Prof. Dr. Sinsi
|
Deyimler Sözlüğü - Alfabetik Düzende
K - Harfi İle Başlayan Deyimler - Bölüm 1
Kabak (birinin) başına (başında) patlamak: Birçok kimsenin ilgili olduğu olaydan yalnızca bir kimse zararlı çıkmak; beklenmediği hâlde, bir işin zararlı sonucuna katlanmak
Kabak tadı vermek: Bıktırmak, usanç vermek, tatsız olmaya başlamak"Senin bu konuşmaların da artık kabak tadı vermeye başladı"
Kabına sığmamak: Sevinç ve heyecanından taşkın hareketlerde bulunmak
Kabir azabı çekmek: Çok sıkılmak, eziyet çekmek"Kabir azabı çekmeye daha ne kadar devam edeceğiz"
Kabuğuna çekilmek: Tek başına kalmak, dış dünya ile ilgisini kesmek, kimse ile görüşmemek"Geçirdiği kazadan sonra iyice kabuğuna çekildi"
Kaçın kur`ası: Aldatılması güç, kurnaz; gün görmüş, geçirmiş; tecrübeli"O kaçın kur`ası, boşuna uğraşma, sen onu kandıramazsın"
Kafadan atmak: Bir konu üzerinde inceleme yapmadan, rast gele konuşmak"Derse hiç çalışmadığın belli, öyle kafadan atıyorsun ki"
Kafadan kontak (sakat): Düşüncesiz, delice işler yapan, aklı kıt"Bırak şu elindeki baltayı, kafadan kontak mısın nesin?"
Kafa dengi: Davranışları, anlayışları, dünya görüşleri birbirine uymuş kimselerden her biri"Kafa dengi bir arkadaşa öylesine ihtiyacım var ki"
Kafa patlatmak: Bir konu üzerinde pek çok düşünmek, zihin yormak"Bu makine üzerinde az kafa yormamışsın, öyle karışık ki"
Kafa tutmak: Karşı gelmek, direnmek, boyun eğmemek"Her önüne gelene kafa tutmakla bir yere varacağını mı sanıyorsun?"
Kafası almamak: 1 Anlayıp kavrayamamak 2 Zihin yorgunluğundan ötürü anlayamaz olmak 3 Olabileceğine inanmamak"Boşuna nefes tüketme, kafası almaz onun"
Kafası işlemek (çalışmak): Bir konu üzerinde kavrayışı çok iyi olmak
Kafası kazan (gibi) olmak, (veya kafası şişmek): 1 Zihni yorulmak 2 Gürültülü, patırtılı şeyler dinlemekten rahatsız olmak, yorgunluk duymak"Kesin artık şu makinenin sesini, kafam kazan gibi oldu"
Kafası kızmak: Çok öfkelenip sinirlenmek"Kafamı kızdırmadan çekip gidin buradan"
Kafasına dank etmek (demek): Çoktandır anlayamadığı bir meseleyi bir olay sebebiyle birden bire kavramak, doğruyu yakalamak
Kafasına koymak: Bir şeyi yapmaya kararlı olup zamanını beklemek"Yarın onunla görüşmeyi kafama koydum"
Kafası yerinde olmamak: 1 O anda kafası çok yorgun olmak 2 Başka şeyler düşündüğünden, o anda konuşulana hemen intibak edememek"Kusura bakmayın, ne söylediğinizi anlayamadım, kafam yerinde değildi de"
Kafese girmek: 1 Hapse girmek 2 Aldatılmak, hile yoluyla kendisinden çıkar sağlanmak, oyuna gelmek"Zavallı kafese girmekten kurtulduğunu sanmıştı"
Kafese koymak: Tuzağa düşürüp çıkar sağlamak
Kâğıda dökmek: Düşüncelerini, duygularını yazıya geçirmek
Kâğıt üzerinde kalmak: Yapılması kararlaştırıldığı hùlde uygulanmamak; konuşulan, kararlaştırılan yazıda kalmak"O kadar yol yapımı, sulama kanalı hep kâğıt üzerinde kaldı"
Kalbini kırmak: İncitmek, küstürecek kadar üzmek, gönlünü kırmak, gücendirmek"Onu, kalbini kırmadan uyarmaya çalış"
Kalburla su taşımak: Verimsiz, verim alınamayacak, olmayacak bir işle uğraşmak
Kalbur üstü: Benzerleri arasında üstün, seçkin, görünür
Kaldırım mühendisi: İşsiz güçsüz, sokaklarda dolaşan kimse
Kaale almamak: Önemsiz görmek, sözünü etmeye değer bulmamak"O, kaale alınacak bir insan değil"
Kalem efendisi: Kalemde çalışan görevli, yazman
Kalem oynatmak: 1 Yazı yazmak 2 Bir yazıyı düzeltmek 3 Bir yazıda değişiklik yapmak"Ben senin gibi kalem oynatmayı beceremiyorum"
Kaleyi içinden fethetmek: Karşı taraftan birinin yardımını alarak davasını kazanmak
Kalıbını basmak: Bir şeye bütün içtenliği ile güvenmek, bir şeyi doğrulamak"Kalıbımı basarım ki o, bu işi yapmamıştır"
Kalıbının adamı olmamak: Görünüşünden bekleneni yapamaz olmak, umulanı ortaya koymamak
Kalıptan kalıba girmek: 1 Sık sık iş değiştirmek 2 Çıkar sağlamak için değişik kılıklara girmek
Kalp kazanmak: Güzel bir davranış ve sözle birilerinin sevgisini kazanmak, ilgisini çekmek"Bir demet çiçekle annemizin kalbini kazanabiliriz"
Kambersiz düğün olmaz (olur mu?): "Bir toplantı, eğlence veya iş, en çok ilgili kişiler bulunmadan yapılırsa tadı çıkmaz" anlamında alay yollu kullanılır
Kambur üstüne kambur (kambur kambur üstüne): "Sıkıntı üstüne sıkıntı, terslik üstüne terslik, borç üstüne borç, aksilikler birbirini kovalıyor" anlamında kullanılır
Kanadı altına almak: Korumak, gözetmek, himayesi altına almak"Yeğenini kanadının altına aldı"
Kan ağlamak: Büyük bir üzüntü içinde olup yakınmak"Dört çocuk tek başıma kaldım, çaresizim, içim kan ağlıyor ama kimseye açılamıyorum"
Kana susamak: Birini öldürme hırsı içinde olmak"Bırak elindeki bıçağı dedim ama dinletemedim, kana susamış gibiydi"
Kanat germek: Birini korumak, gözetimi altına almak
Kan başına sıçramak (beynine çıkmak): Çok sinirlenmek, öfkelenmek,"Kan başına sıçramıştı, sağa sola bağırıp duruyordu"
Kancayı takmak: Bir kimsenin zararı, kötülüğü için uğraşmak
Kan çıkmak: Cinayet işlenmek, kan dökülmek"Şu adamı götürün gözümün önünden, yoksa kan çıkacak"
Kandilli temenna: Eli yere kadar uzatarak yapılan selâmlama
Kan dökmek: Ölüme yol açmak, yaralanıp ölmek veya birini yaralayıp öldürmek
Kan gövdeyi götürmek: Çok kan akıtılmış olmak, çok insan öldürülmek"Düşmanla göğüs göğüse gelmiştik, biliyordum ki birazdan kan gövdeyi götürecek ve pek çoğumuz ölecekti"
Kan gütmek: Kan dökerek öç almayı istemek
Kanı ağır: Davranışları yavaş, sevimsiz, konuşması insana sıkıntı veren, hoşa gitmeyen kimse
Kanı bozuk: Soysuz, iğrenç işler yapmaktan geri durmayan"Toplum bu kanı bozuk insanlardan temizlenmelidir"
Kanı kaynamak: 1 Hareketli, coşkun olmak 2 Birine içten bir sevgi beslemek, yakınlık duymak"Çocuğa, ilk rastladığımda kanım kaynamıştı"
Kanına girmek: 1 Birini öldürtmek veya öldürmek 2 Bir şeyi harcamak, ziyan etmek
Kanına susamak: Belâsını aramak, kendisinin öldürülmesine yol açacak bir davranışta bulunmak"Kanına mı susadın sen, o katilin üstüne böyle gidilir mi hiç!"
Kanını emmek: Hiç insaf etmeden sömürmek, varını yoğunu elinden almak"Yıllardır kanımızı emiyor bu soysuz herifler!"
Kanı pahasına: Yaralanmayı veya öldürülmeyi göze alarak"Kanım pahasına da olsa, o adamlara, buradan adımlarını attırmayacağım"
Kanı sıcak: Sevimli, kendisini sevdiren, sempatik, sıcakkanlı
Kanıyla ödemek: Yaptığı işin cezasını hayatıyla ödemek"Yaptığını kanıyla ödettiler zavallıya"
Kan kusmak: Çok eziyet, sıkıntı çekmek
Kan kusturmak: Çok büyük sıkıntı ve eziyet çektirmek"Bana kan kusturmaya yemin etmişler, haydi görelim"
Kanlı bıçaklı olmak: Birbirlerinin kanını dökecek, birbirlerini öldürecek kadar birbirlerine düşman olmak"Küçücük bir tarla yüzünden kanlı bıçaklı olduk"
Kanlı canlı: Sağlıklı, sapasağlam, dinç ve diri olduğu yüzünden belli olan"Kanlı canlı oluncaya kadar hastanede tutuldum"
Kan ter içinde kalmak: Çok yorgun, terli, bitkin ve perişan durumda olmak"Elindeki kazmayı bırakmaya niyetli değildi, kan ter içinde kalmış bedenini doğrultarak yüzüme baktı"
Kan tutmak: 1 Kan görünce bayılmak 2 (Adam öldüren kimse korku ve heyecandan) şok geçirmek, kaçamamak, olduğu yere yığılıp kalmak
Kapağı atmak: Sıkıntılı bir yerden kurtulup rahat edeceği bir yere kavuşmak; uygun bir yere yerleşmek, işe girmek"Evimize kapağı attık mı tamam, gel keyfim gel o zaman"
Kapalı kutu: İçinde ne sakladığını belli etmeyen, niteliği gizli kalan
Kapı dışarı etmek: Kovmak, dışarı atmak"Ben de bu evin insanıyım, beni kapı dışarı edemezsiniz!"
Kapı kapı dolaşmak: 1 Ev ev gezmek, her eve uğramak 2 Hemen her devlet dairesine başvurmak"Kapı kapı dolaştı, ne var ki bir iş bulamadı"
Kapı komşu: Bitişikte oturan komşu, evleri yan yana olan ailelerden her biri"Kapı komşum öyle iyi bir insan ki"
Kapısında büyümek: Birinin evinde eğitim görüp yetişmek"Onun kapısında büyümüştü, ona bu kötülüğü nasıl yapmıştı aklı almıyordu"
Kapısını aşındırmak: İstediğini elde edinceye kadar birinin yanına çok sık gidip gelmek
Kapı yoldaşı: Herhangi bir yerde aynı hizmette bulananlardan her biri
Kapıyı açmak: 1 Başlama 2 Bir işte birilerine örnek olmak"Açık artırmada kapı bir milyon liradan açıldı"
Karaborsa: Piyasada olmayan malın gizlice, el altından yüksek fiyatla alınıp satılması"Karaborsacılar toplumun kanını emiyorlar"
Kara cahil: Hiçbir şey bilmeyen, çok bilgisiz"Onun kara cahil birisi olduğunu ilk konuşmamızda fark etmiştim"
Kara çalı: İki kişi, iki dost arasına girerek arayı bozan kimse
Kara çalmak: Birine iftira etmek, leke sürmek, haksız yere suçlamak"Kadıncağıza yok yere kara çaldılar"
Kara gün: Sıkıntılı, üzüntülü, büyük bir yasa düşülen gün"Allah kimseye kara gün göstermesin"
Kara gün dostu: Yalnız iyi günlerde değil sıkıntılı, üzücü, düşkünlük günlerinde de insanın yardımına koşan, dostunu yalnız bırakmayan kimse
Kara haber: Ölüm veya felâket haberi, çok üzücü haber"Fatma kadına bu kara haberi vermeye kimse yanaşmadı"
Karalar bağlamak (giymek): Bir felâket dolayısıyla yas tutmak, siyah elbise giymek ya da siyah örtü bağlamak
Kara liste: Zararlı görülüp cezalandırılmaları, öldürülmeleri düşünülen kimseler hakkında tutulan liste"Köy muhtarını da kara listeye almışlar"
Karaman`ın koyunu sonra çıkar oyunu: "Dış görünüşe aldanmamalı, bir kişi ya da iş olağan görünebilir, ancak altından neler çıkabileceği hiç belli olmaz, o sonra görünür" anlamında kullanılır
Karar kılmak: Dönüp dolaşıp o şeyin üstünde durmak, onu tercih etmek, birçok şeyi deneyip onu seçmek"Ben bu elbisede karar kıldım"
Karda gezip izini belli etmemek: Kimsenin sezemeyeceği biçimde gizli bir iş çevirmek, uygunsuz işler yapmak"Onun ne biçim bir insan olduğunu bana sorun; o, karda gezer izini belli etmez biridir"
Kargacık burgacık: Eğri büğrü, kötü, okunması güç, çarpık, düzensiz (yazı)
Kardeş payı yapmak: Eşit oranlarda bölmek, taksim etmek, paylaştırmak"Çok açtılar, buldukları ekmeği oracıkta kardeş payı yaptılar"
Karga tulumba etmek: Birkaç kişi, birini kollarından bacaklarından tutup havaya kaldırmak"Hep birlikte babalarını karga tulumba edip havuzun başına getirdiler"
Karınca duası gibi: Çok küçük, sık ve okunaksız, birbirine girmiş (yazı)
Karınca yuvası gibi kaynamak: Çok kalabalık ve hareketli olmak (bir yer)"Pasajın girişi âdeta karınca yuvası gibi kaynıyordu"
Karınca kararınca: Az, önemsiz ve küçük de olsa, gücü yettiği kadar, elinden geldiğince"Caminin yapımına karınca kararınca o da katkıda bulunmaya karar verdi"
Karman çorman: Karmakarışık, çok karışık, düzensiz, alt üst olup birbirine girmiş"Ortalık karman çormandı, nereden işe başlayacağını bilemiyordu"
Karnı geniş: Hiçbir şeyi tasa etmeyen, titizlenmeyen, gamsız, umarsız
Karnı karnına geçmek: Çok acıkmak, çok zayıflamış olmak"Günlerdir ağzına bir lokma koymamıştı, karnı karnına geçmiş ve bitap düşmüştü"
Karnım tok: "O sözlerine kanmıyorum, önem vermiyorum" anlamında kullanılır"Geç babam, geç bu sözleri, karnımız tok bu sözlere, paradan söz et sen, verecek misin, vermeyecek misin?"
Karnı tok sırtı pek: Geçimi iyi, hâli vakti yerinde, para sıkıntısı olmayan, birinin yardımına ihtiyaç duymayan (kimse)"Herkesin karnı tok sırtı pek olacaktır, bize güvenin!"
Karnı zil çalmak: Çok acıkmış olmak"Bugün hiçbir şey yiyemedim, karnım zil çalıyor!"
Karşı çıkmak: 1 Gelenleri karşılamak üzere yola ya da kapı önüne çıkmak 2 İleri sürülen fikrin, tutulan yolun yanlış olduğunu söylemek"Her fikrime karşı çıkmak zorunda mısın?"
Karşı durmak: Bir güce boyun eğmemek, direnmek"Düşmana karşı durmak boynumuzun borcudur"
Karşı koymak: Engel olmaya çalışmak, direnmek, güç kullanarak dayanmak, boyun eğmemek"Hırsızlar polise silâhla karşı koymaya çalıştılar"
Kasıp kavurmak: 1 Bir afet çok zarar vermek, mahvetmek 2 Baskı yaparak, kıyıcı davranışlarda bulunarak bir topluluğu ezmek; zulmetmek, ortalığı korku ve dehşet içinde bırakmak"Eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başladılar!"
Kaş göz etmek: Kaş ve göz hareketleriyle bir işaret vermeye, istediğini bu yolla anlatmaya çalışmak"Kalabalıkta kaş göz ederek Hasan`ı çağırmayı düşündü"
Kaşıkla yedirip, sapıyla göz çıkarmak: Bir iyilik yaptıktan sonra, bu iyiliği hiçe indirecek bir kötülük yapmak
Kaşla göz arasında: Çok çabuk, kimsenin sezmesine fırsat vermeyecek kadar az bir zaman içinde"Kaşla göz arasında kapıverdi mendili"
Kaşlarını çatmak: Kızgın, öfkeli ve sinirli olduğunu kaşlarını birbirine yaklaştırarak göstermeye çalışmak"Bana öyle kaşlarını çatıp durma!"
Kaş yapayım derken göz çıkarmak: İşi düzelteyim, bir iyilik yapayım derken büsbütün bozmak ve büyük bir zarar vermek
Katı yürekli: Acımasız, merhametsiz, acı veren şeylere aldırmayan"Onun gibi katı yürekli bir insan daha görmedim desem yeridir"
Kayıtsız kalmak: Umursamamak, önem vermemek, ilgi göstermemek"Onun bu kötülüklerine kayıtsız kalmak mümkün mü?"
Kazan kaldırmak: Yönetime karşı topluca karşı gelmek, baş kaldırmak"Maden işçileri kazan kaldırmış diyorlar"
Kazık yutmuş gibi: Dimdik (duran, oturan, yürüyen)
Kazın ayağı öyle değil: "Durum, mesele senin sandığın gibi değil" anlamında kullanılır
Keçileri kaçırmak: Düşünme yeteneğini kaybetmek, aklını oynatmak, delirmek, bunalım içinde olmak,"Doktor, keçileri kaçırmış diyorlar!"
Kedi ciğere bakar gibi (bakmak): İmrenerek, iştahla, ele geçirme isteği ile bakmak
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek: En zor, en tehlikeli durumdan zarar görmeden kurtulmak
Kedi olalı bir fare tuttu: İlk defa, neden sonra kendisinden beklenen bir iş yapabildi"Temsilcimiz, nihayet kedi olalı bir fare tuttu, yüklü bir iş yakaladı"
Kefeni yırtmak: Ağır bir hasta ölüm tehlikesini atlamak"Üzülmeyin, kefeni yırttı büyük anneniz"
Kel başa şimşir tarak: Pek çok ihtiyaç giderilmeyi beklerken gereksiz özenti ve gösterişi belirtmek için kullanılır
Keli görünmek: Bir kabahati, kusuru ortaya çıkmak"Kelinin görünmeyeceğini sanıyordu şapşal!"
Kel kâhya: Bilgisi olsun olmasın her işe karışan, burnunu sokan
Kelle götürür gibi: Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koşarak
Kelleyi koltuğuna almak: Ölümü göze alarak bir işe kalkışmak"Kelleyi koltuğuna alıp düşman karşısına çıkmak her babayiğidin harcı değil"
Kemerleri sıkmak: Tutumlu davranmak, açlığa ve susuzluğa katlanmak"Kemerleri sıktıra sıktıra millette hâl bırakmadılar"
Kem küm etmek: Anlatmak istediğini açık seçik ifade edememek, bir soru karşısında bocalayıp cevap bulamayarak anlamsız sözler söylemek"Kem küm etme de ne söyleyeceksen söyle çabuk!"
Kendi hâlinde: Sessiz, hiçbir şeye karışmayan, karışmak istemeyen, sakin (kimse)"Yazık olmuş, kendi hâlinde biriydi, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmazdı"
Kendi göbeğini kendi kesmek: İstediği yardım gelmeyince kendi işini kendi yapmak durumunda kalmak"O her zaman kendi göbeğini kendisi kesmiş, kimseden yardım beklememiştir"
Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkalarının ne diyeceğini hesaba katmadan, bir işi sadece kendi başına tasarlayıp olmuş sayarak sevinmek"Kendi kendine gelin güvey olmayı bırak, bakalım kız ne diyecek bu işe"
Kendi kendini yemek: İstediği iş olmadı diye gizli gizli üzülmek, kaygı duymak"Kendi kendimi yedim bitirdim bu iş yüzünden"
Kendinden geçmek: 1 Kendini kaybetmek, bayılmak, bilinci işlemez olmak 2 Sevindirici bir olay karşısında coşkuya kapılmak, duygulanmak"Dün gece bizim adam yine kendinden geçti, hastaneye zor yetiştirdik"
Kendinden pay (paha) biçmek: Bir durumu kendi durumu ile ölçüştürmek
Kendine gelmek: 1 Sarhoşluktan, bayıldıktan sonra ayılmak 2 Aklı başına gelmek 3 Bozuk olan durumu düzelmek"Oh, nihayet kendine geldi bizim adam!"
Kendine yedirememek: Yapılan bir işi onur kırıcı görüp, kişiliğine dokunmuş sayarak tepki göstermek; kendisinin başkasına yapması söz konusu olan işi, kişiliği için uygun görmeyip yapmamak
Kendine yontmak: Ortaya çıkan fırsattan yararlanıp başkalarını düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlayacak yönde hareket etmek"Hep kendine yontma, biraz da bizi düşün, biz de insanız!"
Kendini ağır satmak: Kendisinden yapılması istenen işi, birçok ricadan, birçok ısrardan sonra yapmayı kabul etmek"Kendini ağır satmakla adam olduğunu mu kanıtlayacak?"
Kendini alamamak: İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak, yapmamayı edememek, kendini tutamayıp yapmak"Ona bir tokat atmaktan kendimi alamadım işte!"
Kendini ateşe atmak: Bilerek zor ve tehlikeli bir işe girişmek"Kendisini ateşe atmasına izin mi vereceksiniz?"
Kendini bulmak: 1 İyi bir duruma kavuşmak 2 Kişilik kazanıp olgunluğa erişmek 3 Farkında olmadan bir yere ulaşmış olmak"Nihayet kendimi buldum, bundan böyle ekonomik sıkıntı çekmeyeceğim"
Kendini dev aynasında görmek: Kendisini olduğundan büyük bir adam sanmak; üstün, yetenekli, güçlü görmek"Kendini dev aynasında görmekten ne zaman vaz geçeceksin ha!"
Kendini dinlemek: 1 Önemsiz, küçük rahatsızlıkları büyütmek; hastalık kuruntusu içinde bulunmak 2 Yalnız, sakin kalmak"Uzun bir süre kendimi dinledim, olup biteni tekrar tekrar gözden geçirdim"
Kendini göstermek: 1 Ortaya çıkmak, belirmek 2 Beğenilecek, takdir edilecek niteliklerini ortaya koymak; gücünü göstermek"Uzun bir aradan sonra sergi açmaya, kendini göstermeye karar verdi"
|