Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (A)

Eski 11-04-2012   #14
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (A)



Ahi, Ahilik

Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Anadolu'da kurulan üretici, esnaf ve çiftçi yardımlaşma teşkilâtı, Ahî Arapça'da "Kardeşim", Türkçe'de "Cömert" olan akı anlamında kullanılmaktadır İslâm ortaçağında ortya çıkmış bulunan ve daha çok bir esnaf teşkilâtı olan Ahîlik (veya fütüvvet) yiğitlik ve cömertlik esasları üzerinde kurulmuştur Öncelikle esnafın mensup olduğu bu teşkilât daha sonraları ve özellikle sınır boylarında fetihlerin Batı'ya doğru götürülmek istendiği noktalarda bütün sınır boyu sâkinlerinin katıldığı bir kuruluş haline gelmişti Arapça'da genç, yiğit, delikanlı ve cömert kişi anlamında olan "Fetâ" kelimesinden türetilerek adına "Fütüvvet" denilen bu teşkilâtın mensupları birbirlerine kardeşim anlamında olan "Ahî" kelimesiyle hitap ettikleri için bu kelimeden alınarak teşkilât mensuplarına da "Ahîler" denilmekteydi Ahîlik teşkilâtı özellikle Anadolu'nun yurt edinilmesinde ve bilhassa halk ve esnaf arasında İslâmî prensip ve emirlerin uygulanmasında büyük bir rol oynamıştır

Gerek Selçuklu ve gerek Osmanlı Sultanlarından bazılarının ve özellikle ilk Osmanlı sultanlarının da bu teşkilâta vezirleriyle birlikte üye olduklarını görüyoruz Anadolu'nun birçok şehrinde tekkeleri olan Ahîler Osmanlı devletinin kuruluşu dönemlerinde fetih hareketlerinde büyük rol oynamış ve aynı zamanda gazî ünvanı ile cihad hareketine katılmışlardı

Bundan anlaşıldığına göre Ahîler yalnız kendi üyeleri ve mensuplarının haklarını korumak gayesiyle aralarında oluşturdukları bir örgüt olmaktan çok; inanç birliği için biraraya gelmiş, İslâm'ın menfaatlerini koruyan bir kuruluş idiler Toplum içinde bir dayanışma sağladıkları gibi, halkı ve devlet adamlarını cihâda ve fetihlere teşvik ediyorlardı

Ahîlik, aslında, ilk kuruluşu ve gelişmesinde, asla bir tarikat değildi Fakat tarikatların prensip ve teşkilatından yararlandığı muhakkaktır Daha sonraları bu teşkilatın mensupları Mevlevî ve Bektaşî tarikatlarına girmişlerdi Mevlevîlerin ileri gelenlerinden Mevlânâ Hüsâmeddin'in babası olan "Ahî Türk" Konya'daki Fütüvvet* teşkilâtının başı idi Aynı şekilde Kırşehir'deki bir Bektâşî zaviyesi şeyhinin Ahîlik teşkilatına bağlı olduğunu görüyoruz Fakat bütün bunlara rağmen Ahîlik teşkilatı Sünnîlik ve ılımlı Şiilik çizgisini korumuştur Anadolu'daki Ahîlerin en ileri gelen reislerinden olan Ahi Evren'in Sünnî ve Şâfî olduğu bilinmektedir

Ahîlerin Fütüvvet teşkilatına tam üye ve lâyık olabilmeleri için, ilim ve san'atla uğraşmış veya uğraşmakta olan kimseler olması gerekir Özellikle üyenin cuma akşamları yapılan toplantılarda okunan Kur'an-ı Kerim, hadîs, menâkıb, tasavvuf edebiyatı ve hikmet gibi derslere ve ilim meclislerine katılması gerekir

Ahî teşkilâtının prensip ve özelliklerini en iyi anlatan ve yansıtan onların "Fütüvvetnâme"* adıyla yazdıkları belgelerdir On üçüncü yüzyılda yazıldığı bilinen bir fütüvvetnâme'de ahîlik prensipleri ve ilkeleri şöyle tesbit ediliyor:

"Bir ahînin ancak on sekiz dirhem gümüşe eşit bir sermayesi bulunabilir Ahî mutlaka helâlinden kazanmalıdır Bütün ahîlerin bir sanatı olmalıdır Ahîler yoksullara yardım etmelidir Ahî en iyi şekilde cömert olmalıdır Âlimleri sevmeli onlara saygı duymalıdır Ahîlerin iyi, anlayışlı ve temiz giyimli kimselerle sohbet etmesi lâzımdır Ahîler fakirleri sevmelidir Hakkı kaybolanların hakkını aramak teşkilâtın görevidir Ya bu hak alınır yahut helâl edilir Ahî alçak gönüllü olup, namazını asla kazaya bırakmamalıdır Utanma duygusuna sahip ve nefsine hâkim olmalı, beylerin ve zenginlerin kapısına gitmemelidir Aksine sultanlar onun kapısına gelmelidir "

Ahilik teşkilâtında mertebe sistemi şöyle idi En başta bir "Şeyhu'lMeşâyih" adıyla bir lider bulunur Buna Ahî-Baba denirdi Bunun altında bir önceki lider olarak "Şeyh" ünvanını taşıyan sâbık şeyh yer alır

Üçüncü mertebede "Halife", ondan sonra "Nakipler" gelirdi Daha sonra altı bölükten oluşan ve ilk üç bölüğüne "Ashâb-ı Tarîk" (Yol arkadaşları) adı verilen "Ahîler" yer alıyordu Teşkilâtın en son mertebesinde "Yiğitler" vardı ki bunlar teşkilâta yeni katılan kimseler idiler

Ahîlerin kendilerine özgü kıyafetleri vardı Başlarına beyaz keçe külâh giyer, üstüne sarık sararlardı Ayaklarında şalvar, bellerinde yünden örülmüş bir kuşak bulunurdu Ayaklarına mest giyer, bellerinde uzun kamalar taşırlardı

Ahîler gündüz çalışır, akşam "tekke'ye* gelip yemeği birlikte yerlerdi Bu tekkelerinde misâfir ve yolcu eksik olmazdı Çünkü misâfir ve yolculara karşı çok iyi ve misafirperver davranırlardı Ahîler zalim ve haksızlara karşı amansız bir mücadele verdikleri gibi, kendi aralarında da herhangi bir üye Ahîlik prensiplerine aykırı davranıp müşterisini aldatırsa, yalan söylerse derhal Ahî-Baba tarafından yargılanır ve mutlaka cezalandırılırdı İşte bundan dolayı Ahîlik teşkilâtı İslâmî ticaret anlayışını koruyan, bir iman, yiğitlik, cihad ve ahlâk ocağı idi

Moğolların Anadolu'yu istilâları sırasında Ahîler tam bir cihad* anlayışıyla bu amansız düşmana karşı koyarken, aynı dönemde yaşayan Mevlevîler* ise Moğollarla işbirliğine gitmişlerdi Ama bütün bu güzelliklere rağmen bu teşkilât da her teşkilât için mukadder olan akıbete uğramış ve zamanla bozulmuştur İlk dönemlerde teşkilatta tam bir Sünni akîde hakim iken daha sonraları bu çizginin dışına çıkılmış; devlete karşı isyan eden ahlâksızlığa meyilli, kimliği belirsiz kimseler bu teşkilât içinde görülmeye başlayınca eski özelliklerini kaybetmiştir Fatih devrinden sonra ahîlik teşkilâtı eski itibarını kaybedip, gücünü koruyamamıştırel ÂHİR

Allah'ın isimlerinden biri Zıt anlamıyla kullanılan el-Âhir, "varlıkların geçmişinden sonra bâki olan" demektir (Âlusî, Ruhu'l-Meânî Fî Tefsî'l-Kur'ani'l-Azîm ve's-Seb'i'lMesânî, Beyrut (ty) XXIV, 100-101; et-Taberi, Câmiü'I-Beyân an Te'vili Âyâti'l-Kur'an, nşr, AM Şâkir, Mısır 1374/1955, XXVII, 215)

Nitekim Hz Peygamber (sas): "Allah'ım! Sen evvelsin ki, senden önce bir şey yoktur; Âhirsin ki, senden sonra bir şey olmaz " diyerek, bu anlamda tefsir etmiştir (Müslim, Zikr, 61; Tirmizî, Daavâd, 19; İbn Mâce, Dua 2; Ahmed b Hanbel, II, 381)

El-Âhir ismi, Kur'an'da, Allah'tan başkası hakkında her zaman mevsufla kayıtlı olarak gelir: el-Yevmü'l-âhir, el-Âhîrin, el-Hayâtü'l-âhire (sonraki hayat) takdirindedirler Elif lâmlı ve mutlak olarak, yalnız bir ayette Allah'ı tavsif eder: "O'dur Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın " (el-Hadîd, 57/3) Bu sıfat, yalnız bu ayette görünmekle beraber Allah'ın bâkî olduğu, başka ifadelerde de yer almaktadır "Ondan başka ilâh yoktur, onun dışındaki her şey yok olacaktır Hüküm onundur ve ancak ona döndürüleceksiniz" (el-Kasas, 28/88) "Allah daha Bâkidir" (Tâhâ, 20/75) Allah Âhir olduğu içindir ki, istisnasız olarak bütün insanlar, dünya hayatının sona ermesinden sonra kendisine döndürüleceklerdir O mutlak anlamda Evvel ve Âhirdir Zira onun dışında ne ilk ne de son sebep vardır Kâmil varlığı içinde, kendisine yeten, müstağni varlıktır (Prof Dr Suat Yıldırım, Kur'an'da Ulûhiyyet, İstanbul 1987, 264)

Kur'an'da, ulûhiyyetin zaman üstü bir özelliğe sahip olduğu terimlerden çok, birtakım sade kavramlarla ve müşahhas ifadelerle bildirilir

Vahiy metafizik tefekkürden başka bir özellik taşıdığından, genellikle metafizikte rastlanan tecrîd terimlerini ihtiva etmez Ancak Ulûhiyyetin mahluk plânını aştığı daha canlı, daha geniş kitlelerce anlaşılır, dolayısıyla daha etkin ifadelerle gösterilir Meselâ Kur'an'da "Rabbinin katında bir gün, saydıklarınızdan bin yıl gibidir " (el-Hac, 22/47) buyrulur

El-Âhir vasfı, Allah'ın zâtî sıfatlarından olan Bekâ sıfatının esasıdır Öbür zıt vasıflar gibi, bu da ancak mukabiliyle birlikte anılmalıdır Nitekim Kur'an da, "Evvel ve Âhirdir" diye iki zıt vasfı bir arada zikretmektedir

Kur'an-ı Kerim'de: "O, Evveldir, Âhirdir, Zâhirdir, Bâtındır" (Hadîd, 57/3) derken şunu kast ediyor denilebilir: Hiçbir şey yok iken Allah vardı ve her şey yok olduktan sonra Allah yine var olacaktır O, evveldir, âhirdir ve aynı zamanda zâhirdir Çünkü her şey ondan zuhur eder, onun sıfatlarından, fiillerinden ve nûrundan meydana gelir Demek ki her şeyin ilk yaratıcısı ve ilk bilinen zat olmasından dolayı evvel; her şeyi yok eden ve sonu belirleyen zat olmasından dolayı da âhirdir Cennet ve Cehennem ehline ebedi hayat verileceğine göre, Allah'ın âhir olması (yani her şey yok olduktan sonra sadece Allah'ın kalması) nasıl izah edilebilir? diye sorulacak olursa cevabını Kur'an'ın kendisi şöyle cevap veriyor "Allah'tan başka her şey yok olacaktır" (el-Kasas, 28/88) Diğer bir ifâde ile, hiçbir mahlûk kendiliğinden bir ebediliğe sahip değildir Şayet herhangi bir varlık hayatına devam ederse, bu Allah'ın emriyle olur Çünkü her mahlûk fânidir Cennet ve Cehennem'de ebedî kalmalarına gelince, onlar bizzat zâtî sıfatları nedeniyle değil, Allah'ın emriyle orada hayatlarını sürdüreceklerdir Tıpkı meleklerin zâtî sıfatlarıyla ebedî olmayıp, Allah'ın emriyle hayat bulabilmeleri ve verilen süre kadar hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri gibi Yani kâinatı yaratan ve idare eden Allah'tır Bundan dolayı da o hem evvel hem âhirdir (Mevdûdî, Tefhimü'l-Kur'an, Terc, VI, 112-113)
âhir Zaman

Hz Peygamber (sas)'in İslâm'ı tebliğinden başlayıp kıyametin kopmasına kadar geçecek olan müddet hakkında kullanılan bir terim

Bu tarif çerçevesinde Resulullah'a "Âhir zaman Peygamberi" denilmektedir Bunun anlamı da "Son Peygamber" demektir

Bizden önce yaşamış ümmetlerin geçirdikleri zamanın tümü bir gün içinde sabahtan ikindiye kadar geçen zamana; bu ümmetin yaşadığı zaman ise ikindiden akşama kadar geçen vakte benzetilmiştir Kıyametin yaklaştığı zamana da aynı şekilde "Âhir zaman" denilmektedir Bu zamanın kesin olarak ne zaman başlayacağı da belli olmadığı için sadece bu döneme yakın bazı belirgin alâmetlerin görüleceği ifade edilmiştir (geniş bilgi için bk Kıyamet ve Kıyamet Alâmetleri)

İslâm'da âhir zaman denince dünya hayatının son dilimi ve son dönemi hatıra gelmektedir Zira akidemize göre başlangıcı olan bu âlemin mutlak sonu da vardır Fakat bu sonun kesin olarak zamanı bildirilmemiştir Bu bilgi yalnız Allah'a mahsustur Ancak İslâm akidesini bozmak isteyen bazı batıl inanç sahipleri bu konuda tarihler vererek belirlenmemiş ve belirlenmediği nasslarla sabit olan bir hususta (el-A'raf, 7/187; Lokman, 81/34; Cibril Hadisi)* doğru olmayan ve tahminlerden öteye gitmeyen rakamlar vermektedirler Ancak, Hz Peygamber'in gelişi ile kıyamete yakın olan son dilimin başladığı hususunda İslâm bilginleri de görüş belirtmişlerdir Âhir zamana İslâm'ın MVII yüzyılın başlarında yani 610 yılında vahyin başlamasıyla girildiği hususunda bazı hadislerde işaretler vardır (Müslim, Fiten, 132 vd) Başlangıcı hakkında işaretler verilmişse de sonu ile ilgili bilgi yalnız yaratana has kılınmıştır Bunu kimsenin bilmesine imkân yoktur
âhirete Iman

"Son" ve "Sonra Olan" anlamında Arapça bir kelime olan "Âhiret", "Âhir" kelimesinin müennes (dişi) şeklidir Lügatte "Evvel" kelimesinin zıddı olarak kullanılır İslâm literatüründe bu kelime "Öbür Dünya" manasında kullanılmıştır Dünya,canlıların yaşadığı evvelki âlem, ahiret ise son âlemdir Bu kelimeler bazen "dâr=yurt" kelimesiyle birlikte kullanılır (el-Ankebût, 29/64), Dâr-ı Dünya ve Dâr-ı Ahiret gibi Bazen de tek başına kullanılır (el-Bakara, 2/220) Dünya, yakın ikamet yeri; Ahiret, son ikamet mahallidir

Allah'u Teâlâ, içinde yaşadığımız bu Dünya'yı ve üzerindeki bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır Bir gün dünya ve dünyadaki bütün insanlar, canlı ve cansız varlıklar yok olacaktır Dağlar, taşlar, yerler, gökler parçalanacak (el-Karia, 101/4-5), Allah'tan başka tüm âlem son bulacaktır (er-Rahman, 55/27) Bu hâdiselerin meydana geldiği günü Kur'an, "zelzele saati" (el-Hacc, 22/2) ve "Kıyamet Günü"* (el-Kıyâme, 75/-1) diye adlandırır Kıyamet Günü'nden sonra Allah'ın takdir ettiği bir zamanda insanlar yeniden hayat bularak kabirlerinden kaldırılacak ve "Mahşer"* denilen düz bir sahada (el-Hicr, 15/25), hesabı süratle gören Allah'ın (Âli İmrân, 3/19) huzurunda, dünyada yaptıklarının hesabını (el-Hakka, 69/19, 37) vermek üzere toplanacaklardır (el-Casiye, 45/26) Hesapların görülmesinden sonra bir kısım insanlar iyilikleri nedeniyle Cennet'e, diğerleri ise, inkâr ve kötülükleri nedeniyle Cehennem'e gideceklerdir

İşte bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren, bitmez tükenmez bir halde devam edecek olan âleme "Ahiret Alemi" denir

Bütün semâvi dinlerde olduğu gibi en son ve en mükemmel din (el-Mâide, 5/3) olan İslâm'a göre, meydana geleceği ayet (el-Bakara, 2/4) ve hadisle (Tecrîd-i Sarih, 47 nolu hadis) ve bütün ümmetin fikir birliği ile kesin olan ahiret gününe inanmak, imanın şartı olarak farzdır

Ahiret Günü denilince;

1- Bu âlemin hepsinin yok olması ve hayatın tamamıyla sona ermesi

2- Ahiret hayatının başlaması

Ahiret hâdiseleri denilince de;

a) Canlılar için ahiret hayatının mukaddimesi olan ölüm, berzah âlemi *, kabir hayatı

b) Sûra üfürülmesi ve herkesin tekrar dirilerek kabirlerden kalkıp mahşer* meydanında toplanması

c) Dünya'da iyilik veya kötülük cinsinden yapılan işlerin kaydedildiği amel defterinin sahiplerine okutulması

d) İyilik ve kötülüklerin tartıldığı mizan* (terazi)'nin kurulup amellerin tartılması

e) Bütün insanların üzerinden geçmeleri mecburî olan Sırat* köprüsünden geçiş

f) İmanlı ve ameli iyi olanların gideceği Cennet*

g) İmansız ve ameli kötü olanların gideceği Cehennem*

i) Peygamberimizin, seçkin müminlerle başında bulunduğu Kevser Havzı*

h) Peygamberimizin müminlere şefaati, gibi hadiseler hatıra gelir İşte bütün bunlar, Ahirete iman konusu içinde ele alınması gereken konulardır Kesin nasslarla sabit olan bu hususlara inanmak, imanın şartlarındandır Bunlardan birini inkâr ise, ahireti inkâr demektir

Kur'an, Ahiret âlemini ayrıca "Din Günü " (el-Fatiha, I/3) ve "Gayb Âlemi" (el-Bakara, 2/3) olarak isimlendirir

Gözden kaybolan şeye gayb dendiği gibi, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisi dışında kalan şeye de gayb denir Bir şeyin gayb olması Allah'a göre değil, insanlara göredir Çünkü Allah'tan gizli kalan hiçbir şey olamaz O, gayb ve şehâdet âlemini bilir (el-Haşr, 59/22) Kur'an'a göre varlıklar iki kısımdır: Gayb âlemini meydana getiren; görülmeyen ve idrak edilemeyen varlıklar ve şehâdet âlemini meydana getiren; görülüp, idrak edilen varlıklar Gayb âlemine ait varlıklar da iki kısımdır:

1- Bir kısmının delili yoktur Varlığını ancak Allah bilir, duyularla idraki mümkün değildir "Gaybın anahtarları Onun yanındadır, onları Ondan başkası bilemez" (el-En'âm, 6/59)

2- Bir kısım varlıklar da idrak edilemez ancak varlıkları delillerle anlaşılabilir Allah'ın sıfatları, Ahiret, Cennet, Cehennem ve Melekler gibi Bu tür gayb haberleri peygamberlere vahiy yoluyla bildirilir Onlar da ümmetlerine bildirirler Müminler, kendilerine vahiy yoluyla bildirilen 'gayb'a ait haberlere inanmak mecburiyetindedirler Mümin zaten inanan insan demektir Bu haberlere inanmamak ise küfürdür Ahiret de gayb haberlerinden olup inanılması zaruri olan vahye dayalı bir haberdir

Hayatının başlangıç ve sonu olmayan ancak Allah'tır Bu âlemin de bir gün yok olacağı muhakkaktır Sonradan meydana geldiği bilinen bu âlem üzerindeki değişiklikler, zamanla insan, hayvan, bitkiler ve bütün varlıkların ölmesi ve yok olması, depremler vs bu âlemin tamamının bir gün yok olacağının delilleridir Bu tür hâdiseler insan iradesinin ve gücünün dışında olan hâdiselerdir

Başlangıcı itibariyle yoktan var olduğunu kabul ettiğimiz bu âlemin, yok olduktan sonra tekrar yaratılması akla aykırı değildir Çünkü onu yoktan yaratan Allah, onu helâk ettikten sonra tekrar yaratmaya elbette kadirdir İnsan da öldükten sonra tekrar, Allah'ın izniyle dirilecektir

Kur'an'da tekrar dirilmeye dair pek çok ayet vardır:

"Mahlûkatı ilkin yaratıp, sonra (kıyamette) onu diriltecek olan O'dur, ki bu (öldükten sonra diriltme, ilk yaratıştan) O'na daha kolaydır" (er-Rûm, 30/27) "Ey Resulüm, de ki: Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı hakkıyla bilir " (Yâsin, 36/79) Bu ayetler, mahlûkâtı ilk yaratanın, onları tekrar dirilteceğini ifade etmektedir

İnsanların, hayvanların ve diğer canlıların uyumaları ve tekrar uyanmaları, öldükten sonra dirilmeye bir benzetmedir: "Odur ki geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur), gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir Sonra dönüşünüz O'na dır; sonra (O, dünyada) yaptıklarınızı size haber verecektir" (el-En'âm, 6/60)

Kur'an-ı Kerim , kuraklık ve mevsim nedeniyle ölü hale gelen ve hayatı tamamen sönen toprağın, yağmurla veya sulanarak eski haline dönüşünü ve bereketlenmesini de, öldükten sonra dirilmeye delil göstererek şöyle buyuruyor: "O'nun ayetlerinden biri de (şudur): Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titretir ve kabarır Onu dirilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir O, her şeye kadirdir" (Fussilet, 41/39)

El-Hacc, 22/5-6 ayetinde öldükten sonra dirilme konusunda şüphede olanların dikkatlerini, yaratılışlarının safhalarına çekerek, bu ifâdelerin altında tekrar diriltilmenin imkânını ortaya koymaktadır

Âlemlerin yaratılışı, insanların yeniden dirilmelerine delil gösterilir:

"Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları (öldükten sonra) yaratmaktan daha büyüktür Fakat insanların çoğu bilmezler "(el-Mümin, 40/57; en-Naziât, 79/27, 33; Yâsin, 36/79, 81)

İnsanın boşuna yaratılmadığını (el-Müminûn, 23/115); başıboş terkedilmediğini, (el-Kıyâme, 75/36) her nefsin ölümü tadacağını, inanan ve iyi amellerde bulunan kişilerin mükâfatlandırılması ve kâfirlerin de cezalandırılması için tekrar diriltileceklerini bildiren (Âli İmrân, 3/185; Yunus, 10/4; el-Leyl, 92/4, 11) ayetler de, ahiret hayatının birer delilidirler

Mahlûkâtın, ölüp yok olduktan sonra tekrar dirilmelerindeki hikmet, mükelleflerin bu dünyada iradeleriyle kazandıklarının karşılığını görmeleridir Çünkü bu dünya kazanç ve amel dünyasıdır Öbür dünya ise, yapılanların karşılığının görüleceği yerdir (Âli İmrân, 3/185)

İnsanlar bu dünyada rızıklarında, işlerinde, ecellerinde, mutluluk ve mutsuzluklarında çok farklı bir yaşayış içindedirler Kimi zalim, kimi mazlum, kimi iyi, kimi hasta, bir kısmı zengin, bir kısmı fakir, bir kısmı üstün, bir kısmı zelildir Kimisi iyilik yapar, kimisi kötülük Şayet ölüp de tekrar dirilmeyecek olsalardı, iyilik yapanlar mükâfat, kötülük yapanlar da ceza görmemiş olurlardı Bu ise Allah'ın adâletine aykırı olurdu Bundan dolayı Allah tekrar dirilmeyi ve cezayı yaratmıştır; "İnkâr edenler, kat'iyyen diriltilmeyeceklerini sandılar De ki: "Hayır, Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir Bu, Allah'a göre kolaydır" (et-Teğabun, 64/7, ayrıca en-Nahl, 16/30-40)

Ahirete iman, kâinatta meydana gelecek olan korkunç inkılâbın kesin olduğunu kabul etmektir Bu dünya hayatı tamamıyla son bulup, başka bir hayat başlayacaktır Bu âleme iman, İslâm inancını meydana getiren altı esastan birisidir Mümin, imanı ve Kur'an ahlâkı ile ahlâklanmasının neticesini ahirette göreceğine, Allah'ın lûtfuna nâil olacağına yakînen inandığı için ölüm ve âhiret hayatı, onu tedirgin etmezken; hayatını küfür ve isyanla, zulüm ve haksızlıkla geçiren kâfir, asî ve zalim ise ölümü ve ölümden sonraki ahiret hayatını istemez (el-Bakara, 2/95; Âli İmrân, 3/56; el-İsrâ, 17/10; ez-Zümer, 39/26, 45)

Hz Ali ahireti inkâr eden birisine şöyle demişti: "Benim dediğim olursa sonunda sen zararlı çıkarsın Fakat senin dediğin olursa, ben zararlı çıkmam "

Ahiret inancı, insana ilerleme ve gelişme yolunda büyük bir güç kazandıran mükemmel bir inanç türüdür Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: "Her kim inanarak ahireti ister ve onun için gerektiği şekilde çalışırsa, onun emeği mükâfatla karşılanır" (el-İsrâ, 17/19) İnsan hayatı ile dünyanın varlığı, ancak sonunda bütün yapılanların sorgulanacağı bir ahiret hayatının olmasıyla bir anlam kazanır Aksi takdirde hayatın ve dünyanın hiçbir anlamı olmadan insanın hayatına tam bir nihilizm hakim olacaktır Bu da insanların büyük bir bunalıma ve ümitsizliğe sürüklenmesine yol açar Ahirete iman insana sonsuzluğun yolunu açarken ölümü de en ince teferruatına kadar açıklayarak bir son olmadığını bildirmektedir Ölüm yeni bir hayatın başlangıcı demektir Ahiret inancıyla insanın bu dünyadaki hayatına bir anlam veriliyor Ayrıca insanın yaşayışı da büyük bir disiplin altına alınmış oluyor Zira ahirete iman insana büyük bir sorumluluk duygusu vermekte ve ilerde çekileceği büyük hesap gününe göre hayatını ve diğer insanlarla ilişkilerini sağlam bir karakter ve temele dayandırıyor İnsan dünya hayatında yaptığı bütün amellerinin karşılığını o gün görecektir "Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu görecek ve kim zerre miktarı kötülük yaparsa karşılığını görecektir " (Zilzâl, 99/7-8) Böylece ahirete iman insana büyük bir ümid kaynağı olduğu gibi onu adâlete ve sonsuzluğa inandırır Bu da adil, dürüst ve sağlam bir toplumun oluşmasını sağlar

Kur'an, inanan ve inanmayanların ahiret hayatını özetle şöyle izah eder: "Sûr'a birinci üfleme üflendiği, arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldığı (ve hepsi darmadağın) olduğu zaman, işte o gün o vak'a olmuştur Gök yarılmıştır, o gün o, zayıflamış, sarkmıştır Melekler de onun kenarlarındadır O gün Rabb'ının tahtını (arşını), bunların da üstünde sekiz (melek) taşımaktadır O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz Sizden hiçbir sır gizli kalmaz Kitabı sağından verilen: "Alın kitabımı okuyun " der, "Ben hesabımla karşılaşacağımı sezmiştim zaten " Artık o, memnun edici bir hayat içindedir Yüksek bir bahçede, devşirmesi kolay (meyveleri yakın) ' 'Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü (bugün) afiyetle yiyin, için "

Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke bana kitabım verilmeseydi Şu hesabımı hiç görmemiş olsaydım Keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı Malım bana hiçbir fayda vermedi Gücüm (saltanatım) benden yok olup gitti (hiçbir şeyim kalmadı) (Yüce Allah, Cehhenem'in muhafızlarına emreder): "Tutun onu, bağlayın onu, sonra Cehennem'e sallayın onu Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu Çünkü o, yüce Allah'a inanmıyordu, yoksulu doyurmaya ön ayak olmuyordu Bugün onun için candan bir dost yoktur İrinden başka yiyecek yoktur Onu (bile bile) hata işleyenden başkası yemez" (el-Hakka 69/13-37)

Yukarda çizilen manzara inanan ve inanmayan kişinin ahiret hayatını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır İnanan için müjde, inanmayan için korku kaynağı olan bu âlem, onu idrak eden her akıl sahibinin kendi dünyasını, fikir ve yaşayış biçimini, Allah'ın arzu ettiği biçimde intizama koymasına en büyük etkendir Herkesin toplandığı ve kazandığı kendisine tastamam verildiği (Âli İmrân, 3/25-30; el-Câsiye, 45/28; Kâf, 50/44; et-Teğâbûn, 64/9), kimsenin kimseden cezasına karşılık bir şey ödeyemediği (el-Bakara, 2/48, 123) ana, baba, evlâd, dost herkesin kendi başlarının derdine düşerek ve hak talep edilmesi endişesiyle birbirinden kaçtığı (Abese, 80/34-37), dünyada iken inanç ve amelleri nisbetinde bazı yüzlerin ak, bazı yüzlerin de kara olduğu (Abese, 80/38-42; Âli İmrân, 3/106-107) o ceza gününde insanların makam, mevki, zenginlik, tahsil gibi insanlarca meziyet kabul edilen hiçbir özelliklerine aldırış edilmeksizin, kulların yaptıklarına göre hak tecelli eder "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve kişi, yarın için ne (yapıp) gönderdiğine baksın Allah'tan korkun; ve Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır" (el-Haşr, 59/18)

Kabir Hayatı

Dünya hayatından sonra, ahiret hayatından da önce fakat ahiret hayatı içinde ele alınması gereken bir başka hayat daha vardır ki o da kabir hayatı veya "Âlem-i Berzah"denilen hayattır Berzah,* asıl manasında iki şey arasında bulunan engel, ayırıcı sınır demektir Bu kelime Kur'an'ın "el-Mü'minûn, 23/100; er-Rahmân, 55/20; el-Furkan, 25/53" ayetlerinde "iki şey arasındaki engel" manasında kullanılmıştır

Râgıp, el-Müfredât adlı eserinde şöyle der: "Berzah; ahirette insan ile yüksek menzillere ulaşması arasındaki engeldir Bu kelime, el-Beled, 90/11 ayetindeki "el-Akabe" kelimesine işarettir Ayetin meâli şöyledir: "Fakat o, (hedefe varmak, yapılan iyiliklere teşekkür etmek için) sarp yokuşu geçemedi" Ayette bildirilen engeli ise ancak sâlihler asabilir Berzah'ın ölüm ile kıyâmet arasındaki engel olduğu da söylenir

İnsan için üç hayat vardır:

Dünya hayatı: Ruhun cesetle birlikte yaşadığı içinde bulunduğumuz hayat

Berzah hayatı: Ruh, dünyada iken içinde bulunduğu cesetten ayrılmış, azab yahutta nimet içinde müstakil hale gelmiştir

Ahiret hayatı: Ruhların dünyada iken içinde oldukları cesetlere dönmeleri ile meydana gelen son hayat Görüldüğü gibi Berzah hayatı, birinci hayat ile ikinci hayat arasındadır Dünya hayatı çalışma, Ahiret hayatı ise çalışmanın karşılığını görme hayatıdır Bu ikisi arasındaki hayat da, beklemekten ibaret olan Berzah hayatıdır (Âli İmrân, 3/185)

Ölüm anında, ruhlar cesetten ayrılırken rahmet veya azab melekleri vasıtasıyla onlara, hallerine uygun durumlar gösterilir:

"Melekler, o kâfirlerin yüzlerine ve arkalarına vura vura: "Tadın Cehennem azabını " diyerek canlarını alırken bir görmeliydin" (el-Enfâl, 8/50, el-En'âm, 6/93-94) Ayetlerde bildirilen azab, ölüm anında kâfir ve günahkârlara yapılan azabtır

Ahmed İbn Hanbel'in Müsned'inde (IV/288, 397) yer alan rivayetlere göre Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Mümin kul, dünyadan ayrılmak üzere ve ahirete yöneldiği anda ona semadan beyaz yüzlü melekler iner Yüzleri sanki güneş gibidir Yanlarında Cennet kefenlerinden ve kokularından vardır Onun görebileceği yere otururlar Ölüm meleği gelir, baş tarafına oturur ve şöyle der: "Ey güzel ruh, çık ve Rabbi'nin rızasına ve mağfiretine gel " O da, ağızdan damlayan bir damla gibi çıkar Kâfir kul dünyadan ayrılmak ve ahirete yönelmek üzere olunca, yanında kaba bir elbise olan siyah yüzlü bir melek gelir, onun görebileceği bir yerde oturur, şöyle der:

"Ey çirkin ruh, haydi çık, Rabb'inin öfkesine ve gazabına gel Ruh cesedden korkarak ve güçlükle ayrılır"

Ölümden sonra berzah âleminin ikinci makamı olan kabir hayatı başlar Kabirde ilk zamanlarda ruh cesetle birlikte bulunurlar, beraber azab ve mükâfat görürler Daha sonra ruh cesetten ayrılır ve müstakil olur Peygamberimiz (sas)'in ifadesine göre; "Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut Cehennem çukurlarından bir çukurdur " (Tirmîzî, Kıyâme, 26) Ruhun cesetle birlikte kabirde azap ve mükâfat görmesinin bir benzeri, hepimizin zaman zaman gördüğümüz acı veya tatlı rüyalardır ki kişi kendisini sonsuz nimetler veya azap içinde görür de bunlar ancak uyanmakla sona erer

Kabir hayatı hakkında Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor: "Ölüm meleği Mümin kulun ruhunu aldığı zaman melekler onu, göz açıp kapayacak kadar ölüm meleğinin elinde bırakmazlar Onu alır, bu kefene koyarlar Ondan, yeryüzünde bulunan mis kokusu gibi bir koku çıkar Onu melekler arasından geçirirken: "Bu güzel ruh nedir?" derler Dünyada iken söylenen en güzel ismini söyleyerek: "Falan oğlu falandır" derler Dünya semasına ulaşıncaya kadar çıkarırlar Nihâyet Cenâb-ı Allah: "Kulumu 'İlliyyine' yazınız " buyurur Bu, Cennet'in en yüksek derecesidir "Ben onu yeryüzündeki cesedine iade edeceğim" İki melek yanına gelir ve: "Rabbin kimdir?" derler Ruh:

"Rabbim Allah'tır " der Onlar:

"Dinin nedir?" derler Mümin ruh:

"Dinim İslâm 'dır " der Onlar:

"Bunları sana bildiren nedir?" derler O da:

"Allah'ın kitabını okudum, ona inandım ve tasdik ettim" der

Bunun üzerine semadan bir ses gelir:

"Kulum doğru söyledi Cennet'te makamını hazırlayınız Onun için Cennet'ten bir kapı açınız der " (et-Terğîb ve't-Terhîb,III 369)'teki bir hadiste kâfir kulun ruhunun berzah hayatı hakkında Peygamber Efendimiz (sas) şöyle buyurmaktadır: "Ölüm meleği kâfir kulun ruhunu aldığı zaman, melekler bu ruhu onun elinde göz açıp kapayıncaya kadar bırakmazlar Onu hemen kalın bir elbiseye koyarlar Ondan yer yüzünde bulunan leş kokusu gibi bir koku çıkar Onu semaya yükseltirler Meleklerin yanından geçerken: "Bu kötü ruh kimindir?" derler Melekler, en kötü ismini söyleyerek: "Falan oğlu falandır" derler Onun için semanın kapısını açmasını isterler, fakat açmazlar" Bu esnada Peygamberimiz (sas) şu ayeti okudu: "Onlara gök kapıları açılmaz (ruhları göğe yükselmez) ve deve iğnenin deliğinden geçinceye kadar (hiçbir zaman) Cennet'e giremezler" (el-A'raf, 7/40) Allah: "Onun kitabını en aşağı makama yazınız" der Sonra onun ruhu uzaklaştırılır Peygamberimiz (sas) sonra şu ayeti okudu: "Kim Allah'a ortak koşarsa o, sanki gökten düşmüş de kendisini kuş kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere sürüklüyor gibidir " (el-Hacc, 22/31) Ruhu cesede iade olunur da iki melek (Münker ve Nekir*) gelir, yanına oturur ve:

"Rabbin kimdir?" derler O da:

"Şey şey, bilmiyorum,"der Onlar:

"Dinin nedir?" derler, o da:

"Şey şey, bilmiyorum,"der Onlar:

"Size kim peygamber olarak gönderildi? Peygamberiniz kimdir?" derler:

"Şey şey, bilmiyorum,"der Bunun üzerine semadan bir ses

"Yalan söyledi, Cehennem'deki yerini hazırlayınız" der Onun için Cehennem'e bir kapı açarlar Cehennem'in harareti ve kokusu gelir, kabri daralır ve onu sıkıştırır Çirkin yüzlü ve kötü elbiseli bir adam gelir ve ona şöyle der:

"Sana yazıklar olsun, va'd olunduğun gün işte bu gündür " Kâfir ruh ona:

"Sen kimsin? Çirkin yüz kötülük getirdi," der O da:

"Ben senin çirkin amelinim" der Bunun üzerine:

"Rabbim, kıyameti koparma" der Sonra kör, sağır, dilsiz ve elinde balyoz olan birisi gelir Elindeki bu balyozu bir dağa vursa toprak olur, ona bir vurur, toprak oluverir Sonra onu Allah eski haline getirir, tekrar bir daha vurur Öyle bir çığlık atar ki insanlar ve cinlerden başka her şey duyar "

Ruh, kabirde sorulan suallere verdiği cevaplara göre ya İlliyyîne* ya da Siccîn'e* gönderilir Burada, yeniden diriltilecekleri güne kadar emaneten dururlar Yeniden dirilme gününde ise Allah'ın emri ile tekrar cesetlere girerler İyi, kötü, bütün ruhların kendi kabirleriyle alâkaları vardır Bu alâka ile ziyaretçilerini tanırlar Nimetlerin lezzetlerini, yahutta cehennem'in acısını yanlarında hissederler Şehidlerin ruhları ise yeşil kuşlar gibi Cennet'lerde otlar ve Arş'ın altında asılı bulunan kandillere sığınırlar,(en-Nisâ, 4/169) Ayette Allah yolunda öldürülen şehidlerin, gerçekte, ölü olmadıkları, Allah katında Cennet nimetleriyle rızıklandırıldıkları bildirilmektedir Ayrıca şehid ruhlarının, Cennet'te kendilerine yapılan ikramlar nedeniyle, bir daha Allah yolunda öldürülebilmek için ruhlarının cesetlerine iade edilmesini istedikleri bildirilmektedir {Salih-i Müslim, VI, 38; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dili Kur'an Dili, II, 1229)

Kıyametin Kopması

Ahiret hayatı, insanın ölümü ile başlarsa da, genel manada Kıyamet hadisesi ile başlar Kıyametin ne zaman kopacağını Allah'tan başka, peygamberler de dahil hiç kimse bilmez, (el-Mülk, 67/26) Bilgisi Allah'a ait olmakla birlikte, Kıyametin kopmasına yakın zamanlarda bir takım alâmetler meydana gelir İnanmayanlar için ihtar mahiyetinde Allah şöyle buyurur:

"(İnanmayanlar, Kıyamet) saat(in)in, ansızın kendilerine gelip çatmasından başka neyi bekliyorlar? İşte onun alâmetler(inden sayılan âhir zaman Peygamber)'i gelmiştir" (Muhammed, 47/18) Kıyametin en büyük alâmeti Hz Muhammed'in peygamber olarak gönderilmesidir Ondan sonra artık başka peygamber gönderilmeyecektir O, peygamberlerin sonuncusudur (el-Ahzâb, 33/40) İşte bu, dünya hayatının sonunun yaklaştığına en büyük alâmettir Hz Peygamber de: "Ben gönderildiğimde Kıyamet şu iki parmağımın birbirine yaklaştığı gibi yaklaşmıştır " (Buhârî, Vl, 206; Müslim, Terc Davudoğlu, VlIl, 208) buyurmuştur

Kur'an ayın ikiye bölünmesini de Kıyamet alâmetlerinden saymıştır:

"Kıyamet yaklaştı, ay ikiye bölündü" (el-Kamer, 54/1-3) Bu hadise, Peygamber zamanında ondan mûcize isteyen müşriklerin isteği üzerine, Peygamber'in elinin işaretiyle ayın ikiye bölünmesi şeklinde meydana gelmiştir Bu hâdise üzerine de meâlini verdiğimiz ayet nâzil olmuştur İslâm bilginlerinden bir kısmı da "Kıyamet yaklaştı, ay bölünecek" şeklinde gelecek zaman kipiyle mana vermişlerdir Her iki manada da özellikle Kıyamet'in yaklaştığı vurgulanmaktadır

İsrâiloğulları'na peygamber olarak gönderilen Hz İsa tebliğ görevindeki tüm gayretlerine rağmen, sayılabilecek kadar az bir cemaat ona iman etmiş, buna mukabil düşmanlarının kendisini öldürme tuzaklarıyla karşılaşmıştır Ne var ki Allah, düşmanların kurduğu tuzaklarını başlarına geçirmiş, peygamberini de zatına yükseltmiştir (Âli İmrân, 3/54-55; en-Nisâ, 4/157-158) Şu anda hayatta olarak bulunduğu mevkii Allah'ın ilminde olan Hz İsa, Kıyamet'e yakın zamanda tekrar dünyaya gelecek ve yaşadığı sürece Hz Muhammed'in getirdiği şerîat üzere yaşayacaktır Hz İsa'nın tekrar dünyaya dönüşü, Kıyamet alâmetlerindendir "O (İsa'nın gelmesi), Kıyametin kopacağını gösterir bir ilimdir" (ez-Zuhruf, 43/61)

Kıyamete yakın zamanda, şu anda gördüklerimize benzemeyen şekilde, Kur'an'ın "dâbbe" diye ifade ettiği bir hayvan ortaya çıkacaktır: "O söz (Kıyamet ve azap günü), başlarına geldiği zaman (kıyamet alâmetlerinin vukûu başladığı zaman) onlara yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız; onlara insanların, ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler" (en-Neml, 27/82) (Dâbbe hakkında geniş malûmat için bk Elmalılı Hamdi Yazır, age, V, 370) "Dâbbetü'l-Arz"* diye isimlendirilen bu hâdisenin meydana gelişi, Kıyamet vaktinin yaklaştığına dair bir alâmettir

Ye'cüc ve Me'cüc* seddinin açılması ve yeryüzünde fesâdın yayılması da Kur'an'da zikredilen Kıyamet alâmetlerindendir: "Nihâyet Ye'cüc ve Me'cüc (sedleri) açıldığı zaman onlar her tepeden (dünyaya) saldırırlar Artık gerçek va'd (Kıyamet) yaklaşmıştır İnkâr edenlerin gözleri birden donup kalır " (el-Enbiya, 21/96-97)

Bu alâmetler, Kur'an'da bildirilenlerdir Hadisle bildirilenlere gelince, onlar da Allah'ın vahyine dayanır Müslim'in Huzeyfe ibn Useyd el-Gifârî'den rivayet ettiği bir hadiste Huzeyfe şöyle buyurmuştur: "Biz aramızda müzakerelerde bulunduğumuz bir esnada Hz Peygamber (sas) yanımıza geldi ve: "Neyi müzakere ediyorsunuz?" dedi 'Kıyamet'i dediler Şöyle cevap verdi: "On türlü alâmeti görmediğiniz sürece Kıyamet kopmaz Bunlar, Duman, Deccâl, Dâbbetü'l Arz, Güneşin batıdan doğması, Meryem oğlu İsa'nın inmesi, Ye'cüc ve Me'cüc ile doğudan, batıdan ve Arap yarımadasından bir yerin batması, son olarak da Yemen 'de bir ateşin çıkmasıdır " (Müslim, Terc VIII, 179; Buhârî, Cihad, 94 vd; Müslim, iman, 248, Zekât 60, Fiten, 17- 18;Ebû Dâvud, Melâhim, 12, Fiten, 1; Tirmîzî, Zühd, 24)

Kıyamet'in büyük alâmetlerinden öyleleri vardır ki, onlar görüldükten sonra artık tövbeler kabul olunmayacaktır

"(İnanmak için) illâ meleklerin gelmesini yahut Rabb'ının gelmesini ya da Rabb'ının bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Ama Rabb'ının bazı (Kıyamet) işaretleri geldiği gün, daha önce inanmamış, ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık inanması, bir fayda sağlamaz De ki: "Bekleyin, biz de beklemekteyiz" (el-En'âm, 6/158)

Ebû Hüreyre'den rivayet olunan bir hadiste Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor: "Üç alâmet vardır ki, bunlar çıktığı zaman, daha önce iman etmiş yahut ta imanında hayır kazanmış olmadıkça hiçbir kimseye imanı fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccâl'ın görülmesi ve Dâbbetü'l-Arz'ın zuhuru " (Buhârî, II, 132; Müslim Terc, I, 95-96)

Kıyametin bu büyük alâmetlerinin dışında Hz Peygamber'in hadisleriyle sabit olan birçok hâdiseler de Kıyamet'in küçük alâmetleri olarak kabul edilmiştir: Davaları bir olan iki Müslüman topluluğun birbirleriyle harp yapması (Müslim, Terc, V III, 170), 'herc', öldürme olaylarının çoğalması (Müslim, Terc, VIII, 171) Karanlık geceler gibi olan fitnelerin çoğalması, müslümanlarla yahudilerin savaşıp, müslümanların onları öldürünceye kadar mücadele etmeleri ve yahudilerin de taşların ve ağaçların arkasına saklanması, 'Gargat ağacından' başka bütün taş ve ağaçların:

"Ey müslüman, Ey Allah'ın kulu, yahudi arkamdadır, gel onu öldür" demesi, Hicaz topraklarında bir ateşin çıkıp, Basra'daki develerin boyunlarını aydınlatması, Kahtan'dan bir adamın çıkıp insanları asâsı ile sevketmesi, Fırat nehri altından bir dağ haline gelip, ondan alabilmek için insanların birbirleriyle harp etmesi, cariyenin efendisini doğurması; ayağı yalın, çıplak fakir koyun çobanlarının bina yapmada birbiriyle yarış yapmaları vs gibi olaylar Kıyamet'in küçük alâmetleri olarak sayılmıştır (Buhârî, Tecrid, IX, 73; Tirmizî, Birr, 25; Fiten, 2; el-Lü'lüü ve'l-Mercân, III, 305, 306-307; et-Tâc, I, 25)

Allah, bu kâinatın yıkılıp, birinci hayatın sona ermesini istediği zaman İsrâfil adındaki meleğe 'sûr'a bir kere üfürmesini emredecek, o da bir kere üfürecektir Kâinatın hepsi bu derin gürültü ile sarsılıp, birbirine bağlı olan varlıkların düzeni bozulur, irtibat çözülür, korkunç bir zelzele meydana gelir, dağlar atılır, pamuk gibi dağılır, gökyüzündeki yıldızlar, gezeğenler ve güneş arasındaki ahenk yok olur, şimdi mevcut olan çekim kanunu iptal olur Güneşin ayın ve yıldızların ziyası gider, gökyüzündeki bütün gezeğenler yörüngelerinden çıkar ve âlemin tamamı Allah'ın yaratmasından önceki hale döner Bütün bu olaylar, Allah'ın indirdiği vahiy ile bilinmektedir (bk el-Hacc, 22/1-2; el-Karia, 101/1-5; el-Mearic, 70/8-15; Zilzal, 99/1-3; İnfitar, 82/1-5; Tekvir, 81/1-6; Vâkıa, 56/1-6)

İkinci hayatın tanınması ve anlaşılması, insan aklının kavrayacağı bir şey değildir İnsan aklı ancak bu hayatta olanları ve bu kâinatta bulunanları kavrar Bunun içindir ki, ikinci hayatın tanınması, Allah'ın kitabında bildirdiği haberler ve Resulü'nün anlatmalarına dayanır Ayet ve hadislerden elde edilen bilgilere göre, İkinci hayat, İsrâfil'in 'sûr'a üflemesiyle bu âlemin yok olmasından kırk yıl geçtikten sonra başlayacaktır

O hayatın günleri ve ayları bu hayatın günleri ve aylari gibi midir, yoksa başka bir ay ve gün müdür? Bunu bilemiyoruz Bu, zaman geçtikten sonra gökten yağmur inecek, cesetler bitki gibi toprağın altından bitecektir Bu iş, yağmur suyu ile her insanın kuyruk sokumunda bulunan küçük kemik vasıtasıyla meydana gelecektir İkinci yaratılış tamamlanıp gelişme ikmâl olduğu, cesetlerin heykelleri toprağın altında tamamlanarak hiçbir eksiği kalmadığı zaman onlara ruh verilir Bu cesetlere hayat girer, hareket etmeye başlarlar Ölüm meleğinin bu dünyada almış olduğu ruhları Allah her insana iade eder Bu ruhlardan bazıları, sahibinin iman ehli ve amel-i sâlih sahibi oldukları için güzel ve temiz ruhlardır Bunlar ulvi âlemde muhafaza edilmişlerdir Bazıları ise, küfür sahibi ve günahkâr kişilerin ruhlarıdır, bunlar çirkin ruhlardır, süflî âlemde kalmışlardır Bu ruhlar, bulundukları yerden cesetlerine gelirler, sonra Allah'ın görevlendirdiği bir melek: "Yerinizden kalkınız, Rabb'ınıza dönünüz" diye seslenir Onlar bu sesi işitirler ve icabet ederler Yer açılır, kabirlerinden mahşere gitmek için canlı olarak kalkarlar (el-Hakka, 69/13-18; Kâf, 50/41-44, el-Kamer, 54/6-8; el-Meâric, 70/41-44; elÂdiyat, 100/9-10)

İkinci defa dirildikten sonra bütün mahlûkâtın bir sahada toplanmasına "Haşr"* denir Bu toplanma, dünyada yaptıklarından dolayı aralarında hüküm verilmesi içindir İnsanlar kabirlerinden canlı olarak kalktıktan sonra ilk defa yaratıldıkları gibi tekrar hayata döndürüleceklerdir: "Mahkukatı ilk yaratmağa başladığımız gibi, yine onu öldükten sonra iade edeceğiz" (el-Enbiya, 21/104) Hz Peygamber (sas): "Kıyamet gününde insanlar çıplak, sünnet olmamış ve yalın ayak olarak (mahşer meydanına) geleceklerdir " der Hz Âişe: "Ey Allah'ın Resulü, kadın ve erkeklerin hepsi bir arada olunca birbirlerine bakmazlar mı?" diye sorunca Peygamberimiz(sas): "Ey Âişe, o gün, insanların birbirlerine bakamayacakları kadar durum şiddetlidir " buyurarak "haşr" için toplanan insanların düştükleri sıkıntıyı dile getirmektedir (Müslim, Cennet, 56) Muttakî, mücrim ve kâfirlerin haşrolunmaları hakkında Kur'an şöyle der:

"Takva sahiplerini heyet halinde Rahman(ın huzuruna) topladığımız gün, suçluları da susuz olarak Cehennem'e sürdüğümüz (gün) " (Meryem, 19/85-86)

"O gün 'sûr'a üflenir ve o gün suçluları (yüzleri kapkara, gözleri) gömgök (kör bir durumda) toplarız " (Tâhâ, 20/103)

"Kıyamet günü onları (kâfirleri), yüzü koyun, kör, dilsiz ve sağır bir halde süreriz Varacakları yer Cehennem'dir " (el-İsrâ, 17/97; Tâhâ, 20/124)

İnsanların, hesap vermek üzere toplandıkları Mahşer günü güneş, insanların başları üzerine iyice yaklaşır, sıcaklık çok şiddetlenir Ve insanlar, günahları nisbetinde tere batarlar Bir kısmı topuklarına kadar, bir kısmı diz kapağına, bir kısmı göbeğine ve bir kısmı da ağzına kadar tere batar (Müslim, 8/135; Buhârî, 6/137) Hararetin en şiddetli olduğu bu günde, adil devlet reisi, gönlü mescidlere bağlı genç, sadakayı gizli veren cömert, güzel bir kadının zina davetini Allah'tan korkusu nedeniyle kabul etmeyen muttakî, sevgileri Allah için olan iki dost, Allah'a ibadetle büyüyen genç ve tenha yerde Allah'ı zikrederek gözleri yaşla dolup taşan insanı Allah, lûtfuyla Arş'ının gölgesinde gölgelendirecektir (Buhârî, Ezân, 36; Hudud, 19)

İnsanlar, Rabb'larının huzurunda haşrolunup toplandıklarında ve beklemenin zorluğu, korkunun şiddeti nedeniyle yorgunluk son haddine ulaştığında insanlar, ruhlarının temizliği ve kirliliğine göre Yüce Allah'ın kendilerine hükmetmesini beklemeye başlarlar:

"Peygamberler (şahidlik edecekleri) vakit için getirildiği zaman: Ertelenmiş oldukları güne, yani hüküm gününe Hüküm gününün ne olduğunu sen nereden bileceksin? Yalanlayanların vay haline o gün" (el-Mürselât, 77/11-15) Bugün haklı ile haksızın, iyi ile kötünün, zalim ile mazlumun, inanan ile inanmayanın ayrıldığı fasıl günüdür Özür ve kurtuluş fidyelerinin kabul edilmediği (Hadid, 57/15; el-Bakara, 2/254) dillerin konuşmadığı bu günde (el-Bakara, 2/255) ancak kendilerine, insanlar için şefâat etme izni verilenler konuşabilir İnsanlar Âdem, Nuh, İbrâhim, Mûsa, İsâ peygamberlere, kendilerine şefâat etmeleri için giderler Onlar bu konuda özür beyan edince bu defa Hz Muhammed'e gelirler Peygamberimiz (sas) Rabb'ının huzurunda secdeye kapanarak ona hamdeder, ümmeti için şefâat diler Rabb'i kendisine: "Başını kaldır ve iste, ne istersen verilecektir, şefâat et, şefâatin kabul edilecektir" deyinceye kadar secdede kalır Ümmetine şefâat diler Ümmetinden hesabı olmayanlar Cennet'e girerlerAhkâf Sûresi

Kur'an-ı Kerim'in kırkaltıncı suresi Surenin on, onbeş ve otuzbeşinci ayetleri hariç geri kalanı Mekke'de nazil olmuştur Sure, yirmiyedinci ayetinde söz konusu edilen Âd kavminin bulunduğu bölge olan Ahkâf'tan adını almıştır Sure Ha-Mim şeklinde huruf-u mukattaa ile başlayan yedi surenin sonuncusudur Otuzbeş ayetten ibaret olan Ahkâf suresi üçyüzkırkdört kelime ve ikibinüçyüz harften meydana gelmiş olup fasılaları nûn ve mim harfleridir

Bu sure Mekke'de nazil olduğu için daha çok imanî ve akîde konularını ele almıştır Allah'ın birliğine, onun kâinatta var olan her şeyin mutlak Rabbi olduğuna iman konusunu işlemektedir Vahye, risâlete, peygamberlerin getirdiği mesajlara, bir çok peygamberin gelip geçtiğine iman etme hususlarını konu edinen Ahkâf suresi, Kur'an ve Kur'an'dan evvel indirilmiş bulunan semavî kitaplara, Kıyamet gününe, dirilişe, insanların hesaba çekilecekleri ve yaptıklarının karşılıklarını iyi veya kötü alacakları hususlarına iman etmenin gereklerini anlatmaktadır

Sure yukarıda söz konusu ettiğimiz hususlara imanı her yönüyle gönüllere kadar indirmekte, kalbin her teline dokunarak değişik alanlarda olayı dile getirmektedir Sure bu iman konusunun belli bir insan kitlesini değil, bütün kâinâttaki varlıkları ilgilendirdiğini belirtir İsrailoğullarından bir grubun İslâm'a karşı tutumunu söz konusu ederek olayı ele almakta ve ayrıca cinlerden bir grubun Kur'an-ı Kerim'e karşı tavırlarını anlatmaktadır Yahudilerden bazı kimselerin son derece yanlış ve sapık bir anlayışa kapıldıklarını, diğer bazı kimselerin ise, olumlu davranışlarını ve sağlam fıtratlarını dile getirip bunlardan örnekler sunar Suredeki anlatım tarzı insanın kalbini kâinatın ufuklarında, göklerde ve yerde gezindirerek ona Kıyamet ve ahiretten tablolar çizmektedir Hz Lut (as) kavminin iman etmemelerinden dolayı başlarına gelen felâketleri ve içinde yaşadıkları şehirlerinin kötü sonunu anlatmaktadır

Surenin anlatım ve akışına göz attığımızda dört ayrı bölüm içinde olayların değerlendirildiğini görüyoruz

Birinci bölüm, surenin başlangıcı olup Kur'an'ın Allah katından vahiy yoluyla indirildiği ilk ayette ifade edildikten sonra, kâinat içindeki ahenk ve mükemmel nizamın Allah tarafından yönetildiği belirtilmekte ve buna insanların dikkati çekilmektedir Bu güçlü ifadelerden sonra iman ve akîde konusu ele alınmakta Allah'a şirk koşmanın son derece basit ve dayanaksız bir tutum olduğu belirtilerek reddedilmektedir

"(Ey Muhammed) Kâfirlere de ki, "Söyleyin bana Allah'ı bırakıp ondan başka şu tapındıklarınız yeryüzünde ne yaratmışlardır? Yoksa onların ortaklıkları göklerde mi? Eğer şu inancınızda doğru yolda iseniz o halde size indirilmiş bir kitap veya sizden öncekilerden size intikal etmiş bir bilgi kalıntısı varsa bana getirin" (4)

Böylece Allah'ı bırakıp karşılık vermeyen, duyup işitmeyen, konuşmayan, cansız putlara veya ölüp gitmiş insanlara tapınmanın sapıklığı ve basitliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır Bununla da kalmamakta; o tapındıkları put ve tâğûtların kıyamet gününde insanlarla çekişerek o sıkıntı dolu hesap gününde kendilerine tapanlardan uzak olduklarını ifade edecekleri bu sûrede anlatılmaktadır

Surede ayrıca müşriklerin Resulullah'a karşı tutumları anlatılıp, Kur'an'ı kendisinin uydurduğunu ve bunun bir büyü olduğunu belirtmeleri üzerine onlara verilen Kur'anî cevaplar ve meydan okumalar sergilenmektedir Ayrıca İsrailoğullarının bazı yanlış tutumları dile getirilerek onların iman ettiği Hz Musa ve kitapları Tevrât'ın Kur'an tarafından tasdik edildiği bildirilerek onlardan iman edenlerin doğru davranışları takdir edilmektedir Nihayet bölümün sonunda zulmedenlerin yanlışlıkları ahlatılıp uyarıldıklarını ve salih amel işleyenlerin müjdelendiklerini görüyoruz

"Muhakkak Rabbimiz Allah 'tır deyip de sonra dosdoğru gidenlere korku yoktur Ve onlar üzülecek de değillerdir İşte onlar Cennet ehlidirler İşlediklerine karşılık olarak orada ebediyyen kalacak ve (mükâfatlandırılacak)lardır" (13)

İkinci bölümde de doğru ve sapık iki insan fıtratının akîde karşısındaki tutumları örnek olarak anlatılmaktadır Doğumlarından erginlik çağına varıp sorumluluk yüklenerek tecrübelerle karşı karşıya kaldıkları zaman takındıkları tavır ve giriştikleri hareketleri izlenmektedir Bu iki örnekten biri Rabbine şükredip anne ve babasına karşı iyi davranmakta, ahde vefa gösterip Allah'a yalvararak günahlarından tevbe etmektedir Diğeri ise, Allah'a karşı isyankâr davranarak anne ve babasını üzmekte, onlara itaât etmeyerek âhireti inkâr etmektedir Bunun için de büyük bir sıkıntı içine gömülüp bitkin bir duruma düşmektedir

"Onlar öyle kişilerdir ki yaptıklarının en iyisini onlardan kabul ederiz ve onların kötülüklerinden vazgeçeriz Onlar Cennet halkıdırlar Bu dünyada kendilerine va'dedilen doğru vaad'in gerçekleşmesidir" (16)

"İşte bunlar da kendilerine azap sözü gerekli olmuş kimselerdir Kendilerinden önce geçen cin ve insan toplulukları arasında azabın içinde bulunacaklardır Gerçekten onlar ziyana (hüsrana) uğrayanlardır" (18)

Bu kısım bir Kıyamet tablosuyla sona erip bu tablonun acı sonu gözler önüne serilmektedir

"O kâfirler ateşe sunuldukları gün: (Kendilerine) denir ki: Dünya hayatınızda sizin için temiz olan her şeyi harcadınız, onların zevkini sürdünüz Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve doğru yolu terketmenizden dolayı bugün alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız " (20)

Üçüncü bölümde ise, kendilerine gelen peygamberi ve ilâhi emir ve mesajları reddettikleri için Âd kavminin başlarına gelen son derece acı ve elîm âkıbeti dile getirmektedir Kendileri hayat ve mutluluk bekledikleri rüzgârdan, öldürücü ve yok edici bir azap görünce nasıl perişan oldukları anlatılmaktadır

"Onu vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce dediler ki: "Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur " Hayır o, acele beklediğiniz şeydir Acıklı azabı getiren rüzgârdır Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder Derken onlar öyle bir hale geldiler ki evlerinden başka bir şey görünmez oldu (her şey yok oldu) İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırırız " (24-25)

Bu ayetlerle Kur'an'ın muhatabı olan o günün Mekkeli müşrikleri ile Kıyamet'e kadar gelip geçecek bütün inkârcı ve Allah'ın emirlerini reddeden kimselere Âd kavminin durumu anlatılarak acı sonlarının nasıl olduğu hatırlatılmaktadır

"Bilin ki onları sizi yerleştirmediğimiz sağlam yerlere yerleştirmiştik Ve kendilerine kulaklar, gözler ve kalpler vermiştik Ne var ki bu kulakları, gözleri ve kalpleri onlara bir fayda sağlamadı Çünkü Allah'ın ayetlerini (emir ve hükümlerini) bile bile inkâr ediyorlardı Alay ettikleri şey onları mahvetti" (26)

Bu kısmın sonunda Mekkelilerin çevresinde bulunan kavimlerin başına gelenler hatırlatılarak, tapındıkları put ve tağûtların kendilerine yardım etmekten aciz oldukları, yalanlarının ortaya çıktığı ifade edilmektedir Böylece onların bu örneklerden etkilenip imâna gelmeleri için ikazda bulunulmaktadır

Dördüncü bölümde de cinlerden ve onların Kur'an'a karşı olan tavrından söz edilmektedir Nihayet sure:

"Görmezler mi ki gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmaktan yorulmayan Allah, ölüleri de diriltmeye kadirdir Evet o her şeye kadirdir" (33) mesajıyla sona ermektedir

Alıntı Yaparak Cevapla