ForumSinsi - 2006 Yılından Beri

ForumSinsi - 2006 Yılından Beri (http://forumsinsi.com/index.php)
-   Siyasal Bilgiler / Hukuk (http://forumsinsi.com/forumdisplay.php?f=594)
-   -   Borçlar Genel Hukuku Muvazaa Hakkında Genel Bilgi (http://forumsinsi.com/showthread.php?t=1087719)

Şengül Şirin 02-18-2015 09:16 PM

Borçlar Genel Hukuku Muvazaa Hakkında Genel Bilgi
 
Borçlar Genel Hukuku Muvazaa Hakkında Genel Bilgi


::MUVAZAA:::


Tarafların aralarında anlaşarak gerçekte yapmak ,istemedikleri bir hukuki işlemi 3. kişileri aldatmak amacıyla yapıyormuş gibi görünmelerine muvazaa denir.

Muvazaa iki türlüdür:
a) Mutlak Muvazaa: Mutlak muvazaada taraflar aslında hiçbir hukuki işlem yapmak istememektedirler. 3. kişileri aldatmak amacıyla hukuki işlem yapmaktadırlar.
ÖRNEK: Malların haczedilmesinden korkan borçlunun ,alacaklılarından mal kaçırmak için bir arkadaşı ile satım sözleşmesi yapması.
Mutlak muvazaada muvazaalı işlem geçersizdir. Bunun müeyyidesi ise butlandır. Müeyyidenin yokluk olduğunu ileri süren yazarlar da vardır. Aslında teorik olarak ‘yokluk’ müeyyidesi daha uygundur. Ancak bu işlemlerde sonuç açısından yokluk ile butlan arasında pek fark yoktur.
b) Nispi Muvazaa: Taraflar aslında bir hukuki işlem yapmak istemektedirler. Ancak 3. kişilerden çekindikleri için bu işlemi başka işlemin arkasına gizlemektedirler. Öyleyse nispi muvazaada ,k, türlü işlem vardır.
b/1) Gerçek işlem(Gizli İşlem) : Tarafların gerçekte yapmak istedikleri işlemdir.
b/2) Görünürdeki İşlem: Tarafların 3. kişileri aldatmak maksadıyla yaptıkları işlemdir.

ÖRNEK-1: Büyük oğluna tarla bağışlamak isteyen baba , diğer çocuklarının tepkisinden çekindiği için büyük oğlu ile anlaşarak bağışlama işlemini satım işleminin arkasına gizlemişlerdir.

ÖRNEK -2: Paylı mülkiyette diğer paydaşın şuf’a hakkından yararlanmasını önlemek amacıyla satım fiyatı yüksek gösteriliyorsa. Düşük fiyatlı satım işlemi , yüksek fiyatlı satım işleminin arkasına 3. kişileri aldatmak maksadıyla gizlenmiştir.

Nispi muvazaa şahısta muvazaa olarak da karşımıza çıkar. Eczacıların yapmış olduğu işlem böyledir. Aslında kişi eczacılık yapmak istememektedir. Ancak eczacılık yetkisi olmayan kişi eczacılık yapmayan kişi ile anlaşarak onun diplomasını kullanmak suretiyle eczane açarsa. Bu durumda ilaç almak isteyen kişiler gerçek bir eczacı ile sözleşme yaptıklarını düşünmektedirler. Ancak sözleşme yaptıkları kişinin eczacılık yetkisi yoktur.

Nispi muvazaada görünürdeki işlem geçersizdir. Ancak burada gizli işlem geçerli olacak mıdır sorusu karşımıza çıkmaktadır. Gizli işlem aslında geçerlidir. Çünkü taraf iradeleri bu gizli işlemi yapmak hususunda birleşmiştir. Ancak bazı işlemler şekil şartına tabii oldukları için şekil şartına tabi olan gizli işlem bu şarta uyulmamışsa geçerli olmayacaktır. Örneğin taşınmazla ilgili devir işlemleri mutlaka tapu siciline işlenmesi gerekiyor. Taraflar gerçekte bağışlama olarak yapmak istedikleri sözleşmeyi satım arkasına gizlemiş ve tapu siciline satım olarak kaydedilmişse bu durumda gizli işlem geçerli olamayacaktır. Fakat taşınırlarla ilgili olarak böyle durumlar söz konusu değildir.
Eğer şekil şartlarına uyulmamışsa işlem butlan hükmüne tabi alacaktır.

MUVAZAANIN ŞARTLARI:
1- Görünürdeki işlem
2- Muvazaa antlaşması
3- Aldatma kastı
4- Gizli muamele(sadece nispi muvazaada )

MUVAZAANIN İLERİ SÜRÜLMESİ:

Muvazaalı işlemleri taraflar ve zarar gören 3. kişileri ileri sürebilir.
Taraflar eğer muvazaayı ileri sürüyorsa bunu yazılı olarak ispat etmek zorundadır. Ancak muvazaayı 3. kişiler ileri sürüyorsa yazılı olarak ispat etmelerine gerek yoktur.
Muvazaalı işlemler 3. kişilere karşı da ileri sürülebilir. Böyle durumlarda bazı hallerde 3. kişiler korunmaktadır. BK: 18/2 MK: 988,1023
BK: 18/2: Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisap eden başkasına borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.

M.K. MADDE 988.- Bir taşınırın emin sıfatıyla zilyedinden o şey üzerinde iyi niyetle mülkiyet veya sınırlı aynî hak edinen kimsenin edinimi, zilyedin bu tür tasarruflarda bulunma yetkisi olmasa bile korunur.

M.K. MADDE 1023.- Tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.

Muvazaayı ileri sürmek için herhangi bir süre öngörülememektedir.
Muvazaa sözleşmelerde de tek taraflı hukuki işlemlerde de ileri sürülebilir.
İrade beyanının muhatabı devletse veya sözleşmenin karşı tarafı devletse ‘muvazaa’ olmaz.

Muvazaa inançlı işlemle de benzerlik gösterir. İnançlı işlem genellikle teminat amacıyla yapılır. İnançlı işlemlerde hak karşı tarafa geçer. Örneğin kişi mülkiyeti başkasına devrediyor. İnançlı işlemlerde tahsil amacı vardır.
Örneğin : TAHSİL CİROSU –TAM CİRO

MUVAZAALI İŞLEMLERLE –İNANÇLI İŞLEMLER ARASINDAKİ FARKLAR:


1-İnançlı işlemlerde gerçek bir devir vardır. Muvazaa da böyle bir devir yoktur.
2-İnançlı işlemlerde 3. kişileri aldatma amacı yoktur. Muvazaada vardır.
3- İnançlı işlemler sadece tasarruf işlemlerinde söz konusu olur. Muvazaa ise hem tasarruf hem de taahhüt işlemi olarak yapılabilir.
4-Muvazaada iyiniyet önemlidir. İnançlı işlemlerde iyinyet önemli değildir.

Muvazaalı işlemlerle Kanuna Karşı hile işlemleri birbirine benzer:
Kanuna karşı hile işlemlerinde kanun sonucu yasaklamıştır. Kişiler benzer sonucu başka türlü bir işlemle yapar.
Rehin veren borçlu borcunu ödemezse rehne konu olan şeyin alacaklının mülkiyetine geçmesi yasaklanmıştır. Bu yasaktan kurtulmak için öncesinde satış ya da satım vaadi sözleşmesi yapılarak malın mülkiyetine sahip olur. Böylelikle kanuna karşı hile yoluna gidiliyor.
Kanuna karı hile iddia ve ispat edilirse uygulanacak müeyyide nedir?
Dolanılmak ihlal edilmek istenen kuralın sonucu ne ise (neyi yasaklamışsa) müeyyide o olacaktır.



Kayıtsız 11-24-2017 07:10 PM

Cevap : Borçlar Genel Hukuku Muvazaa Hakkında Genel Bilgi
 
Tesekurler bu bilgiler icin...
Lutfen tam olarak MUVAZAALI İŞLEMLERLE –İNANÇLI İŞLEMLER ARASINDAKİ FARKLARI biraz daha ayrintili anlatirmisiniz?
Mesala neden İnançlı işlemlerde tek tasarruf vardir? ve İnançlı işlemlerde satis sözlesmesi eklenirmi?
Cok tesekurler cevabiniz icin ..

Şengül Şirin 11-24-2017 08:13 PM

Cevap : Borçlar Genel Hukuku Muvazaa Hakkında Genel Bilgi
 
inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların isbatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.



T.C.
Yargıtay
1. Hukuk Dairesi



Esas No:2012/10041
Karar No:2012/10686
K. Tarihi:

1. Hukuk Dairesi 2012/10041 E. , 2012/10686 K.


"İçtihat Metni"


MAHKEMESİ : BİNGÖL 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 18/02/2011
NUMARASI : 2009/1085-2011/169

Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;


Dava; tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.




Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı, çekişme konusu kat irtifakı kurulu 6 nolu meskenini bankadan konut kredisi aldıktan sonra geri iade etmesi konusunda anlaştığı ve bu doğrultuda 28.09.2006 tarihli protokol yaptığı davalıya satış göstermek suretiyle temlik ettiğini, kredi alınıp, borç kapatıldığı ve taşınmaz üzerindeki takyit kalktığı halde davalının taşınmazı geri devretmediğini ve 3. kişilere satma hazırlığı içinde bulunduğunu ileri sürerek tapu iptal ve tescil istekli eldeki davayı açtığı, yargılama sırasında çekişmeli taşınmazın 11.11.2009 tarihinde vekil eliyle dava dışı V.G. isimli şahsa satış suretiyle devredildiği ve davalının taşınmazla ilgisinin kalmadığı anlaşılmaktadır.


Hemen belirtmek gerekir ki; dava açıldıktan sonrada sınırlayıcı bir neden bulunmadığı takdirde dava konusu malın veya hakkın üçüncü kişilere devredilebilmesi tasarruf serbestisi kuralının bir gereği, hak sahibi veya malik olmanın da doğal bir sonucudur. Usul Hukukumuzda da ayrık durumlar dışında dava konusu mal veya hakkın davanın devamı sırasında devredilebileceği kabul edilmiş 1086 sayılı HUMK'nun 186. maddesinde (6100 sayılı HMK'nun 125. maddesi) dava konusunun taraflarca üçüncü kişiye devir ve temliki halinde yapılacak usulü işlemler düzenlenmiştir. 6100 sayılı HMK'nun 125/1. maddesi; dava açıldıktan sonra davalı, dava konusunu (müddeabihi) bir başkasına temlik ettiği takdirde; davacı taraf seçim hakkını kullanarak, dilerse temlik eden ile olan davasından vazgeçerek davaya devralan kişiye karşı devam edebileceği, dilerse davasına temlik eden kişi hakkında tazminat davası olarak devam edebileceği hükmünü içermektedir. Bu durum kendiliğinden (resen) gözetilmesi zorunlu bulunan usul kuralı olup, mahkemece davacı yana seçimlik hakkı hatırlatılarak davaya hangi kişi hakkında devam edeceği sorulmalı, sonucuna göre işlem yapılmalıdır.


Somut olayda; mahkemece bu usul kuralının işletildiği ve davacı tarafa 1086 sayılı HUMK'un 186. maddesi hükmü gereğince beyanda bulunmak üzere süre verildiği, davacı vekilinin müvekkili ile görüşmek üzere iki kez mahkemeden süre talep ettiği, ancak beyanda bulunmadığı, sonraki celse mazeret bildirdiği, mahkemece davacı tarafa 3 kez süre verildiği halde beyanda bulunulmadığı ve mazeretin dosyayı sürüncemede bıraktığı gerekçesi ile davacı vekilinin mazeretinin reddedilerek aynı celse davalı tarafın davayı takip edeceğini bildirmesi üzerine karar verildiği görülmektedir.
O halde; 6100 sayılı HMK'nun 94. maddesinde düzenlenen kesin süre müessesesi işletilmek suretiyle davacı tarafa 6100 sayılı HMK 'nın 125. maddesi (1086 sayılı HUMK'un 186. maddesi) gereğince seçimlik hakkını kullanmak üzere süre verilmesi, ondan sonra yargılamaya devam edilmesi gerekeceği tartışmasızdır.


Öte yandan mahkemece davanın satış vaadi sözleşmesinden kaynaklandığı yönünde nitelendirme yapılarak sonuca gidildiği görülmektedir.
Bilindiği üzere; 6100 sayılı HMK'nın 33. (1086 sayılı HUMK 76.) maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak mahkemeye aittir.


Eldeki davada, iddianın ileri sürülüş biçimi, dava dilekçesinin içeriği ve dosyada mevcut deliller birlikte değerlendirildiğinde, davacının temlik işleminin inanca dayalı olduğu iddiasına dayandığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) Mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan M.K.nun 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel kurulunun 23.5.1990 gün ve l990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
Öte yandan, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (Borçlar Kanunu mad.81) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler.Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanununun 19 ve 20 maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.


İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamıyacağı izahtan varestedir.


Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın; inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.


İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.


Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla,sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.
Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu,bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “ kötüniyetli ve haksız gizlemeler ”dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde ,mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup,halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamıyacağı, zira Borçlar Kanununun “ müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur ” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamıyacağı,meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18.maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile isbatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.


İçtihadı Birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.


Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere;inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan,mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir.Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.


İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların isbatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Somut olaya gelince; mahkemece bu yönde inceleme ve değerlendirme yapılmış değildir.


Hal böyle olunca, öncelikle davacı tarafa 6100 sayılı H.M.K.'nun 125. maddesi (1086 sayılı HUMY'nın 186. md.) uyarınca seçimlik hakkını kullanmak üzere kesin süre verilmesi, bu husus açıklığa kavuşturulduktan sonra yukarıda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle inançlı işlem yönünde soruşturma yapılması gerekirken, değinilen husus gözardı edilerek ve nitelendirmede yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.


Davacı vekilinin temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 04.10.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


www.hukukmedeniyeti.org

Kayıtsız 11-30-2017 03:59 PM

Cevap : Borçlar Genel Hukuku Muvazaa Hakkında Genel Bilgi
 
Tesekurler Sirin,

(Turkce klaviyem yok.. kusura bakmayin)
Cok net anlamadim... ama kisaca orenmek istediyim sey aslinda...neden İnançlı işlemlerde tek tasarruf vardir?
Okudugum kadar bu muvazaa her zaman one surulur ve dogru olmayan yerlerde... mesala bir inanc sozlesmesi yapildiktan sonra her zaman karsi taraf bunu muvazaa der..... tek sozlesmeyi gercersiz kilmak icin.....
Mesala sozlesmede bir tarih yazilmissa..o tarihte ya borc geri verilecek veya arsa temlik edilecek... ve bu tarih 10 yili gecmisse... nasil kendimi korurum muvazaa deyil diye?

Cok tesekurler yardiminiz icin.
Selamlar


Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.