ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   ForumSinsi Sözlük Ağı (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=515)
-   -   Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=1048358)

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:56 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi

TA Kur´anın alfabesinde üçüncü harfin adıdır. Ebcedî değeri 400´dür.
TA f. Kat. Kıvrım. Büklüm. Misil, mânend. Nihayet. Gayet. Kadar, beri, dek. (mânalarına gelir) Meselâ :
TÂ BEKEY Ne vakte kadar.
TÂ BE KIYAMET Kıyamete kadar.
TÂ HAŞRE DEK Haşre kadar.
TA´ (TAE) Alçak, iniş yer. * Başı aşağı etmek.
TAA Muti olmak. İtaat etmek.
TAAB Yorgunluk. Sıkıntı. Zahmet. Bezginlik. Eziyet.
TAAB-I DİMAĞÎ Zihnî yorgunluk. Dimağın yorgunluğu.
TAAB-ÂVER f. Yorgunluk veren.
TAABBÜD İbadet etmek. Kulluk etmek.(Ey insan! Kur´ânın desâtirindendir ki, Cenab-ı Hakk´ın mâsivâsından hiçbir şeyi ona taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem sen kendini hiç bir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma. Çünkü mahlukat, ma´budiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi, mahlukiyet nisbetinde de birdirler. L.)
TAABBÜDÎ İbadete ait olup emrolunduğu için yapılan. Sebeb ve illeti sadece emir olan, aklın muhakemesine bağlı olmayan. İbâdete âit ve müteallik.(Mesâil-i şeriattan bir kısmına "Taabbüdî" denilir; aklın muhakemesine bağlı değildir; emrolduğu için yapılır. İlleti, emirdir.Bir kısmına "Mâkul-ül mâna" tâbir edilir. Yâni: Bir hikmet ve bir maslahatı var ki, o hükmün teşriine müreccih olmuş; fakat sebep ve illet değil. Çünkü: Hakiki illet, emir ve nehy-i İlâhidir.Şeairin taabbüdî kısmı; hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti tereccuh ediyor, ona ilişilmez. Yüzbin maslahat gelse, onu tağyir edemez. Öyle de: "Şeairin faidesi, yalnız mâlum mesâlihtir." denilmez ve öyle bilmek hatâdır. Belki o maslahatlar ise, çok hikmetlerinden bir faidesi olabilir. Meselâ biri dese: "Ezanın hikmeti, müslümanları namaza çağırmaktır; şu halde bir tüfenk atmak kâfidir. "Halbuki o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattır. Tüfenk sesi, o maslahatı verse; acaba nev´-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına hilkat-ı kâinatın netice-i uzması ve nevi beşerin netice-i hilkatı olan ilân-ı Tevhid ve Rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak Elhasıl: Cehennem lüzumsuz değil; çok işler var ki, bütün kuvvetiyle "Yaşasın Cehennem!" der. Cennet dahi ucuz değildir; mühim fiat ister. M.)
TAABBÜS (C.: Taabbüsât) Yüz ekşitme, somurtma, surat asma.
TAABBÜS Sayıklama. * Havadaki bir şeyi tutmağa çalışır gibi ellerini sallıyarak hareket ettirme.
TAACCÜB şaşma, hayret etme. Tahayyür."Resul-ü Ekrem´den (A.S.M.) rivayet olunuyor ki: "Taaccüb bütün taaccüb ona ki: Cenab-ı Hakk´ın halkını görüp dururken Allah´da şek eder. Şuna taaccüb olunur ki: Neş´et-i ulâyı tanır da neş´et-i uhrâyı inkâr eder. Şuna da taaccüb olunur ki: Her gün her gece ölüp dirilip dururken ba´s-ü nüşuru inkâr eder. şuna da taaccüb olunur ki: Cennet´e ve naim-i Cennet´e iman eder de yine dâr-ül gurur için çalışır. Şuna da taaccüb olunur ki: Evvelinin bulaşık bir nutfe, âhirinin mülevves bir ciyfe olduğunu bilir de yine tekebbür ve tefâhur eder." (E.T.)
TAACCÜC Şamata, gürültü, patırtı.
TAACCÜL Acelecilik. Acele etmek.
TAACCÜLAT (Taaccül. C.) Acele etmeler. Acelecilikler.
TAACCÜN (Acn. dan) Hamurlaşma, hamur hâline gelme, mâcun gibi olma.
TAACİB Acayib şeyler. Tuhaf şeyler.
TAAC´UC Çeşitli seslerin birbirine karışması.
TAADDİ Saldırma. * Düşmanlık. * Ezme. * Şeriattan ayrılma. Tecavüz etme. Zulmetme. Örf âdet ve mukavelenin hilâfına hareket etme. * Gr: Fiilin geçer halde olması, müteaddi olması.
TAADDÜD Çoğalma. Birden fazla olma. Tekessür etme.
TAADDÜD-Ü EZVAC (Bak: Taaddüd-ü zevcat)
TAADDÜD-Ü ZEVCAT Bir kaç kadınla evlilik hali. (Bak: Aile)(Medeniyet, taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur´anın o hükmünü, kendine muhalif-i hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münâfi telâkki eder. Evet, eğer izdivacdaki hikmet, yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüt bilâkis olmalı. Halbuki, hatta bütün hayvânatın şehâdetiyle ve izdivac eden nebâtatın tasdikıyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz´iyyedir. Madem, hikmeten, hakikaten, izdivaç, nesil içindir, nev´in bekası içindir. Elbette, bir senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yarısında kabil-i telâkkuh olan ve elli senede ye´se düşen bir kadın, ekseri vakitte tâ yüz seneye kadar kabil-i telkih bir erkeğe kâfi gelmediğinden, medeniyet pekçok fâhişehâneleri kabul etmeye mecburdur. S.) (İslâmiyet´in ahkâmı iki kısımdır:Birisi: Şeriat ona müessistir, bu ise hüsn-ü hakiki ve hayr-ı mahzdır.İkincisi: Şeriat muaddildir. Yâni; gayet vahşi ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-i şer ve muaddel ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikiye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir. Çünki, birden tabiat-ı beşerde umumen hüküm-ferma olan bir emri birden ref´etme, bir tabiat-ı beşeri birden kalbetmek iktiza eder. Binaenaleyh, Şeriat, vâzı-ı esâret değildir. Belki en vahşi suretten, böyle tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilecek surete indirmiştir, tâdil etmiştir. Hem de dörde kadar taaddüd-ü zevcat tabiata, akla, hikmete muvâfık olmakla beraber, şeriat bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekiz dokuzdan dörde indirmiştir. Bahusus taaddüdde öyle şerâit koymuştur ki; ona mürâat etmekle hiç bir mazarrata müeddi olmaz. Bazı noktada şer olsa da ehven-i şerdir. Ehven-i şer ise bir adâlet-i izâfiyedir... Münâzarat)
TAADİ Düşmanlık etmek.
TAADÜL Beraberlik, eşitlik.
TAAFFÜF İffetli olma. İffetli görünme. * Tekellüfle salihlik yapma. Ahlâk dışı şeylerden kaçınma. * İstemekten uzak durma.
TAAFFÜN (Ufunet. den) Çürüyüp kokuşma. Leş kokusu. Fena ve pis kokular.
TAAFFÜN-İ NEFES Nefesin kokması.
TAAFFÜNAT (Taaffün. C.) Fena ve pis kokular.
TAAHHÜD (Ahd. den) Bir işin veya bir şeyin yapılması için söz verme, üzerine almak. İltizam etme. Resmi söz verme. Yüklenme. * Postaya verilen bir şeyin, yerine varmasını sağlama.
TAAHHÜDÂT (Taahhüd. C.) Üzerine alınan işler. Taahhüdler.
TAAHHÜDNÂME f. Söz verdiğine ve taahhüd ettiğine dair yazılan vesika.
TAAKKUD (Ukde. den) Bağlanma. Düğümlenme. Anlaşılmaz hâle gelme.
TAAKKUL Hatırlama. Zihin yararak anlama. Akıl erdirme. Hatıra getirme. (Bak: Dimağ)
TAALA (Bak: Teâlâ)
TAALLUK Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma. * Dünya alâkası. * Sevme.
TAALLUKAT Bir kimsenin yakınları, akrabaları. Alâkalılar.
TAALLÜL (İllet. den) Vesile ve bahane arama. Bir işten kaçınma. * Mâzeret.
TAALLÜLÂT (Taallül. C.) Ağır davranma.
TAALLÜM (İlim. den) İlim edinme. Öğrenme. Ders okuyarak öğrenme.
TAALLÜN Aleni, âşikâr, meydanda olma. Herkesin gözü önünde gibi bilinme.
TAAM Yemek. Yenilen şey.
TAAMİYE Yemeklik. Yemek parası.
TAAMMİ Kör olma. Görmez hale gelme.
TAAMMUK (Umk. dan) Derinleşme. Mes´elenin iç yüzüne vakıf olma.
TAAMMUKAT (Taammuk. C.) Derinleşmeler.
TAAMMÜD (Amd. den) Bilerek ve isteyerek suç işlemek. Kasıt ve niyet etme, bilerek ve isteyerek bir iş yapma.
TAAMMÜDÂT (Taammüd. C.) İsteyerek ve bilerek yapılan işler.
TAAMMÜDEN Evvelden hazırlanarak. Kastederek. Bile bile.
TAAMMÜDÎ (Teammüdiyye) Kasıt ve niyet ile olan, taammüdle alâkalı.
TAAMMÜL Amel etme. Çalışma. Vazife yapma.
TAAMMÜM Umumileşme. Umumi olma. * (İmame. den) Sarık sarma. * (Amm. den) Amca olma. Birisini "amca" diye çağırma.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:56 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TA´AN(E) (Ta´n. dan) Çok zemmedip yeren. Çekiştiren.
TAANNÜD (İnad. dan) İnad etme. Ayak direme.
TAANNÜDÂT (Taannüd. C.) İnad etmeler, ayak diremeler.
TAANNÜF Azarlama. Darılma.
TAANNÜT Herkesin yanlışını arama.
TAARR Ari olmak, temiz ve pâk olmak, beri olmak. Döşeğinde dönüp ızdırap çekmek.
TAARRUK (Arak. dan) Terleme. * Kemikten et kazımak. * Ağaç kabuğunu soymak.
TAARRÜB Araplaşma. Arap kılığına girme.
TAARRUS (C.: Taarrusât) Kocanın, karısına karşı sevgisini göstermesi.
TAARRUZ Bir şey veya bir kimse üzerine şiddetle saldırma. Çatma. Düşmana hücum etme. Sataşma. İlişme.
TAARRÜF Karşılıklı anlaşma, tanışma. * Bir şeyi herkesin bilmesi. * Kendini hünerleriyle tanıttırma.
TAARRÜM Kemikten et soymak.
TAARÜC Aksaklanmak.
TAARÜF Birbirini bilmek, tanımak.
TAARÜZ Muaraza edişmek, çekişmek.
TAASSUB (Asab. dan) Bir şeye veya bir kimseye taraflı olma. * Din bakımından fazla salâbetli olma. * Kendi dinini çok üstün görmek. * Haksız yere husumet etmek. * Bir düşünüşe, bir inanışa körü körüne bağlanıp ondan başkasını düşünmemek hâli. (Bak: Dimağ)(... Evet İslâmiyetin şe´ni metanet, sebat, iltizam-ı hak olan salâbet-i diniyedir. Yoksa cehilden, adem-i muhakemeden neş´et eden taassub değildir. Bence taassubun en dehşetlisi bazı Avrupa mukallidlerinde ve dinsizlerinde bulunur ki; sathi şüphelerinde muannidâne ısrar gösteriyorlar. Bürhan ile temessük eden ulemânın şanı değildir... Münâzarat)
TAASSUBKÂR f. Taassub gösteren. Mutaassıb.
TAASSÜF Sapmak, doğru yoldan çıkmak.
TAASSÜFÂT (Taassüf. C.) Yolsuzluklar, haksızlıklar.
TAASSÜR (Usur. dan) Güçleşme. Güç olma.
TAASÜR Güç yapmak, zor yapmak.
TAAŞŞUK Âşık olmak. Çok fazla derecede sevgi beslemek.
TAAT İbadet etmek. Allah´ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek.
TAATGÂH f. İbadet yeri. İbadetgâh.
TAATTUF (Atıf. dan) Acıma, şefkat gösterme. * Verme. * Esirgeme.
TAATTUFÂT (Taattuf. C.) İhsanlar, lütuflar, bağışlar.
TAATTUL (Atalet. den) İşsiz kalma. İşlemez ve boşta olma.
TAATTUR (Itr. dan) Güzel kokular sürünme.
TAAVVUK (Avk. dan) Oyalanmak. Gecikmek.
TAAVVUZ (İvaz. dan) Bedel almak. Bir şeye karşılık almak. * Bir şey karşılığı olarak alınmak.
TAAVVUZ-I TAMS Kadınların âdet görmesi.
TAAVVÜC (C.: Taavvücât) Eğrilme, eğri olma.
TAAVVÜD (Âdet. den) Âdet edinmek. * Geri dönmek.
TAAVVÜZ Allah´a (C.C.) sığınırak "Euzubillâh" demek, yani Allah´a sığındığını ifade etmek.
TAAYYÜN Meydana çıkmak, âşikâr olmak, belli başlı ve itibarlı görünen insanlardan olmak.
TAAYYÜNAT Meydana çıkmalar. Belli olmalar. Belli başlı adam sırasına geçmeler.
TAAYYÜŞ (Ayş. dan) Yaşamak. Geçinmek. Yaşama tarzı. Beslenmek.
TAAZİ (TAAZZİ) Musibet vaktinde" İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun" demek.
TAAZUM Gözünde büyümek. Büyük görünmek.
TAAZZİ Uzuv peydâ etme. Şekillenme.
TAAZZUM (Azm. dan) Kibirlenmek. Büyüklük taslamak. * Kemikleşmek.
TAAZZUMÂT (Taazzum. C.) Kibirlenmeler. * Kemikleşmeler.
TAAZZÜB Evlenmeyip bekâr kalmak.
TAAZZÜR Özür bildirmek. * Güçleşmek Güç olmak.
TAAZZÜR Tâzim etmek. Hürmet etmek.
TAAZZÜZ Aziz saymak. Tenezzül etmeme. * Çekinme.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:56 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TAB f. Parıltı. Parlayıcı. * Güç. Kuvvet. Takat. * Hararet.
TAB´ Tabiat. Karakter. * Damga basmak. Mühür basmak. Kitab basmak. Mühür.
TAB f. "Parıldayan, parlayan, parlatan, aydınlatan" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Âlem-tab $ : Dünyayı aydınlatan, âlemi ışıklandıran.
TA´B Latife etmek, şaka yapmak.
TAB´A Bir kere basılma.
TAB´A-İ ÛLÂ Birinci baskı.
TABA´ Bulaşmak. * Kir. * Demirin paslanması.
TABABET Hekimlik. Doktorluk.
TABAH Kuvvet.
TABAHAT Aşçılık. Yemek pişirme san´atı.
TABAHECE Etli ve yumurtalı kalye. (Bazı yerde kaygana diye söylenir.)
TABAK (C.: Etbâk) Örtü. * Hâl. * Cemaat, topluluk. * Kabile.
TABAK (Bak: Debbag)
TABAKA Kat. Katmer. * Sınıf, topluluk. * Sigara paketi. * Bir veya iki yapraklı kâğıt.
TABAKA-İ HAYAT Hayat tabakası. Kabirdeki hayat, dünya hayatı gibi. (Bak: Meratib-i hayat)
TABAKA-İ MESTURİYET Gizlilik tabakası. Örtülü oluş.
TABAKA-İ SEVÂBİT Sabit bilinen yıldızlar tabakası.
TABAKA´ Kelâmdan âciz kimse, konuşamayan kişi. * Cimaı yerince yapamayan kimse.
TABAKAT Tabakalar. Katlar. Gruplar. Dereceler.
TABAK-ÇE f. Küçük tabak.
TABAKHANE Ham derilerin işlendiği yer. (Aslı: Debbağhane) (Bak: Debbağ)
TAB´AN Yaratılıştan. Doğuştan. Huy ve tabiat itibariyle.
TABAN f. Işıklı. Parlak. * Parlayan güneş.
TABANÇE f. El ayası, avuç içi.
TABANKEŞ f. Yaya yürüyen piyade.
TABASBUS Yaltaklanmak. Kendini küçülterek riyakârlıkla kendini beğendirmeğe çalışmak.
TABASBUSÂT (Tabasbus. C.) Tabasbuslar, alçakça yalvarmalar, yaltaklanmalar.
TABASSUR (Basar. dan) Dikkatle bakıp, esasını kavrama. Dikkatle gözetiş.
TABAŞİR "Hind hıyarı" denilen bir deva.
TABAVER (Tâb-âver) f. Güçlü, kuvvetli. Dayanıklı. Dayanan.
TABAYİ´ Mizaçlar, tabiatlar, huylar. Yaratılışlar.
TABAYİ´-İ ESASİYE Temel ve esas olan tabiatlar, karakterler, yaradılışlar. * Toprak, su, hava gibi veya oksijen, hidrojen karbon, azot gibi unsurların hususiyetleri.
TABAYİ´-İ ZİRUH Ruhlu mahlukatın yaratılışları.
TABB Âdet. * Maharet. Ustalık. * Âlim.
TABBAĞ Kılıç yapan kimse.
TABBAH (C.: Tabbahîn) (Tabh. dan) Aşçı.
TABBAHÎN (Tabbah. C.) Aşçılar.
TABBAL Davulcu.
TABDADE f. Parlatılmış, yandırılmış.
TABDAR f. Işıklı, parlak. Büklümlü, kıvrımlı.
TABDARÎ f. Parlaklık.
TABDİH f. Işık veren. * İplik bükücü.
TABE f. Tava.
TABE-İ ZER Altun tava. * Mc: Güneş.
TABE Hurma. * Hamr.
TA-BE f. "... e kadar" mânasına gelir ve kelimelerin başlarına eklenir.
TÂ-BE-KEY Ne vakte kadar.
TÂ-BE-SABAH Sabaha kadar.
TABE (Tayyib. den) " İyi ve temiz olsun" mânasınadır.
TABEL (Tâbil) (C.: Tevâbil) Yemeklere konulan baharat.
TABEN (Tabâne-Tabâniye) Akıllılık.
TABENDE f. Işık veren, parlayan.
TABERÎ (Ebu Cafer Muhammed bin Cerir İbn-i Yezid) (Hi: 224 - 310) İslâm tarihçisi ve müfessiri olup Taberistan´da doğmuş, 7 yaşında Kur´anı hıfz edip bütün ömrünü ilme vakf etmiştir. Babasının adına izafetle Ceririye adlı bir fıkıh mektebi kurmuştur. İbn-i Cerir-et Taberî adı meşhurdur. Kur´an-ı Kerimin bütün kat´i sarih mânâlarını müteselsilen, an´aneli senetle menba-ı Risalete îsal ederek tefsirini yazmıştır.
TABERZED Bir cins şeker.
TABESEHER Sabaha kadar.
TABH Pişirme. Pişirilme. * İlâç kaynatma.
TAB´HANE f. Matbaa. Tab´ işleri yapılan yer.
TABH-HANE Lokanta, mutfak.
TABHÎ Pişirmekle veya pişirilmekle ilgili.
TABIK Büyük kiremit.
TABİ´ Birinin arkası sıra giden, ona uyan. Boyun eğen. İtaat eden. * Gr: Kendinden evvelki kelimeye göre hareke alan. * Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm´ı görmüş olanları, ashabını görüp, onlardan hadis dinlemiş olan.
TABİ´ Kitap basan, tab´eden. Kitap bastıran. Matbaacı. Editör.
TABİAT (Tabia) Yaratılış, huy, karakter. * Âlem ve içindekiler. Şeriat-ı fıtriyye. Hadiselerin ve varlıkların bağlı olduğu kanunlar. Allah, tabiatı yarattığı ve varlıkların nasıl hareket edeceğini kanunlariyle ve emirleriyle tayin ettiği halde Allah´ı inkâr edip tabiat yapıyor diyenler büyük bir sapıklık içindedirler. Tabiatta hiçbir şey kendi başına buyruk bağımsız, hür değildir. Herşey Allah´ın emirlerine bağlıdır. Oksijenle hidrojen, Allah´ın emrine yâni, koyduğu kanuna göre birleşir ve bu kanuna göre bir birleşim (su) meydana gelir. Işık, hangi eğimle gelirse yansırken o eğimle yansır. Bunu değiştiremez. Çünkü Allah´ın emri böyledir ve ona uyar. İki cisim birbirini kütleleriyle doğru ve aradaki mesafe ile ters orantılı olarak çeker, başka türlü davranamaz.Tabiatta herşey kopmaz zincirle bağlı olduğuna göre, tabiat yaratıcı da olamaz. Çünkü yaratma hür irade, önceden plânlama ve bir gayeyi gerektirir. Tabiatta ise bu yoktur. Halbuki tabiatta her an sayısız varlıklar yaratılıyor. Düşünebilenleri hayrette bırakan güzellikte ve mükemmellikte. O halde tabiatı, emrine bağlı kılan sonsuz irade, ilim ve kudret sahibi bunları yaratabilir. O da Allah´dır. Bir daktilo makinasının çalışma tarifesini gören kişi, makinanın mühendisini inkâr edip daktiloyu icad eden ve çalıştıran bu tarifedir demek ne kadar ahmaklıksa, tabiat kanunları denilen Allah´ın emir ve tarifenamesini görüp bunu varlıkların yaratıcısı sanmak, ondan bin derece daha ahmaklıktır. Varlıkların yaratılışı, tesadüfle de açıklanamaz. Esasen ilimde determinizm prensibi yâni kanuniyet ve zarurilik muayyeniyet kabul edilmiştir. Bu prensip tesadüfü reddeder. Tabiatta kapris yoktur, herşey belirli kanunlara bağlıdır der. Şansa ve ihtimaliyete göre meydana geliyor gibi görünen hadiselerin de bir kanuniyeti vardır. Esasen tesadüfle varlıkları açıklamak imkânsızdır. Birden ona kadar sayılan yazılı kartları tesadüfen bir torbadan sırayla çekme şansı 10 milyonda bir iken bir canlı hücrenin yapısında yer alan bir protein molekülünün tesadüfen meydana gelme şansı, birin önüne 300 tane sıfırı koymakla elde edilen sayıda birdir. Ancak bunun için milyarlı milyarlarca tekrarla elde edilecek sayı kadar kâinatın ömrü geçmesi lâzımdır. Tabiat bir makinedir, mühendisi değil, bir matbaadır, matbaacısı değil; bir kitapdır, kâtip değil; bir eserdir, müessir değil, bir kanundur, kanun koyucu değil."Tabiat iktiza ediyor, tabiat yapıyor" deyip Allah´ı inkâr etmek isteyenlere cevapEğer mevcudatta, hususan zihayatta görünen; basirâne, hakimâne olan san´at ve icad, Şems-i Ezelî´nin kalem-i kader ve kudretine verilmezse; belki kör, sağır, düşüncesiz olan tabiata ve kuvvete isnad edilse, lâzım gelir ki: Tabiat, icad için her şeyde hadsiz mânevi makine ve matbaaları bulundursun; veyahut her şeyde kâinatı halk ve icad edecek bir kudret ve hikmet dercetsin. Çünkü, nasıl şemsin cilveleri ve akisleri, zemin yüzündeki zerrecik cam parçalarında ve katrelerde görünüyor. Eğer o misâli ve aksi güneşcikler, semadaki tek güneşe isnad edilmese, lâzım gelir ki: Bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında tabii, fıtri ve güneşin hâsiyetlerine mâlik, zâhiren küçük, mânen çok derin bir güneşin hârici vücudunu kabul ederek, zerrât-ı züccaciye adedince tabii güneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi... Aynen bu misâl gibi; mevcudat ve zihayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelinin cilve-i esmâsına verilmezse, her bir mevcudda, hususan her bir zihayatta; hadsiz bir kudret ve irâde ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, âdetâ bir İlâhı içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise; kâinattaki muhalâtın en bâtılı, en hurafesidir. Hâlik-ı Kâinat´ın san´atını, mevhum, ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren, elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.Tabiat, bir san´at-ı İlâhiyedir, Sani´ olamaz. Bir kitab-ı Rabbanidir, kâtip olamaz. Bir nakıştır, nakkaş olamaz. Bir defterdir, defterdar olamaz. Bir kanundur, kudret olamaz. Bir mistardır, mastar olamaz. Bir kabildir, münfail olur; fâil olamaz. Bir nizamdır, nâzım olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, şâri´ olamaz. L.)(S - Onların daima iftiharla bahsettikleri tabiat, nevamis ve kuva nedir ki, kendilerini onlarla iknaa çalışıyorlar C - Tabiat dedikleri şey, bir matbaadır, tâbi´ değildir. Tâbi´, ancak kudrettir. Kanundur, kuvvet değildir. Kuvvet, ancak kudrettedir. Yahut, nasıl ki bildiğimiz şeriat, insanlardan sudur eden ef´âl-i ihtiyariyeyi bir nizam ve bir intizam altına alıp tahdit eden kaidelerin hülâsasıdır; veya devletin işlerini tanzim eden nizamların, düsturların, kanunların mecmuasıdır. Kezalik, tabiat denilen şey de, âlem-i şehadetin uzuvlarından ve eczalarından sudur eden ef´âl arasında bir nizam ve bir intizamı ika´ eden İlâhi bir şeriat-ı fıtriyyedir. Binaenaleyh, şeriat ile devlet nizamı, mâkul ve itibari emirlerden oldukları gibi, tabiat dahi itibari bir emir olup, hilkatte yâni yaratılışta câri olan Adetullah´tan ibârettir. Amma tabiatın bir mevcud-u hârici olduğunu tevehhüm etmek, bir fırka askerin, idman ve tâlim esnasında yaptıkları o muntazam hareketlerini gören bir vahşinin, "Aralarındaki o nizami idare edip birbiriyle bağlayan ip gibi bir şey mevcuttur." diye vahşice ettiği vehme benzer. Binaenaleyh, vicdanı ve aklı vahşi olan bir adam, sathi ve tebai bir nazarla devam ve istimrarını muhafaza eden tabiatın müessir bir mevcud-u hârici olduğuna ihtimal verebilir.Hülâsa : Tabiat, Allah´ın san´atı ve şeriat-ı fıtriyesidir. Nevamis ise, onun mes´eleleridir. Kuva dahi, o mes´elelerin hükümleridir. İ.İ.)
TABİAT-I MA´SİYET f. İsyan etmek, günah işlemek ahlâkında ve huyunda olmak.
TABİATI TAKLİD Tabiatta cari olan kanunları kelâmda da kendine göre tatbik etme.
TABİATPEREST f. Her şeyin kendi kendine olduğunu veya tabiatın meydana getirdiğini kabul eden. Allah´tan (C.C.) gaflet edip, kâinatın tesadüfen olduğunu zu´meden.
TABİB (C.: Tabibân-Etibbâ) Doktor, hekim.
TABİBÂN (Tabib. C.) Doktorlar, tabibler, hekimler.
TA´BİD Mükerrem etmek. * Katran bulaştırmak. * Hizmet etmek. * Zelil etmek. * Zelil etmek, kepaze yapmak.
TA´BİE Karıştırmak. * Beslemek, terbiye etmek. * Hazırlamak.
TABİH (Tabh. dan) Pişiren, aşçı.
TABİH Suda pişmiş et yahnisi.
TABİHA Öğle sıcağı.
TABİÎ Tabiat icabı olan. Tabiatla alâkalı. Normal. Kendiliğinden.(...İşte meşiet-i İlâhiyye ile vücuda gelen işlerde "inşâallah inşâallah" yerine "Tabiî tabiî" demek ne kadar hata ve muhalif-i hakikat olduğunu kıyas et... M.)
TABİÎ Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm´ı sağ iken görmüş olan mü´minlerle yani Ashabla görüşmüş ve onlardan ders almış olan sâlih müslümanlar. (Bak: Ashab)
TABİİYYET Tabi´lik. Tâbi olma. Bir kimseye mensub bulunma. Bir devletin teb´asından olma.
TABİİYYUN Tabiatçılar. Naturalistler. "Her şeyi tabiat yapıyor" diyen, maddeye dalmış, Allah´tan (C.C.) mânen uzaklaşmış kişiler.
TABİL (C.: Tevâbil) Yemeklere katılan biber, nane, tarçın gibi şeyler. * Çömlek içinde pişen nesne.
TA´BİR (Tâbir) İfade, anlatma. Söz. Mânası olan söz. Deyim. * Terim. * Rüya yorma. (Ubur. dan) Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka bir hak ve faydalı mânaya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders almak.
TA´BİR-İ SAMEDANÎ Allah´a mahsus tâbir. Kur´an´da beyan buyurulan en iyi tabir.
TA´BİRAT (Ta´bir. C.) Tabirler. İfade şekilleri. Anlatmalar.
TABİSTAN f. Yaz mevsimi.
TABİŞ f. Parlayış, parıldayış.
TABİŞ-GEH f. Parıltı yeri.
TABİÛN (Tâbiîn) (Tâbiî. C.) (Bak: Tabiî)
TA´BİYE Askerleri bir arazide düşmana karşı tam tedbir ve nizam üzere yerleştirme. * Muharebe toplarının yeri, istihkâm parçası. * Muvaffakiyet için kullanılan vâsıtalar. ("Tabya" yanlıştır)

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:57 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TABL Davul. * Kulak zarı.
TABL-BAZ f. Davulcu.
TABLDOT Fr. Lokanta, okul ve otellerde belli bir miktar para karşılığında verilen belirli çeşitlerden ibaret bir öğün yemek.
TABLE Dirhem.
TABLEK Dünbelek.
TABL-HANE f. Büyük davul.
TABL-ZEN f. Davulcu.
TABN Defnetmek, gömmek. * Tanbur.
TABNAK f. Parlak, ışıklı, ziyadar, münevver.
TABS İnsan.
TABTABA Su çağıltısı. * Tıpırtı.
TABU (Polinezya dilinden) Var olduğu sanılan, mukaddes hususiyetlerinden dolayı dokunulamıyan. Uğursuz ve korkunç olan şey.
TABUT (C.: Tevâbit) Sandık. * Ölü nakline mahsus sandık. * Dönüp dolaşıp gelinecek merci-i küll. * Hz. Musa Aleyhisselâm´a inen evâmir-i aşerenin konulduğu sandık. * Su kovası.
TABV (TABY) Sarfetmek, harcamak. * Dâvet etmek.
TABY (TIBY) At, katır, eşek ve geyik memesi.
TAC Hükümdarların başlarına giydikleri mücevherli ve kıymetli taşlarla süslü başlık. * Müslümanların, Peygamberimizin sünnetine uygun olarak veya onu temsilen başlarına sardıkları örtü; sarık, imame. * Gelinlerin başlarına koydukları cevahirli süslü başlık. * Kuşların başındaki uzunca tüy. * Çiçeklerin ortalarındaki renkli parlak kısım.
TAC-I SER Baş tacı. * Mc: Çok sevilip itibar edilen şey veya kimse. Muhterem, aziz.
TACBEYT Edb: Bir kasidenin sonlarında nazmedenin ismi bulunan beyit.
TACDAR f. Taçlı. Taç giyen padişah. Hükümdar.
TACDARANE f. Hükümdarlara yakışacak şekilde. Hükümdarca.
TACDARÎ f. Padişahlık, hükümdarlık.
TACEN Tava. * Büyük kiremit.
TACGAH f. Hükümet merkezi.
TA´CİB Hayrete düşürme, şaşırtma.
TA´CİF Arkalamak. * Doymaya yakın olana kadar yemek.
TA´CİL Acele ettirme, hızlandırma.
TA´CİLÂT (Ta´cil. C.) Çabuklaştırmalar. Acele ettirmeler. Hızlandırmalar.
TA´CİM Noktalama, noktalatma.
TA´CİN (Acn. dan) Hamur yapma, yoğurma, hamur hâline getirme.
TACİR Ticaret yapan, ticaretle uğraşan.
TA´CİZ (Acz. den) Huzursuz kılmak, rahatsız etmek, sıkıntı vermek, canını sıkmak. * Eğlendirmek. * Âciz etmek. * Kadının ihtiyarlayıp âcizleşmesi.
TA´CİZÂT (Ta´ciz. C.) Tacizler. Rahatsız etmeler, sıkıntı vermeler.
TACSER (Bak: Tâc-ı ser)
TAC Ü SERİR Taç ve (üzerine oturulan) taht.
TACVER f. Hükümdar, pâdişâh.
TADABBÜB Besililik. Semizlik.
TADABBÜR Muhkem olmak, sağlamlaşmak. * Bağlanmak.
TADACCU´ Üşenme, gevşek davranma.
TADACCUR (Ducret. den) Sıkılma, sıkıntı, iç sıkılması.
TADACÜM İhtilâf. Anlaşmazlık. * Eğrilik.
TA´DAD Sayı saymak. Sayıp dökmek. Birer birer söylemek. Sıralamak.
TADADD Birbirine düşmanlık etmek.
TADA´DU Alçak gönüllülük gösterme. * Viran olma. * Aklını kaybetme.
TADAFÜR Bir yere toplanmak. * Yardım etmek, muâvenet etmek.
TADAGUN Birbirini istemeyip garaz edişmek.
TADAHDUH şarap dökülmek.
TADAHHUM Ağızla tutmak.
TADAHUK Gülüşmek.
TADALLU´ Dolmak. * Suya kanmak.
TADALLÜL Gedik olmak.
TADAMM Bir yere cem´olmak, toplanmak.
TADAMMUH Bulaşmak.
TADAMMUN (Bak: Tazammun)
TADAMMÜD Yaraya merhem sürüp bezle bağlamak.
TADARR Birbirine zarar etmek.
TADARRU´ İnlemek.
TADARRUS Diş kamaşması.
TADARUG Sıkılmak.
TADARUT Yellenmek.
TADAUF Kat kat olmak.
TADAVVU´ Kokmak.
TADAVVÜC Derenin dar ve kısık yerleri çok olmak.
TADAVVÜR Çağırmak, bağırmak, feryad etmek. * İnlemek. * Açlık.
TADBAS Sabun.
TADBİB Semiz etmek, beslemek. * Geri koymak.
TADBİR Tabiatı muhkem olmak. * Nameyi iplikle bağlamak.
TADBİS Sabun.
TADCİ´ Süstlük etmek, zayıflamak.
TADCİR Can sıkma, yürek daraltma.
TADFİR Saç örmek. * Yürürken çok sallanmak. * Çok çalışmak.
TADHİK Güldürmek.
TADHİYE Kurban kesmek.
TADÎ Âdet.
TA´DİD Sayma. * Hazırlanma, hazırlanılma.
TA´DİD Mübâlağa ile ısırmak.
TAD´İF İki kat yapmak. * Çoğaltmak. * Zayıflatmak.
TA´DİL (Adl. den) Aslına zarar vermeden değiştirmek. Tebdil etmek.* Hafifletmek. * Doğrulaştırmak. Vasat hale koymak.
TA´DİL-İ ERKÂN Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku´dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak ve namazın bütün duâlarını dikkatle okumak. Namazın her rüknünü yerine getirmek, acele ile kılmamak" gibi.
TA´DİL Darlık vermek. * Veledi karnında büyük olup doğurması güç olmak.
TA´DİLAT Değişiklikler, doğrultmalar, değiştirmeler, tebdil etmeler.
TA´DİYE Tecavüz ettirmek, geçirmek. * Gr: Bir fiili müteaddi hâle koymak. Meselâ: "Gülmek. den: Güldürmek. Ölmek. den: Öldürmek" gibi.
TA´DİYE Dağılmak. * Koyunun yününü kırkmak.
TADLİ´ Kavunu dilim dilim kesmek.
TADLİL Doğru yoldan sapıtmak. * Azdırmak, ayartmak. Günah işletmek. Dalâlete saptırmak.
TADLİL-İ GAYR Başkalarını dalâlete nisbet etmek. Sapıklığına hükmetmek.
TADMİD Başına veya koluna merhem sürüp bez bağlamak.
TADMİR Atı semirince yulaf verip beslemek. (Kırk günde olur.) * İnce belli yapmak.
TADRİ´ Yakın etmek, yaklaştırmak.
TADRİB Kebabı iyi pişirmek. * Avazı güzelce çekip nağmelendirmek. (Buna "tadrib-i fi-s-savt" denir).
TADRİC Kanatmak.
TADRİM Ateş yakmak.
TADRİS Tecrübe görmüş olma.
TADRİYE Kandırmak. * Çok hırslı olmak.
TA´DUD Çok tatlı kara hurma.
TADYİ´ Zâyi etmek, kaybetmek.
TADYİF Konuk almak.TAF´ : Ateşin sönmesi.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:57 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TAFA İnce bulut.
TAFADDUL Faziletlilik iddia etmek, üstünlük iddiasında bulunmak.
TAFADUL Fazilet göstermek.
TAFAF Dolu olmak.
TAFA´FU´ Evmek, acele etmek.
TAFASSİ Halâs olmak, kurtulmak.
TAFATTUN (Fatanet. den) Anlama, farkına varma, akıl erdirme.
TAFATTUR Yarılma, ayrılma, açılma.
TAFAZZU´ Kesilmek.
TAFAZZUH Rezillik, kepazelik. Rüsvaylık.
TAFAZZUL (Fazl. dan) Üstünlük taslama.
TAFDİH (Fedahat. dan) Rezil etme. Kötülüklerini yayarak adını kötüleme.
TAFDİL Bir şeyi üstün kılmak. Birisini ötekisinden mühim görmek. * Gr: Bir şeyi "en üstün, daha üstün daha çok, en iyi, daha iyi" gibi mânâ ifâde etmesi için mukayese ve üstünlük gösteren ismini söylemek ki, buna "ism-i tafdil" denir. Ef´al () vezninde; efdal (daha faziletli), ekber; (en büyük), ahsen; (en güzel, daha güzel) gibi. Türkçede; kelimenin başına daha, en, pek, pek çok gibi kelimeler getirilerek yapılır. Farsçada ise; kelimenin sonuna "ter, terin" gibi ekler getirilir. Bed. den; bedter, bedterin (daha kötü, en kötü) gibi.
TAFE Yağmur. * Karanlık. * Güneşin, batmaya yaklaşması.
TAFES Kir, necis.
TAFF Tamam alıp eksik vermek.
TAFH Kaldırmak. * Dolu olmak.
TAFİ Her nesnenin üstüne gelen. * Hâriç, dış.
TAFİF Az, kalil.
TAFİH Dolu, mümteli.
TA´FİR Tozlu ve topraklı yapmak. * Ağartmak, beyazlatmak. * Kirletmek. Mülevves etmek. * Oğlan kaçsın diye kadının, emziğine toprak sürmesi. * Güneşte et kurutmak. (O kurumuş ete "afir" derler.)
TAFK (Tafak) Bir işe başlamak, mülâzemet etmek, başlayıp devamda sebat etmek.
TAFN Ölüm, mevt. * Haps.
TAFR (TUFUR) Yukarı sıçramak. Kalkmak.
TAFRA Yukarıya sıçrama atlama. * Yukarıdan atıp tutma. * İlmiye sınıfında rütbe ve derece alma.
TAFS (TUFUS) Ölüm, mevt.
TAFSİL Etraflı olarak bildirmek. * Açıklamak, şerh ve beyan etmek. İzah etmek.
TAFSİLÂT (Tafsil. C.) Açıklamalar, izahlar.
TAFSİLEN Uzun uzadıya, tafsilâtlı olarak.
TAFSİYE Halâs etmek, kurtarmak.
TAFŞELE Kaygana aşı. * Baklava.
TAFTAF Yumuşak taze ot. * Ağacın çevresi.
TAFTAFE (C.: Tavâtıf) Böğür, hâsıra.
TAFTHANE f. Matbaa. Basımevi.
TAFTİN (Fatanet. den) Anlatma, akıl erdirtme.
TAFTİR Orucunu açmak.
TAFV Bir şeyin batmayıp su üzerinde kalması. * Ağaç üzerinde yaprağın belirmesi. * Bir işe girmek. * Hayvanın tepe üzerine çıkması. * Ceylânın koşması.
TAFZİH (C.: Tafzihât) Rezil etme.
TAFZİZ Gümüş kaplama, gümüşleme.
TAGADDİ (Gıda. dan) Gıdalanmak, beslenmek. * Sabah yemeği.
TAGADDİYÂT (Tagaddi. C.) Gıdalanmalar, beslenmeler.
TAGALLÜB Zorbalık. * Hilâf-ı hak olarak musallat olmak. İstilâ etmek. * Üstün gelmek.
TAGALLÜBÂT (Tagallüb. C.) Zorbalıklar, tahakkümler.
TAGAME (C.: Tıgâm) Hor ve zelil kimse. * Ufacık kuşlar.
TAGAMGUM Anlaşılmaz söz.
TAGANNİ (Gınâ. dan) Muhtaç olmamak. * Kâfi bulmak. * Zengin olmak. * Şarkı söylemek. Bir ibareyi makamla okumak. * Bir şâirin birisini medih veya hicvetmesi.
TAGANNÜM (Bak: Tegannüm)
TAGAŞŞİ (Gışâ. dan) Bürünmek, örtünmek.
TAGAVVÜL Renkten renge girmek. Rengini değiştirmek.
TAGAYYÜB (Gayb. dan) Gözden kaybolma, görünmeme.
TAGAYYÜR Değişmek. Başkalaşmak. * Bozulmak. Renk değiştirmek. * Kokmak.(Tagayyür ve tebeddül; hudûsten ve tekemmül etmek için tazelenmekten ve ihtiyaçtan ve maddilikten ve imkândan ileri geliyor. Zât-ı Akdes ise; hem kadîm, hem her cihetçe kemal-i mutlakta, hem istiğna-yı mutlakta, hem maddeden mücerred; hem Vâcib-ül-Vücud olduğundan; elbette tagayyür ve tebeddülü muhaldir, mümkün değildir. L.)
TAGAYYÜRAT (Tagayyür. C.) Başkalaşmalar, bozulmalar. Değişmeler.
TAGAYYÜZ Gayzlanma, kin besleme. * Kızma, hiddete gelme.
TAGAYYÜZAT Hiddetlenmeler. Kızmalar.
TAGAZZİ (C.: Tagazziyât) Gıdalanma, beslenme.
TAGBİR (C.: Tagbirât) (Gubar. dan) Toza bulaştırma. * Gücendirme, muğber etme.
TAGDİYE Sabah yemeği yedirmek. * Gıdalandırmak, beslemek. Beslenmek.
TAGFİL (C.: Tagfilât) (Gaflet. den) Gafil avlama veya gafil avlanma.
TAGIYE Salak, kibirli ve inatçı adam. * Yıldırım.
TAGİ (Tagy) (Tuğyan. dan) Azgın. Azmış. Asi. Mütekebbir ve ahmak olan. * Dindar olmayan padişah.
TAGLİB Edb: Bir alâkadan dolayı bir kelimeyi, başka bir mânayı da içine alacak şekilde kullanma. Baba ile anaya "Ebeveyn" denilmesi gibi.
TAGLİF (Gılaf. dan) Kınına koyma, kılıfına sokma. * İyi kokulu nesneler yapmak.
TAGLİF-İ SÜYUF Kılıçları kılıfa koyma. * Mc: Sulh yapma, barışma.
TAGLİK (C.: Taglikat) (Galak. dan) Kapama, kapanılma. * Kilitleme. * Edb: Muğlak ve kapalı söz söyleme.
TAGLİS Fık: Kurban bayramının ilk gününde Müzdelife´de bulunanlar için o günün Sabah Namazını fecri müteakib daha ortalık karanlık iken kılmak. (Bu çok efdaldir) * Bir işi üzerine almak. * Sabah karanlığında sefer etmek.
TAGLİT (Galat. dan) Yanlışını çıkarma. Yanıltma. * Karıştırma.
TAGLİYE Pahalanma. * Kaynatma.
TAGLİZ (Gılzet. den) Kabalaştırma. Kaba ve galiz yapma. * Kaba söyleme. * Pahalanma.
TAGMİD Kınına koyma.
TAGMİS Batırma, daldırma.
TAGMİYE Evin üstüne direk yapmak. * Yüzü bir şeyle örtmek.
TAGMİZ Sıkmak. * Gövdesini sıktırıp ovdurmak.
TAGMİZ Göz yummak. * Sözü müşkil söylemek.
TAGNİYE (Gınâ. dan) Birini zengin etmek.
TAGR (C.: Tagrân) Bir küçük kuş.
TAGRİB (Gurbet. den) Birini gurbete gönderme. * Memleketten çıkarma, uzaklaştırılma. * Kovma.
TAGRİD Çağırmak. * Kuş ötmek.
TAGRİK (Gark. dan) Suda boğma.
TAGRİM Ödetme. Ödenme.
TAGRİM-İ DÜYUN Borçların ödenmesi.
TAGRİR (C.: Tagrirât) (Gurur. dan) Müşteriyi aldatma. Gurur verip aldatma. * Tehlikeli yerlere düşürmek.
TAGRİS (Gars. dan) Yere dikme.
TAGRİS Aç etmek.
TAGRİZ Batırmak. * Çekirgenin kuyruğunu yere batırması.
TAGŞİŞ (Gışş. dan) Karıştırmak saflığını gidermek. Değerli bir şeyi değeri olmayan şeylerle karıştırmak. * Aklı gidermek. * Hayran etmek.
TAGŞİYE (Gışâ. dan) Örtmek, örtünmek. Bürünmek. * (Gaşi. den) Kendinden geçirilmek.
TAGTİYE Örtme, örtülme.
TAGUN Azgın kimseler. * Cenab-ı Hakk´ın emir ve kanunlarından gaflet edip haksızlık edenler, zulüm edenler.
TAGUT İnsanları Allah´a (C.C.) karşı isyana sevkeden. İsyankâr. * Her bâtıl mâbud. * Şeytan. * İslâmiyetten önce Kâbe´deki putlardan birinin ismi.
TAGVA Tuğyan. Azgınlık.
TAGVİR Sonuna yetişmek. * Çukur yapmak. * Öğle vaktinde uyumak.
TAGVİS Medet istemek, yardım istemek.
TAGVİYE Azdırıp yoldan saptırma, baştan çıkarma.
TAGYİB Kaybetmek.
TAGYİM (Hava) bulutlu olmak.
TAGYİR Başkalaştırma. Değiştirme. Bozma. * İyiden kötüye değiştirme.
TAGYİRÂT (Tagyir. C.) Değiştirmeler, başkalaştırmalar; bozmalar.
TAGYİZ (Gayz. dan) Hiddetlendirme, kızdırma, öfkelendirme.
TAGZİN Hışım etmek, kızmak. * Buruşturmak.
TAGZİT Çok sıkı bağlama. Tazyik etme, basınç yapma.
TAGZİYE Gazâ ettirme, din uğrunda savaştırma.
TAGZİZ Gümüşle süslemek.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:57 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TAH Hamur.
TAH Atmak. * Uzaklaştırmak, ırak etmek. * Cimâ etmek.
TAHA ("Serdi" manasında fiil.) Yaymak, döşeyip düzgün sermek. * Arzın hayata münasip şekilde döşenmesi. Düzgün arz.
TÂHÂ Kur´an-ı Kerim´de mukattaat-ı hurufiyeden olup Cenab-ı Hak ile Peygamberimiz (A.S.M.) arasında bir şifredir. * Peygamberimizin (A.S.M.) bir ismidir. Mânası hakkında muhtelif rivayetler vardır.
TÂHÂ SURESİ Kur´an-ı Kerim´in 20. suresidir. Mekkîdir.
TAHA Bulut.
TAHA´ Döşenmiş ve yayılmış yer. * Bir nebat cinsi.
TAHA´ Yüksek bulut. * Gam, hüzün, keder.
TAHAB Birbiriyle sevişmek.
TAHABBUT Düşünmek. * Aklını eksiltmek, fâsid etmek.
TAHABBÜB Sevgi göstermek, muhabbet beslemek. Bir kimseyi dost ittihaz etmek. Sevdirmeği istemek.(Aç canavara karşı tahabbüb, merhametini değil, iştihasını açar; hem de diş ve tırnağının kirasını da ister. M.)
TAHABBÜŞ Cem´olmak, toplanmak.
TAHACC Husumet etmek, düşmanlık yapmak, kin tutmak.
TAHACCÜM (Hacm. den) Büyüme, irileşme, hacim peyda etmek.
TAHACCÜR Taşlaşmak. Taş kesilmek. Donup kalmak.
TAHACCÜRAT (Tahaccür. C.) Taşlaşmalar, taş kesilmeler.
TAHACİ´ Eğlenmek. * Tenbellik etmek.
TAHACU Hicvedişmek. Mesel söyleşmek.
TAHACÜC Hüccetleşmek. Birbirinden hüccet talep etmek, delil istemek.
TAHACÜZ Men´edişmek, karşılıklı engel olmak.
TAHADD Muhalefet edişmek, birbirine karşı gelmek.
TAHADDİ Meydan okuma.
TAHADDİ MU´CİZESİ Cenab-ı Hakk´ın, Resülüne inzal ettiği Kur´anın şeksiz, şüphesiz bir mu´cize-i ebediye olduğunu sarahaten göstermek için, şüphesi olanlara karşı "Kur´an´ın mislini ve nazirini yapın" diye meydan okuması.
TAHADDU´ (Hud´a. dan) Bilerek aldanma.
TAHADDÜB (C.: Tahaddübât) (Hadeb. den) Kamburlaşma.
TAHADDÜR (Hader. den) (Kadının) örtünme(si). Tesettür. * Uyuşma, uyuşturulma.
TAHADDÜR (Hadr. dan) İnişe doğru akıp gitme. * Yokuş aşağı hızla inme.
TAHADDÜR-İ MİYÂH Suların akıp gitmesi.
TAHADDÜS Yok iken peyda olmak. Ortaya çıkmak. Meydana gelmek. Olmak. * Haber vermek, sezgi.
TAHADDÜS Bilmediği ve duymadığı ihbar ve havadisi idrak eylemek. Zan ve tahmin etmek. * Sür´atle idrak etmek.
TAHADDÜŞ Tırmalanma. * Üzüntü duyma.
TAHADU´ Aldanmış gibi görünme.
TAHADÜS Haberleşmek.
TAHAF İnce ve şeffaf bulut.
TAHAF Yüksek bulut.
TAHAFFUZ Korumak, sakınmak. Kendini muhafaza etmek. * Barınmak.
TAHAFFUZÎ Korunma ile ilgili.
TAHAFFUZKÂR f. Korunan, sakınan. Kendisini muhafaza eden.
TAHAFFÜF (Hiffet. den) Hafiflemek. Hafif olmak. * Ayağa mest gibi bir şey giymek.
TAHAİ Birbiriyle kardeş olmak.
TAHAKKUD Kin tutma, kin gütme.
TAHAKKUK Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delil ile isbat edilmek. Sabit ve hakikat olduğu aşikâr olmak.
TAHAKKÜK Kaşınmak. Ovunmak.
TAHAKKÜM (Hüküm. den) Tekebbür, zorbalık etmek. Zorla hükmetmek.(Evet imanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi, sebeb-i istibdad da olamaz. L.)
TAHAKKÜMÂT (Tahakküm. C.) Tahakkümler, zorbalıklar.
TAHAKKÜMÎ Mânasız iddia. Delilsiz, isbatsız haklılık dâva etmek, Mânasız mücerred dâva.
TAHAKÜM Hükmedişmek.
TAHALHUL Deprenmek, harekete gelmek. * Aşağı etmek.
TAHALHUL (Halhal. dan) Ayağa bilezik takma. * Bir cismin hacminin büyümesi, şişmesi. * Hava cereyanı olması.
TAHALLİ (Halâ. dan) Boşalmak. Boş kalmak. Tenhaya çekilmek. Yalnız kalmak.
TAHALLİ (Halâvet. den) Kendi kendini donatmak. Süslenmek.
TAHALLUK Ahlâklanmak. İyi huy edinmek. Yüksek İslâmi ahlâkla ahlâklanmak.
TAHALLUT (Halt. dan) Karışma. Karışık olma.
TAHALLÜB Sızma. Ter çıkarma. * Sütlenme. Süt peyda etme. * İmrendiğinden ağzının suyu akmak. * Pâre pâre etmek, dağıtmak, parçalamak.
TAHALLÜD (Huld. dan) Bir yerde devamlı kalmak. Devamlı olmak.
TAHALLÜF Geride bırakılma. Arkada kalma. * Değişme. Uygun olmama.
TAHALLÜL (Hall. den) Hallolmak. Eczası birbirinden ayrılmak.
TAHALLÜL (Halel. den) Bozulmak. Ekşimek. Sirke olmak. * Araya girmek. Başka bir şeyin müdahale etmesi, karışması. * Dişleri hilâllamak.(Haşirde bütün zevil-ervahın ihyası; mevt-âlud bir nevm ile kışta uyuşmuş bir sineğin baharda ihyâ ve inşâsından kudrete daha ağır olamaz. Zira kudret-i ezeliye zâtiyedir; tagayyür edemez, acz tahallül edemez, avâik tedâhül edemez, onda meratib olamaz, her şey O´na nisbeten birdir. H.)
TAHALLÜM Bâliğ olmak.
TAHALLÜS Halâs olmak. Kurtulmak. * Edb: şiirde mahlâs kullanmak.
TAHALÜS Sövüşmek.
TAHAMHUM Atın yulaf görünce kişnemesi.
TAHAMİ İhraz etmek. Erişmek. Kazanmak.
TAHAMMİ (Hamy ve Himayet. den) Korunma, kendini himaye etme. * Perhiz etme.
TAHAMMUK Ahmaklaşma.
TAHAMMUS Büzülme. Büzülüp buruşma.
TAHAMMUZ Ekşimek. Mayalanmak. Oksitlenmek.
TAHAMMÜC Dikkatle bakmak.
TAHAMMÜD Ateşin sönmeğe yüz tutması.
TAHAMMÜL Yüklenmek. Bir yükü üstüne almak. * Sabretmek. Katlanmak. * Kaldırmak.
TAHAMMÜLGEZÂ f. Dayanılmaz, tahammül edilmez.
TAHAMMÜLGÜDÂZ f. Tahammülü ve dayanmayı yırtıp geçen.
TAHAMMÜLSUZ f. Tahammülü yok eden. Sabırsızlık veren.
TAHAMMÜR Mayalanmak. Ekşimek. * Sarhoşluk verecek hâle gelmek.
TAHAMMÜRÂT (Tahammür. C.) Ekşimeler, mayalanmalar.
TAHAMMÜS Sağlamlık, muhkemlik.
TAHAMUK Ahmaklaşmak.
TAHAMÜL Başkasının zahmetini yüklenmek.
TAHAMÜR Uyuşturmak. * şarap yapmak.
TAHAN Kendini deli olarak göstermek.
TAHAN Kendini toprağa gömerek yatan küçük bir hayvan.
TAHANET Değirmencilik.
TAHANNİ (Hany. dan) Eğilmek, eğrilmek. * Kınaya boyamak.
TAHANNÜF Hanefi mezhebinden olma. Hanefî Mezhebine girme.
TAHANNÜK Tülbendi çenesi altından dolamak.
TAHANNÜN Çok istekle sızlanma. * Şefkat etme. * Meyl ve muhabbet.
TAHANNÜS Tehir etmek, sonraya bırakmak.
TAHANNÜS İbadet etmek. * Andını bozmak.
TAHANNÜS Kırılmak. * Eğilmek. * Kırılıp bükülür olmak.
TAHANNÜT Ölü üzerine güzel kokular serperek kefenlemek.
TAHARET Temizlik. Nezafet. Temizlenmek. * Fık: Habes, necaset denilen maddeten en pis şeylerin veya hades denilen şer´î bir mâninin zevalidir.
TAHARET-İ KÜBRAÂ Cünüblük veya hayız, nifas gibi hallerden çıkmak için gusül abdesti alarak temizlenmek.
TAHARET-İ SUĞRA Abdestsizlik denilen hali, abdest alarak gidermek.
TAHARRİ (Hary. dan) Aramak. Araştırmak. İncelemek. Araştırılmak.
TAHARRİ-İ HAKİKAT Hakikatı, doğruyu araştırmak, aramak.
TAHARRİYÂT Araştırmalar. Aramalar. Aratmalar.
TAHARRUK Yırtılma. Koparılma. Sökülme. Yarılma.
TAHARRÜC Zahmetli yerden uzaklaşmak. * Günah işlemek.
TAHARRÜC Günahtan içtinab etmek, günahtan çekinmek.
TAHARRÜF Sapmak. İnhiraf etmek.
TAHARRÜK (Bak: Teharrük)
TAHARRÜM (Haram. dan) Haramdan sakınma. Kaçınma, sakınma, çekinme.
TAHARRÜM Yarılmak.
TAHARRÜS Sakınmak, korunmak.
TAHARRÜS Ekin ekmek.
TAHARRÜŞ (C.: Taharrüşât) Tırmalanma.
TAHARRÜZ Sakınma, çekinme, korunma.
TAHARÜC Tevzi etmek, dağıtmak.
TAHARÜS Ekin ekmek, tahıl ekmek.
TAHASSUL Hâsıl olmak. Üremek. Husule gelmek. Bir araya birikip sâbit ve bâki olmak. Netice olarak çıkmak.
TAHASSUN Bir kaleye kapanmak. Korunmak. İstihkâma çekilmek. Tahkim edilmiş bir yere sığınmak.
TAHASSUNGÂH f. Sağlam korunulacak yer. Sağlam sığınak.
TAHASSUS (Husus. dan) Hususi ve mahsus olmak. Bir kimseye mahsus kılınmak.
TAHASSUR Eli böğüre koymak.
TAHASSÜN (Bak: Tahassun)
TAHASSÜR Pıhtılaşmak. Kanın pıhtılaşması.
TAHASSÜR-İ DEM Kanın pıhtılaşması.
TAHASSÜR (Hasret. den) Hasret çekmek. Elde edilmesi istenilen ve ele geçirilemeyen şeye üzülmek.
TAHASSÜRÂT Tahassürler. Hasret çekmeler.
TAHASSÜR Dili tutulup konuşamamak.
TAHASSÜS İyi bir haber duyup memnun olmak. Kalben ve ruhen hislenmek, hissetmek. * Casuslamak. * Aratmak.
TAHASSÜSÂT (Tahassüs. C.) Duygulanmalar, hislenmeler.
TAHASÜB Hesaplaşmak.
TAHASÜD Hased edişmek, düşmanlık etmek.
TAHASÜM Husumet edişmek, düşmanlık yapmak.
TAHASÜR Birbirinin beline elini sokup yürümek. * Eli böğürüne koymak.
TAHAŞHUŞ Kâğıt hışırtısı. * Yeni kaftan avazı. Silâhların sürtünmelerinden çıkan ses.
TAHAŞHUŞ Deprenmek, harekete geçmek.
TAHAŞİ Bir yana olmak. * Utanmak. * Sıkılmak.
TAHAŞŞİ (Haşyet. eden) Korkmak. Çekinmek. Ürpermek.
TAHAŞŞU´ (Huşu. dan) Mütevâzi olmak. Alçakgönüllülük gösterme.
TAHAŞŞÜD Birikme, yığılma. Toplanma.
TAHAŞŞÜN (Huşunet. den) Katılaşma, sertleşme.
TAHAŞŞÜN Kin tutmak. * Kokup yemek.
TAHAT Ufak etmek. Ufalamak.
TAHATIH Karanlık. * Bulutluluk.
TAHATTİ (Bak: Tahaddi)
TAHATTİ (Hatve. den) Bir şeyi atlayıp geçmek. * Sınırı aşmak. * Saldırış.
TAHATTİAT (Tahatti. C.) Saldırışlar, tecavüzler.
TAHATTUM Kin, hiddet ve öfke içinde olmak.
TAHATTUR Hatırlamak. * Muhatara ve tehlikeden kaçıp uzaklaşmak.
TAHATTÜM (Hatem. den) Hatem, yüzük takınmak. * Tas: Ariflerin gönlüne Allah´ın koyduğu işaret.
TAHATTÜM (Hatm. dan) Lüzumlu ve gerekli olma. Vâcib olma.
TAHATTÜM Kırmak.
TAHATTÜR Tembel tembel yürümek.
TAHATÜL Birbirini aldatmak.
TAHAVUS Göz ucuyla bakmak.
TAHAVVU´ Eksilmek, noksanlaşmak.
TAHAVVÜB Bir nesneye acınmak ve mahzun olmak.
TAHAVVÜF Korkuya düşmek. Korkmak. * Bir şeyi eksiltmek.
TAHAVVÜL (Hâl. den) Birinden diğerine geçmek. Tebdil olunmak, değişmek. Dönmek. Bir hâlden başka bir hâle geçmek.
TAHAVVÜLÂT (Tahavvül. C.) Tahavvüller. Değişmeler.
TAHAVVÜLÂT-I KÜLLİYE Büyük değişiklikler.
TAHAVVÜLÂT-I ZERRAT Zerrelerin tahavvülü.(Tahavvülât-ı zerrat, Nakkaş-ı Ezelî´nin kalem-i kudreti, kitab-ı kâinatta yazdığı âyât-ı tekviniyenin hengâmındaki ihtizazatı ve cevelânıdır. Yoksa; maddiyyun ve tabiiyyunların tevehhüm ettikleri gibi tesadüf oyuncağı ve karışık, mânasız bir hareket değildir. Çünkü; bütün mevcudat gibi zerreler ve her bir zerre, mebde-i hareketinde "Bismillah" der. Çünkü nihayetsiz, kuvvetinden fazla yükleri kaldırır. Ve buğday dânesi kadar bir çekirdeğin koca bir çam ağacı gibi bir yükü omuzuna alması gibi... Hem vazifesinin hitamında "Elhamdülillah" der. Çünkü: Bütün ukulü hayrette bırakan hikmetli bir cemâl-i san´at, faydalı bir hüsn-ü nakş göstererek Sâni-i Zülcelâl´in medâyihine bir kaside-i medhiye gibi bir eser gösterir. Meselâ: Nar ve mısıra dikkat et. S.)
TAHAVVÜN Eksilmek. * Ziyafet vermek. * Söz vermek, ahdetmek.
TAHAVVÜR Tezlik, acelecilik.
TAHAVVÜS Bahadırlık, kahramanlık. * Sefer niyyetiyle bir yerde durmak.
TAHAVÜZ Birbirini cenkten men´etmek. Dövüşten alıkoymak.
TAHAYYÜL (C.: Tahayyülât) Hayale getirmek. Hayalde canlandırmak. Fikir kurmak. (Bak: Dimağ)
TAHAYYÜLÂT (Tahayyül. C.) Tahayyüller, hayale dalmalar, hayalde canlandırmalar.
TAHAYYÜR Beğenip seçmek, muhayyer olmak.
TAHAYYÜR Şaşakalmak. Hayret etmek. Şaşırmak. Hayran olmak.
TAHAYYÜRÂT (Tahayyür. C.) Hayrete düşüp şaşakalmalar. Hayran olmalar.
TAHAYYÜZ (Hayz. den) Yer tutmak, yer almak. * Ehemmiyet kazanmak. * Fiz: Herhangi bir cismin boşlukta yer alması.
TAHAZ Birbirini kandırmak, aldatmak.
TAHAZHUZ Suyun deprenmesi, hareket etmesi.
TAHAZÜL Birbirini rüsvay etmek, kepaze etmek.
TAHAZZU´ (Huzu. dan) Alçakgönüllülük gösterme. Mütevazi olma.
TAHAZZUR (Hıdr. dan) Yeşillenme.
TAHAZZUR (Hazır. dan) Hazır bulunma. Hazır olma.
TAHAZZÜB (Hizb. den) Toplanma, birikme. Küçük topluluk meydana getirme.
TAHAZZÜN Kederlenmek, hüzünlenmek. Birine acımak. Mükedder olmak.
TAHAZZÜN Hazineye girmek. * Yığılmak.
TAHAZZÜR (Hazer. den) Sakınma, korunma, çekinme.
TAHBİB Fâsid etmek, bozmak.
TAHBİE Gizlemek, saklamak. * Kadını perdeye koyup kimseye göstermemek.
TAHBİR (Haber. den) Haber etme. Haber verme.
TAHBİR Tahsin etmek, tezyin etmek. Güzelleştirmek, süslemek.
TAHBİYE Hıfzetmek, korumak. * Engel olmak, men´etmek.
TAHCİL (C.: Tahcilât) (Hacl. dan) Utandırma.
TAHCİL Atın dört veya üç ayağında veya ikisinde bileklerinden yukarı olan beyazlık.
TAHCİR Bir yere taş koymak, taş yığmak. * Fık: Kimsenin girmemesi için arazinin etrafına taştan sınır yapmak. * Hayvanı dağlayıp nişanlamak.
TAHDİ´ Aldatmak.
TAHDİB Kamburlaştırma. Kubbelendirme.
TAHDİC Dikkatle bakmak. * Atmak.
TAHDİD Hudutlandırmak. Sınırlamak. Sınırı belli etmek. * Tarif etmek. * Bir şeyi kasdetmek. * Keskin etmek. Bilemek.
TAHDİD-İ SİNN Yaş haddi. Emeklilik.
TAHDİDÂT Tahditler. Sınırlamalar.
TAHDİK (Hadeka. dan) Gözünü dikip, ayırmadan ve dikkatle bakma.
TAHDİM Hizmet ettirmek. * Atın ayaklarının beyazlığı dirseklerinden aşağı olmak.
TAHDİR (Hader. den) Örtülendirme, örtülü bulundurma. * Uyuşturmak.
TAHDİR Acele ettirmek. * Nüzul ettirmek, indirmek.
TAHDİS (Hudus. dan) Söylemek. Anlatmak. Rivayet etmek. * Şükür ve teşekkür ile bildirmek. Görülen iyiliği herkese söylemek. * Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm´ın sözünü tekrarlamak.
TAHDİS-İ NİMET Cenab-ı Hakk´a karşı şükrünü edâ etmek ve teşekkür etmek maksadiyle nâil olduğu nimeti anlatmak, onunla sevincini ve şükrünü bildirmek. (Bak: Küfran-ı ni´met)(Bâzan tevâzu´, küfran-ı ni´meti istilzam ediyor, belki küfran-ı ni´met olur. Bâzan da tahdis-i ni´met, iftihar olur. İkisi de zarardır. Bunun çâre-i yegânesi ki; ne küfran-ı ni´met çıksın, ne de iftihar olsun. Meziyet ve kemalâtları ikrar edip, fakat temellük etmiyerek, Mün´im-i Hakiki´nin eser-i in´âmı olarak göstermektir. Meselâ: Nasılki murassa´ ve müzeyyen bir elbise-i fâhireyi biri sana giydirse ve onunla çok güzelleşsen, halk sana dese: "Mâşâallah çok güzelsin, çok güzelleştin. "Eğer sen tevazu´kârâne desen: "Hâşâ!.. Ben neyim, hiç. Bu nedir; nerede güzellik " O vakit küfran-ı ni´met olur ve hulleyi sana giydiren mahir san´atkâra karşı hürmetsizlik olur. Eğer müftehirane desen: "Evet ben çok güzelim, benim gibi güzel nerede var, benim gibi birini gösteriniz... "O vakit, mağrurane bir fahirdir.İşte, fahirden, küfrandan kurtulmak için demeli ki: "Evet ben güzelleştim, fakat güzellik libasındır ve dolayısiyle libası bana giydirenindir; benim değildir." M.)
TAHDİSÂT Anlatmalar. Rivayet etmeler. * Teşekkürle bildirmeler. * Hadis anlatmalar.
TAHDİŞ (Hadeş. den) Kurcalamak. Tırmalamak. * İncitmek. * Kaşımak.
TAHDİŞ-İ EZHAN Zihinleri kurcalamak, tırmalamak.
TAHDİŞAT (Tahdiş. C.) Tırmalamalar. Kurcalamalar.
TAHE Helâk oldu, berbad oldu (meâlinde fiil).
TAHF Gam, tasa.
TAHFE Mekân, mevzi.
TAHFE Bakla otunun yukarı ucu.
TAHFİF (Hıffet. den) Hafifletme, yükünü azaltma. Kolaylaştırma. * Lâyıkı vechiyle hürmet etmemek. * Maddî-manevî bir ızdırabı azaltmak. * Kelimelerin bazı harflerini terketmekle telâffuzunu kolaylaştırmak.
TAHFİFÂT (Tahfif. C.) Hafifletmeler; yükünü eksiltmeler, kolaylaştırmalar.
TAHFİL Koyunun sütü çoğalsın diye birkaç gün sağmayıp bırakmak.
TAHFİR (C. Tahfirat) (Hufre. den) Çukur kazma.
TAHFİR Utandırmak. * Aman vermek.
TAHFİZ Aşağı indirmek. * Asan etmek, kolaylaştırmak.
TAHH Ekşi hamur. * Susam posası.
TAHH Kırmak.
TAHHAN (Tahn. dan) Değirmenci, öğütücü.
TAHHANE Çokluk deve. Deve sürüsü. * Çok asker.
TAHIL Bayat su. Bekleyerek bozulmuş su.
TAHILLE Gerçek yere yemin etmek. * Yeminden kurtulmak için verilen keffaret.
TAHILLET-ÜL KASEM Yemin keffareti.
TAHINE (C.: Tavâhın) Azı dişlerinden birisi.
TAHİ Çekilmiş. Uzatılmış. * Kesret, çokluk.
TAHİN Darı unu. * Öğütülmüş tahıl. * Şekerle karıştırılarak helvası yapılan öğütülmüş susam.
TAHİNE (C.: Tavâhin) Öğütücü diş, azı dişi.
TAHİR Yüksek nefes.
TAHİR(E) Temiz. Pâk. Abdesti bozacak veya guslü icab ettirecek şeylerden birisiyle özürlü olmayan. * Zâhir ve bâtında bütün ayıp ve kirlerden temiz, pâk olduğu için Hz. Peygamberimize de (A.S.) bu isim verilmiştir. * Müzikte: Makam ismi.
TAHİRAT Pâk ve temiz olanlar.
TAHİYYAT Selâmlar. Duâlar. Manevî hayat hediyeleri. Tezahürat-ı hayatiye. * Mâlikiyet, beka ve mülk. (Bak: Et-tahiyyatü)
TAHİYYE Selâmlar, dualar. Hayır duâları. * Mülk, beka ve devamlılık. * Namazın iki ve dört rek´atı sonunda okunan Ettahiyyat duası. * Selâm verme ve hayır dua etme. * Mülk ve mâlikiyet.
TAHİYYET-ÜL MESCİD Bir mescide veya bir camiye girildiğinde, sevab niyetiyle, oturmadan evvel kılınan namaz.
TAHKİK Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak. * Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir. Kur´an kıraat ıstılahında ise: Her harfin hakkını vermek, özel sıfatlarına riayet etmek, sesi tam mahrecinden çıkarmak, medleri gerektiği kadar uzatmak, hareke, ızhar ve gunneleri okuyuş hassasiyetinin en son imkânını kullanarak okumaktır.
TAHKİKAN İnceleyerek. Araştırma suretiyle. Hakikatını öğrenerek.
TAHKİKAT Araştırmalar. Hakikati ve doğruyu inceleyip öğrenmek için yapılan taharriyat.
TAHKİKAT-I İBTİDAİYYE Huk: İlk tahkikat. İlk soruşturma.
TAHKİKÎ (TAHKİKİYE) Araştırma ile alâkalı. Tahkikata ait.
TAHKİKÎ İMAN (Bak: İman-ı tahkikî)
TAHKİM Hakem tayin etmek. Hâkim nasbeylemek. * Kuvvetlendirme. Sağlamlaştırmak, kavileştirmek. * Birisini fesattan men´eylemek. * Mahkemede hasmın dâvalarının açıkça belli olması için hâkimi değiştirmek.
TAHKİMÂT Ask: Bir yeri düşmanın hücumuna karşı sağlamlaştırmak.
TAHKİR Hareket etmek. Hor görmek. Küçük görmek. Aşağı ve alçak addetmek.
TAHKİR-ÂMİZ f. Hakaretle karışık söz. * Tahkir edici.
TAHKİRÂT (Tahkir. C.) Tahkirler. Hor ve küçük görmeler. Hakaret etmeler.
TAHKİYE Anlatmak. Hikâye etmek.
TAHL Dalak ağrısından incinmek. * Bozulmak, değişmek.
TAHL Durmakla değişen su.
TAHLEE Bulut.
TAHLİ´ (Hal´. dan) Söküp çıkarmak. Koparmak. * Tahttan indirmek.
TAHLİD (Huld. dan) Devamlı olarak oturtma veya oturtulma.
TAHLİF (Halef. den) Birini kendi yerine bırakmak.
TAHLİF (Half. dan) Yemin ettirmek. Yemin vermek.
TAHLİK (C.: Tahlikat) Tıraş etme.
TAHLİK Yaratmak. * Eskitmek.
TAHLİL (Hall. den) Sirkeleştirme. Ekşitme. * Dişlerini hilâllamak. Gerçek yere yemin etmek. * Açmak.
TAHLİL Müşkül meseleyi halletmek. * Bir şeyi kolaylıkla tutmak. * Eritmek. * Bir şeyi helâl kılmak. * Yemine kefaret etmek. * Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması. * Fiz: Mürekkep bir cismi tetkik etmek için esas unsurlara ayırma, çözümleme. * Kim: Analiz. * Tıb: İlâçla şişliği gidermek.
TAHLİL-İ HURDEBİNÎ Mikroskopla tahlil.
TAHLİLAT (Tahlil. C.) Tahliller, analizler.
TAHLİM (Hilm. den) Kızgınlığını ve öfkesini giderme. Sâkinleştirme, yumuşatma, teskin etme.
TAHLİS Kurtarmak. Halâs etmek. * Bir şeyin özünü, hülâsasını almak.
TAHLİS-İ GİRİBAN Yakayı kurtarma, kurtarılma.
TAHLİSEN Hülâsa ederek. Özünü söyleyerek.
TAHLİSİYYE Can kurtaran.
TAHLİT (Halt. dan) Karıştırma. Karıştırılma. Bozma. Saflığını giderme. Fâsid etme.
TAHLİYE (Haly. den) Süslemek. Donatmak. Donatılmak. * Tatlılandırmak. * Kim: Bir madde içine hassasını veya kokusunu değiştirmek için şeker, baharat ve benzeri gibi şeyleri katmak.
TAHLİYE (Halâ veya halvet. den) Boşaltmak. Boş bırakmak. Serbest bırakmak. * Tathir etmek. Temizlemek.
TAHLİYE-İ SEBİL Bir suçluyu bırakma, salıverme.
TAHLİZ Bir kimsenin kulağına küpe ve koluna bilezik takmak.
TAHMA Bir ot cinsi.
TAHME İnsan cemaatı, topluluk. * Büyük sel.
TAHMEL(E) (C.: Tahamil) Ahlâkı kötü kimse.
TAHMER Sıçramak. * Doldurmak.
TAHMİC Şiddetle bakmak. * Gözünü açıp yummak.
TAHMİD (Hamd. den) Hamdetmek. * Medhetmek, övmek. * Elhamdülillâh" kelâmının mânasını ifade etmek.
TAHMİDÂT Hamdler ve şükürler. (Bak: Hamd)
TAHMİDİYE Hamdetmeğe dair. Hamdetmek hakkında. * Çok mühim bir duânın ismidir.
TAHMİK (Humk. dan) Ahmak demek, ahmak olduğunu söylemek.
TAHMİL Yüklemek. Taşıtmak. Bir kimse üzerine bir işi bırakmak.
TAHMİL-İ MİNNET Birini minnet altında bırakma.
TAHMİL-İ ZAHMET Zor bir işi birine yükletme.
TAHMİLÂT (Tahmil. C.) Yükletmeler, yükletilmeler, yüklemeler.
TAHMİM Zina eden kimseyi ziftleyip, dövüp, yüzüne kara vurup, ters olarak eşeğe bindirip gezdirmek.
TAHMİN (Hamn. dan) Aşağı yukarı bir fikir söylemek. İhtimallere dayanan düşünce. Zayıf delil ile hüküm ve kıyas etmek.
TAHMİNEN Takriben, aşağı yukarı.
TAHMİNÎ Tahmin yoluyla. Tahminle alâkalı.
TAHMİR (Hamr. dan) Mayalandırma. * Yoğurma, yoğurtma.
TAHMİR Kızartmak. * Birine "eşek" demek.
TAHMİRE Bulut.
TAHMİS (Hums. dan) Bir şeyi beş kat veya beş köşe haline getirmek. * Edb: Bir şiirin her beytine üçer mısra ilâve ederek beşe çıkarmak.
TAHMİS Ateşte kızdırıp kavurmak. * Kahve kavrulan ve satılan yer.
TAHMİS-HÂNE f. Kahvenin kavrulup öğütülüp satıldığı yer.
TAHMİŞ Tırmalamak. * Hiddetlendirmek.
TAHMİZ Azaltmak.
TAHN (C.: Tahniyât) Öğütme, öğütülme.
TAHNİB Atın belinde ve ayaklarında eğrilik olmak.
TAHNİK (Hunk. dan) Boğmak.
TAHNİK (Oğlan) damağını ovmak. * Fikrini düzeltmek.
TAHNİT Mumyalamak. Ölüyü bozulmadan muhafaza etmek için ilâçlamak.
TAHNİYE Kınaya boyamak.
TAHR Uzaklaştırmak. Irak etmek. * Atmak. * Göz çapağını dışarı atmak. * Seri, hızlı. * Oku uzak giden yay.
TAHREBE Ağaç kurdunun ağacı oyup delmesi.
TAHRİB (C.: Tahribât) Harab etme, edilme. Yıkma. Bozma.
TAHRİBÂT (Tahrib. C.) Tahribler, yıkıp bozmalar, harab etmeler.
TAHRİBKÂR Tahrib eden, yıkan.
TAHRİC (Huruc. dan) Çıkartma. Meydana koyma. * Şehadetname vermek. * Fık: Müçtehidlerin istinad ettikleri naslara, kaidelere, asıllara tatbikan şer´î hükümleri istihrac etmek. Bu tarz ile hüküm çıkarabilmek salâhiyetinde olanlara: Muharric, sahib-i tahric, ashâb-ı tahric denir.
TAHRİC Darlık ve zahmet vermek, tazyik.
TAHRİF (Harf. den) Harflerin yerini değiştirmek. Bozmak. Kalem karıştırmak. * Kendi menfaati veya başkasının zararı için bir ibârenin mânasını değiştirmek. * Başka tarafa meylettirmek.
TAHRİFÂT (Tahrif. C.) Bozmalar. Kalem karıştırmalar.
TAHRİF Genç bir adama bunaklık isnad etme.
TAHRİK Kımıldatma. Kımıldatılma. Yerinden oynatma. Hareket ettirme. * Gr: Cezimli bir harfi harekeli okuma. * Yola çıkarma. * Azdırma, kışkırtma. * Uyandırma.
TAHRİK Yarma, yarılma. * Yırtma, yırtılma.
TAHRİK Yakma. Yakılma. * Susatma. Susatılma.
TAHRİK-AMİZ f. Kışkırtıcı. Tahrik edici.
TAHRİKAT Ayaklandırmalar, kışkırtmalar. Hareket ettirmeler.
TAHRİM Haram kılma. Haram kılınma. Dince yasak edilme. * Kudsî sayarak yaklaşmayı yasak etme.
TAHRİM SURESİ Kur´an-ı Kerim´in 66. Suresidir. "Lime tüharrimu" da denir. Medine´de nâzil olmuştur.
TAHRİM Yarmak. Pâre pâre kesmek, parçalamak.
TAHRİME Namaza başlanırken söylenen tekbir. * Hacıların ihrama bürünmeleri.
TAHRİMEN Haram olarak. Harama yakın olarak.
TAHRİMEN MEKRUH (Vâcibin zıddı) Harama yakın iş olup, zannî delil ile olan nehiydir.
TAHRİMÎ (Tahrimiyye) Haramla ilgili, harama ait.
TAHRİM TEKBİRİ İftitah tekbiri de denir. (Bak: İftitah tekbiri)
TAHRİR Yazmak. Yazılmak. Kaydetmek. * Hürriyete kavuşturmak.
TAHRİR-İ RAKABE Köle veya cariye azad etme.
TAHRİRÂT Tahrirler. Yazı. Resmî mektup.
TAHRİREN Yazmak suretiyle, yazı ile.
TAHRİS (C.: Tahrisât) (Hırs. dan) Hırslandırma.
TAHRİS Elbisenin eteğine konulan parça.
TAHRİS Kendini hıfzetmek, kendini korumak.
TAHRİŞ (C.: Tahrişât) Tırmalama. Yakıp kaşındırma. * Azdırma. Rencide etmek.
TAHRİŞ Aldatıp kandırmak. * Koparmak.
TAHRİZ (C.: Tahrizât) (Hırz. dan) Kışkırtma, kışkırtılma. * Kandırmak. * Koparmak

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:57 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TAHS Eliyle defetmek, eliyle itip kovmak.
TAHS İfsad etmek, bozmak.
TAHSA´ Toprak saçmak.
TAHSİB Ölüyü taş altına gömmek.
TAHSİB Ufak taşları mescide veya başka yere döşemek.
TAHSİF Nâlin yaptırmak.
TAHSİL Hâsıl etmek. * İlim edinmek. İlim öğrenmek veya öğretmek için çalışmak. * Vergi toplamak. * Aşikâre eylemek.
TAHSİLÂT Devlet gelirlerinin toplanması.
TAHSİLDÂR f. Devlet gelirlerini vazifeli olarak toplayan, tahsil eden memur.
TAHSİM Kestirmek. * Dağılmak.
TAHSİN (Hısn. dan) Kale gibi sağlamlaştırma. * Muhafaza altına alma.
TAHSİN Beğenmek ve alkışlamak. * Tezyin eylemek, güzelleştirmek. * İyi ve güzel bulmak.
TAHSİN-İ KELÂM Bir sözü beğendiğini ifade etmek. Sözü güzelleştirmek.
TAHSİN-İ LÂFZ Lâfı süsleme, sözü güzelleştirme.
TAHSİNAT Alkışlamalar. Güzelleştirmeler. Beğenmeler.(Bilbedahe şöyle tahsinat ve tezyinat, onların Sâniinde gayet şiddetli bir irâde-i tahsin ve kasd-ı tezyin var olduğunu gösterir. Ve irade-i tahsin ve tezyin ise bizzarure o Sâni´de san´atına karşı kuvvetli bir rağbet ve kudsi bir muhabbet olduğunu gösterir. Ve masnuât içinde en câmi´ ve letaif-i san´atı birden kendinde gösteren ve bilen ve bildiren ve kendini sevdiren ve başka masnuattaki güzellikleri mâşâallâh deyip istihsan eden bilbedahe o san´atperver ve san´atını çok seven Sâni´in nazarında en ziyade mahbub, O olacaktır. S.)
TAHSİNHÂN f. Aferin diyen. Beğenip alkışlayan.
TAHSİNKERDE f. Beğenilmiş.
TAHSİR Hasret bırakma. Hasret etme. * Kuşun tüyünü bırakması, dökmesi.
TAHSİR (Hasar. dan) Zarara sokma, ziyana uğratma.
TAHSİR İnce belli etmek.
TAHSİS Rağbet ettirmek. Meylettirmek, yöneltmek.
TAHSİS (Husus. dan) Belli bir gaye için kullanmak. * Bir şey veya bir kimse için ayırmak. * Kredi. Tazminat.
TAHSİSAT Bir kimse veya bir daire için ayrılmış para veya mal.
TAHSİSAT-I MESTURE (Bak: Mesture)
TAHSİSEN Tahsis suretiyle. * Hele, en çok.
TAHŞİD Yığma. Toplama. Biriktirme. Yığınak. * Bir mevzu hakkında çok izah ve konuşmalar.
TAHŞİDÂT Birikmeler. Toplamalar. Yığınaklar. * Konuşarak fazla üzerinde durma.
TAHŞİM Öfkelendirme, kızdırma, gazablandırma.
TAHŞİN İri ve kaba etmek.
TAHŞİR Noksan etmek, eksiltmek.
TAHŞİYE Derkenar, haşiye yazma veya yazılma.
TAHŞİYE (Haşyet. den) Korkutma. Ürpertme.
TAHT f. Yağma, talan, soygun, çapul.
TAHT Alt. Aşağı. * Gr: Gelecek olan zamir.
TAHT-EL ARZ Yer altı. Toprak altı.
TAHT-EL BAHİR Denizaltı. Denizaltı gemisi.
TAHT-EŞ ŞUUR Şuur altı. Şuur haricinde olarak açılıp yayılan zihnî faaliyet.(Taht-eş şuur, gayr-ı meş´urdan vâzıhan farklıdır. Hâfızada teraküm etmiş, fakat bu anda kendisini düşünmediğimiz hâtıralar, gayr-i meş´ur ve kaimdirler. Fakat taht-eş şuur değildirler. L.R.)
TAHT-I ESARET Esaret altı.
TAHT-I HÜKÜM Hüküm altına.
TAHT-I MÜZAKERE Konuşulmakta olan.
TAHT f. Hükümdarların oturduğu büyük koltuk. Hükümdarlık makamı.
TAHT-I BELKIS Belkıs´ın tahtı. (Çok eski mecusi Yemen padişahlarından Şerahil´in kızı Belkıs, başka kardeşi olmadığından babasının yerine Yemen´e hükümdar olmuş idi. Sonra Süleyman Aleyhisselâm ile evlendi. Onun mu´cizeleriyle imana geldi.) Bak: Hüdhüd, Süleyman (A.S.)
TAHT-I HÜMÂYUN Padişahların merasim sırasında oturdukları sedir.
TAHT-I REVAN Dört kişi veya iki katırla taşınan nakil vasıtası.
TAHTAH Arslan.
TAHTAHA Bir şeyi doğrultmak. * Beraber etmek. * Bazısını bazısına katmak.
TAHTAHA Hastalıktan veya zayıflıktan sesin değişmesi.
TAHTANÎ Alt kat. Alt katla alâkalı.
TAHTANİYE Altta olan, alttaki. * Noktası altta olan harf.
TAHTE f. Yağmalanmış, soyulmuş, talan edilmiş.
TAHTE Alt, altta, altında.
TAHTE f. Tahta.
TAHTELHIFZ (Taht-el hıfz) Muhafaza altında.
TAHTESSERA (Taht-es serâ) Toprak altı.
TAHTGÂH f. Başşehir, başkent. * Taht yeri.
TAHTİB Odun toplamak.
TAHTİE Bir kimseyi veya bir şeyi hatalı görmek, hata isnad etmek, yanıltmak. "Bu hatadır" diye iddia etmek. * Ist: "Mezhebim haktır, hata ihtimali var. Başka mezheb hatadır, savaba ihtimal var" diyenler ki, bu hatalı anlayışa izafeten "Tahtie" denmiştir.
TAHTİM Mühürleme. Mühür basma. * Tamamlama.
TAHTİT (Hatt. dan) Çizme. Çizgi ile belli etme. * Çizgi.
TAHTİT Zayıflık. * Kurmak. * Pare pare etmek, parçalamak.
TAHTİYE Hatâya düşürmek, yanıltmak.
TAHT-NİŞİN Taht´a oturan. Hükümdar. Padişah.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:57 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TAHUN(E) (C.: Tavâhin) Su değirmeni.
TAHUR Tâhir. Hem temiz hem temizleyici. Çok temiz.
TAHV Düşmek. * Çekip uzatmak.
TAHVE Eti pişirmek.
TAHVİD Sür´atle gitmek, hızla gitmek.
TAHVİF Korku vermek. Ürkütmek. Korkutmak.
TAHVİFÂT (Tahvif. C.) Korkutmalar. Korkuya düşürmeler.
TAHVİFEN Korkutarak.
TAHVİL Bir halden başka bir hale getirmek. Değiştirmek. * Döndürmek. * Faizli borç senedi.
TAHVİLÂT Tahviller. * Borç senetleri.
TAHVİN (C.: Tahvinât) Birisine hâin deme. Hıyânet nisbet etme.
TAHVİR Rücu ettirmek, döndürmek. * Ağartmak, beyazlatmak, tebyiz.
TAHVİT (Havt. dan) Duvar çekme.
TAHVİYE Dizleri, dirsekleri, yanları, karnı ve uyluğun arasını ayırmak.
TAHVİZ Suya dalmak.
TAHYA Karanlık gece.
TAHYE Bulut parçası.
TAHYİB (Haybet. den) Eli boş, kederli ve mahrum kılma.
TAHYİL (C.: Tahyilât) (Hayal. den) Akla getirme. Fikre getirme, zihinde canlandırma.
TAHYİR (Hayır. dan) İki şeyden birisini seçme durumunda bırakma. İstediğini seçmesini teklif etme.
TAHYİS Zelil etmek, kepaze etmek. * Boyun eğdirmek. Muti etmek.
TAHZİ´ Yarma, kesme. * Ameliyat.
TAHZİ´ Tevâzu etmek, alçakgönüllü olmak.
TAHZİB (Hizb. den) Takım haline getirmek. Hizibleştirmek. Gruplaştırmak.
TAHZİB (Hizab. dan) Saç, sakal boyama.
TAHZİF Saçını düzüp bezemek, süslemek.
TAHZİL Aşağılatmak, alçaltma, bayağılaştırma.
TAHZİM Kesmek.
TAHZİN (Hüzn. den) Kederlendirme, tasalandırma. * Hazin hazin Kur´an-ı Kerim okuma.
TAHZİN Hazinede saklama.
TAHZİR Yeşil renk verme. Yeşillendirme. * Hazırlama.
TAHZİR (C.: Tahzirât) (Hazer. den) Menetme, sakındırma, önleme.TAHZİR : Korkutmak.
TAHZİZ İsteklendirme, rağbet ettirme.
TAÎ Arabistan´da mevcut Tay kabilesinden olan.
TAİB Tövbe eden. Günahlarına pişman olan.
TAİF Etrafını dolaşarak ziyaret eden. Tavaf eden. Dolaşan. * Hicaz´da Mekke-i Mükerreme´nin yüz kilometre güneydoğusunda, Gazva Dağı´nın güney eteklerinde ve bir takım tepelerin batı eteklerinde olarak 1882 metrelik yükseklikte bir şehirdir. Peygamber (A.S.M.) hicretin sekizinci yılında Huneyn muharebesinden döndüklerinde Taif şehrini fethetmek arzu etmişlerse de, ahalisi kaleye sığınıp şiddetli bir şekilde karşı koymağa başladıklarından Peygamber Efendimiz kuşatmayı terkedip geri dönmüşlerdir. Bir sene, sonra, yani hicretin dokuzuncu yılında Taifliler bir heyet tertip ederek barış yoluyla Peygamberimize itaat etmek için yollamışlardır.
TAİFE Hususi bir sınıf meydana getiren insanlar. Kavim, kabile. Takım.
TAİFE-İ EFRENC Frenk, Avrupalı, Fransız.
TAİFE-İ NİSÂİYE (Taife-i nisâ) Kadınlar taifesi, grubu.
TAİH Kibreden. Kibirlenen. Büyüklenen.
TAİL Uzayan. * Kudret ve gına. * Fayda. Menfaat.
TAİN Süngü ile vurulmuş.
TAİR (Tayeran. dan) Uçucu. Uçan. * Kuş.
TAİS Hafif başlı.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:57 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TÂK Bina kemeri. Yarım daire şeklinde kapı ve pencere üstü. Çardak. Kubbe. Kavisli bina. Eyvan.
TÂK-I MUALLÂ Yüksek şerefe. Yüksek kubbe. * Yüksek haysiyet ve şeref sahibi.
TÂKA Kubbeli mahfe. Pencere. * Takat. Güç, kuvvet, iktidar.
TAKA İki-üç kişi ile idare edilen küçük yelkenli.
TAKA Korkutmak. * Hazer etmek, çekinmek, korunmak.
TAKABBUH Çirkinlik.
TAKABBUZ (C.: Takabbuzât) (Kabz. dan) Toplanıp çekilme. Büzülme. * Kabız olmak, peklik.
TAKABBÜB Binaya kubbe yapmak.
TAKABBÜL (Kabul. den) Kabullenme. Üstüne alma. Bir şeyi taahhüd ve iltizam etme. * Öpülme.
TAKABUZ Kabz edişmek.
TAKADDES Mukaddes olsun (mânasında).
TAKADDÜM (Kıdem. den) Önde bulunma. İleri geçme. * Zaman veya mevki bakımından ileride olma.
TAKADDÜS Mübarek kılmak. Kudsî kılmak. * Çok temiz olma. * Mukaddes olma.
TAKADİ Birbirine hakkını vermek.
TAKADU´ Birbirine süngü ile vurmak.
TAKADÜM Üzerinden zaman geçmek.
TAKAFFÜL Kapamak. * Kilitlemek. * Tilki eniği.
TAKAFKUF Titremek.
TAKAHHUM Ansızdan bir nesneye dühul edip girmek.
TAKAHHUR Kahrolmak.
TAKAHHÜL şikâyet etmek.
TAKA´KU´ Deprenmek, hareket etmek. * Ötmek.
TAKALİ Birbirini düşman kabul etmek.
TAKALKUL Deprenmek, hareket etmek.
TAKALLU´ Ayağını kuvvetiyle kaldırmak. * Yerinden kopmak.
TAKALLUS Kısa olmak, kısalmak. * Toplanmak, cem´olmak.
TAKALLÜB Bir taraftan diğer tarafa dönmek. * Bir halden başka bir hale değişmek. * Başka kalıba girmek.
TAKALLÜD (C.: Takallüdât) (Kald. dan) Bir işi üstüne almak. * Takınma, kuşanma. Gerdanlık veya muska gibi boyuna geçirme. * (Kılıç) kuşanma.
TAKALLÜL (Kıllet. den) Azalma, az olma.
TAKALLÜS Kasılma. Bir şeyin büzülüp gerilmesi. Bir uzvun çekilip toplanması. Kıvrılma.
TAKAMMÜL Bitlenme. Bitli olma.
TAKAMMÜM Evin süprüntüsünü ayırmak.
TAKAMMÜS Gömlek giymek.
TAKAMÜR Kumar oynamak.
TAKANNU´ Başına örtü örtmek.
TAKANNÜN Kanunlaşma. Değişmez halde, kat´i olarak belirme.
TAKARR Birbiriyle kararlaşmak.
TAKARRUH (Karh. dan) Yara derinleşip büyüme. * Yara çıban olma.
TAKARRÜB Yakınlaşmak. Yaklaşmak. * Zamanı gelmek. Vakti yakın olmak.
TAKARRÜM Tatlı tatlı yeme.
TAKARRÜR Kararı verilmek.* Yerleşmek. Kararlaşmak.
TAKARRÜŞ Kesbetmek, almak, kazanmak.
TAKARU´ Kur´a atışmak.
TAKARÜB Birbirine yakın olmak.
TAKAS Vereceğini alacağına karşılık tutmak suretiyle ödeşmek, sayışmak, değişmek.
TAKASSİ Bir şeyin aslını esasını araştırma.
TAKASSU´ Dühul etmek, girmek.
TAKASSUF Kırılmak.
TAKASUR (Kasr. dan) Bir işi mümkün iken yapmama. Esirgeme.
TAKASÜM Kısmet edişmek. * Birbirine yemin vermek.
TAKAŞKUŞ Hastanın iyi olması. * Derinin soyulması. * Her yerden yiyecek istemek.
TAKAŞŞU´ Havanın açılması.
TAKAŞŞUR (Kışr. dan) Kabuk bağlama, kabuklanma.
TAKAŞŞÜF Maişet şiddeti, geçim zorluğu.
TÂKAT Güç, kuvvet. İktidar.
TÂKAT-I BEŞER Beşer gücü ve kuvveti. İnsana mahsus kuvvet.
TÂKATFERSÂ f. Dayanılmaz, tâkat götürmez.
TÂKATGÜDAZ f. Tâkati kaldıran, gücü kuvveti eriten, mahveden.
TÂKATŞİKEN f. Tâkati tüketen.
TAKATTUB Kaşların çatılması. * Buruşma.
TAKATTUF Yüz ekşitmek.
TAKATTUR Damla. Damlama. Damla damla akma. * Ud ağacı ile buhurlanma. * Vuruşmağa hazırlanma. * Bir kimse kendini bir yerden atma. * Ağacın dalı kopup düşme. * Bir adamı yanı üzere düşürmek. (Kamus´dan)
TAKATU´ Kesilmek. Kesişmek.
TAKATÜL Kıtal edişmek, döğüşmek, vuruşmak.
TAKAUD Oturmak.
TAKA´UR (Ka´r. dan) Çukurlaşma. * Kuyunun derin ve çukur olması.
TAKAUS Durdurmak. Sonraya bırakmak.
TAKAVİM (Takvim. C.) Takvimler.
TAKAVÜL Birbiriyle söyleşmek.
TAKA´VÜS Çok yaşlanma. * Evin eskiyip köhne olması.
TAKAVÜM Dövüşmek, vuruşmak. Birbiriyle cenge durmak.
TAKAVVİ (Kuvvet. den) Kuvvetlenme.
TAKAVVUZ Ayrılmak. Dağılmak. * Yıkılmak.
TAKAVVÜB Bir şeyin kabuğu soyulmak.
TAKAVVÜL Haber vermek. * Yalan söylemek.
TAKAYYUZ Kırılmak. * Benzetmek.
TAKAYYÜ´ Kusar gibi olup kusamama.
TAKAYYÜD Bağlanma. Bağlı olmak. Kayıtlı bulunmak. * Çalışmak. Çabalamak. Uğraşmak. * Dikkatli davranmak.
TAKAYYÜL Uymak, iktida etmek.
TAKAZA Başa kakmak. * Sıkıştırmak. * Hakkını isterken borçluyu zorlamak.
TAKAZİC Dövülüp ufalanarak yemeklerin üstüne ekilen otlar. Baharat.
TAKAZÜF Birbirine iftira edip atışmak.
TAKAZZUB Kesilmek.
TAKAZZÜR İstikrah etmek, kerih görmek, beğenmemek.
TAKAZZÜR Çirkin şeylerden uzak olmak.
TAKBİB Kubbe gibi yapma.
TAKBİH Çirkin görmek. Beğenmemek. * Kabahatli bulmak. * Kötü gördüğünü bildiren söz söylemek.
TAKBİHÂT (Takbih. C.) Ayıplamalar, çirkin görmeler.
TAKBİL Öpmek.
TAKBİR Defnetmek, gömmek.
TAKBİZ Toplayıp bir yere getirmek.
TAKDANE f. Üzüm çekirdeği.
TAKDİD Eti kurutmak. * Uzunlamasına yırtmak veya kesmek.
TAKDİH Beğenmeme, zemmetme. * Atın belini inceltmek.
TAKDİM (Kıdem. den) Arzetmek. Sunmak. * Küçük bir kimseyi yaş, amel, mevki ve takva itibariyle büyük bir kimse ile tanıştırmak. * Öne geçirmek, bir şeyi başka bir şeyden önde tutmak. * Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek.
TAKDİMÂT Takdim edilenler. Büyüklere verilen şeyler.
TAKDİME (C.: Tekadim) Kendisinden üstün kişiye sunulan armağan, hediye. * Takdim.
TAKDİMEN Takdim ederek, öne geçirerek.
TAKDİM-TE´HİR Öne geçirmek, sonraya bırakmak.
TAKDİR Kıymet vermek. Değerini, kıymetini, lüzumunu anlamak. * Kader. * Düşünmek. * Öyle saymak.
TAKDİR-İ KELÂM Söze değer vermek. * Sözün kıymeti. Sözden anlaşılan husus.
TAKDİREN Değer ve kıymetini anlıyarak. Takdir ederek.
TAKDİRÎ Kaderden olan. Takdir-i İlâhîye ait ve müteallik olan. * İtibarî. * Farazî. * Gr: Yazılı olmayıp var bilinen mâna veya kelime. (Bak: Mukadder)
TAKDİRNAME f. Bir işin beğenildiğine ve istihsan edildiğine dâir alâkadarların imzasını taşıyan yazı. Beğenildiğine dair yazılı kâğıt.
TAKDİS Büyük hürmet göstermek. Mukaddes bilmek. * Cenab-ı Hakk´ın kusursuz, pâk ve her hususta noksansız olduğunu bildirmek, söylemek ve Allah´a (C.C.) şükretmek.
TAKDİYE Hâcet bitirmek, ihtiyaç gidermek.
TA KEY f. Ne vakte kadar
TAKFİL (Kufl. dan) Kilitleme veya kilitlenme.
TAKFİYE Kafiye yapmak. * Bir kimsenin ardınca olmak.
TAKHİM İthal etmek, içeri sokmak, girdirmek.
TAKHİR (C.: Takhirât) (Kahr. dan) Kahretme.
TAKIYYE Sakınmak. Kendini koruyup çekinmek. * Birinin mensub olduğu mezhebi gizlemesi. * Mümâşât.
TÂKIYYE Takke.
TÂKIYYE-DUZ f. Takkeci, takke diken.
TAKİ Kendini koruyan, saklayan. * Takvalı kimse. Günahtan çekinen.
TA´KİB Gözlemek. * Yolunda gitmek. * Peşinden yürümek. * Suçlunun suçunu araştırmak. * Bir kimsenin aynı senede yine gazaya gitmesi. * Bir şeyi ciddiyetle istemek.
TA´KİBÂT Suç işleyene karşı harekete geçmek ve suçluluk derecesini araştırmak.
TA´KİBEN Takip ederek, takip suretiyle.
TA´KİD Edb: İbareyi veya cümleyi anlaşılmaz şekle koyma. * Düğümlenme, düğümleme.
TA´KİF Eğriltmek.
TA´KİL Devenin ayağına ip takıp bağlamak.
TA´KİM (Akm. dan) Kısırlaştırma. Neticesiz bırakma.
TA´KİR Suyu bulanık etmek.
TA´KİR Bir uzvu, organı yararak sinirleri kesme.
TAK´İR (Ka´r. dan) Çukurlaştırma, çukur yapma.
TAKLİ´ (Kal´. den) Yarmak. * Mübalâğa ile koparmak. Kökünden söküp koparmak.
TAKLİB (C.: Taklibât) (Kalb. dan) Döndürme, çevirme. * Bir şeyin kalıp ve şeklini değiştirme.
TAKLİD Takma, asma, kuşatma. * Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak. Benzerini yapmak. Birine benzemeğe çalışarak alay etmek. Sahte. Bir şeyin sahtesini yapmak.(Kur´an baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu hey´et üzerine bâkidir. Bu kadar Kur´anı taklid etmeğe müştak olan dostlar ve mütehacim düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur´anın ne taklidi yapılmış ve ne de bir misâli gösterilmiştir. Evet, Kur´an milyonlarca Arabî kitablarla mukayese edilirse benzeri bulunamaz. O halde Kur´an ya hepsinin altındadır. Bu ise muhaldir; öyle ise; hepsinin fevkindedir. Öyle ise Allah´ın kelâmıdır. İ.İ.)(Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız. Ayâ, Avrupa´nın size ettikleri hadsiz zulüm ve adavetten sonra hangi akıl ile onların sefahet ve bâtıl efkârlarına ittiba edip emniyet ediyorsunuz Yok! Yok! Sefihane taklid edenler, ittiba değil, belki şuursuz olarak onların safına iltihak edip kendi kendinizi ve kardeşinizi idam ediyorsunuz. Âgâh olunuz ki; siz ahlâksızcasına ittiba ettikçe, hamiyet davasında yalancılık ediyorsunuz! Çünkü şu surette ittibaınız milliyetinize karşı bir istihfaftır. Ve millete bir istihzadır. M.N.)
TAKLİD-İ SEYF Kılıç kuşatma.
TAKLİD-İ TUFEYLÂNE Küçük çocuklara yakışır şekildeki taklid.
TAKLİDEN Taklid ederek, benzeterek.
TAKLİDGÂH f. Taklid yeri.
TAKLİDÎ Taklide ait. Sathî. * Delil ve sened istemeden kabul edilen.
TAKLİDÎ İMAN (Bak: İman-ı taklidî)
TAKLİH Dişin sarılığını gidermek.
TAKLİL Azaltma. Azaltılma. İndirme. Tenkis.
TAKLİL-İ MASÂRİF Masrafların azaltılması.
TAKLİM (Kamış, tırnak, kalem gibi şeyleri) yontma, kesme.
TAKLİS Büzme.
TAKLİS Def çalıp nağme söylemek.
TAKMİS (Kamis. den) Gömlek giydirme.
TAKMİŞ Cem´etmek, toplamak.
TAKNETU (Bak: Lâtaknetu)
TAKNİ´ Başına örtü örttürmek.
TAKNİN (Kanun. dan) Kanun koyma.
TAKNİYE Çok kırmızı yapmak.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:58 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TAKRİ´ (C.: Takriât) Tevbih. Azarlama. * Birini telâşa düşürme. * Te´nif. Başa kakma.
TAKRİÂT (Takri´. C.) Azarlamalar, paylamalar, başa kakmalar.
TAKRİB Yaklaştırma. Aşağı yukarı ve tahmin ile kat´i olmayan şey söyleme. Tahmin. * Yolunu bulma.
TAKRİBEN Tahminen. Yaklaşık olarak. Aşağı yukarı.
TAKRİBÎ İhtimale göre olan. Takribe ait.
TAKRİD Devenin gövdesinde olan keneyi yolup gidermek. * Hor ve zelil etmek.
TAKRİN (Karin. den) Birlikte bulundurma. Yaklaştırma.
TAKRİR İyi ifade etmek. Bildirmek. * Ağzından anlatmak. * Yerleştirmek. Kararlaştırmak. Yerini belirtmek. * Resmî olarak yazı ile bildirmek. * Tapuda, mülkünü başkasına sattığını bildirmek. * Siyasî nota.
TAKRİR-İ KELÂM Söylemek. İfadede bulunmak.
TAKRİRÂT (Takrir. C.) Ağızdan anlatılan şeyler.
TAKRİREN Ağızdan anlatarak.
TAKRİRÎ SÜNNET Hazret-i Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm´ın, sahabelerinden birinin söylediğini veyahut işlediğini gördüğü halde, onu menetmiyerek sükût buyurmaları.
TAKRİS Soğutmak. * Dondurmak.
TAKRİS Parmak ucuyla veya tırnakla bir nesneyi ovup yıkamak.
TAKRİŞ Birbirine rağbet etmek.
TAKRİT Kulağına küpe takmak. * Davarın başına yular takmak.
TAKRİZ (Karz. dan) Ödünç vermek. * Bir şeyi veya bir eseri beğendiğini söylemek. Beğendiğini bildiren yazı yazmak. Bir eserin takdir ve tahsin edildiğini bildiren yazı yazmak.
TAKRİZ Hayatında bir kimseyi methetmek, övmek.
TAKSİB Kıvırcık yapmak.
TAKSİF Çok kırmak.
TAKSİM (Kısım. dan) Bölme. Parçalara ayırma.
TAKSİM-İ A´MÂL İş bölümü, iş taksimi.(Sani´i-i Zülcelâl´in hilkat-i âlemde câri ve taksim-ül-a´mâl kaidesinden akan kanun-u tekemmül ve terakkide mündemiç olan rıza ve işaretinin imtisali farz iken, itaat tamam edilmemiştir. Şöyle: Kaide-i taksim-ül-a´mâli muktazi olan hikmet-i İlâhiyenin dest-i inayetiyle beşerin mahiyetinde ekmiş olduğu istidadât ve muyulâtla şeriat-ı hilkatin farz-ül-kifayesi hükmünde olan fünun ve sanayiin edasına bir emr-i manevî vermişken su-i istimalimiz ile o istidaddan tevellüd eden meyle kuvvet ve meded verici olan şevki bu hırs-ı kâzib ve şu re´s-i riya olan meylü´t-tefevvuk ile zayi edip söndürdük. Elbette isyan eden cehenneme müstehak olur. Biz de bu hilkat denilen şeriat-ı fıtriyenin evamirine imtisal edemediğimizden cehennem-i cehl ile muazzeb olduk. Bu azabdan bizi kurtaracak taksim-ül-a´mal kanunuyla amel etmektir. Zira seleflerimiz taksim-ül-a´mâlin ameli ile cinan-ı ulûma dâhil olmuşlardır. R.N.)
TAKSİM-İ GURAMÂ Kârı veya zararı ortaklar arasında koydukları sermaye nisbetinde taksim etmek. * Fık: Bir borçlunun terekesini alacaklıların borç miktarları nisbetinde aralarında taksim etmek.
TAKSİMÂT Taksimler. Bölmeler. Cüz cüz ayırmalar.
TAKSİR (Kasr. dan) Kısaltma, kısma. * Kusur, hata, kabahat, suç. Günah. * Bir işi eksik yapma. * Bir şeyi yapabilir iken yapmama. * Zayıflatmak, süstlük etmek. * Geri kalmak.
TAKSİRAT (Taksir. C.) Kusurlar, suçlar, günahlar, kabahatlar.
TAKSİS Kireç ile bina yapmak. * Kireç ile sıvamak.
TAKSİT (Kıst. dan) Belli zamanlarda parça parça ödenecek para.
TAKŞİR (Kışr. dan) Kabuğunu soyma.
TAKTAKA (Tıktıka) Taşlardan çıkan ses. * Hayvanların ayak sesleri veya bunları anlatmak için söylenen kelime.
TAKTİ´ Kesme. Kesilme. Parça parça etme. Parçalara bölme.
TAKTİB Kaş çatıp yüz ekşitme.
TAKTİK Fr. Asker kuvvetlerini harb meydanlarında düşmanı şaşırtarak kullanma. Bu işi tedkik eden ilim. * Mc: Bir işte muvaffakiyet için lüzum eden yolları kullanma.
TAKTİL (Katl. den) Çok öldürmek, çok katletmek. * Muti etmek, itaat ettirmek, boyun eğdirmek.
TAKTİN Filiz sürme.
TAKTİR Damla damla akıtmak. Damlatmak. İnbikten çekmek.
TAKTİRAT Damla damla akıtmalar.
TAKTİR Eksik etmek. * Güç olmak.
TAKUT Feryun adı verilen darı cinsi.
TAKVA Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek. (Bak: Amel-i-sâlih, İttika, Vicdan)(Takva, menhiyattan ve günahlardan içtinab etmek; ve amel-i salih emir dairesinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def´-i şer, celb-i nef´a racih olmakla beraber; bu tahribat ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan, def-i mefasid ve terk-i kebair üss-ül esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbetmiş. R.N.)(Ey muhatab olan insanlar! Havf ve reca ortasında bulunmakla, takvayı recâ ederek Rabbinize ibadet ediniz. Bu itibarla insan, ibadetine itimad etmemelidir ve daima ibadetinin artmasına çalışmalıdır. Reca mânası, sâmi´ ve müşahidlere göre olursa şöyle te´vil edilecektir:Ey müşahidler! Arslanın pençesini gören adam, o pençenin iktizası olan parçalamayı arslandan ümid ve reca ettiği gibi; siz de, insanları ibadet techizatiyle mücehhez olduklarını gördüğünüzden, onlardan takvayı reca ve intizar edebilirsiniz. Ve keza, ibadetin fıtrî bir iktiza neticesi olduğuna işarettir. Takva, tabakat-ı mezkurenin ibadetlerine terettüb ettiğinden, takvanın bütün kısımlarına, mertebelerine de şamildir. Meselâ: Şirkten takva; kebairden, masivaullahdan kalbini hıfzetmekle takva; ikabdan içtinab etmekle takva; gazabdan tahaffuz etmekle takva. Demek kelimesi bu gibi mertebeleri tazammun eder. Ve keza, ibadetin ancak ihlâs ile ibadet olduğuna ve ibadetin mahzan vesile olmayıp maksud-u bizzat olduğuna; ve ibadetin sevab ve ikab için yapılmaması lüzumuna işarettir. İ.İ.)
TAKVİB Bir şeyi yerinden çekip koparma. * Yeri kazma.
TAKVİD Çok uzun boyunlu olmak.
TAKVİL (C.: Takvilât) İftira. Yalan söyleşmek. * Haber vermek.
TAKVİM Düzeltme. Doğrultma. Kıvamına koyma. Eğriyi doğru tutma. * Ta´dil etme. * Bir şeye kıymet tâyin eylemek. * Her gün güneşin doğuşu, batışı, ay ahkâmı ve süresi kaydedilmiş olan defter. * Günlük olaylardan bahseden gazete.
TAKVİM-İ ARABÎ Hicretten 17 sene sonra görülen lüzum üzerine Hazret-i Ömer (R.A.) tarafından Kamer senesi esas ve hicret tarihi başlangıç sayılmak suretiyle tertiplenen takvim.
TAKVİMÇE f. Küçük takvim.
TAKVİR (TAKAVÜR) Bir cismi yuvarlak kesmek.
TAKVİS (Kavs. den) Kavislendirme. Yay şekline koyma.
TAKVİT Besleme. Tagaddi.
TAKVİYE Kuvvetlendirmek. * Kuvvetlendirilmek.
TAKVİZ Binayı yıkmak.
TAKYİD (Kayd. dan) Kayıt ve şarta bağlanma. Şart koşma. Bağlama. Deftere yazmak. * Harfe nokta ve hareke koyma.
TAKYİH (Yara) İrinlenmek.
TAKYİN Tezyin etmek, süslemek.
TAKYİR Zifte bulaştırmak.
TAKYİZ Kırılmak. * Takdir etmek. * Sövmek.
TAKZİB Kesmek.
TAKZİF Çok iftira atmak.
TAKZİYE (Kaza. dan) Eksiği yerine getirme. Kaza etme.
TAKZİYE Gözün çapağı dışarı itmesi.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:58 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TAL f. Bakır veya gümüş tepsi. * (Parmaklara takılan) zil.
TAL´ Tomurcuk. * Miktar. Kadar. * Çiçeklerin üremelerine sebep olan sarı tozları.
TAL´A Görmek. (Bak: Tal´at)
TALA´ (C.: Etlâ) Geyik buzağısı. * Çatal tırnaklı hayvanların yavrusu. * Buzağının ayağını bağladıkları ip. * Şahıs.
TALAC f. Bağırma, feryad, çığlık. * Ses, sada. * Kavga. * Meş´ale.
TALAH Salih olmayan. Bozuk.
TALAH Yorulmak, zayıflamak.
TALÂK Boşamak. Boşanmak. * Bağlı olan bir şeyi çözmek, ayırmak. * Nikâhlı karısını bırakmak.
TALÂK-I BÂYİN Yeniden evleniyorlarmış gibi kadının rızası ile tekrar nikâh edilmedikçe geri alınamayacağı talâk. Kadın istemiyorsa erkek zorla alamaz. İddet sırasında kadın, erkeğin evinde kalmaz. Erkek üçüncü defa verdiği bâin talaktan sonra, üzerinden hulle geçmeden karısını bir daha (kadın istese de) alamaz. (Bak: Hulle)
TALÂK SURESİ Medenîdir. Nisâ Suresi de denir. Kur´an-ı Kerim´in 4. Suresidir.
TALAK (At) sıçramak ve kalkmak.
TALAKAT Dil açıklığı. Selâset. Düzgün sözlülük. * Güler yüzlülük.
TALAK-NAME f. Boşama kâğıdı.
TALAM Esrar otunun tohumu.
TALAN f. Çapul, yağma. * Birisinin malının, herkes tarafından kapışılması.
TALANGER f. Yağmacı, talancı, çapulcu.
TALANGERÎ f. Çapulculuk, yağmacılık.
TALAR f. Dört direk üzerine yapılan ve geceleri yatılan yer. * Salon, büyük oda.
TALASİM (Tılsım. C.) Tılsımlar.
TAL´AT Vecih, yüz. Çehre. * Görünüş. Görüşmek. * Güzellik. * Görmek. * Bir şeye çok rağbet etmek.
TAL´AT-EFRUZ f. Parıldayan.
TALAVET Güzel, hüsün. Şirinlik, zariflik. * Ağızda çıkan bir nevi yara.
TALAZZİ (Lazâ. dan) Alev çıkarma. Alevlenme.
TALE (Tavl. dan) "Uzun olsun" mânâsındadır.
TALEB İsteme. İstenme. Dileme. İstek.
TALEB-İ RÜ´YET Görmeyi istemek. Hz. Musa´nın (A.S.) Cenab-ı Hakk´ı görmek istemesi.
TALEBDÂR f. Alacaklı.
TALEBE (Tâlib. C.) İstekliler. * Şakird. Tahsile çalışan. Öğrenen. Öğrenci.
TALEBE-İ ULÛM Yüksek dinî ilimleri okuyan talebe. (Bak: Âlem-i berzah)(İmam-ı Şâfiî (K.S.) gibi büyük zâtlar: "Talebe-i ulûmun hattâ uykusu dahi ibadet sayılır." diye ziyade ehemmiyet vermişler. Ş.)
TALEBKÂR f. İstekli, talebli, arzulu.
TALEF Fazl. Atâ, hediye, bahşiş, hibe. * Kanı heder olmak.
TALEL (C.: Tulul-Atlâl) Yıkılmış binada kalan duvar temeli.
TALH Muza benzer meyve. Akasya ağacı.
TALH Necis bulaşmak, pislik bulaşmak. * Havuz dibinde kalan tortu. * Kene böceği.
TALHA BİN UBEYDULLAH (R.A.) : Aşere-i mübeşşeredendir. Çok muharebelere iştirak etti, fedakârlığı büyüktü. Peygamberimiz (A.S.M.) ile muharebede iken kılıç darbesine karşı kolunu gerer ve onu muhafazaya çalışırdı, kendisinden ziyade Hz. Peygamber´i (A.S.M.) muhafazaya azmederdi. Kolu bu yüzden sakatlandı. Hz. Ali (R.A.) buyuruyor ki: "Resul-i Ekrem´den (A.S.M.) duydum. Dedi ki: Talha ile Zübeyir, Cennet´te benim komşularımdandır." Hicretin 36´ncı yılında Cemel Vak´asında şehid oldu.
TALİ ´ Doğan. Tulu´ eden. * Kısmet, kader, baht. * Nişangâhın arkasına düşen ok. * Yeni hilâl.
TALİ Tilavet eden, okuyan. * İkinci derecede. Sonradan gelen. * Man: Birbirine bağlı iki kaziyeden ikincisi. Meselâ: "Duman çıkıyorsa ateş vardır" sözünde "Ateş vardır" sözü tâli´dir.
TALİA Casus. * Nişancı. Asker önünden giden tabur. * Rehber, kılavuz; kafilenin önünde giden.
TALİA Doğan. Ufuktan görünen. Tulu´ eden.
TALİB (C.: Tulleb-Tullâb-Talebe) İsteyen, istekli. * Talebe, öğrenci.
TALİBE (C.: Tâlibât) Kız talebe. Mektebli kız.
TALİD Bir kimsenin (köle, câriye, hayvan gibi) canlı eşyası.
TALİF Alınmış şey.
TALİH Faydasız, yaramaz iş. (Kısmet ve kader mânasında: Bak: Tâli´)
TALİK Güleryüzlü adam. Mütebessim kimse. * Düzgün söz söyleyen kimse.
TA´LİK Asmak. * Geciktirmek. * Bağlanmak. * Bir cümlenin mazmununun husulünü diğer bir cümlenin mazmununun husulüne edat-ı şart ile rabt etmektir. Şu işi görürsen, şuna vâris olacaksın denilse, vâris olma, işin görülmesine bağlanmış olur. Buna ta´liki şart denir. * Muallak kalmak. Bir zamana bıraktırmak. * Kur´an yazısının bir çeşidi. * Tefsir.
TA´LİKAT Bir eseri açıklamak üzere kenarına yazılan veya ayrıca eser olarak hazırlanan notlar. * Bediüzzaman Hazretlerinin İlm-i Mantık üzerine te´lif ettiği bir eserinin ismi.
TALİK Azad olunan esir. Serbest bırakılan esir.
TA´LİL Sebep göstermek. * İllet. Bahane. * Müessirden esere yapılan istidlâl. (Bak: Bürhaân-ı limmî)
TA´LİL BA´D-EL-VUKU´ Bir şeye sonradan uygun bir sebep uydurma.
TALİL Hasır.
TA´LİM Öğretmek. Yetiştirmek. Alıştırmak. Belli etmek. İdman.
TA´LİM-İ ESMÂ İsimleri öğretmek. * Cenab-ı Hak tarafından Hz. Âdem´e (A.S.) Esmâ-i hüsnânın öğretilmesi.(Hazret-i Âdem´in melâikelere karşı kabiliyyet-i hilâfet için bir mu´cizesi olan tâlim-i esmâdır ki, bir hâdise-i cüz´iyyedir. Şöyle bir düstur-u küllînin ucudur ki: Nev-i beşere câmiiyet-i istidat cihetiyle tâlim olunan hadsiz ulûm ve kâinatın envaına muhit pek çok fünun ve Hâlik´ın şuunat ve evsafına şamil kesretli maârifin talimidir ki; nev-i beşere, değil yalnız melâikelere, belki Semâvat ve Arz ve dağlara karşı Emanet-i Kübrayı haml dâvasında bir rüçhaniyet vermiş ve hey´et-i mecmuasiyle Arz´ın bir halife-i mânevisi olduğunu Kur´an ifham ettiği misillü "Melâikelerin Âdem´e secdesiyle beraber, Şeytan´ın secde etmemesi" olan hâdise-i cüz´iye-i gaybiyye, pek geniş bir düstur-u külliyye-i meşhudenin ucu olduğu gibi, pek büyük bir hakikatı ihsas ediyor. S.)
TA´LİMAT Bir iş hakkında hareket tarzını bildiren emirler.
TA´LİMAT-NAME f. Yönetmelik.
TA´LİMGÂH Tâlim ve öğrenme yeri.
TA´LİMHANE f. Öğrenme yeri. Ta´lim yeri.
TA´LİN Aşikâr etme. Meydana çıkarma. Açığa vurma.
TA´LİT Devenin yularını başından indirmek. * Deve boynuna nişan etmek.
TA´LİYE Yükseltme.
TA´LİYE-İ NAME Mektuba başlık koyma.
TALK Doğum ağrısı.
TALL Çiğ, kırağı. İnce yağan yağmur, çisinti. Şebnem. * Helâk etmek, iptal. * Güzel, lâtif şey. * Şiddet.
TALLASE Kendisiyle levha silinen paçavra.
TALS Su akmak.
TALS (C.: Atlâs) Mahvetmek.
TALTİF İltifat etmek. Bir iyilik yaparak gönül almak. Yumuşatmak.
TALTİFÂT (Taltif. C.) Taltifler, ihsanlar, lütuflar, bağışlar.
TALTİFEN Taltif suretiyle.
TALTİH Bulaştırma, bulaşık etme.
TALUT (Bak: Yuşa)
TALVE Vahşi canavarların yavrusu. * Keçi bağladıkları ip parçası.
TALY Karışmak.
TALZİYE (Lezâ. dan) Alevlendirme veya alevlendirilme

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:58 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TA´M Yeme. Tad. Lezzet. Zevk.
TAMA´ Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. * Askerî fertlerin maaşları. (Kamus)
TAMAEN Tama´ ederek. Hırsla. Cimrilikle.
TAMAH (Tımah - Tumuh) Bir şeye göz dikip bakma.
TAMA´KÂR Aç gözlü. Cimri.
TAMAM Bitme, bitirme, son, nihayet. * Tam, eksiksiz, noksansız. * Ne eksik ne fazla. * Münasib, uygun.
TAMAM-I ITTIRAD-I AHVAL Bir kimsede var olan huy ve hasletlerin sekteye uğramadan biteviye devam etmesi, her zaman aynı durumu göstermesi.
TAMAMEN Büsbütün, eksiksiz ve tam olarak, mükemmel biçimde.
TAMAMİYET Bütünlük, tamamlık, tamlık.
TAM´AN Tama´ suretiyle, tama´ ederek.
TAMAR (TIMÂR) Yüksek mekan, yüce yer.
TAMAT f. Mânâsız ve uygunsuz söz.
TAMELE (TAMLE) Havuzun dibinde kalan balçık ve tortu.
TAMH (TIMÂH) Gözünü yukarı kaldırıp bakmak.
TA´MİD Vaftiz etmek.
TA´MİK (Umk. dan) Derinleştirmek. Derin kazmak. * İnceden inceye araştırmak. Esasına varacak şekilde araştırmak.
TA´MİKAT (Ta´mik. C.) Derinleştirmeler. İncelemeler, tedkik etmeler, araştırmalar.
TA´MİM Umumileştirme. Herkese bildirme.
TA´MİMEN Ta´mim suretiyle. Herkese bildirmek suretiyle.
TA´MİR Bozuk şeyi düzeltmek. Eski şeyi düzeltip yeni hâline getirmek.
TA´MİRÂT (Tamir. C.) Noksanları gidermek. Eksik ve bozukları düzeltmeler ve tamamlamalar. Ta´mirler.
TAMİR Sıçrayıcı, sıçrayan.
TAMİR BİN TAMİR Aslı bilinmeyen kimse. * Pire.
TAMİR Hurması olan kişi.
TAMİS Uzak.
TA´MİYE (Amâ. dan) Körletme. Kör etme. * Kapalı şekilde anlatmak. * Edb: Ebced hesabiyle düşürülen bir tarihin, hesabı doldurmak için çıkartılacak veya eklenecek sayılarını işaret etme.
TAMİYE Dudak kabarmak.
TAMLES (TAMELLES) Çörek.
TAMM Saçını kesmek. * Galebe etmek. Galib gelmek. * Yükselmek, yüce olmak. * Defnetmek, gömmek.
TAMMA´ (Tama´. dan) Çok tama´ eden.
TAMMAH Her şeye göz diken pek hırslı kimse.
TAMMAT Kıyamet.
TAMME (Tâmmât) Kıyamet vakti. * Belâ. Dâhiye. * Keskin çığlık.
TAMME Bütün, noksansız, eksiksiz, tam.
TAMN Sâkin olmak, sessiz olmak.
TAMS Yok etme, belirsiz kılma. * Eskimek. * Mahvolmak.
TAMS Kadının hayız görmesi, aybaşı olması. * Kir, vesah. * Cima etmek. * Yapışmak.
TAMŞ Halk, nâs, insanlar.
TAMTAME Pelteklik, kekemelik, tutukluk.
TAMU (Aslı: Tamuğdur) Cehennem.
TAMUR Kan. * Nefes.
TAMURE Kalb gılâfı. * Emzikli bardak. * İbrik.
TAMV Yüksek olmak. * Dolu olmak.
TA´N Hoş görmemek. Kötülemek. Birisinin ayıp ve kusurlarını beyan etmek. * Küfretmek. * Muhalifin iddialarını çürütmek. * Vurmak. * Duhul etmek, dâhil olmak, girmek.
TANA Susuzluktan ciğerin yapışması.
TANAGGUZ Taaccüb edip, şaşırıp, hayrette kalıp başını sallamak.
TANAZZUC Pişmek. * Olmak.
TANCİR (TANCERE) (C: Tanâcir) Tencere.
TANDIR Ufak fırın. * Elleri ve ayakları ısıtmak için üstü kapalı küçük mangal.
TA´NE Sövme, zemmetme, yerme, çekiştirme.
TANEF Kayış. * Dağ burnu. Dağ başı. * Kapı üstüne yapılan örtü. * Duvar üzerine yapılan saçak.
TA´NE-ZEN f. Söven, zemmeden, hicveden, yeren, çekiştiren.
TANFESE (C.: Tanâfis) Uzun saçaklı halı. * Hurma yaprağından yapılan ve eni bir zira´ miktarı olan hasır.
TANGİM Avazlandırmak, seslendirmek.
TANGİS Dirliğini tatsız etmek.
TANGO Fr. Züppe giyinişli kadın. * Turuncuya çalar renk. * Bir dans çeşidi.
TANGÜB Ok yapımında kullanılan sağlam bir ağaç cinsi.
TANH Semiz olmak, besili ve şişman olmak. * Yemeğin hazmolmaması, sindirilmemesi.
TA´NİF Şiddetle azarlamak. * Darılmak. * Meşakkat vermek. Melâmet etmek.
TA´NİFÂT (Ta´nif. C.) Şiddetle azarlamalar, darılmalar.
TA´NİK (Unk. dan) Boğazını tutup sıkmak.
TAN´İM Nimet vermek, nimetlendirmek.
TANİN Sinek vızıltısı. * Kaz sesi. * Avaz ve gürültü. * Çınlamak. Tınlamak.
TANİN-ENDÂZ f. Çınlayan, tınlayan.
TA´NİS Büluğdan sonra kızın kendi evlerinde çok durması.
TA´NİYE İncitmek.
TANKER ing. Akaryakıt taşıyan gemi veya kamyon.
TANNAN Tınlayan, çınlayan.
TANNAZ Herkesle eğlenip alay eden. Müstehzi.
TANNE Balçığı çok olan yer.
TANSİB Yükseğe kaldırma.
TANSİF (Nısıf. dan) Yarı yarıya bölmek. Ayırmak.
TANSİR Hristiyanlaştırma.
TANSİS Tetkikten sonra karar vermek. * Bir mes´eleyi ve hükmü, şer´î delillere isnad etmek.
TANSİYON Fr. Tıb: Kanın damarlara içerden yaptığı tazyik, basınç.
TANTANA Çok lüks içinde olmak. Gösteriş. Gürültü patırtı.
TANTİF Kulağına küpe geçirmek.
TANTİK Bir kimsenin beline kuşak bağlamak.
TANTİL Hasta olan uzuv üstüne sıcak su ve yağ dökmek.
TANZ Herkesle eğlenme. Alay etmek.
TANZİC Çok pişirmek. * Yakmak.
TANZİD Bir yere toplayıp yığmak. İstif etme.
TANZİF (Nezafet. den) Temizlenmek. Temizlemek.
TANZİFÂT Temizlik işleri. Temizlemeler.
TANZİM (Nazım. dan) Sıraya koymak. Sıralamak. Dizmek. * Düzenlemek. Tertiblemek. * Islah etmek. * Manzum veya mensur olarak yazmak.
TANZİMAT-I HAYRİYE Osmanlı Devletinde Sultan Abdülmecid zamanında başlayan ve (1839-1876) tarihleri arasındaki devreye Tanzimat-ı Hayriye denir. Sözde ıslahat için çalışılan devirdir. Bu, Gülhane Hatt-ı Hümayunu namında padişah fermanı ile başlatıldı. Bu devirde her şey yeniden tanzim edilecekti, yeni müesseseler kurulacaktı. Avrupa-vâri terakki esasları her yerde öğretilecek, Osmanlı Devleti ve İslâm Alemi ilerliyecekti. Fakat ıslaha ferdlerden başlayacakken ve İslâmî çareler düşünülecekken, geniş daireden başlandı. Evvelki dairelerdeki iktisadî, içtimaî fikir hastalıklarımıza zâhirde çâre bulmak için doktor gibi içimize giren yabancılar ve ecnebi zihniyetin meyveleri gittikçe bünyemizi daha ziyade felce uğrattılar...
TANZİR Tazeleştirme, tazelendirme.
TANZİR Benzetme. Benzetilme. Nazire yapma. * Bir yazının şekil ve mâna bakımından benzerini yazma.
TANZİREN Nazire olarak. Benzetme suretiyle.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:58 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TÂR f. Karanlık. * Tel. Saç teli. * Tepe. * İplik.
TÂR-I ANKEBUT Örümcek ağı.
TÂR-I ZÜLF Saç teli.
TARA f. Yıldız.
TARAB Sevinçlik. Şenlik. Şâdlık.
TARAB-EFSÂ f. Neşe ve ferahlığı artıran.
TARAB-ENDUZ Ahenk kazanan.
TARAB-GÂH f. Coşkunluk ve sevinç yeri.
TARAB-NÂK f. Sevinçli, neşeli, coşkun.
TÂRÂC f. Yağma, talan, çapul. * Yağmalama, talan etme.
TÂRÂC-GER f. Yağmacı, çapulcu.
TÂRÂC-KERDE f. Yağmalanmış, talan edilmiş.
TARAF Yan, yön. * Yer, memleket, ülke. Kıt´a. * Taraftarlık, sahip çıkmak, korumak. * Aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişiden veya iki topluluktan her biri.
TARAFDAR f. Birinin tarafını tutan, bir tarafı tutan, bir tarafı kayıran.
TARAFDARÎ f. Kayırıcılık, taraftarlık.
TARAFEYN İki taraf. İki nihayet. * Dâvada karşılıklı iki hasım. Her iki taraf.
TARAFGİR f. Taraf tutan. Taraflardan birine sahip çıkan.
TARAH Uzak mekân.
TARAH (C.: Etrâh) Tasa, keder, hüzün, melâlet.
TARAHHUM (Bak: Terahhum)
TARAİF (Tarife. C.) Az bulunur şeyler.
TARAİK (Tarikat. C.) Tarikatlar, meslekler.
TARAK Bulutların bir yere toplanması. * Aynı cinsten olan şeylerden bazısı bazısının üstünde olması.
TARAN f. Karanlık.
TARANCİBİN Kudret helvası.
TARARET Semizlik, besililik, şişmanlık.
TARAS İzdihamlık, çok kalabalık.
TARASRUS Katı olmak, şiddetlilik. * Sağlam olmak.
TARASSUD Bir şeyi çok dikkat ederek gözetleme. İntizar üzere olma. Gözetleme.
TARASSUDÂT (Tarassud. C.) Gözlemler, tarassutlar, gözetlemeler.
TARAT f. Çapul, yağma, talan.
TARATUN Fârisî dilince söyleşmek. Farsça konuşmak.
TARAVET Tazelik. Körpelik.
TARAVET-DÂR (Terâvettar) f. Tâzece, eskimemiş, tâze.
TARAYYUH Zayıflık, süstlük.
TARAZİ Hoşnutlaşmak.
TARAZRUZ (Taş) Parça parça olmak.
TARAZÜM Üzümü ekmekle yemek.
TARD Sürme, kovma, uzaklaştırma. * Mektebden veya vazifeden uzaklaştırma. Hizmetten çıkarma.
TARDETMEK Kovmak, def etmek, uzaklaştırmak.
TARDİN Kaftana yen etmek.
TARDİYE Allah râzı olsun demek. (Bak: Tarziye)
TARDİYE Red olundurmak.
TARE Defa, kerre.
TARED Irak etmek, uzaklaştırmak. * Sürüp reddetmek.
TAREK f. Tepe. Başın tepesi.
TAREM Dam, kubbe, künbet. Sakf. Satıh.
TAREŞ Sağırlık.
TARETEN Bir kere veya bazı defa.
TÂRETEN UHRÂ Bir kere daha, başka bir kere daha.
TAREYAN Oluverme, geliverme, birdenbire çıkma.
TARF Göz, bakış, nazar. Göz ucu. * Soyu temiz kimse. * Her şeyin nihayeti, sonu. * Göz kapaklarını yummak veya oynatmak. * Göze bir şey dokundurmakla yaşartmak. * Koz: Menazil-i Kamer´den bir menzil adı. (Kamer menzillerinden birisinde aslanın alnını teşkil eden dört yıldızdan ikisi aslan gözüne benzetildiğinden bu menzile de "Tarf" denilmiştir. Bu iki yıldız daha evvel doğarlar.)
TARFA Ilgın ağacı.
TARFE Göz kapağının bir defa kapanıp açılması. * Göz kırpmak. * Bir yıldız ismi. * Ayın bir menzili.
TARFET-ÜL AYN Göz kapağının bir kere açılıp kapanması kadar geçen kısa ân.
TARFES Kum yığını.
TARH Uzaklaştırmak. * Vaz´ etmek. * İndirmek. * Bırakmak, elinden atmak. * Yerleştirmek. * Temel bırakmak. * Mat: Çıkarma.
TARH-I ESAS Temel atmak.
TARH-EFGEN f. Düzenleyen, kuran, tertib eden. * Temel kuran, bina yapan.
TARH-ENDAZ f. Temel atan. Düzenleyen, tertib eden.
TARHİB "Merhaba" demek.
TARHUN (C.: Tarâhin) Tarhun otu.
TÂRIK Gece gelen kimse. * Zulmette hâsıl olan belâ ve musibetler. * Parlak yıldız. * Sabah yıldızı. (Zühre)
TÂRIK SURESİ Kur´an-ı Kerim´in 86. Suresinin ismidir. Mekkîdir.
TARIM (TARİME) (C.: Tıram) Kara çadır.
TARÎ (Taravet. den) Taze, taravetli.
TARÎ Karanlık, meçhul.
TARÎ (Tarâ. dan) Birdenbire çıkan, ansızın görünen.
TA´RİB Bir kimseden söz nakletmek. * Çirkin etmek. * Arabî olmayan kelimeyi arabi lügatına nakletmek.
TA´RİC Meyletmek, eğilmek. * Bir nesne üzerinde durmak. * Çıkıntı. Tümsek peyda etme.
TARİD (Tard. dan) Kovan, çıkartan, süren, tardeden.
TA´RİD Kaçmak. * Gitmek.
TARİD Kovulmuş, uzaklaştırılmış, sürülmüş, çıkarılmış. * Bir kimsenin birinci çocuğundan sonra doğan ikinci çocuğu.
TARİDE Arap çocuklarına mahsus bir oyun. * Okları cilâ edip parlattıkları ağaç.
TA´RİF (İrfan. dan) Bir şeyi belli noktalar ve işaretlerle inceden inceye anlatıp bildirmek, tanıtmak. Kavl-i şârih. * Bir maddeyi bütünüyle bir ibare halinde anlatmak. * Gr: Bir ismi marife etmek. * Arafat´ta vakfe yapmak.
TA´RİFE Bir şeyi lâzım olduğu şekilde anlatıp bildiren yazı.
TARİH Hâdiseye vakit tayin etmek. * Vak´anın vukuuna tayin olunan vakit. Zaman tesbiti. * Geçen hâdiseleri kaydetmekten hâsıl olan ilim. * Vak´anın vukuuna vakit tayin eden söz ve makam. * Memlekette vâki olan hâdiseleri zamana nazaran tertip ve sırasıyla zikir ve beyan eden kitap.
TARİH-İ KADÎM Eski zaman tarihi.
TARİH-İ MU´CEM Bir mısra, beyit veya cümledeki noktalı harflerin ebced hesabı ile yekûnunun delâlet ettiği tarih. * Edb: Ebced hesabında noktalı harflerin hesap edilerek düşürülen tarih. Bir ilmi, müfredâtı ile belirten eser.
TARİH-İ UMUMÎ Umumî tarih.
TARİH İşe yaramaz diye bir kenara atılmış nesne.
TARİHNÜVİS (C.: Tarihnüvisân) f. Tarih yazan. Müverrih.
TÂRİK Terkeden, vazgeçen, bırakan.
TÂRİK-İ DÜNYA Hevâ ve hevesi terkeden. Dünyanın fâni olan cihetini terkedip Allah rızası yolunda olan.
TÂRİK-ÜS SALÂT Namaz kılmayı terketmiş olan kimse.(Çok tembellerden ve târik-üs salâtlardan işitiyoruz; diyorlar ki: Cenab-ı Hakk´ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur´ân´da çok şiddet ve ısrar ile ibâdeti terkedeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir ceza ile tehdit ediyor. İtidalli ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur´âniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz´î hataya karşı, nihayet şiddeti gösteriyor Elcevab: Evet, Cenab-ı Hak, senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen, ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. İbadet ise, mânevi yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde isbat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi´ ilaçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun .. Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.Amma Kur´ânın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidatı ve dehşetli cezaları ise; nasılki bir Padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için; âdi bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. Öyle de; ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevi bir zulüm eder. Çünkü; mevcudatın kemalleri, Sânia müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadet ile tezahür eder. İbadeti terkeden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve herbiri birer mektub-u Samedani ve birer âyine-i Esmâ-i Rabbaniye olan mevcudatı âlî makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder; kemalâtını inkâr ve tecavüz eder. Evet herkes; kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenab-ı Hak, insanı, kâinat için bir mikyas, bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususi bir âlem vermiş. O âlemin rengini, o insanın i´tikad-ı kalbîsine göre gösteriyor. Meselâ; gayet me´yus ve matemli olarak ağlayan bir insan, mevcudatı ağlar ve me´yus suretinde görür... gayet sürurlu ve neş´eli, müjdeli ve kemal-i neş´esinden gülen bir adam; kâinatı neş´eli, güler gördüğü gibi, mütefekkirâne ve ciddi bir surette ibâdet ve tesbih eden adam; mevcudatın hakikaten mevcud ve muhakkak olan ibadet ve tesbihatlarını bir derece keşfeder ve görür.. gafletle veya inkârla ibadeti terkeden adam; mevcudatı, hakikat-ı kemalâtına tamamiyle zıd ve muhalif ve hatâ bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder. Hem o târik-üs-salât, kendi kendine mâlik olmadığı için, kendi mâlikinin bir abdi olan kendi nefsine zulmeder. Onun mâliki, o abdinin hakkını onun nefs-i emmâresinden almak için, dehşetli tehdit eder. Hem netice-i hilkatı ve gaye-i fıtratı olan ibadeti terk ettiğinden, hikmet-i İlâhiyeye ve meşiet-i Rabbaniyeye karşı bir tecavüz hükmüne geçer. Onun için cezaya çarpılır.Elhasıl: İbadeti terkeden, hem kendi nefsine zulmeder; -nefs ise, Cenab-ı Hakk´ın abdi ve memlüküdür- hem kâinatın hukuk-u kemalâtına karşı bir tecavüz, bir zulümdür. Evet, nasılki küfür mevcudata karşı bir tahkirdir; terk-i ibadet dahi, kâinatın kemalâtını bir inkârdır. Hem hikmet-i İlâhiyyeye karşı bir tecavüz olduğundan, dehşetli tehdide, şiddetli cezaya müstahak olur.İşte bu istihkakı ve mezkur hakikatı ifade etmek için, Kur´ân-ı Mu´ciz-ül-Beyan; mu´cizane bir surette o şiddetli tarz-ı ifadeyi ihtiyar ederek, tam tamına hakikat-ı belâgat olan mutabık-ı muktezâ-yı hale mutabakat ediyor. L.)
TARİK f. Karanlık.
TARÎK Yol. Tarz, usûl. * Vâsıta. Meslek. * Bir maksada nâil olmak için icrâsı lâzım olan husus veya bu hususların hey´et-i mecmuası.
TARÎK-İ ÂMM Herkesin geçmesine mahsus yol.
TARÎK-İ BERZAHİYE Berzaha giden ve ona ait yol.
TARÎK-İ CEHRÎ Açık olarak ve yüksek sesle zikir yapan tarikat. (Kadirî gibi)
TARÎK-İ NAKŞÎ Şeyh Bahaüddin Nakşbendî Hazretlerinin kurduğu tasavvuf yolu. (Bak: Nakş-bendî)(Tarîk-i Nakşî´de dört şeyi bırakmak lâzım: Hem dünyayı, hem nefis hesabına âhireti dahi maksud-u hakiki yapmamak; hem vücudunu unutmak; hem ucbe, fahre girmemek için bu terkleri düşünmemektir. S.)
TA´RİK Şaraba biraz su katmak. * Kovayı doldurmak. * Terletmek. * Hastalık veya perhizden dolayı zayıflamak.
TA´RİK Ovmak.
TARİKAT Yol, manevî yol. * Usûl, tarz. Hal ü şan. (Bak: Müteşeyyih, Seyr-i âfâkî, Tasavvuf)
TARİK-BAHT f. Bahtı kara, şanssız, tâlihsiz.
TARİM Kalın bulut. * Elleri ve ayakları kaba olan kimse.
TA´RİR Yere dökmek.
TA´RİS Düğün yapma. Bir kızı gelin etme.
TA´RİS Et kurutmak.
TARİS Kavi, kuvvetli.
TA´RİŞ Üzüm çubuğuna çardak yapmak. * Temel yapmak.
TA´RİYE Soyma. Çıplaklaştırma.
TARİYE Ansızın gelen belâ, dâhiye.
TARİZ Cansız, kuru nesne. * Meyyit, ölü.
TA´RİZ Gizleme, saklama. * Sağlamlaştırma. * Alıp götürme.
TA´RİZ Dokunaklı söz söylemek. Kapalıca yapılan sitem. Kinâye ile söylemek.
TA´RİZÂT (Ta´riz. C.) Dokunaklı konuşmalar, sözle dokundurmalar, taş atmalar.
TARK Vurmak. * Dövmek. * Yünü ve pamuğu ağaçla vurmak. * Bulanık su. * İçine deve bevlettiğinden dolayı pislenmiş olan yağmur suyu. * Vücuttaki gevşeklik.
TAR-MAR (Bak: Tar ü mar)
TARMESE Münkabız olmak.
TARR Kesmek. * Keskinletmek. * Yapmak. * (Bıyık) gelmek. * Çolak olmak. * Düşmek.
TARRAKA Gümbürtü.
TARRAR Yankesici, hilekâr.
TARRİYAN Sepet. * Büyük tabak.
TARSİ´ (Göz) yaramaz olmak.
TARSİ´ Bezemek, süslemek. * Sevinç, neşât.
TARSİF Birbirine bitiştirip kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.
TARSİG Vüs´at vermek, genişlik vermek.
TARSİN Sağlamlaştırmak. Bir şeyi tahkik etmek. * Bilmek. * Metanet ve cesaret vermek.
TARSİNÂT (Tarsin. C.) Sağlamlaştırmalar.
TARSİS (Rasas. dan) Kurşunla perçinleme, kurşunlaştırma, sağlamlaştırma. * Kadının sadece gözleri görünecek şekilde örtünmesi.
TARTABE Keçiyi sağmak için çağırmak.
TAR TAR Tel tel. İplik iplik.
TARTİB Islatma, rutubetlendirme. Islatılma. * Tâzelik verme. * Hoşlandırılma. * Hurmanın rutubetli olması.
TARTİB-İ LİSAN Güzel bir söz söyleyerek dili mânen tatlılaştırma.
TARTİL Saçı yağlamak.
TAR Ü MAR f. Dağınık, karmakarışık, perişan.
TARY Taptaze. Çok taze.
TARZ Usul, şekil, üslub. * Yol. Hey´et.
TARZE şekil, suret.
TARZİM Bir çok şeyi bir yere getirip, toplayıp bir yük yapmak.
TARZİYE Pişmanlık duyduğunu anlatarak özür dilemek. * Râzı etmek. * "Radıyallahü-anh" diyerek duâ etmek.
TARZİYE Cübbe veya zırh giymek.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:58 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TAS (C.: Atvâs) Meşhur bir kabın adı. Tas.
TASABBİ (Saby. dan) Çocuk tavrı takınma. Çocuklaşma.
TASABBU´ Parmak parmak ayırma.
TASABBUH Sabahleyin uyumak. * Sabah kahvaltı yapmadan yemek yemek.
TASABBUN Sabunlaşma. * Sabun gibi köpürme.
TASABBUR (Sabr. dan) Sabırlanma. Sabretme.
TASABBÜB Dökülmek. * Bahadır olmak, kahraman olmak. * Sıcaklığın artması.
TASABİ Aşkını izhar etmek, muhabbetini açığa vurmak.
TASADDİ Bir işe başlamak. * Taarruz etmek. * Yüz döndürmek. * Tesadüf etmek. * Vuku bulmak.
TASADDU´ Yarılıp çatlama. * Dağılma.
TASADDU´ (Demir) Paslanmak ve küflenmek.
TASADDUK Sadaka vermek. Allah rızası için fakirlere ve ihtiyacı olanlara, para veyahut ihtiyaca göre herhangi bir şey vermek. * Sadık ve gerçek olduğu tahakkuk etmek, meydana çıkmak.(İlmi olan kimse ilminden, malı olan kimse malından tasadduk etsin.) (Hadis meâli)
TASADDUKAT (Tasadduk. C.) Sadakalar.
TASADDUR (Sadr. dan) En başta oturma. Başa geçme. * Öğretmek. * Yücelik talep etmek, yükseklik ve ululuk istemek.
TASADUK Birbirine inanmak.
TASADÜM Tokuşmak.
TASAFFİ Saflaşmak. Durulmak. Temizlenmek.
TASAFFUH Yaprak yaprak olma. * Levha biçiminde olma, levha hâline konulma.
TASAFFÜR Sararmak.
TASAFÜH Musafaha edişmek.
TASAFÜN Suyun az olduğu zamanlarda herkese eşit miktar su vermek.
TASALLİ Ateşte yanmak.
TASALLUB Sertleşmek. Katılaşmak. * Sağlamlaşmak. * Gayret etmek.
TASALLUT Musallat olmak. Birini rahatsız etmek. Tebelleş olmak. Tahakkümane hareket etmek.
TASALLUTEN Musallat olarak, tasallut ederek, sataşarak.
TASALLÜF Kibirlenmek, övünmek, söz atmak.
TASALLÜFÂT (Tasallüf. C.) Gösteriş olarak yapılan nezaketler.
TASALSUL Demir ve ona benzer madenlerin birbirine değmelerinde ses çıkarmaları.
TASA´LÜK Fakirlik göstermek.
TASAMM Kendini sağır etmek.
TASAMÜM Sağırlığa vurmak.
TASANNU´ Yapmacık hareket. Zorla bir şeyi daha iyi göstermeğe çalışmak. Suni hareket.
TASANNUF Zorla yapılan sınıflandırma veya te´lif.
TASARRUF İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. * (Para veya mal) artırma. * Bir şeye karışıp müdahale etme.
TASARRUFAN Tasarruf ve tutum gayesiyle. İktisad maksadıyla.
TASARRUFÂT (Tasarruf. C.) Tasarruflar.
TASARRUH Şiddetle çağırmak.
TASARRUM Cesaretlenme, yiğitlenme. * Kesilmek.
TASARU´ Birbiriyle güreşmek.
TASARUM Birbirini kesmek.
TASA´SU´ Deprenmek, hareket etmek. * Perakende olmak, dağılmak.
TASA´UB Güçleşme. Güç olma.
TASA´UD (Suud. dan) Yukarı çıkma. * (Gaz veya buhar) yükselme.
TASAVİR (Tasvir. C.) Tasvirler, resimler.
TASAVÜL Karşılıklı hamle etmek.
TASAVÜN Hıfzetmek, korumak.
TASAVVU´ Ayrılmak, perâkende olmak.
TASAVVUF Kalbi dünyanın fâni işlerinden ayırıp Allah (C.C.) sevgisi ile bağlamak. Tarikat ehli olmak. (Bak: Tarikat)(İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî gibi muhakkıkin-i ehl-i tarikat derler ki: "Birtek Sünnet-i Seniyyeye ittiba´ noktasında hâsıl olan makbuliyet, yüz âdâb ve nevâfil-i hususiyeden gelemez! Bir farz, bin sünnete müreccah olduğu gibi; bir Sünnet-i Seniyye dahi, bin âdâb-ı tasavvufa müreccahtır!" demişler. M.)
TASAVVUFÎ Tasavvufla alâkalı. Tasavvufa ait.
TASAVVUH Yaş otun üstü sıcaktan kurumak.
TASAVVUR Bir şeyi zihinde şekillendirmek. Tasarlamak. * Düşünce, tasarı. Arzu. (Bak: Dimağ)
TASAVVUR-U ŞAHSÎ şahsî düşünce. şahsa ait tasavvur. (Bak: Himmet)
TASAVVURÎ Tasavvurla alâkalı. Tasavvura ait.
TASAVVURAT (Tasavvur. C.) Tasavvurlar.
TASAVVÜN Kendini sakınmak.
TASAYKUL Pürüzsüzlük.
TASAYUH Birbirine çağırmak.
TASAYYUD (Sayd. dan) Ava gitme. Avlanma. Ava çıkma.
TASAYYUF (Sayf. dan) Yazlıkta oturma, yazlama, bir yerde yaz mevsimini geçirme.
TASBİH Rüzgârdan dolayı otun kuruması. * Sütü su ile karıştırıp içirmek.
TASDİ´ Rahatsız etmek. Sıkmak. Baş ağrıtmak. * Yarmak. * Perâkende etmek, dağıtmak.
TASDİK Doğruluğunu kabul etmek. Bir kararın nizama, şeriata, kanuna uygun olduğunu kabul edip imzalamak. (Bak: Dimağ)
TASDİKAN Tasdik için. Tasdik suretiyle.
TASDİKAT (Tasdik. C.) (Ka, uzun okunur) Tasdikler, onaylamalar, doğrulamalar.
TASDİKGERDE Kabul edilmiş, tasdik edilmiş. Doğru olduğu bilinmiş.
TASDİM Tokuşmak.
TASDİR İcra etme. Vaz´ etme. * Başlama. * Başlangıç yazma. * Örtme. * Başa geçirme, başa koyma. * Yazma. * Çıkarma, çıkartma.
TASDİYE Alkış. El çırpma. (Sadadan veya saddan me´huz olarak ses çıkartmak veya vazgeçirtmek demektir ki, bu iki itibar ile birini çağırmak veya eğlenip oynamak gibi herhangi bir maksadla el vurmaktır.) (E.T.)
TASE f. Tasa, keder, kaygı.
TASEL Serabın uzaktan su gibi görünmesi.
TA´SENE Ahlâkı yaramaz kadın. * Çok, kesir.
TASFİD Muhkem ve sağlam bağlamak.
TASFİF (C.: Tasfifât) (Saff. dan) Sıralama, saf saf dizme. * Sağ elinin ayasını sol elinin arkasına vurmak.
TASFİH (Safh. dan) (C.: Tasfihât) Alkışlama, el çırpma. * Yaprak yapma. * Tağyir etme, değiştirme.
TASFİK (C.: Tasfikat) Kanat çırpma.
TASFİK-İ ESNAN Soğuktan dişlerin birbirine çarpması.
TASFİR (C.: Tasfirât) (Safir. den) Sarartma, sarıya boyama. * Islık çalma.
TASFİYE Saflaştırmak. Olduğundan daha temiz bir hâle getirmek. Temizlemek. * Hesabı kapatmak.
TASFİYE-İ KALB Kalbini temizleme, yüreğini temizleme.
TASGİR Küçültmek. Cirm ve kadrini eksiltmek. Hakir eylemek.
TASGİRÂT (Tasgir. C.) Küçültmeler.
TASHİF (C.: Tashifât) Yanılarak yanlış kelime yazma. Yazı yazarken kelimeyi yanlış yazma. * Hatâ yapma. * Tağyir etme, değiştirme.
TASHİH Daha iyi ve daha doğru hale getirmek. Düzeltmek. * Hastanın ağrı ve acısını ilâçla gidermek.
TASHİHÂT (Tashih. C.) Düzeltmeler, tashihler.
TASHİN (Sahn. den) Sahneye koyma.
TASİ´ (TÂSİA) Dokuzuncu.
TASİAN Dokuzuncu olarak.
TAS´İB Güçleştirmek.
TAS´İBAT (Tas´ib. C.) Zorlaştırmalar, güçleştirmeler.
TA´SİB İhata edip kaplamak, içine almak. * Bir kimsenin başına taç koymak. * Açlıktan dolayı karnını bağlamak.
TAS´İD Eritme. * Yukarı çıkma ve çıkarılma. * Buharlaştırarak temizleme. İnbikten geçirip buhar haline getirme.
TASİG Gayretsiz kişi.
TA´SİL (Asel. den) Bal katma, ballandırma.
TA´SİL-İ KELÂM Sözü ballandırma. Kelâmı tatlılaştırma.
TA´SİR (C.: Ta´sirât) (Usr. dan) Güçleştirme.
TAS´İR Kibirlenmekten dolayı karşısındakinin yüzüne bakmayıp, yüzünü çevirmek.
TA´SİR (C.: Ta´sirât) (Asr. dan) Sıkıp suyunu çıkarma.
TASİR Galiz süt.
TASKİL Cilâlandırmak. Saykal, cilâ vurmak, cilâ verilmek.
TASKİLÂT (Taskil. C.) Cilâlamalar. Cilâ yapmalar.
TASLİB (Salb. dan) Haça germek. Haç çıkarmak. * (Sulb. dan) Sertleştirmek. Katılaştırmak, katılaştırılmak.
TASLİM Kulağı dibinden kesmek.
TASLİT Musallat etmek. Birini başka birine belâ etmek. Sataştırmak.
TASLİYE "Sallâllahü Aleyhi Vesellem" diyerek dua etmek. * Bir şeyi yakmak için ateşe atmak. (Bak: Sallâllahü Teâlâ)
TASM Âd taifesinden bir kabile. * Mahvetmek veya mahvolmak.
TASME f. Kayış halka. Tasma.
TASMİD Hükmetmek. İçini doldurmak.
TASMİM Bir şeyi önceden iyice kararlaştırmak. Azimet-i sadıka ile kastetmek. * Muhkem kılmak. * İnkâr etmek. * Endişe edip kaçınmamak.
TASMİT Susturma.
TASNİ´ Düzme. Uydurma. Yakıştırma. * Bir san´atla meşgul kılma. * Güzel terbiye etme.
TASNİÂT (Tasni´. C.) Hakiki olmayan yapmacık hareketler.
TASNİF Sınıflara ayırmak. Sınıflandırmak. * Kitap yazmak. Kitap tertib etmek.
TASNİFÂT (Tasnif. C.) Tasnif edilmiş eserler.
TASRAH Karınca. * Bit.
TASRE (Süt) koyu olmak. * Su dibinde olan balçık. * Balçıklı su. * Dirlik, iyi olmak.
TASRİ´ Bir beytin iki mısraını da kafiyeli yapma. * Bütün mısraları kafiyeli manzume yazma. * Yere vurmak. * İki parça etmek.
TASRİD Azaltmak.
TASRİF İstediği şekilde idare etmek. Maslahatta tasarrufa izin vererek mutasarrıf kılmak. * Bir şeyi bozup değiştirerek türlü şekillere koymak, evirip çevirmek. * Gr: Bir kelimenin veya fiilin çeşitli zamanlara göre sıra ile söylenişi. Sarf kaidesi üzere kelimenin şeklini başka kelimelere tebdil eylemek. Meselâ: Türkçe´de bir fiilin tasrifi: Hal sigasına göre: Gelmek fiilinin şekli: Geliyorum, geliyorsun, geliyor, geliyoruz, geliyorsunuz, geliyorlar gibi.
TASRİH Belirtmek. Açık açık anlatmak. Zâhir ve ayân kılmak.
TASRİHAT (Tasrih. C.) Açık açık anlatmalar. İzah etmeler.
TASRİHEN Açık olarak, açıktan bildirerek.
TASRİYE Koyunun sütü çoğalsın diye birkaç gün sağmayıp bırakmak.
TASS (TASSE) (C.: Tâs-Tusûs-Tassât) Tas, çukurca kap.
TASS (Tasse) Oğlancıklar oyunundan bir oyun.
TASSUC (C: Tasâsic) Cânip. Nâhiye. İki tane.
TAST (C.: Tısâs-Tısât) Büyük tas.
TASTİM Tamamlamak. Tekmil etmek. * Muhkem etmek, sağlamlaştırmak.
TASTİR (Satr. dan) Yazı yazma. Satırlar meydana getirme.
TASVİB Münasib görmek. Uygun ve doğru bulmak. * Aşağı indirmek.
TASVİBÂT (Tasvib. C.) Tasvib edilip uygun görülen şeyler.
TASVİBEN Doğru bularak, tasvib ederek, münâsib görerek.
TASVİBKERDE f. Doğru bulunmuş, tasvib edilmiş, münasib görülmüş.
TASVİG (C.: Tasvigat) (Siga. dan) Kalıp şekline koymak. Eritip kalıba dökme. * Batırmak. * Kuyumculuk yapmak.
TASVİR Hiss ve mahsusata münhasır olan ifâde. * Bir şeyi söz veya yazı ile anlatmak. Resim yapmak. * Bir şeye şekil ve suret vermek. Resim. * Edb: Görebildiğimiz ve hissedebildiğimiz şeyleri bize gösterebilecek veya hariçte vücudu olmayan fakat hissedilen şeyleri duyurabilecek meleke.
TASVİRAT (Tasvir. C.) Tasvirler.
TASVİRÎ Tasvire dair, tasvirle ilgili.
TASVİT (Savt. dan) Seslendirme, seslenme, ses çıkarma.
TASY Sütü ve suyu çok içmekten dolayı vücudun ağırlaşması. * Süst olmak, zayıflamak.
TASYİR Bir surete koyma. Bir şekle vardırma.
TAŞAŞ Nezleye benzer bir hastalık.
TA´ŞİR (C.: Ta´şirât) (Öşr. den) Öşürünü alma. Onda birini alma. * Ona bölme.
TA´ŞİŞ Hurmanın yaprağının az olması. * Kuşun yuva yapması.
TA´ŞİYE Akşam yemeğini yemek.
TAŞR Zayıf yağan yağmur.
TAŞRA Hariç ve dış taraf. * İstanbul harici olan memleket. * Merkez-i hükümet hâricinde olan yerler.
TAŞRAH Hurma ağacı.
TAŞŞ (TAŞİŞ) Yağmur çisintisi.
TAŞT Lâkin, fakat, amma.
TAŞT Büyük leğen.
TAŞT-GEN f. Leğenci. * Leğen yapan.

Prof. Dr. Sinsi 11-04-2012 06:58 AM

Osmanlıca Sözlük Lügat T Harfi
 
T Harfi

TATABUK Muvafık ve müttefik olmak. Uygun olmak.
TATAHHUR Temizlenmek. Pâklanmak. * Günah işlemekten teberri ve imtina eylemek.
TATAL Görmek için yüksek bir yere çıkmak.
TATALLU´ Nazar etmek, bakmak. * Beklemek, gözlemek, muntazır olmak.
TATALLUK Açılmak.
TATALLÜB Bir defa daha istemek.
TATALU´ Birbirine bakmak. Gözlemek.
TATAMÜN Aşağı düşmek. * Meyelân etmek, eğilmek.
TATAR (Tetar) (Arapçada: Teter) Bu isim, asıl itibariyle Moğol milletlerinden bir kavmin adıdır. Bu kavmin efrâdı, Cengiz Han askerlerinin pişdarları hükmünde olduğundan eski zamanlarda Moğollar mânasında kullanılmıştır.Arap ve Fars tarihlerinde de yukardaki mânada kullanılmıştır. Sonra bu isim bütün Turanî milletlerine verilerek "Akvam-ı Tatariye" diye adlandırılmıştır. Ve bütün bu milletlerin meskenine Tataristan ismi verilmişse de, bu tabirin yersiz olduğu sonra anlaşılmış ve bu mânada kullanılışı terkedilmiştir. Tatar milleti dil, ahlâk ve âdetler bakımından Moğollardan fazla Türklere yakındırlar. * Eskiden, mektup taşıyan postacı.
TATARRUB şevke gelme, coşma, neşelenme, keyiflenme.
TATARRUF (Taraf. dan) Bir yana veya bir tarafa çekilme.
TATARRUK Yol bulma. Yol bulup girme.
TATA´TU´ Başını aşağı eğmek.
TATAVÜL Uzun olmak. * Büyüklenmek, kibirlenmek. * Birbirine muhalefet etmek, karşı gelmek.
TATAVVU´ Müstehab ve mendub olan namazlar. * İbadeti sırf kendi isteğiyle yapmak. * Nafile namaz kılmak. * Üzerine lâzım olmayan işler yapmak.
TATAVVÜF Ziyaret etmek. * Dönmek.
TATAVVÜL Büyüklenmek, kibirlenmek.
TATAYYUB Güzel koku sürünme.
TATAYYUR Teşe´üm addetmek. Uğursuzluk. * Uçmak.
TATBİ´ Doldurmak.
TATBİB Kırbayı ev direğine asmak. * Tabiblenmek, doktor olmak.
TATBİK Yakıştırmak. Yerine getirmek. * Karşılaştırmak. * Bir kaide, kanun veya emri yerine getirmek. Kıyas ve tahmin etmek. * Benzetme, uydurma.
TATBİKAN Tatbik ederek, uygun yaparak. Fiilen işleyerek.
TATBİKÎ Tatbike ait. Pratik ile alâkalı. Fiilen işlemek suretiyle.
TATBİL Davul çalma.
TATBİN Bir şeye çamur sürme.
TA´TE Cinli olmak. Delirmek.
TATFİF Alırken dolgun, verirken eksik ölçmek.
TATFİF SURESİ Kur´an-ı Kerim´in 83. suresidir. Mekkîdir.
TATFİH Doldurmak.
TATFİL Uyuntuluk etmek. * Güneşin batı tarafa doğru hareket etmesi.
TATHİM Gökçek etmek, güzelleştirmek, tahsin.
TATHİN (C.: Tathinât) (Tahn. dan) Öğütme. Un haline getirme.
TATHİR Temizlemek. Yıkayıp pâk etmek. Tâhir kılmak.
TATHİRÂT (Tathir. C.) Temizlikler.
TA´TİF Şefkat uyandırmak. Acındırmak.
TA´TİK Eskitmek.
TA´TİL Çalışmağa ara vermek. Çalışmayı durdurmak. İzine başlamak. * Kesmek. * Muattal bırakmak. * Ziynetsiz etmek, süssüz yapmak. * Allah´ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.(İ´lem eyyühel aziz! Enaniyetten neş´et eden şirk-i hafi katılaştığı zaman esbab şirkine inkılâb eder. Bu da devam ederse küfre tahavvül eder. Bu dahi devam ederse, ta´tile, yâni Hâliksızlığa incirar eder. El-iyâzü billah. M.N.)
TA´TİR Dizmek.
TAT´İR Sütü yoğurt yapmak.
TA´TİR (Itr. dan) Güzel koku ile kokulandırma.
TA´TİS (Atse. den) Aksırtma, aksırtılma.
TA´TİŞ Susatma, susatılma.
TATLİK Boşamak. Karısını terk edip nikâhını feshetmek.
TATLİM Yüzüne eliyle vurmak.
TATMİ´ Tamâ vermek.
TATMİN İkna etmek. Kandırmak. * İnsanın kalbini emin etmek. Rahatlandırmak.
TATRİB Zevklendirme, neşelendirme, keyiflendirme.
TATRİD Reddetmek.
TATRİH Bırakmak.
TATRİK Kuşun yumurtalamaya, kadının doğum yapmağa yakın olması.
TATRİM Tamamlamak. * Ata tâlim ettirip hünerli ve iyi huylu yapmak.
TATRİR Keskin etmek, keskinleştirmek.
TATRİZ Elbiseye veya kumaşa süs için kenar işleme, oya yapmak.
TATURE f. Hayvanların ayağına vurulan köstek, bukağı.
TATVİ´ Muti etmek, itaat ettirmek, boyun eğdirmek.
TATVİF Tavaf ettirmek.
TATVİK Boynuna gerdanlık takınmak.
TATVİL Uzatma. Uzatılma.
TATVİL-İ KELÂM Uzun konuşma. Sözü uzatma.
TATVİLÂT (Tatvil. C.) Boş, beyhude ve fazla sözler.
TATVİŞ Burma, iğdiş etme.
TATYİB İyi davranma. İyi muâmele etme. Hoş etme. Gönlünü hoş etme.
TATYİB-İ HÂTIR Gönlünü hoş etme, gönlünü alma.
TATYİBAT (Tatyib. C.) İyi muâmeleler, gönlü hoş etmeler.
TATYİR Kötü görme. " Bu, filanın şerrinden oluyor" deme.
TAUN Vebâ denen dehşetli bir bulaşıcı hastalık. Bu hastalıkta lenf bezlerinde hâsıl olan yumruların herbiri.
TAUS-U YEMENÎ Yemen´li Tâus Ebî Abdurrahman. (Kırk defa hacceden ve kırk sene yatsı abdesti ile sabah namazını kılan ve Sahabelerle görüşen ve Tâbiînin azîm imamlarından olan zât. (R.A.)
TAV´ İsteyerek uymak. Bir şeyi istekle yapmak. Muti´ olmak. * Mer´anın genişliğinden dolayı davarın her tarafta otlamasının mümkün olması.
TAVA Darı.
TAVADDU´ Abdest almak.
TAVAF Ziyaret etmek. Ziyaret maksadiyle etrafında dolaşmak. * Hacıların Kâbe etrafında yedi defa dolaşmaları.
TAVAGGUL Çok meşgul olmak, uğraşmak, kendini birşeye tamamen vermek.
TAVAGİ (Tâgut. C.) Putlar. Tâgutlar.
TAVAHİ Lâşe etrafında dolaşıp uçuşan akbaba kuşları.
TAVAHİN (Tâhine. C.) Azı dişleri, öğütücü dişler.
TAVAHİN (Tâhun ve Tâhune. C.) Öğütülmüş şeyler. * Su değirmenleri.
TAVAİF (Taife. C.) Gruplar. Milletler, kavimler. Bölükler.
TAVAİF-İ MÜLÛK Abbasi Devletinin parçalanması ile meydana gelen küçük devletler.
TAVALİ´ (Tâli´. C.) Kısmetler, bahtlar, tâlihler.
TAVAMİR Tomarlar.
TAV´AN İsteyerek. Zorlanmadan. Kendi isteğiyle.
TAV´AN EV KERHEN İster istemez. İsteyerek olsun yahut istemiyerek olsun.
TAVARIK (Târika. C.) Gece gelen belâlar.
TAVASİM (Tavâsin) : Kur´an-ı Kerim´den tâ-sin, tâ-sin-mim sureleri.
TAVASSUB Hastalanıp perişan olma.
TAVASSUL (Bak: Tevessül)
TAVASSUL (Bak: Tevassul)
TAVASSUT Ara bulma için araya girmek. Aracılık. Vasıtalık. * İyi ile kötü arasında mu´tedil olanını almak.
TAVAŞİ (C.: Tavâşiye) Tar: Hadım ağası. Harem ağası.
TAVAŞİR Tebeşir.
TAVATTUN Bir yeri vatan edinmek. Bir yerde yerleşmek.
TAVATU´ Muvafık olmak, uygun olmak.
TAVAUD Sözleşmek.
TAVA´UR Güçlük, zorluk.
TAVAVİS (Tavus. C.) Tavus kuşları.
TAVA´VU´ Tilki, çakal, kurt ve köpeğin ürümeleri.
TAVAZZU´ Abdest alma.
TAVAZZUH Açıklanmak. Aydınlanmak. Kesb-i vuzuh etmek. * Ruşenlik ve ayânlık peyda etmek.
TAVB Kırmızı kiremit.
TAVD Büyük dağ. Tepe. * Sebât.
TAVDİ´ Atılmış pamuğu kaftana koyup cübbe dikmek.
TAVF (TAVÂF) Dönmek. * Fırat Nehri gibi sularda üstüne binilen vasıta.
TAVH Helâk olmak. * İftira etmek.
TAVIR (Tavr) Suret. Hareket, hal, vaziyet. * Bir kerre, bir defa. * İki şey arasındaki had ve fasıla. * Kader. * Miktar.
TAVR-I BÂTIL Bâtıl, kötü hal ve vaziyetler.
TAV´Î Kendiliğinden. İçinden.
TA´VİC Eğme, eğip bükme. Eğriltme.
TA´VİD (Deve) çok yaşamak. * Âdet edinmek. Alıştırmak, âdet ettirmek.
TAV´İD Korkutmak.
TA´VİK İlerlemesine mâni olmak. Geciktirmek. * İşinden alıkoymak.
TAVİL Uzun. * Çok süren.
TAVİL-ÜL B´ Uzun kulaçlı. Gücü yeter. * Eli açık, vergili, verimli.
TAVİL-ÜN NİCAD Kılıç bağı uzun. * Mc: Uzun boylu.
TA´VİL İtimat etmek. * Sesle ağlamak.
TAVİLE Birbiri ardına bağlanmış bir sıra hayvan. Hayvan katarı. * Tavla, ahır. * Çayıra salınan hayvanın ayağına bağladıkları tavla ipi.
TA´VİM Arpayı ve buğdayı tutam tutam biçip yığmak.
TA´VİN Evde kâhyâ kadın.
TAV´İR İri ve kaba yapmak.
TA´VİR Gözsüz etmek. Kör etmek.
TA´VİS Güç etmek, zorlaştırmak.
TAVİYYET İnsanın gönlünde gizli olan istek veya niyet.
TAV´İZ Korkutmak. * Söz vermek, va´detmek.
TA´VİZ Nazar veya kötü şeylerden muhafaza için takılan dualı kâğıt, nüsha. Muska.
TA´VİZ Bedel, bir şey vermek. Karşılık, bedel göstermek. * Değiştirmek.
TA´VİZÂT (Ta´viz. C.) Karşılık olarak verilen şeyler. Ödünç verilen para.
TA´VİZEN Karşılık olarak, karşılık alınmak suretiyle. Gelecekte gelirinden kesilmek şartıyla.
TAVK Tâkat. Güç. * Boyuna takılan zinet. Gerdanlık. * Tasma.
TAVK-I BEŞER Beşer takatinin, güç ve kudretinin son haddi.
TAVK Arzu etmek, istemek.
TAVL (Bak: Tul)
TAVLA Hayvan bağlanan ahır. (San´at Ansiklopedisinde "Tavla" maddesi: "Hayvanların tavlanması yani istirahat edip çalışacak kıvama gelmesi, kuvvet ve tâkat kazanması için beslendiği yer." şeklinde tarif edilmiştir.)
TAVME Tosbağanın dişisi.
TAVR (Bak: Tavır)
TAVRÎ Vahşi adam veya kuş. * Ehad, vâhid, bir.
TAVS Örtmek.
TAVSİB Tenbellik ve süstlük.
TAVSİF Vasıflarını söylemek. Bir şeyin iç yüzünü, ne ve nasıl bir şey olduğunu anlatmak. Vasıflandırmak. * Bilgi, ilim.
TAVSİF-İ Bİ-L-FEZAİL Faziletlerini zikrederek tavsif etmek.
TAVSİFÂT (Tavsif. C.) Tavsifler. Vasıflandırmalar.
TAVSİL (Vasl. dan.) Ulaştırma, vardırma.
TAVSİM Azalardan bir uzva zahmet vermek. * Kırmak. * Tenbellik.
TAVSİT (C.: Tavsitât) (Vasat. dan) Aracı bulma. Aracılık yaptırma.
TAVSİYE Vasiyet bırakma. * Ismarlama, sipâriş etme. * Birini iyi tanıtma. Öğütleme.
TAVŞ Akıl hafifliği, akıl azlığı.
TAVTİE Anlatılacak maksadı destekleyecek tarzda önceden bazı sözler söyleme.
TAVTİD Bir nesneyi yerinde tutmak. * Muhkem etmek, sağlamlaştırmak.
TAVTİN (Vatan. dan) Bir yerde yerleştirme. Yurtlandırma. * Birşeye bağlanıp onu neticelendirme. Makam tutunmak. * Gönlünü bağlamak.
TAVTİŞ Karşılıklı olarak reddetmek.
TAVUS Meşhur bir süslü kuşun adı.
TAVVAF Kâbe´yi ziyaret ve tavaf eden. * Resmî dairelerde gece bekçisi. * Çok tavaf eden.
TAVVAFİYYE Resmî dairelerdeki gece bekçilerine verilen ücret.
TAVVAFE Kedi.
TAVVAS Tas yapan.
TAVY Açlık.
TAVZİF Vazifelendirmek, iş vermek.
TAVZİH Açıklamak. Açık olarak beyanda bulunmak.


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.