıran zâlim ise veya Ehl-i sünnet değil ise, fâsık (açıkça günâh işleyen) ise, kötülük yapan ise veya övünmek için, gösteriş için çağırıyorsa gitmek câiz (uygun) olmaz (İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı Rabbânî, Muhammed Rebhâmî)

VERÂ':
Haramlardan ve helâl ve haram olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden sakınmak
Hiçbir şey verâ gibi olamaz (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)
Dîninizin direği verâdır (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)
Kıyâmet günü Allahü teâlânın huzûrunda kıymetli olanlar verâ ve zühd sâhibleri (dünyâya düşkün olmayanlar)dir (Ebû Hüreyre)
Bir kimse, şu on şeyi kendine farz bilmedikçe, tam verâ sâhibi olamaz: Gıybet etmemek, mü'mine sû-i zân etmemek, kötü bilmemek, kimse ile alay etmemek, yabancı kadınlara, kızlara bakmamak, doğru söylemek, kendini beğenmemek için, Allahü teâlânın, ken disine yaptığı ihsânları nîmetlerini düşünmek, malını helâl yere harc edip, harâmlara vermemek, nefsi keyfi için, mevkî-makam istemeyip, bunları insanlara hizmet yeri bilmek, beş vakit namazı vaktinde kılmağı birinci vazîfe bilmek, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği îmân ve işleri iyi öğrenip, kendini bunlara uydurmak (İmâm-ı Rabbânî)
Zerre kadar verâ sâhibi olmak, bin nâfile oruç ve namazdan daha hayırlıdır (Hasan-ı Basrî)

Verâ-ül-Verâ:
Ötelerin ötesi Nasıl ve ne şekilde olduğu bilinmeyen Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden dînî bir terim
Allahü teâlâ verâ-ül-verâdır Hiçbir şeye benzemez Nasıl olduğu anlaşılamaz Akıl neyi düşünür ve neyi hayâl ederse etsin, O değildir Bu husûsu en iyi anlatan, Şûrâ sûresi on birinci âyet-i kerîmesindeki "O'nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur" kelâmıdır (İmâm-ı Rabbânî)

VERÂSET:
Maddî ve mânevî olarak vâris olmak (Bkz Vâris)

VERESİYE SATIŞ:
Bedelini, parasını sonra ödemek üzere yapılan alış-veriş
Veresiye satışta satılan malın bedelinin ödeneceği zamânı belirtmek lâzımdır "Ne zaman istersen ver, paran olduğu zaman ver" şeklinde ifâde ile veresiye satış yapılmaz (İbn-i Âbidîn)
Eskiden ticârette ihsân sâhipleri, fakirlere veresiye verip, parası olmayandan istememeyi niyet ederlerdi En iyi olanlar ise fakirler için, hiç defter tutmazlardı Bunlar, fakir bir şey getirirse alır, getirmeyenlerden bir şey istemezlerdi (M Sıddîk Gümüş)
Fâiz illeti bulunan yâni, ölçülen ve tartılan mallar aynı cinsten oldukları takdirde veresiye satışları fâiz olup, câiz değildir (Muhammed Rebhâmî)

VESENİYYE:
Putperestlik, puta tapma inancı Taştan yapılmış heykellere tapınma Taştan yapılmış heykele vesen, bu heykele tapana vesenî denir
Beş sınıf kâfir vardır: Dehriyye (dinsizler), seneviyye (iki ilâh olduğuna inanan mecûsîler), felâsife (felsefeciler), veseniyye ve ehl-i kitâb (hıristiyanlar, yahûdîler) İlk dördü kitâbsız kâfirdir Yâni semâvî kitabları yoktur Bugün Hindistan'da yayılmış olan Brehmen ve bunun, mîlâddan 542 sene evvel ölmüş olan Budda Guatama tarafından değiştirilmesi ile hâsıl olan Buda dinlerinde olanlar Veseniyye inanışına sâhibdirler (İbn-i Âbidîn)
Mecûsîler yâni ateşe tapanlar ve veseniyye inancında olanlar ve bütün müşrikler kitablı kâfirlerden fenâ (kötü)dır (Alâüddîn Haskefî)
İdris aleyhisselâm diri olarak Cennet'e çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadılar Resmini yapıp seyr eylediler Daha sonra gelenler bu resimleri tanrı sandı Çeşitli heykeller de yapılıp tapıldı Böylece veseniyye meydana çıktı V eseniyye inanışı İslâmiyet'in zuhûruna kadar devâm etti İslâmiyet gelince veseniyyenin kökünü kazıdı İslâmiyet zâtında ve sıfâtlarında aslâ Allahü teâlâya şerîk, ortak kabûl etmez (Mirhaund, Nişâncızâde)

VESÎLE:
Kişiyi Allahü teâlâya yaklaştıran, Allahü teâlânın nezdinde (katında) yakınlığa ve hâcetlerin yâni ihtiyâçların giderilmesine sebeb olan her şey
Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Ey îmân edenler! Allahü teâlâdan korkunuz! O'na yaklaşmak için vesîle arayınız! (Mâide sûresi: 35)
Hazret-i Ömer, kuraklık sebebiyle kıtlık olduğu zaman, Resûlullah efendimizin amcası hazret-i Abbâs'ı vesîle ederek; "Allah'ım! Biz kıtlığa düştüğümüz zaman, Resûlullah'ı vesîle ettiğimizde, sen bize yağmur verirdin Şimdi Resûlullah'ın amcasını vesî le ediyoruz, bize yağmur ver" der, Allahü teâlâ da onların bu dileklerini kabûl edip, yağmur verirdi (Enes bin Mâlik)
Duânın kabûl olması için; Peygamberleri ve sâlih (makbûl, kıymetli) kulları vesîle etmelidir (İbn-ül-Cezerî)
İbâdetler, duâlar, mübârek zâtlar, Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için hep vesîledirler (Senâullah Dehlevî)

VESK:
Bir deve yükü miktârında bir hacim ölçeği
İmâm-ı a'zam'a göre, her sebzenin ve meyvenin, az olsun çok olsun mahsul topraktan alındığı zaman öşrünü vermek farz olur İmâm-ı Ebû Yûsuf ile İmâm-ı Muhammed'e göre uşr (topraktan alınan mahsûlün zekâtını) vermek için, topraktan çıkan mahsûlün, bir sene dayanıklı olması ve miktârının beş veskten çok olması lâzımdır Fetvâ, İmâm-ı a'zam'a göre verilmiştir (Abdurrahmân İmâdî)

VESVESE:
Zararlı olan şüphe, kuruntu
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Cinden olsun insanlardan olsun insanların göğüslerine (kalblerine) vesvese veren hannâsın (şeytânın) şerrinden (kötülüğünden) insanların Rabbine sığınırım (Nâs sûresi)
Şeytan kalbe vesvese verir Allah'ın ismi zikredilince, söylenince kaçar Söylenmezse vesveselerine devam eder (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Melekten gelen ilhâm, İslâmiyet'e uygundur Şeytandan gelen vesvese İslâmiyet'ten ayrılmaya sebeb olur (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Vesvese şeytandandır Abdest alırken, gusül (boy) abdesti alırken ve necâset (pislik) temizlerken, şeytanın vesvesesinden sakınınız (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Çamaşır yıkarken, su kullanırken, acaba temiz mi diye vesvese etmek verâ değildir Sıddıklar böyle vesvese yapmazdı Her buldukları su ile abdest alırdı Elbisenin, suyun temizliğinde vesvese etmek gösteriş yapmağa yol açar ve nefsin hoşuna gider (İmâm-ı Gazâlî)
Helâl yiyen kimse, ilhâm ile vesveseyi birbirinden ayırır Vesvese; duâ ederek, zikr ederek azalır ve yok olur Vesvese ve ilhâm devamlı olmaz (Muhammed Hâdimî)

VEYL:
Vay hâline, yazıklar olsun
1 Bir kimse veya topluluğun işledikleri kötülükler sebebiyle karşılaşacakları azâbı, kötü hâlleri ve acınacak bir hâlde bulunduklarını ifâde eden bir söz
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ölçüde ve tartıda hîle yapanlara veyl olsun (Mutaffifîn sûresi: 1)
(Ey Habîbim!) De ki: "Ben ancak sizin gibi bir insanım (Yalnız) bana şu vahy olunuyor; sizin ilâhınız ancak tek ilâhtır Onun için hepiniz O'na (îmân ve tâatle) yönelin O'ndan mağfiret isteyin O Allah'a ortak koşanlara veyl olsun (Fussilet sûresi: 6)
2 Cehennem'de bir vâdinin adı
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hayır biz hakkı bâtılın tepesine atarız da onu parçalar Bir de bakarsın o anda (bâtıl) mahv olmuştur (Allah çocuk edinmiştir, melekler Allah'ın kızlarıdır gibi) Allah'a isnâd ettiğiniz (noksan) vasıflardan dolayı sizin için veyl vardır (Enbiyâ sûresi: 18)
Çok müslüman evlâdı, babaları yüzünden veyl ismindeki Cehennem'e gideceklerdir Çünkü bunların babaları, yalnız para kazanmak ve keyf sürmek hırsına düşüp ve yalnız dünyâ işleri arkasında koşup, evlâdlarına müslümanlığı ve Kur'ân-ı kerîmi öğretmediler Ben böyle babalardan uzağım Onlar da benden uzaktır Çocuklarına dinlerini öğretmeyenler Cehennem'e gideceklerdir (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

VİLÂYET (Velâyet):
Evliyâlık, velîlik makâmı, Allahü teâlâya yakın olma, gafletten uzak bulunma
Vilâyetin hâsıl olması için, hârikaların, kerâmetlerin meydana gelmesi lâzım değildir Din âlimlerinin hârikalar göstermesi lâzım olmadığı gibi, evliyânın da hârikalar göstermesi şart değildir (Muhammed Bâki-billah)
Vilâyete kavuşmak için mâsivâyı (Allahü teâlâdan başka şeyleri) kalbden çıkarmak lâzımdırTasavvuf büyüklerinin hepsi Ehl-i sünnet idi Bid'at sâhiplerinden (bozuk, sapık kimselerden) hiçbiri, Allahü teâlânın mârifetine (O'nu tanıma şerefine) yaklaşa mamıştır Vilâyet nûrları bunların kalblerine girmemiştir (Abdülhak-ı Dehlevî)
Evliyâ, vilâyetten, muhabbetten, mârifetten ve kurb-i ilâhîden (Allahü teâlâya yakın olmaktan) kazandıkları her şeyi, peygamberlere tâbi olmak sâyesinde elde ederler Bu yolun dışı dalâlet (sapıklık) yoludur (Muhammed Ma'sûm)

Vilâyet Yolu:
Bir vâsıtanın yâni yetişmiş bir velînin yol göstermesi lâzım olan, insanı Allahü teâlâya kavuşturan evliyâlık yolu
Vilâyet yolundan vâsıl olanların (kavuşanların) önderi ve en üstünleri ve ötekilere vâsıta olanı hazret-i Ali Murtezâdır Bu yoldan gelen feyzlerin kaynağı odur (İmâm-ı Rabbânî)
Bütün peygamberlerin eshâblarının hepsinin nefsleri mutmainne olmuş yâni îmân etmiştir Böyle nefsin îmân etmesi ya tasavvuf ve vilâyet yolundan ilerleyenlere veya bütün sünnetlere yapışarak bütün bid'atlerden kaçanlara nasîb olur (Fudayl ibn Dükkîn)


Vilâyet-i Âmme:
İslâmiyet'in yalnız sûretine uyanların kavuştuğu evliyâlık makâmı
Vilâyet-i âmmeye kavuşanlar tasavvuf yolunda ilerleyerek vilâyet-i hâssaya (seçilmiş olanların evliyâlığına) kavuşabilirler (İmâm-ı Rabbânî)

Vilâyet-i Hâssa:
Tasavvufta, nefsin îmân ve itâate geldiği ve bütün ibâdetlerin hakîkî ve kusursuz olduğu makam
Kulun dileği ve isteği sâdece sâhibi ve sâhibinin dileği olmalıdır Başka hiçbir dileği bulunmamalıdır Böyle olmazsa, kulluk bağını koparmış, kölelikten kaçmış olur Allahü teâlâya kul olmak nîmetine kavuşmak, ancak vilâyet-i hâssa hâsıl olunca ele geçer (İmâm-ı Rabbânî)

Vilâyet-i Kübrâ:
Vehimden ve hayâlden kurtulma makâmı Bu vilâyete, Vilâyet-i enbiyâ da denir

Vilâyet-i Muhammediyye:
Peygamber efendimizin kendine mahsûs vilâyetle birlikte bütün peygamberlerin vilâyetlerini (evliyâlık derecelerini) kendisinde toplamış olması Vilâyet-i Mustafaviyye de denilir
Peygamberlerden birinin vilâyetine kavuşmak, Vilâyet-i Muhammediyye'nin bir parçasına kavuşmaktır (Hâce Behâeddîn Buhârî)

Vilâyet-i Sugra:
Vehimden ve hayâlden kurtulamadan ilerlenen evliyâlık yolu Buna Vilâyet-i evliyâ da denir
Vilâyet-i sugrada, vehmden ve hayâlden kurtuluş yoktur Vilâyet-i kübrâda vehmden ve hayâlden kurtuluş vardır (İmâm-ı Rabbânî)

VİLDÂN:
Allahü teâlânın cennettekilere hizmet için nûrdan yarattığı güler yüzlü ve tatlı dilli hizmetçiler
Sen o vildânları görünce, onları Cennet'e saçılmış inci zannedersin" (İnsan sûresi: 21)
Ehl-i Cennet'in içtikleri şaraptan, başları ağrımaz ve akıllarına halel gelmez Onlara hizmet eden vildân, istedikleri ve arzu ettikleri kuş etlerini getirirler Onlar da istedikleri kadar yerler (Vâkıa sûresi: 19-21)

VİRD:
Nâfile olarak devamlı yapılan ibâdet, tesbih ve duâlar Çoğulu evrâddır
Kulun duâ, zikr, Kur'ân-ı kerîm okuma ve tefekkür (mahlûklardaki ve kendi bedenindeki ince san'atları, düzenleri birbirine bağlılıklarını düşünerek, Allahü teâlânın büyüklüğünü anlaması, insanın günahlarını hatırlayıp, bunlara tövbe etmesi lâzım geld iğini, ibâdetlerini ve tâatlerini düşünerek bunlara şükretmesi gerektiğini hâtırına getirmesi), sabah namazından sonra âhiret yolcusunun virdi olmalıdır (İmâm-ı Gazâlî)
Okunmalarında fazîlet olduğu bildirilen bâzı âyet-i kerîmeleri vird edinip, okumak da müstehabdır Fâtiha, Âyet-el-kürsî ve Âmenerresûlü bunlardandır Kaylûle, öğleye doğru bir miktâr uyumak da, gündüz virdlerindendir (İmâm-ı Gazâlî)
Hazret-i Ömer, gece virdinden bir âyet-i kerîme okuyamadığı zaman, gündüzleri bayılırdı Hattâ bu yüzden bir hasta ziyâreti gibi günlerce ziyâret edildiği rivâyet edilmiştir (İmâm-ı Gazâlî)
Bir gece uyuya kaldım ve virdlerimi yerine getiremedimRüyâmda birisi karşıma çıktı ve okur-yazarlığın var mı dedi Var dedim Şu yazıyı okur musun dedi ve elime bir kâğıt parçası verdi Kâğıtta: "Dünyânın geçici ve aldatıcı nîmetleri, ölümsüz olarak yaşayacağın Cennet'in zevk ve safâsından seni alıkoymuştur Yâni geçici olarak zevk aldığın bu uyku, ebedî seâdetine yarayacak ibâdetine mâni olmuştur Uyan, namaz kıl ve Kur'ân-ı kerîm oku Zîrâ bunlar, uykudan hayırlıdır" yazılıydı (Mâlik bin Dînâr)

VİTR NAMAZI:
Yatsı namazından sonra kılınan üç rek'atlik vâcib namaz
Vitr namazının vâcib olduğu şu hadîs-i şerîf ile bildirildi: "Rabbim bana farz kıldığı namazlara bir namaz daha ekledi; bu vitr namazıdır (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed)
İmâm-ı a'zam vitr namazı vâcibdir, buyurdu (Mâlikî ve Şâfiî mezheblerinde sünnettir) Bunda ezân ve ikâmet okunmaz Vaktinde kılamayanın kazâ etmesi lâzımdır (Muhammed Mevkûfâtî)
Vitr namazında üçüncü rek'atte rükûa eğilmeden önce Kunut duâsını okumak vâcibdir Bunları bilmeyen üç kerre (Allahümmeğfir lî) istiğfâr okur (Muhammed Mevkûfâtî)
Vitr namazı tek başına kılınır Ancak Ramazanda, cemâatle kılınan terâvihten sonra o da cemâatle kılınır (MZihni Efendi)

VUKÛF-İ ADEDÎ:
Nakşibendiyye yolunun on temel esâsından biri Tasavvuf yolunda ilerlemek ve yükselip olgunlaşmak için yapılan zikri, bildirilen adede (sayıya) göre yapmak Meselâ bir nefeste 1, 3, 5, 7, 11 kerre Allah demek gibi teke riâyet ederek zikretmek

VUSLAT:
Erişmek, kavuşmak, gönlün devâmlı olarak ve kıl kadar istikâmet değiştirmeyerek Allahü teâlâya bağlı kalması
Tasavvuf yolunun âşıkları, yakınlık görünen uzaklıkla sevinmezler Onlar uzak görünen bir yakınlık ve ayrılık görülen bir vuslat ararlar İşin geciktirilmesine, sonraya bırakılmasına râzı olmazlar Tembelliği, gericiliği çirkin bilirler Kıymetli dak ikaları, yaldızlı pislikler için elden kaçırmazlar (İmâm-ı Rabbânî) Emrine baş eğenlerin Vuslatına erenlerin Bülbül gibi ötenlerin Kimse dilin bilmez imiş
(M Sıddîk Gümüş)

VÜCÛB ŞARTLARI:
Bir ibâdetin bir kimseye farz olmasının şartları
Haccın vücûb şartları, İmâm-ı a'zam'a göre sekizdir: 1) Müslüman olmak, 2) Kâfir memleketinde olanın, haccın farz olduğunu işitmesi, 3) Akıllı olmak, 4) Bâliğ (ergenlik, yâni evlenecek çağa gelmiş) olmak 5) Hür olup, köle olmamak, 6) Geçim ihtiyâcın dan fazla olarak hacca götürüp, getirecek ve geride kalanlara yetecek kadar helâl parası olmak, 7) Hac vakti gelmiş olmak Hac vakti Arefe ve bayram günleri olmak üzere beş gündür 8) Hacca gidemeyecek kadar; kör, hasta, çok ihtiyar ve sakat olmamak Haccın vücûb ve edâ (haccı yapabilmek için lâzım olan) şartları kendisinde bulunan kimsenin, o sene hacca gitmesi farz olur Vücûb şartlarından birisi bulunmayan kimsenin hacca gitmesi farz olmaz Vücûb şartlarını temin etmek lâzım değildir (İbn-i Âbidîn)

VÜCÛD:
Var olmak
Allahü teâlânın zâtı hakkında, bilmemiz vâcib olan sıfatlar beştir: 1) Kıdem: Allahü teâlânın varlığının evveli olmamak, 2) Bekâ: Varlığının sonu olmamak 3) Kıyâm bi-Nefsihî: Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde kimseye muhtâç olmamak 4) Muhâlefetü n lil-havâdis: Zâtında, sıfatlarında kimseye benzememek 5) Vahdâniyet: Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde ortağı ve benzeri olmamak (Âlimlerin çoğuna göre, vücûd, ayrıca Allahü teâlânın bir sıfatıdır Böylece Allahü teâlânın zâtına âit (zâtî) sıfatları altı olmaktadır) (Kutbüddîn-i İznikî)

Vücûd-i Adem:
Tasavvufta cezbe denilen makâmda kendini yok bildikten sonra, hâsıl olan bir hâl, makam
Vücûd-i adem, fenâ makâmından öncedir Bu hâl yok olabilir Yok olduğu görülmüştür de Zaman olur ki, bu hâl ondan alınır Sonra geri verilirTam fenâdan sonra hâsıl olan bekâ hiç yok olmaz Hiç sarsılmaz (İmâm-ı Rabbânî)

Vücûd-i Vehmî:
Tasavvuf ehlinin, eşyânın gördüğümüz varlığına verdikleri isim

VÜCÛH İLMİ:
Kur'ân-ı kerîmin çeşitli okunuş şekillerini bildiren ilim

VÜCÛH ŞİRKETİ:
Sermâyesiz olup, halk arasında emniyet ve îtibârları ile veresiye alıp-satmak üzere kurulan şirket
Vücûh şirketinde kâr, malın helâki veya ziyandaki tazmin nisbeti şartına göre taksim edilir Kâr nisbeti, tazmin nisbetinden başka olamaz (Mecelle)
Vücûh şirketlerinde, ortaklardan herbirinin satın alınan malda hissesi ne kadarsa kârdaki hissesi dahi o kadar olur Eğer birine satın alınan maldaki hissesinden fazla şart edilse şart lağv olur Ve kâr, aralarında satın alınan maldaki hisselerine gö re taksim olunur (Mecelle)
Vücûh şirketi ile ortak olan iki kimse, alıp vermelerinde mutazarrır oldukları (zarar gördükleri) sûrette, eğer satın alınan mal aralarında yarı yarıya olmak şartı ile sözleşilmiş ise, zarar ve ziyan dahi müsâvat (eşitlik) üzere taksîm olunur Eğer s atın alınan malda sülüs (üçte bir) ve sülüsân (üçte iki) şekliyle hissedar olmak şartıyla sözleşmişlerse zarar ve ziyan dahi ikili birli olarak taksim olunur Zarar ettikleri malı gerek birlikte satın alsınlar ve gerek yalnız birisi şirket için almış olsun (Mecelle)

YÂD ETMEK:
Hatırlamak, anmak Zikir
Dünyâdaki bütün insanlara peygamber olarak gönderilen, peygamberlerin sonuncusu ve en üstünü Muhammed aleyhisselâmın doğduğu Rebî'ul-evvel ayının on birinci ve on ikinci günleri arasındaki geceye Mevlid gecesi denir Bu gece, Kadr gecesinden sonra, e n kıymetli gecedirBu gece, O doğduğu için sevinenler affolur Bu gece Peygamber efendimizin doğumları zamanlarında görülen hâlleri yâd etmek, öğrenmek çok sevâbdır Kendileri de anlatırdı (Ahmed Saîd Müceddîdî) Allah'ın adını yâd et, rûh ve kalbin şâd et, Bülbül gibi feryâd et, yalvar güzel Allah'a
(Tâceddîn Halvetî)

YÂD-I DAŞT:
Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri Zikrin, Allahü teâlâyı anmanın ve hatırlamanın kalbe yerleşmesi, meleke hâline gelmesi
Yâd-ı daşt en yüksek mertebedir Ondan sonra mertebe yoktur (İmâm-ı Rabbânî)

YÂD-I GİRD:
Hatırlamak; Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri Her an Allahü teâlâyı anıp hatırlamaya çalışmak

YAĞMUR DUÂSI:
Yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yapılan duâ (Bkz İstiskâ)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz ve Eshâb-ı kirâm ve İslâm âlimleri yağmur duâsı yaptılar Yağmur duâsı için çıkılan yerde imâm, evvelâ yalnızca veya cemâatle iki rek'at namaz kılar ve kalkmayıp, yerde asâya dayanıp bir hutbe okur So nra kıbleye dönüp, avuçları semâya karşı açık olarak omuzları hizâsına kaldırıp, ayakta duâ eder Hazır olanlar, arkasında oturarak dinleyip âmin der Yalnız yağmur duâsında kollar omuzdan yukarı kaldırılır Bir şey istemek için yapılan duâlarda avuçları semâya karşı açmak sünnettir Hadîs-i şerîfte; "Kul ellerini kaldırıp, duâ edince, Allahü teâlâ onun duâsını kabûl etmemekten hayâ eder" buyruldu Hastalık, kaht (kıtlık) ve düşmandan kurtulmak için yapılan duâlarda avuç içleri yere çevrilir Kollarını kaldıramayan, sağ elinin şehâdet parmağını uzatarak işâret eder Yağmur duâsına ara vermeden, üç gün çıkmak, eski ve yamalı elbise giymek, çıkmadan sadaka vermek, üç gün oruç tutmak, çok tövbe ve istiğfâr etmek, kul haklarını ödemek, hayvanla rı da çıkarıp, yavrularından ayrı bulundurmak, ihtiyarları ve çocukları da çıkarmak sünnettir Elbiseler ters çevrilmez Kâfirler getirilmez Onların müslüman cemâatine karışmaları mekrûhtur Kadınlar erkeklerden uzak, sabîler (küçük çocuklar) analar ından ayrı bulunur (Süleymân bin Cezâ)
Yağmur duâsı kabûl olduğunda ânında yağmur yağar Peygamber efendimiz yağmur duâsı yaptığında duâ biter bitmez derhal yağmur yağmış, Medîne sokaklarından seller akmış ve Peygamber efendimiz; "Yâ Rabbî! Rahmetini başka beldelere de gönder" diye duâ buyurmuştur (S Abdülhakîm Arvâsî)


YAHÛDÎLER:
Ehl-i kitabdan birisi olan kavim, topluluk Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlundan gelenler Bunlara daha önce Benî İsrâil yâni İsrâiloğulları denildi
Yâkûb aleyhisselâm, İbrâhim aleyhisselâmın oğlu olan İshâk aleyhisselâmın oğlu idi Asıl adı İsrâil idi Bunun soyundan olanlara Benî İsrâil denildi Yâkûb aleyhisselâm zamânında Ken'an diyârına (bugünkü Sayda, Sur, Beyrut ve Sûriye'nin bir kısmında) yerleşen İsrâiloğulları Yûsuf aleyhisselâm zamânında Mısır'a yerleştiler Yûsuf aleyhisselâmdan sonra o zamanki putperest Mısır halkından zulüm gördüler Mûsâ aleyhisselâm ile Ken'an diyârına gitmek üzere Mısır'dan ayrıldılar Mûsâ aleyhisselâma Tevrât verilince, bir müddet ona uydular Mûsâ aleyhisselâmdan sonra bozulup yetmiş bir fırkaya ayrıldılar Yûşâ aleyhisselâm zamânında Ken'an diyârına gelebildiler Dâvûd ve Süleymân aleyhimesselâm zamânında en parlak devirlerini yaşadılar Sonra, doğru yoldan ayrıldılar Gazâb-ı ilâhîye uğradılar Âsurlular ve Bâbilliler tarafından katledildiler Kudüs harâbe oldu Bu karışıklıkta hakîki Tevrât yakılıp, yok oldu Tevrât unutuldu Muhtelif kimseler hâtıralarında kalanları yazdılar Mîlâddan yaklaş ık 400 sene önce Azra isminde bir haham, Ahd-i atîk denilen Tevrât'ı yazdı Yahûdîler, Tevrât'ı unutup doğru yoldan ayrılınca, kendilerine nasîhat için gönderilen peygamberlere inanmadılar Çoğunu şehîd ettiler Daha sonra Kudüs, Romalıların eline ge çince, çok yahûdî öldürdüler Kaçan yahûdîler, gittikleri yerde hıristiyanlardan çok zulüm gördüler İslâmiyet gelince, rahata ve huzûra kavuştular Son peygamber geleceğini bildikleri hâlde Peygamber efendimize hasedlerinden inanmadılar Yahûdîler, yahûdî olmayanları putperest (puta tapan) sayarlar Onlara göre kanlı kansız kurban kesilir Her hayvan hattâ güvercinden kurban olur Domuz haramdır Cumartesi mukaddes gündür Bugün iş görülmez ve ateş yakılmaz (Nişâncızâde, Kisâî, Sa'lebî)

YAHYÂ ALEYHİSSELÂM:
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur Annesinin ismi Elîsa olup, hazret-i Meryem'in kızkardeşi ve İmrân'ın kızı idi Dâvûd aleyhisselâmın neslinden olan Yahyâ aleyhisselâm, hazret-i Meryem'in teyzesinin oğludu r
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey Zekeriyyâ! Biz seni Yahyâ isminde bir oğulla müjdeleriz Ondan önce bu isimle kimseyi isimlendirmedik (bu adı vermedik) (Meryem sûresi: 7)
(Biz Zekeriyyâ'ya Yahyâ'yı ihsân ettik ve şöyle dedik:); "Ey Yahyâ! Kitâbı (Tevrât'ı) kuvvetle tut" ve biz ona (Yahyâ aleyhisselâma) daha çocuk iken (rivâyete göre henüz üç yaşındayken) hikmet verdik (Tevrât'ı ve fıkhî hükümlerini anlama kâbiliyeti v erdik) (Meryem sûresi: 12)
Allahü teâlâ rahmet etsin kardeşim Yahyâ'ya ki o, küçük iken çocuklar kendisini oyun için çağırdıklarında; "Ben oyun için mi yaratıldım?" derdi O küçük iken oyun için böyle söylerse, yetişkin kimsenin günâh işlemesindeki hâli nasıl olur? (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Babası Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsı üzerine dünyâya gelen ve isminin Yahyâ olduğu Allahü teâlâ tarafından bildirilen Yahyâ aleyhisselâm, küçük yaşından îtibâren Tevrât'ı öğrendi Rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman kendisine peygamberlik emri bil dirildi İsrâiloğullarını Tevrât'ın hükümlerine uymaya çağırdı İlk önce Mûsâ aleyhisselâmın şerîatine (dînine) göre amel ediyordu Îsâ aleyhisselâma İncîl indirildikten sonra, Tevrât'ın hükmünün kaldırılması üzerine, Îsâ aleyhisselâmın bildirdiği emir ve yasaklarla amel etti Kavmini de İncîl'in hükümlerine uymaya dâvet etti Zâlim yahûdî hükümdârı büyük Herod'un torunu, Birinci Herod tarafından şehîd edildi Yahyâ aleyhisselâm şehîd edildiği zaman otuz dört yaşında idi Îsâ aleyhisselâmla akran olan Yahyâ aleyhisselâmın mübârek bedeninin parçaları başka başka şehirlerdedir Başı, Şam'daki Ümeyye Câmii'ndedir Yahyâ aleyhisselâm kıldan elbise giyerek hayâtını devâm ettirir, gece-gündüz Rabbine ibâdet eder, Allah korkusundan çok ağlardı (Nişâbûrî, Nişâncızâde, Kurtubî)

__________________
Alıntı Yaparak Cevapla