Yalnız Mesajı Göster

Felsefe-Toplum Sözleşmesi Kuramının Değeri,J.J.Rousseau Kritiği/Ahmet Gürbüz

Eski 10-24-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Felsefe-Toplum Sözleşmesi Kuramının Değeri,J.J.Rousseau Kritiği/Ahmet Gürbüz




F Doğal Yaşam

Rousseau, özgün düşüncesini oluştururken, benzeri diğer düşünürlerde olduğu gibi “doğal yaşama” varsayımından yola çıkmıştır Doğal yaşama döneminde, o zamanın insanı bütün gereksinmelerini kendi başına karşılayabilme gücüne sahip olduğundan dolayı diğer insanlara muhtaç değildi Doğa ve doğanın nimetleri bütün insanlara yetiyordu, dolayısıyla bu dönemde insanlar arasında her hangi bir çekişme veya çatışma söz konusu olmamaktaydı Doğal insan her hangi bir kişiye veya nesneye bağlı olmadığından ve düşünme olayıyla da yakından ilgilenmediğinden dolayı, kalbi mutlulukla doluydu Bu dönemde, doğa herkese yettiğinden, mülkiyet ve insanlar arası ilişkiler gelişken olmadığından dolayı eşitsizlik ve hukuk kuralları yoktu Doğal insanın ölçüsü kendisiydi ve bağımsızdı “Ormanlarda avare dolaşan, hiç bir hüneri olmayan, konuşmayı bilmeyen, evi-barkı, savaşları, bağlantıları olmayan, hemcinslerine ya da onlara zarar vermeye hiç gereksinmesi olmayan, hatta onlardan hiç birini tanımayan, çok sayıda tutkusu olmayan, kendi kendine yeten vahşi insan, sadece bu duruma uygun duygulara ve bilgilere sahipti” (14) Ancak her şey böyle sürüp gitmedi İnsanlar çoğalınca ve toprak bölüşülünce, gittikçe “uygarlık” kökünü kurmaya başladı Derken, mülkiyet ve bunun doğal sonucu olarak eşitsizlik çıktı ortaya

Yozlaşmanın başlıca nedenlerinden birisi eşitsizliktir Eşitsizliği, hak ve haksızlık kavramlarını getiren, ve bencilliği yerleştiren özel mülkiyet olgusu olmuştur Geriye, doğal duruma dönülemeyeceğine göre, kültürü yeniden doğaya yaklaştırmakla, şimdiye kadar ki gelişmenin olumsuz sonuçları bir yere kadar da olsa giderilebilir Bunun için de, bir yandan insan tüm yanlarını geliştirecek doğal bir eğitimle yetiştirilmeli; öbür yandan da toplumun, herkesin doğal haklarını güvence altına almış bir biçimi olmalıdır (15)

III TOPLUM SÖZLEŞMESİ

“İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur” tümcesiyle girer ünlü yapıtı “Toplum Sözleşmesi”ne düşünür Rousseau’nun düşünceleri bir bütün olarak ele alındığında, bu “zincirler”in, insanlığın gittikçe doğal yaşamdan uzaklaşması ve kendi elleriyle yarattığı nesne ve kuralların kölesi olma durumuna girmesinden kaynaklandığı anlaşılacaktır

Ünlü düşünür, olguları değerlendirirken bu olguların içinde bulunduğu fizik-fizikötesi ortamı göz önünde bulundurma gerekliliğini hiç bir zaman gözardı etmemiştir Bu bağlamda örneğin, Aristoteles’in kölelik konusundaki düşüncelerini değerlendirirken, Aristoteles’in haklı olduğunu, ama sonucu neden saydığını; oysa kölelerin zincirler içinde her şeyi, hatta onlardan kurtulma isteğini bile yitirdiklerini, köleliklerini sever olduklarını; sonuç olarak, kölelik doğal bir duruma gelmişse bunun doğallığa aykırı bir yaşam biçiminin sonucu olarak gerçekleştiğini belirtir

O’nca, en güçlü, gücünü hak, boyun eğmeyi de ödev biçimine sokmadıkça hep egemen kalacak kadar güçlü değildir Güç hak yaratmaz; ve, insan ancak haklı güce boyun eğmelidir Bu mantıksal ve doğal çıkarsamayı yaptıktan sonra, düşünür, ilk çıkış noktası olarak şu tümceyi kurar:

“Madem hiç bir insanın, benzeri üstünde doğal bir yetkesi yoktur ve madem kaba güç bir hak yaratmaz, öyleyse insanlar arasında her çeşit haklı yetkenin temeli olarak kala kala yalnız sözleşmeler kalıyor” (16)

Dolayısıyla insanlara düzenli ve âdil bir toplum hayatını gerçekleştirebilmeleri için bir tek çıkar yol kalmaktadır ve bu da toplum sözleşmesi’dir Yazara göre bütün insanların oybirliği ile gerçekleştirilen tek sözleşme ‘toplum sözleşmesi’dir Öyle ki, bu gerçekleştirildikten sonra artık kimselerin buna karşı koyma güç ve hakları olmayacaktır

“Üyelerinden her birinin canını, malını bütün ortak güçle savunup koruyan öyle bir toplum biçimi bulmalı ki, orada her insan hem herkesle birleştiği halde yine kendi buyruğunda kalsın hem de eskisi kadar özgür olsun” (17)

İşte toplum sözleşmesinin çözümünü bulduğu ve sunduğu ana sorun budur Bu sözleşmeyle toplum üyelerinden her biri, bütün haklarıyla birlikte kendini baştan başa topluma bağlar; bu, aynı zamanda -herkes için geçerli olduğundan- hiç kimseye bağlanmamakla özdeştir Kısaca, toplum sözleşmesiyle toplumun her ferdi, bütün varlığını genel istemin emrine verir ve her üye bütünün bölünmez bir parçası kabul edilir Yazar, böylece toplumun bir ‘tüzel kişilik’ edindiğini; kurucuları olan insanların, bu tüzel kişilik içerisinde ‘ortak’ işlevini gerçekleştirdiklerini ve bu kişilerin bir birlik olarak halk, egemen gücün birer üyesi olarak teker teker yurttaş, devletin yasalarına boyun eğen kişiler olarak ta uyruk konumunda olduklarını belirtir

Rousseau’nun toplum sözleşmesi kuramı aynı zamanda egemenliğin sujesini oluşturan kişilerin ‘çıkar birliği’ olgusunu da kapsar Toplum sözleşmesine katılan birey, kendisinin bütün yetkilerini bir anlamda topluma aktarmıştır Bu aktarma toplumu oluşturan bütün bireyler için söz konusu olduğundan dolayı, ortada bir kaybediş olmayacaktır Birey, bir bütün olarak topluma bağlandığında bir anlamda özgürlüğünü de kazanmaktadır Ancak bu özgürlük, “doğal insan”daki sınırsız ve bir başıboşluk özgürlüğü olmaktan çok, sosyal ve medeni bir özgürlüktür

Toplumu oluşturan bütün fertler sosyal sözleşmeye katılınca artık kişinin çıkarı toplumun çıkarı, toplumun çıkarı kişinin çıkarı demek olacaktır Genel istenci saymamaya kalkan kişi, karşısında, onu bu genel istence uymaya zorlayan bütün toplumu bulacaktır Bu zorlanma, yazara göre, “yalnız özgür olmaya zorlanmaktır” (18)

İnsanlar toplum sözleşmesiyle doğal özgürlüklerini ve isteyip elde edebilecekleri şeyler üzerindeki sınırsız haklarını kaybetmelerine karşılık, toplumsal özgürlüğü ve “elindeki şeylerin sahipliğini” kazanmaktadırlar Peki, temel sözleşme doğal eşitliği ortadan kaldıracak mıdır? “Hayır” diye yanıtlar bunu yazar; aksine, doğanın insanlara sunduğu maddi eşitlik yerine, manevi ve haklı bir eşitlik getirir İnsanlar hukuk ve sözleşme aracılığıyla eşit olurlar
Yazara göre, yalnız genel irade (istenç) devletin güçlerini devletin kuruluş amaçlarına, yani, herkesin iyiliğine uygun olarak yönetebilir Aynı zamanda, genel irade her zaman doğrudur (19) ve kamusal yararlara yöneliktir

Ancak yazar, bundan, halkın kararlarının her zaman aynı doğrultuda olduğu sonucunu çıkarmaz İnsanlar, her zaman kendi iyiliklerini düşünür olmalarıyla birlikte, bunun ne olduğunu her zaman kestiremezler Halk hiç bir zaman bozulmaz, ama çoğu kez aldatılabilir Burada, “halkın çoğu kez aldatılabileceği” üzerinde durmak gerekir Rousseau’nun düşüncelerinin bir bütün oluşturduğu her zaman göz önünde bulundurulmalıdır Değer ölçüsü, genel istençtir; genel istenç toplumu oluşturan insanların istencinden oluşur Doğru ve kamusal yararlara yöneliktir Ancak bu genel istencin, doğru ve kamusal yararlara yönelik olması için “halkın aydınlatılmış olması” bir koşuldur Yazar genel istencin doğru ve kamu yararlarına yönelik olduğunu belirtirken, bu koşulu, başka bir deyimle ayrık durumu belirtmeyi ihmal etmemiştir yine de Ayrıca genel istenç, gerçekten genel olabilmek için, özünde olduğu kadar konusunda da genel olmalı, herkese uygulanmak üzere herkesten çıkmalıdır Aksi halde, yani, genel istenç herkese uygulanmak üzere, herkesten çıkmadıkça veya kişisel ve belirli bir konuya yönelirse genelliğini yitirecektir

Toplum sözleşmesi, toplumu oluşturan fertler arasında öyle bir eşitlik kurar ki, herkes aynı koşullar altında verdiği sözle bağlanır ve herkesin aynı haklardan yararlanması söz konusu olur Böylece, genel istencin oluşturulmasında ve yöneltilmesinde, bağlanmasında ve kayırmasında yurttaşlar arasında tam bir eşitlik sağlanmalıdır

Toplum sözleşmesinin amacı sözleşmeyi yapanların korunmasıdır Bu koruma genel istencin işlemleri olan yasalar aracılığıyla yapılır Yasaların konusu ise geneldir: bu, yasaların hiç bir ayrım yapılmaksızın bütün yurttaşlara eşit bir şekilde uygulanması gerekliliğini kapsar: yasalara her kes uymalıdır Yazara göre hükümet, yurttaşlarla egemen varlığın karşılıklı ilişkilerini sağlamak amacıyla kurulmuş, gerek yasaları yürütmek, gerekse politik ve toplumsal özgürlükleri sürdürmekle görevli, aracı bir bütündür (20)

Ancak, halk, hiç bir zaman kendi yaptığı yasaları uygulamakla görevli olanlara herhangi bir sözleşmeyle bağlı sayılamaz Yöneticiler egemen varlıktan aldıkları yetkiyi yine onun adına kullanırlar Halkın genel istenci, yöneticilere tanıdığı bu gücü dilediği şekilde sınırlayabilir, değiştirebilir, hatta dilerse geri alabilir

Kısaca, genel istenç yasaları belirler; yöneticiler yasalar çerçevesinde toplum işlerini yürütür; yurttaş ta aynı zamanda kendi istencini yansıtan bu yönetime uyar Aksi halde, yani, üstün varlık yönetmeye, yönetici yasalamaya, vatandaş ta buyrukları hiçe saymaya kalkışırsa toplum düzeni bozuluyor demektir (21)

Yazar yönetimlerin bozulmasını da ele alır: Bir devlet içinde değişikliğin temel kaynağı yöneticilerin istencinin genel istenç üzerindeki sürekli baskısıdır Bu bozulma genellikle iki yoldan olur: Biri, hükümetin sıkışıp daralması, öteki de devletin genişlemesi, çok dağılmasıdır Hükümetin daralması yönetici sayısının kısılması olmasına karşılık, devletin dağılması yöneticilerin devleti yasalara göre yönetmemesidir

Yazar, düşüncelerinde özgürlük ve eşitliğe özel bir önem vermiştir Öyle ki, özgürlükten vazgeçmek insan olmaktan vazgeçmekle özdeşleştirilmiştir Bu özgürlüğü korumak için öyle bir toplum kurmalı ki, malımızı, canımızı koruyan üstün kuvvet, aynı zamanda toplum dışında tek başımıza yaşadığımız günlerin bağımsızlığını da sağlayabilsin bize (22) Bu da, ancak toplumu oluşturan bütün fertlerin, bütün haklarını topluma aktarmasıyla mümkün olacaktır Bu durumda, tüm fertler tüm haklarını topluma aktardığından dolayı, toplumu oluşturan bütün insanlar arasında tam bir eşitlik oluşacaktır Her insan, bütün varlığını topluma aktarınca, aynı zamanda bütünün bölünmez bir parçası olacaktır Diğer yandan, bütün kişisel hakların bir arada toplanmasıyla bir bütün ortaya çıkacak, bu durumda da bütünün çıkarlarıyla bütünü oluşturan parçalar işlevinde olan bireylerin çıkarları özdeşleşecektir

Topluma saldıran bireye, bireye saldıran topluma saldırmış olacak; toplumun yararı bireyin, bireyin yararı toplumun yararı olmuş olacaktır
‘Egemenlik’ deyince, anlamını yasada bulan genel yararlanmayı anlar Rousseau (23) Toplumu oluşturan bireylerin teker teker özel istek ve çıkarlarının bir ortak yanı vardır Bu ortak yanlılık, insan olmaktan kaynaklanır Özel istek ve çıkarların ortak bir yanı bulununca ve genel istek de bu ortak istek ve çıkarlardan oluşunca, egemenlik artık bu genel isteğin pratiğe geçirilmesi olacaktır Genel istek fertlerin özel istek ve çıkarlarını yansıttığına göre, genel isteğe karşı koyan bir kimse aynı zamanda kendi özel istek ve çıkarlarına da karşı koymuş olacaktır Bu durumda bu kişiyi “özgürlüğe zorlamak” topluma tanınmış bir hak ve görev sayılacaktır

Meşruluğunu bu genel istekten alan egemenliğin, kendine özgü bazı özellikleri vardır:

ilk olarak, egemenlik “bırakılmaz”dır; halkın varlığı istemin varlığıyla gerçekleştiğine göre, kendi istemini bırakan halk, halk olmaktan çıkar Zaten yazara göre, milletvekilleri halkın temsilcileri değil görevlileridir, bütün işlemleri halkın onaylamasına bağlıdır; istenç halktan koparılamaz


Alıntı Yaparak Cevapla