Yalnız Mesajı Göster

İslam Ansiklöpedisi (A)

Eski 11-04-2012   #23
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İslam Ansiklöpedisi (A)



Amme Hukûku

Bir devletin hukukî yapısını, bu hukukun işleyişini, özel ve tüzel şahsiyetler ve yabancı devletlerle karşılıklı ilişkilerini düzenleyen hukuk dalı

"Amme" kelimesi, "âmm, umum"dan türetilmiş olup kapsama ve kuşatma (şümul ve ihate) anlamınadır Her çokluğa, fertleri sayılamayacak oranda çok olan halk topluluğuna ıtlak olunur "Âmm" kelimesinin ifade ettiği çokluk, "âmme" kelimesinin delâlet ettiği şeyde mübâlağalı bir şekilde söz konusu olmaktadır ki, özetle büyük-küçük, erkek-dişi, zengin-fakir, vb her yerde şümulü anlatır Bu bakımından âmme velâyeti, âmme hukuku (kamu hukuku), âmme riyaseti, âmme idaresi (kamu yönetimi), âmme müesseseleri, (kamu kurumları) âmme kudreti (kamu otoritesi), âmme hizmeti (kamu hizmeti) terimlerinde bu genel ve üyesinin sayısız çokluğu anlamı vardır Nitekim devlet kurumunun nüfus, ülke, hâkimiyet unsurlarından birincisi olan nüfus miktarının çokluğunu "Âmme" kelimesiyle anlatmak söz konusudur

Aslında "Âmme" kelimesiyle anlatılmak istenen devlettir Çünkü devlet son tahlilde "fertlerden" oluşturulmaktadır Yani devlet, varlığını fertlerin oluşturdukları toplulukta bulmakta, dolayısıyla devlet bu topluluğa mal edilerek devletle topluluk aynı şeyler telakkî olunmaktadır Devlete atfedilen gerçeğin aslında devleti meydana getiren kamuya raci bulunduğu söylenebilir Âmme hukuku denildiğinde, doğrudan doğruya fertlerden oluşan kamuya şâmil, onunla ilgili bir hukuk dalı sözkonusu olmaktadır Başka söylenişle bu hukuk dalının, kamuya aidiyetini belirtmek için "Âmme" kelimesiyle tanımlanmaktadır Ancak buradaki kamu, kendi hukukî anlamını devletle bulduğuna göre, devlete has hukuk şeklinde tanımlanan yaygın ve doğru kabul edilmiştir

Demek oluyor ki, bir toplumu meydana getiren fertlerin müştereken sahip bulundukları kuvvetten, yetkiden, o fertler ile onları yöneten ve koruyan üstün ya da kamu otoriteleri (devlet) arasında riayet olunması gereken ilişkiler akla gelir Bu bakımdan fertler veya şahıslar ile devlet arasındaki ilişkileri gösteren, şahısların devlete karşı sahip bulundukları hak ve yetkileri, ayrıca yapmakla yükümlü bulundukları ödevleri tayin eden ve düzenleyen dolayısıyla hukuk biliminin bir dalını meydana getiren usûl ve kuralların bütünü, âmme hukuku kapsamında düşünülebilir

Tarihi Gelişim: Âmme hukukunun genel hukuk içindeki yerinin belirlenmesi konusu tartışılmıştır Bir anlayışa göre ilk defa Roma hukukçuları tarafından tespit edilen ve Roma hukuk külliyeti (corus iuris) içinde yer alan tasnifte, ilki, kamu menfaatiyle ilgili "devlete ait hukuk" veya "devlet hukuku" şeklinde nitelendirilmesi mümkün "âmme hukuku" (ius publicum); ikincisi özel menfaatle ilgili "özel hukuk" (ius privatum)tur

Fakat bu tasnifin hakikate, özellikle de hukukun mahiyetine uygun olmadığı ileri sürülmüştür Çünkü kamu menfaatiyle özel hukukun sınırlarının kesin ve açık bir şekilde tespiti mümkün olamayacağı gibi, tasnifin dayandığı esas (menfaat) da hukukun mahiyetini tam anlamıyla ifadeden uzaktır Kaldı ki hukukta gaye, menfaati korumak ve güvence altına almak olmakla birlikte, asıl gaye hakkın, daha doğrusu adaletin gerçekleştirilmesidir Ayrıca uygulamada kamu özel menfaat ayrımının yapılması daima mümkün değildir Gerçekte sözgelimi âmme hukukunun merkezi olan devlet fertlerin özel menfaatlerine hizmet ettiği gibi mülkiyet ve evlenme gibi özel hukuk müesseseleri de kamu menfaatiyle yakından ilgilidirler Öte yandan bu tasnifin bilimsel olduğu da ileri sürülemez Sözgelimi ferdin hayatını koruyan kanunlar (meselâ temel hak ve özgürlükler kanununda bulunan düşünce özgürlüğü, inanç ve vicdan özgürlüğü, çalışma hakkı vb) âmme hukuku kapsamındadırlar Kaldı ki, Roma hukukundaki bu tasnifin aksine Germen hukukunda böyle bir ayrım kabul edilmektedir

İslâm hukuku (fıkıh) böyle bir ayrımı kabul etmemektedir Çünkü İslâm hukukunun, kaynağı, mahiyeti, usûlü ve dayandığı kavramların kendine has oluşu sebebi yanında; İslâm dininin esasları da bu türden bir ayrıma cevaz verir nitelikte değildir Ancak bu durum İslâm hukuk teorisi içinde âmme hukukunun bulunmadığı ya da ihmal edildiği anlamına alınmamalıdır Aksine İslâm hukukunun özel hukuk alanında olduğu gibi âmme hukuku alanında da önemli kural ve ilkelerinin bulunduğunu ve şimdiye kadar yapılan incelemelerin bu konuda yeterli bilgileri ortaya koyduğu söylenmelidir Ne var ki, İslâm hukukunun gerek kaynaklarının düzenlenmesi, gerek kavramlarının farklılığı, bu kural ve ilkeleri anlamada özel bir çalışmayı gerektirmektedir Gerçekte İslâm âmme hukukunun devlet, anayasa, idare, ceza hukuku; hukuk felsefe ve sosyolojisi alanında oluşturulan bilgilerini, bu hukukun kaynaklarında toplu bir şekilde bulmak mümkün olmayabilir Sözgelimi âmme hukukunun çeşitli konuları fıkıh eserlerinin kazâ, imâre, siyer, hudûd, fey kısımlarında ele alındığı gibi; es-siyâsetü '-şer'iyye, el-ahkâmü's sultâniyye, el-emvâl adı altında yazılmış bağımsız eserlerde, bazen de tarih ve kelâm kitaplarında incelenmiştir Keza Devletler Umumi Hukuku dalı fıkıh eserlerinin siyer, cihat, meğâzi, nikâh, talâk vb bölümlerinde ele alınmıştır

Demek oluyor ki, âmme hukukunun genel hukuk teorisi içindeki yerini belirlemek Romalılar'ın yaptığı tarife göre yeterli olmadığı gibi, bütün hukuk sistemleri bakımından da ayrı görünüşü vermesi düşünülmemelidir Kaldı ki, kıta Avrupası hukukunda da Romalılar'ın tasnifi önceki yüzyıllardaki önemini ve geçerliliğini pek korur durumda değildir

Âmme hukukunun genel hukuk teorisi içinde yerinin Batı hukuk sisteminde şu şekilde tespit edildiği bilinmektedir:

1-Anayasa hukuku

2-İdare hukuku

3-Ceza hukuku (Bu da kendi içerisinde a) Genel ceza hukuku, b) Özel ceza hukuku, c) Askerî ceza hukuku, d) Milletlerarası ceza hukuku bölümlerine ayrılır)

4-Muhakeme (veya usûl) hukukları (Bu da: a) Medenî-muhakeme hukuku, b) Ceza muhakeme hukuku, c) İdarî yargı olmak üzere üç kısımdır)

5-Umumi âmme hukuku (devlet hukuku)

6-Devletler umumi hukuku

7-İş hukuku

8-Malî hukuk

İslâm hukukunda ise genel olarak üçlü bir tasnif mevcuttur:

1) İbâdad 2) Muâmelât 3) Ukûbât

Fakat bu tasnif bazen şu şekilde de yapılmaktadır:

1) İbâdât

2) Ahvâl-i şahsiyye (şahıs ve aile hukuku)

3) Muâmelât (kısmen medeni ve borçlar hukuku)

4) Ahkâm-ı Sultâniyye (velayet-i amme): Anayasa, idare, kısmen ceza hukuku,

5) Ukûbât (ceza hukuku)

6) Siyer (devletler umumi ve kısmen devletler hususi hukuku)

7) Âdâb (ahlâk ve muâşeret)

Âmme hukukunun mahiyetine gelince: Amme hukuku, devlete uygulanan hukuk kurallarının bütünü, kısacası devlet hukuku olarak tanımlanabilir Yani bu hukukun konusu bizzat devlet, devlet teşkilâtı ve organları, hükûmet ve idare ile faaliyetleri, bunlarla fertler arasındaki ilişkilerdir

Kısacası âmme hukuku, devlet ve devlet ile ilgili ilişkileri düzenleyen hukuk kuralları ve müesseselerinin bütününü ihtiva eden bir hukuk dalıdır Amme hukukunda hukuki ilişkinin taraflarından birisinin mutlaka devlet veya âmme hükmî şahıslarından birinin olması gerekmektedir Genellikle bu ilişkilerde kamu menfaati hakim ve üstün mevkide bir eşitlik değil, devlet veya kamu hükmî şahısları lehine fertler aleyhine bir üstünlük kamu menfaatlerini önde tutma sözkonusudur

İsmail KILLIOĞLU

ANASIR-I ERBAA

Dört unsur Unsurların çoğul haline anasır denmektedir Çeşitli cisimlerin kendisinden meydana geldikleri asıl'a unsur adı verilir

Anâsır-ı erbaa felsefî bir terimdir Anâsır-ı erbaa, yaşanılan alemde var olan nesnelerin asılları olarak farzedilen ateş, su, hava ve topraktır Bu terim, felsefe tarihi içerisinde çeşitli teorilerin kalkış noktası olmuştur Bu terime ilk defa eski Yunan düşüncesinde rastlanır Sicilyalı Empedokles'in ilk olarak bu fikri ortaya attığı söylenmektedir Empedokles'e göre, sevgi ve nefret kâinattaki devamlı ve değişmez unsurdur Heraleitos da kâinatta değişme ve hareket olduğunu; bu dört ana unsurdan biri olarak düşündüğü ateş'teki değişmeden ilham alarak öne sürmektedir

Eski inanç ve felsefeler, insan ve kâinatın, toprak, su, hava ve ateş gibi dört temel maddeden hasıl olduğunu ileri sürmüşlerdir Bu dört temel unsurdan; kuruluk, rutubet, sıcaklık ve soğukluğun da ortaya çıktığı söylenmiştir

Bu görüş bazı İslâm filozoflarına da tesir etmiştir Fârâbî'ye göre bu alem, göklerdeki feleklerin yardımı ile ilk dört unsurun varlığının illetidir O, bu dört unsurun madde ile ilgileri bulunmayan saf suretler olduğunu belirtir ve devamlı hareket halinde bulunan fikirler olduğunu söyler Bunun sonucu olarak faal aklın Ay'ın altında ve arzın üzerinde bulunan alemi idare etmekte olduğu sonucuna varır Aynı şekilde on aklın doğrudan veya dolayısıyla Vacibü'l-Vücut'tan geldikleri için ilâhî mahiyette oldukları kabul edilir Alemin kendisinden meydana geldiği anâsır-ı erbaa da, bu ilâhî iradeye tâbi olur Çünkü bütün eşya ve akıllar, varlıklarını ve kudretlerini bir olan yaratıcıdan almışlardır Sonuç olarak Fârâbî, bu âlemin ilâhî iradenin bir tecellisi olarak dört unsurun birbiriyle karışımı, bileşimi veya çözülmesinden meydana geldiğini söyler

Ana çizgisi itibariyle vahdet-i vücudcu bir anlayış özelliği gösteren bu mesele, Batı tesirinde kalan felsefî bir kâinat açıklaması olarak göze çarpmaktadır Dikkati çeken yönü, müslüman ilim adamlarının bu "faraziye" niteliğindeki görüşe dayanarak bazı açıklamalar yapmış olmasıdır

İA

ANAYASA

Herhangi bir devletin mahiyetini, yani asli organlarını: bu organların, kuruluş, teşkilâtlanış ve işleyiş tarzlarını, birbirleriyle olan yetki ve sorumluluk ilişkilerini, devletin üstün otoritesi (iktidarı) altında bulunan insanların temel hak ve özgürlükleriyle ilgili hukuk, ilke, kural ve kurumların neler olduğunu belirleyip gösteren temel belge Bu anlamda, maddî bakımdan anayasa kurallarını ayırıma yarayacak kıstas, bu kuralların ilişkili bulundukları konular olmaktadır ki, bu konuların kapsamına girecek bütün hukuk kuralları ve belgeleri anayasa kavramı içinde düşünülmelidir Başka söyleyişle, herhangi bir devletin siyasî teşkilâtını ilgilendiren ve temel organlarının kuruluş, görev ve faaliyetlerini, bu organlar ile insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kural ve ilkelerin bütünüdür

Devletin dayandığı temel yasa olarak anayasa bu bakımdan ferdin hak ve özgürlüklerini belirlemek ve tanımak; korumak ve gözetmek, özetle güvence altına almak için gerekli düzenlemeyle birlikte zorunlu işlemleri ortaya koyar İşte bu düzenleme ve işlemler o devletin mahiyet, nitelik ve türünü tespit etmek bakımından bir temel kıstas olma özelliği de taşır ki; "hukuk devleti" "totaliter devlet", "sosyal devlet", "adaletli devlet" gibi nitelemelerin yapılmasına imkân verir

Anayasa Türleri: Aslında anayasaları yapılış şekli, kaynağı, muhtevası, hukuk sistemi içindeki konumu vb gibi açılardan türlere ayırmak mümkün olabilir Ancak anayasa hukuku açısından birbirleriyle yakın ilişkileri bulunan iki ayrımın üzerinde durulması yerinde olur:

Yazısız-Yazılı Anayasalar: Anayasanın maddî ve şeklî bakımdan tanımına bakıldığında, muhteva ve şekil yönünden öteki yasalardan farklılık gösterdiği görülür Başka söyleyişle anayasa, devletin siyasî kuruluşuna, kamu otorite ve organlarıyla bunlar arasındaki ilişkilere; hükümetin oluşturulmasına, devletin şekline, özetle bu ve

Alıntı Yaparak Cevapla