Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (A)

Eski 11-04-2012   #21
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (A)



Amel-i Sâlih

İyi, güzel, faydalı, sevaba ve Allah'ın rızasına sebep olacak, haram sınırına girmeksizin kişinin iman, iyi bir niyet ve ihlâs ile yapmış olduğu davranışlar

"Amel", iş manasına gelir "salih" ise, elverişli, yararlı, yarayışlı demektir Dolayısıyla amel-i salih; kişiye ahiret saadetini sağlamaya, Allah'ın rızasını kazanmaya elverişli olan, Allah katında bir değer ifade eden davranışlardır

İmanı kuvvetlendiren, sağlamlaştıran, onu çepeçevre sararak koruyan salih amellerdir Amel-i sâlih Kur'an-ı Kerîm'de doksan küsür yerde doğrudan doğruya veya dolayı olarak emredilmiştir Sâlih amelden sözeden ayetler genellikle, önce imana değinerek başlarlar Bunların hep "İman edip salih amel isleyenler" şeklinde oldukları görülmektedir Bu da iman ile amelin, bir bütünün ayrılmaz parçaları olduğunu ortaya koyar iman olmadan güzel davranışların hiçbir önemi olmadığı gibi, salih amel olmadan da kuru bir imanın tadı yoktur

Bir müslümanın imanını salih amellerle bütünleştirmesi, dünya ve ahiret hayatına bağlı olarak bütün davranışlarını güzelleştirmesi gerekir İslam'ın müminlerden istediği iman ve salih amel budur Nitekim Cenâb-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de kurtuluşa erebilecek kimseleri şöyle tanıtıyor: "Asr'a yemin olsun ki hiç şüphesiz insan hüsrandadır Ancak iman edip salih amel işleyenler birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna" (el-Asr, 103/1-3) "Muhakkak ki iman edip salih amel işleyenler, yaratıkların en hayırlısıdırlar" (el-Beyyine, 98/7) Bu ayetlerden anlaşıldığı gibi imanın yanında mutlaka salih amel gerekir Bu da İslâm'ın bütün emir ve yasaklarının yeryüzünde uygulanması, insanların hayatına hakim kılınması için gereken amelî ve sözlü tebliğdir Allah'ın emirlerini uygulayıp, bunları kendi nefislerinde yaşayarak toplumda yerleşmesi için çalışmak amel-i salihtir En hayırlı yaratık olmanın şartı budur Kur'an-ı Kerîm'de salih amel'den söz eden bütün ayetlerde hemen hemen önce imandan söz edilmektedir

"Kadın, erkek iman etmiş olarak kim salih amel islerse ona güzel bir hayat yaşatacağız Ecirlerini yaptıklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz " (en-Nahl, 16/97)

"İşte o gün hükümranlık Allah'ındır, O aralarında hükmeder İnanıp salih amel isleyenler, en güzel Cennetlerdedir" (el-Hacc, 22/56)

"İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini örteriz Onları yaptıklarından daha güzeli ile mükâfatlandırırız" (el-Ankebût, 29/7)

"İman edip salih amel isleyenleri iyilerin arasına koyarız " (el-Ankebût, 29/9)

Amel-i salih ister istemez ihlâsı çağrıştırır, işin salih olması ancak Allah rızasının mutlaka gözetilmesi ile gerçekleşir Amel, Allah rızası için olacak ve insan bu amelinin karşılığını yalnız Allah'tan isteyip yalnız ondan bekleyecektir İnsanların hoşnutluğunu ve beğenisini kazanmak için yapılan ameller asla amel-i salih değildir Zira buradaki niyet bozukluğu insanı ihlâssızlığa ve riyaya götürür Riya ile yapılan amellere ise Cenâb-ı Hak iltifat etmez ve karşılığını da vermez

Amel-i salih, Allah'ın rızası gözetilerek yapılmış bir amel olursa kişinin duasının kabul olunmasına sebep ve vesile olabilir İnsan sıkıntı anlarında daha önceden yapmış olduğu salih bir amelden dolayı Allah'ın izniyle sıkıntıdan kurtulabilir

Bu hususta müttefekun aleyh olarak nakledilen hadis meşhurdur Pek uzun olan bu hadiste kısaca şu olay anlatılır: "Üç kişi yağmurdan korunmak için bir mağaraya girerler ve mağaranın ağzına bir taş yuvarlanıp mağaranın kapısı kapanır Duadan başka çareleri yoktur Onlardan birisi anne-babasına hürmette en ufak bir kusurda bulunmadığını, diğeri çalıştırdığı işçinin hakkına son derece riayet ettiğini ve kendi uhdesinde kalmış olan işçinin hakkını yine onun namına çalıştırıp büyük bir meblağlarak yıllar sonra ona verdiğini, öbürü ise her türlü imkân ve uygun bir ortam mevcut olduğu hâlde zina etmediğini, bütün bunları da sadece Allah rızası için yaptıklarını söyleyerek o sıkıntının giderilmesini dilerler Sonunda Allah'ın izniyle tas yuvarlanır gider ve onlar da kurtulur" (Buhârî, Edeb, 5; Müslim, Zikir, 100) Burada bizler için ibretler mevcuttur: Kişi sıkıntıya düşebilir O anlarda Allah'a dua ederken zikretmesi gereken amel-i salihi bulunmalı, o güne kadar kişi, amel defterine bu türden ameller kaydettirmelidir ihlâsla yapılan amel, inciye benzer Ne kadar küçük olursa olsun o yine de çok kıymetlidir

Allah, kendisine ulaşmamız için vesileler aramamızı emreder (el-Mâide, 5/35) "Vesile" kelimesinin akla getirdiği mana ise Allah'ı razı edecek amel vb dir (İbn Kesîr, Tefsir, II, 563)

Bu arada hayırlı evlâd da amel-i salih cümlesinden sayılmıştır Hayırlı evlâd yetiştirmek zamanımızda müslümanlar için hayli önem arzeden bir meseledir Resulullah (sas): "İnsan ölünce ameli kesilir (amel defteri kapanır) Ancak üç şey müstesna (onlar yazılmaya devam eder): Sadakayı cariye (insanların uzun zaman istifade ettiği çeşme, yol, köprü, hastahane, cami), kendisinden istifade olunan ilim (kitap vb), kendisine duacı olan salih evlâd" buyurmuştur (Ebû Dâvud, Vesâyâ; 14; İbn Mâce, Mukaddime; 20) Evlâtların, amel-i salih olacak şekilde yetiştirilip ardımızdan bizlere hayır dua eder bırakılması önemli görevlerimizdendir

Bunun aksine, makbûl olmayan çocuklara "amel-i gayr-i salih" denilmiştir Hz Nûh (as), kendisine isyan edip gemiye binmediği için sularda boğulan oğlunu tufandan sonra yeniden Allah'tan isteyince Allah'u Teâlâ cevaben "Ey Nûh, o, senin ailenden değildir Çünkü o, amel-i gayri salih (salih olmayan bir amel-sahibidir" (Hûd, 11/46) buyurdu

Ameli salih, imanın tabii bir semeresidir Eğer bir kalpte iman yerleşmiş ise, bu imanın gerektirdiği hareketler, yavaş yavaş ve kendiliğinden tezahür etmeye başlar Bu kaçınılmazdır Çünkü iman sadece dil ile ikrar edip monoton bir hayat tarzını benimsemek demek değil; bilâkis dil ile ikrarın yanında, müspet ve hareketli bir gerçekten ibarettir Salih amelde, vicdanda yer eden imanın, vakit kaybetmeden kendini dış dünyaya açıklaması demektir İslâm'da sözü edilen iman, işte bu şekilde salih amellerle tamamlanan bir imandır Bu imanın pasif kalmaya asla tahammülü yoktur Müminin içinden çıkıp dışına aksetmesi gerekir Eğer bir iman, bu tabii hareketi sağlayamıyorsa, o ya sahtedir veya ölüdür İman, güneşten uzak kapalı bir kutuda yetiştirilmeye çalışılan çiçek misali, sadece kişinin iç dünyasında gizlenip kalamaz Böyle bir iman yok olmaya mahkûm veya ölüme terkedilmiş demektir O ancak salih ameller ile beslendikçe kuvvet kazanır ve hayat bulur

İmanın kıymeti buradan gelmektedir iman; amel, hareket, bina ve imar işidir Kişiyi Allah (cc)'a yöneltir

"İnanıp salih ameller işleyenlere gelince Onların yaptıklarına karşılık, varacakları Cennet konakları vardır " (es-Secde, 34/19)

"İnanıp salih amel işleyenler, Cennet bahçelerindedirler Rablerinin katında onlara diledikleri verilir İşte büyük lütuf budur" (eş-Şûrâ, 42/22)

"Kim salih amel işlerse lehine, kim kötü amel işlerse aleyhinedir " (Fussilet, 41/46) "Allah'a iman edip salih amel işleyenlerin günahları affedilir " (et- Teğabun, 64/9)

"Allah, yeryüzüne salih kullarım vâris ve hakim olacaktır, diye hükmetmiştir " (el-Enbiyâ, 21/105)
âmentü

İman ettim anlamında, iman esasları hakkında kullanılan tabir

Âmentü kelimesi Arapça olup 'âmene" fiilinin nefs-i mütekellim vahdesi (di'li geçmiş zamanın 1 tekil şahsı)dır Türkçe'de "inandım" demektir Terim olarak ise, iman esaslarını ifade için kullanılır Zira Arapça'da inanç esaslarını topluca bildiren cümleler "âmentü" kelimesiyle başlamaktadır ki şu cümlelerdir: "Âmentü billâhi ve melâiketihi ve kütübihî ve rusulihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'lkaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ" Bu cümlelerin Türkçe karşılığı şöyledir: "Ben, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere, hayır ve şer her şeyin Allah'ın yaratmasıyla olduğuna inandım" İşte müslümanın âmentüsü yani inanç esasları bu cümlelerde formüle edilmiştir Bu formül elbette ayet ve hadislere dayanmaktadır Nitekim Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: "Fakat birr (kişiyi Allah'a yaklaştıran her iyi şey), Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere iman eden (in bu imanı)dır" (el-Bakara, 2/177) Bu ayette ve Nisâ suresinin şu ayetinde Cenâb-ı Allah iman esaslarından beşini bir arada zikretmektedir "Ey iman edenler! Allah'a, O'nun peygamberine, peygamberine indirdiği Kitab'a ve daha önce indirdiği Kitab'a iman (da sebât) edin Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini, ahiret gününü inkâr ederek kâfir olursa, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır " (en-Nisâ, 4/136) Cenâb-ı Allah bu ayette müminlere, Allah'a, O'nun peygamberi Hz Muhammed'e, peygamberine indirdiği Kitab (Kur'an)'a, daha önceki peygamberlere indirdiği mukaddes kitaplara inanmalarını emretmekte ve Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr edenlerin doğru yoldan tam olarak sapıp kâfir olduklarını bildirmektedir

Ömer (ra)'den sahih senetle rivayet edilen bir hadiste Hz Peygamber (sas), iman esaslarını altı madde hâlinde bildirmiştir Cibrîl hadîsi* diye meşhur olan bu hadise göre Cebrâîl (as), Hz Peygamber'in yanında ashabdan bir kısmının bulunduğu bir zamanda insan kılığında gelmiş ve Hz Peygamber'in dizinin dibine oturarak İslâm, iman, ihsan ve kıyamet hakkında bilgi edinmek ve bunları ashaba öğretmek istemiştir İmanla ilgili soruya Hz Peygamber şöyle cevap vermiştir: "İman, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, bir de hayrı ve şerri ile kadere inanmandır" Cebrâîl de "doğru söyledin" diye tasdik etmiştir (Buhârî, İmân, 37; Müslim, İmân, 1; Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; Tirmizî, İmân, 4; İbn Mâce, Mukaddime, 9; Ahmed b Hanbel, Müsned, I, 51) Hz Peygamberin bu ve benzeri hadislerinde, iman esaslarını altı madde halinde bildirmesiyle, iman esasları Âmentü dediğimiz cümlelerde altı madde halinde ifade edilmiştir Ehl-i Sünnet mensuplarınca ondört asırdır bu maddeler iman esasları olarak kabul edilmiş ve bu hususta icmâ-ı ümmet* tahakkuk etmiştir

Her ne kadar iman esaslarını bildiren ayetlerde (el-Bakara, 2/177; 285; en-Nisâ, 4/136) kadere imân zikredilmemişse de kadere ve kazaya imân, Allah Teâlâ'nın ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatlarına inanmanın gereğidir Bu sıfatlara inanma zarureti olduğu gibi bu sıfatlara iman da kaza ve kadere inanmayı gerekli kılar Kaza ve kadere inanmak demek, iyi kötü, hayır fer, acı tatil her şeyin Allah'ın bilmesi, dilemesi, takdiri ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır Ayrıca, Kur'an-ı Kerim'de mevcut bir takım ayetler kadere inanmamızı istemektedir Meselâ: "Şüphesiz biz, her şeyi bir takdir ile (kaderle, bir ölçüye göre) yarattık" (el-Kamer, 54/49), "O (Allah), her şeyi yaratıp ona bir nizam vermiş "mahlûkâtın mukadderatını tayin etmiştir" (el-Furkan, 25/2) gibi ayetler bunlardandır Kaza ve kadere imanla ilgili ayet ve hadisler birbirini teyid ederek kesinlik ifade eder

Bir insanın mümin sayılabilmesi, önce Allah'ın varlığına ve birliğine inanmasıyla gerçekleşir Kısaca "La ilâhe illallah * Muhammedün Resulullah" kelime-i tevhid*ini (birleme cümlesini) diliyle söyleyip kalbiyle buna inanan İslâm'a ilk adımını atmış olur Ancak hemen belirtelim ki bu cümle ile bütün iman esasları özlü ve toplu bir şekilde ifade edilmiş olur Allah'ı yegane ilâh tanıyan ve Hz Muhammed'i O'nun elçisi (peygamberi) kabul eden kişi, Hz Muhammed'in Allah tarafından getirdiği hükümlerin ve esasların tamamını toptan kabullenmiş ve benimsemiş demektir Zaten İslâmî bir terim olarak iman şöyle târif edilmektedir: "Hz Muhammed (sas)'in, Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen İslâmî esasların, hükümlerin ve haberlerin doğru ve gerçek olduğuna gönülden, tereddütsüz inanmak ve bunların yeryüzünde uygulanmasından yana olmaktır" Bu inanca sahip kişiye de mümin denir Bütün bunlara iman edip uygulanmasını istemeyenlerin imanı yok hükmündedir

Demek ki mümin sayılabilmek için sadece Allah'a inanmak yetmiyor Allah'a inanmakla beraber Hz Muhammed'in O'nun peygamberi olduğuna ilâhi emir ve yasakların insanlar arasında uygulanmasının lüzumuna inanmak gerekiyor Yine, âmentü esasları dediğimiz imanın şartlarına yani Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, kadere, hayır ve şer her şeyin Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmak icab ediyor Hatta bunlar da yeterli olmayıp; bunlarla beraber Kur'an ve mütevâtir hadislerle bildirilen ve halkın, derin bir tefekkür ve muhâkemeye ihtiyaç duymadan bilebileceği dînî hükümlere de inanmak ve uygulanmasını istemek zarûreti vardır Meselâ, beş vakit namazın farz olduğuna, rekatlarının belli sayıda olduğuna, Ramazan orucunun, zekâtın, gücü yetene hac etmenin farz olduğuna; haksız yere insan öldürmenin, şarap içmenin, ana-babaya asî olmanın, hırsızlık ve zina etmenin faiz ve yetim malı yemenin, vb haram olduğuna inanmak şarttır

İman bir bütün olup bölünme kabul etmediğinden, mümin sayılabilmek için bütün bu saydıklarımıza topluca ve herbirine ayrı ayrı inanma ve yeryüzünde bu hükümlerle hükmetmenin gereğini kabul etme mecburiyeti vardır Bu, inanılması zarûrî hususlardan birinin inkârı, tamamını inkâr sayılmaktadır ve kâfir olmaya sebeptir Hiç kimseye, imân konuları arasında bazılarına inanmak ve bazılarını reddetmek hakkı tanınmamıştır 'Biz bazılarına inanırız, bazılarına inanmayız' demek küfürdür (el-Bakara, 2/85; en-Nisâ, 4/150-151)

Âmentü esaslarının mana ve mahiyeti hakkında özetle şunları söylememiz mümkündür: 1) Allah'a inanmanın manası şudur; Allah'ın var olduğuna; birliğine, eşi, dengi, benzeri olmadığına; yegane yaratıcı olduğuna; O'ndan başka bir ilâh bulunmadığına; Allah'ın Kur'ân'da bildirilen yüce sıfatlarına, her türlü kemâl sıfatlarla muttasıf her türlü eksikliklerden uzak olduğuna; oğlu, kızı bulunmadığına; hiçbir şeye muhtaç olmadığına vb inanmak, 2) Allah'ın gözle görülmeyen nurânî ve ruhânî yaratıkları olan meleklerin varlığına inanmak, 3) Allah'ın, insanlar arasından, kendisiyle kulları arasında elçilik yapan peygamberler seçtiğine ve bunlardan ismi Kur'an'da bildirilenlerin tek tek peygamberliğine inanmak, 4) Allah'ın, peygamberlerden bazılarına kitaplar indirdiğine, bunlardan özellikle Hz Muhammed (sas)'e indirilen Kur'an'a ve Kur'an'da zikredildiği üzere Hz Musâ'ya indirilen Tevrat'a, Hz Dâvûd'a indirilen Zebur'a, Hz İsâ'ya indirilen İncil'e inanmak, 5) Ahiret gününe, kıyametin kopacağına, dünya hayatının son bulacağına, herkesin öleceğine ve tekrar diriltileceğine; hesaba, Sırata, Mizâna, Cennet'e, Cehennem'e vb inanmak, 6) Kadere, hayır ve şer her şeyin Allah'ın dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmak gerekmektedir

Mümin sayılabilmek için bunlara toptan inanma gereği olduğu gibi, her birine ayrı ayrı inanmak da zarurîdir Bunlardan ve zarurât-ı dîniyye (kesin dini emir ve yasaklar)dan herbirine inanmak gerekir Bunlardan birini inkâr, tamamını inkâr sayıldığından, küfürdür Zira imanda bölünme olmaz

"Kalbinde arpa (zerre) ağırlığınca iman olduğu hâlde "Lâ ilâhe illallah" diyen Cehennem ateşinden çıkar (Cennet'e girer)" (Buhârî, Tevhîd, 19; Müslim, İmân, 316, 325, 326; Nesâî, İmân, 18; Tirmizî, Birr, 61) hadisinin anlamı şudur: Cidden az bir imana sahip kimse Cehennem'de ebedî kalmaz Cezasını çektikten sonra Cehennem'den çıkarılır, Cennet'e sokulur Burada "az bir imanı olan" demek, "inanılması gerekenlerden bazılarına inanan, bazılarına inanmayan" demek değildir İman bir bütün olduğundan, bu küfürdür Müminler, iman esaslarına inanma açısından eşittirler Ancak, imanlarının kuvvetli ve zayıf oluşları açısından farklıdırlar Bir de İslâm'ın emirlerinin yerine getirilmesi açısından farklıdırlar "Kalbinde en küçük iman bulunan"dan maksat, zayıf bir imana sahip olup amellerde kusur eden demektir Helâl saymaksızın bazı haramları işleyen, farzları terk edenler cezalarını çektikten sonra Cennet'e gireceklerdir (el-Aynî, Umdetu'l-Kârî, Beyrut, (ty), I, 168, 172, 173)

Şunu da belirtmek gerekir ki; bu ve benzeri hadislere bakıp da gayr-i müslimlerin (Ehl-i Kitâb'ın) Cennet'e gireceğini sanmak imkânsızdır Çünkü -Allah Kur'an-ı Kerîm'de onların kâfir olduğunu açıkça bildirmiştir (el-Mâide, 5/17, 72-73; Nisâ, 4/151-152) Cennet'i hak etmenin ilk şartı imandır İman da, önce Allah'a Hz Muhammed'in peygamberliğine inanmak ve bütün Kur'anî hükümlerin hiçbirin ihmâl etmeden, eksiksiz olarak toplumda uygulanmasını istemekle gerçekleşir

Alıntı Yaparak Cevapla