Japon Kültürü
SUMO Sumo, Japon kültürüne özgü sporların içerisinde apayrı bir yere sahiptir. Sumonun, enaz 1500 yıllık bir geçmişi vardır. Bugün efsane olarak anlatılan eski inanışa göre, tanrı Take-Mikazuçi ülkede egemenliğini kurabilmesi ve sürdürebilmesi için rakibiyle sumo yapması gerekirdi. Tanrıların sporu olan sumonun yarı dinsel bu niteliği, bu sporun halk için yaşamsal öneme sahip bütün etkinliklere girmesine yol açmıştır. Önce tapınaklardaki törenler içerisinde uygulanırken, ilk aşamada saraya taşındı. Dinin devlet işlerindeki ağırlığının arttığı 8. yüzyılda, Nara döneminde saray törenlerinde sumoya yer verildi. Samuraylar da bu sporun gelişmesine büyük katkılarda bulundular. Çünkü sumo, 12. yüzyıldan itibaren başlayan askeri yönetimin vazgeçilmez unsuru olan samurayların eğitimi için biçilmiş kaftandı. 17. yüzyıldan itibaren sumo güreşi saraya ve devlete ait olmaktan çıkıp soylular arasında yayıldı. Soylu aileler, sumoyu eğlenceleri arasına soktular. Sumo bu dönemde kurumsallaştı. Soyluların eğlence aracı zaman içinde sıradan vatandaşlar arasında yayıldı. Bu gelişim elbette başlangıçta dinsel nitelikteydi. Halk ülkenin kaderi üzerinde etkili olduğuna inandığı sumo sporunu günlük yaşamına taşıdı. Bereketli bir ürün için ekim zamanı düzenlenen yarı dinsel törenlerde sumo yapılmaya başlandı. Dualar arasında yapılan sumo güreşleri tanrılara adanmaya başlandı. Sumo sonraları dinsel kimliğinden sıyrılırak, halkın eğlenceleri arasına girdi. Sumo tanrıların katından halkın arasına, meydanlara, tarlalara indikçe bu sporun tekniği de evrim geçirdi. Başlangıçta boks ve güreş karışımı, gereğinden fazla sert ve kuralsız iken, saraydaki törenlerde yer almasıyla birlikte, sumoya bazı kurallar koyularak, saray protokolüne uygun bir hale getirildi. Sumo sporu, Japonların geleneksel savunma sporlarının genel adı olan jijitsu´nun başlangıcı ve temelidir. Bu nedenle günümüz Japon toplumunda bu spora büyük saygı duyulur ve ayrı bir önem verilir. Profesyonel sumo federasyonunca, dört büyük kentte, her biri 15 gün süren yılda altı turnuva düzenlenir. Bu turnuvalar, her yıl Tokyo´da Ocak, Mayıs ve Eylül aylarında, Osaka´da Mart ayında, Nagoya´da Haziran ayında, Fukuoka´da Kasım ayında yapılmakta ve bütün ülkede büyük bir heyecanla izlenmektedir. Bu karşılaşmalar yurtdışında da çeşitli uluslar arası tv kanallarında da yayınlanmaktadır. Kurallar: Sumo sporunda oyuncuya "rikişi" denir. Rikişi´nin amacı, rakibinin dengesini kaybetmesini sağlayarak ya vücudunun herhangi bir kısmını mindere değdirmek ya da ringin dışına atmaktır. Sumoda amaç karşılaşma sırasında rakibini bu ringin dışına itmek, veya rakibin dengesini kaybetmesini sağlayarak vücudunun bir kısmının yere değmesini sağlamaktır. Vücudunun herhangibir kısmı, genelde ayağı, bu daire ringin dışına çıkan Rikishi (Sumo sporcusuna verilen isim) maçı kaybeder. Ancak kaybetmek ringin dışına çıkmadan da olur. Bu durumda ise ayak tabanları dışında vücudunun herhangi bir kısmı yere değen Rikishi maçı kaybeder. Bu dizi olabilir, kolu olabilir, hatta el parmaklarının herhangi birinin ucu olabilir. Ayrıca ayak parmaklarının veya topuğun az bir kısmının bile bu ringi oluşturan halattan dışarıya basarsa maçı kaybeder. Kısaca Sumoda amaç dimdik ringin içinde durmaktır. Kurallar rakiplerin hareketlerinede sınırlama getirir, örneğin yumruk atmak, saç çekmek, karna veya gövdeye tekme atmak yasaklanmıştır. Ringe çıkan Rikishi eline aldığı bir avuç tuzu ringin ortasına doğru havalı bir biçimde serper. Bu tuz serpme tarzı bile o Rikishinin özelliğle ilgili ipuçları verir. Sumoda kilo sınırlaması yoktur. Kilolara göre kategori ayırımıda yoktur. Bir Rikishi karşısında kendinin 2 katı ağırlıkta bir rakip bulabilir. Bu yüzden Sumo sporunun kendine özel teknikleri vardır. Bu teknikleri akıllıca uygulayan kazanır. Çünkü şimdiye kadarki karşılaşmalar içinde düşük kilolu olmasına karşın ağır rakibinin yenen Sumocular çıkmıştır. Rikishiler yani Sumo yapan sporcular normal Japon vatandaşları arasında da aşırı ağırlığa sahiptirler. Genel olarak şu bir gerçektirki ağır olmak Rikishi´ye her zaman avantaj sağlayacaktır. Bu yüzden 250 kilo civarında Rikishilere rastlamak mümkündür. Ağır cüsselerine rağmen Rikishilerin çok esnek vücutları vardır. Bir Rikishi olmak için Japon olmak şart değildir. Japon Sumo Liginde başarılı Havaili Rikisiler de vardır. Hatta Moğolistandan bile Rikishi çıkmıştır. Turnuva sonunda kazanan Rikishi İmparator Kupasını sahibi olur. Her Ligin kendi içindede ödülleri vardır. Bunlar shukunsho, kantosho, ginosho´dur. |
Japon Kültürü
VÜCUT DİLİ
*Kafayı kaşımak sıkıntı veya utanmayı ifade eder. *Japonlar kendini gösterirken (örneğin “Ben mi? Veya "Bana mı dediniz? Derken”) ellerinin işaret parmağını burnunun ucuna dokunarak söyler. *İki elin işaret parmaklarını boynuz şeklinde kaldırmak üçüncü bir kişinin (mesela eşi veya patronu) kızdığını göstermek için yapılır. *Elleri bağdaştıran bir Japon derin bir düşünce içinde demektir. *Yumruk şeklindeki elini kulağının etrafında döndürüp birden açmak bir kişinin aptal veya çılgın olduğunu ifade etmek için kullanılır. *Yumruğunu burnun üzerine koyup uzun burun taklidi yapmak, kişinin ukala ve kibirli olduğunu göstermek için kullanılır. *İşaret parmaklarını kılıç dövüşü şeklinde birbirine vurmak iki kişinin tartışma içinde olduklarını belirtmek için kullanılır. *Eller ile küçük sake bardağı tutupta içiyormuş gibi yapmak, “ Hadi içmeye gidelim!” anlamına gelir. *Eli ile boğazını kesiyormuş gibi yapmak “işten kovuldum” anlamına gelir. *Eli yumruk yapıp baş parmağı kaldırmak “babam” “patronum" veya “kendinden daha kıdemli, üstün” birini ifade etmek için kullanılır. *Eli yumruk yapıp serçe parmağını kaldırıp göstermek “ gizli bir sevgili” veya bir başka kişinin eşini ifade eder. *Elinizi ileri doğru uzatıp eğilip kalkmak, geçmek için izin istemek anlamındadır. |
Japon Kültürü
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg
Yeşile ve doğaya özel bir ilginiz varsa İkebana ve Bonsai minyatür olarak şehir dışına çıkmadan bu özleminizi giderebilecek iki araçtır. İkebana dünyası edebi olarak ´yaşayan çiçekler´ anlamına gelmektedir, ve aktüel olarak kesilerek özel şekillerde hazırlanan çiçeklerin ve bitki saplarının birbirlerine uyumlu bir şekilde yerleştirilmesidir. Bonsai, ise ´saksıdaki ağaç´ anlamına gelmektedir´ ve yaşayan ağaçlara duyulan saygıyı ve bu ağaçların yaşamasını konu alan bir sanattır. Bonsailer minyatür olmalarına rağmen çevremizde gördüğümüz ağaçlardan hiçbir farkları yoktur. Özenle seçilen ağaç dalları, budanarak ve ilgiyle yetiştirilerek minyatür ağaç görünümü kazanır. En güzel bonsailer sığ ve yayvan saksılarda yetiştirilenlerdir. Değişik şekillerde bonsailer bulunmaktadır: süpürge şeklinde - şelale şeklinde - rüzgara açık şekilde . Japonların doğaya olan tutkuları yaşamlarına da yansımış ve yıllar geçtikçe bahçeciliğe verilen önem artmıştır. Bonsailerde bu kültürün bir parçasını oluşturmaktadır ve büyük şehirlerde insanların doğaya olan özlemlerini minyatür olarak karşılamaktadırlar. Genellikle bonsailerin iklime ayak uydurmaları çok zordur. Bundan dolayı bonsailerin yetiştirilmesi özel bir ilgi gerektirmektedir, yetiştirilirken ağacın doğal özelliğine , toprağın nemliliğine, seçilen saksının özelliklerine, ışık ve doğal koşullara çok dikkat edilmelidir. . En ufak bonsailere verilen isim mame (fasulye) dir. En popüler bonsailer ise yaklaşık boyları 15 cm kadar olanlardır. Bir bahçıvan için Bonsai yetiştirmek oldukça kolaydır, onlar diğer bahçe işlerinde olduğu gibi bu konuda da profesyonel olmuşlardır. Fakat uzun zaman yetiştirilmiş bir bonsaiyi evinize aldığınızda sizin de aynı profesyonel bir bahçıvan gibi ona bakmanız gerekmektedir. Bunun içinde iyi bir rehber Bonsai yetiştirme kitabına ihtiyacınız olacaktır. Orijinal özellikleri bulunan bonsailerin fiyatları 50.000$ a kadar çıkmaktadır. |
Japon Kültürü
SELAMLAŞMAK
. Ojigi dünyaca ünlü ve selam verirken, teşekkür ederken, ayrılırken veya özür dilerken kullanıldığından oldukça kullanışlıdır. “Günaydın” (“Ohayou”), “Merhaba” (“Konnichiwa”), “Teşekkür ederim” (“Arigatou”), “Allahaısmarladık-güle güle” (“Sayonara”) veya “Özür dilerim-Pardon” (“Sumimasen”) derken yapılır. Ojigi’de hafif bir baş eğmesinden, tüm vücudu 90 derece eğmeye varan değişik teknikler vardır. Eğer selamlaşma tatami üzerinde yapılıyorsa ojigi’den önce diz çömülür ve öyle yapılır. . Buna rağmen, Japonlar yabancılardan uygun selam kuralları beklemediğinden dolayı hafif bir baş eğmek şeklinde selamlamanız yeterli olacaktır. Bu baş eğerek selamlama beceriksizce yapılan bir ojigi girişimi ile karşılaştırıldığında daha yerinde olur. Japonlar arasında el sıkışarak selamlaşmak çok nadir görülür, fakat yabancılar için Japonların el sıkmaları (oldukça acemice olsada) normal bir olaydır. |
Japon Kültürü
Kimono
. Batı´da tahta kalıplarla basılan Ukiyo-e resimlerinin popülerliği aynı zamanda kimonolara olan ilgiyi de hat safhaya ulaştırmıştır. Kimonoların birçok çeşidi bulunmaktadır, mevsimsel sezonluk kimonolar, bayanların törenlerde giydiği özel kimonolar, erkekler için dikilen kimonolar gibi. Nara döneminde (710~94), kosode (küçük kol) olarak adlandırılan giysi, Kimono olan gerçek adını 18. yy´da almıştır. Halen kullanılan kimonolar, Japonya´yı ziyarete gelen turistlerin de ilgisini çekmekte ve kısa süreli de olsa ziyaretçiler Kimono gerçek anlamda giyme fırsatı bulmaktadırlar. Kadınlar Kimonolarını özellikle geleneksel çay ve ikebana törenlerinde giyerler. Genç kızlar ise furisode olarak adlandırılan çok renkli kolları diğer kimonolara göre daha uzun, parlak Obi(kemer) i olan kimonoları giymektedir. Fabrikalarda üretilen ve basit geometrik şekillere sahip, günlük hayat içerisinde sık kullanılan kimonolara, Edo komon ismi verilmiştir. Düğün ve özel törenlerde ise, tam tersi özel olarak tasarlanan, müthiş görünüme sahip kimonolar tercih edilmektedir. Bunlardan biri de shiromuku´dur , çok kalın kumaşlı, özel işlemeleri bulunan, saç tokası mevcut, geline özel beyaz renktedir. Damat adayı ise üzerinde ailesine ait işareti bulunduran ve habutae ipeğinden özel üretilmiş kimonoyu taşımaktadır. Son zamanlarda düğünlerde damatların batı tarzında da giyindikleri görülmektedir. Ölüm törenlerinde hem erkekler hem bayanlar siyah kimono giyerler.Kimono Giyimi yuki - kol ushiromigoro - Arka ana bölge uraeri - iç yaka doura - üst astar sodetsuke - Omuz dikiş yeri fuki - ön kıvırım sode - kol bölgesi okumi - yaka altı miyatsukuchi - Kol altı açık bölge sodeguchi - kol açıklığı tamoto - kol cebi maemigoro - ana ön bölüm furi - Kol altı uzun parça tomoeri - yaka eri - yaka susomawashi - alt astar Geleneksel olarak kimono giyim teknikleri annelerden kızlarına aktarılır, fakat günümüzde bu teknikleri öğreten okullara rastlanmaktadır. Özel ipekten, yünden veya sentetikten üretilen kimonolar kış aylarında giyilmektedir. İlk önce beyaz çoraplar olan tabi ler giyilir; daha sonra kimononun alt kısmını oluşturan yelek ve etek giyilir,daha sonra kimononun altındakileri tutmaya yarayan nagajuban (bir çeşit iğne) ve datemaki kemeri bağlanır; son olarak kimono giyimi yapılır ve Obi ile bağlanır. En son olarak ise Zori´ler ayağa giyilir, böylece kimono giyimi bitirilmiş olur. Yukata İnce, pamuklu yukata ise hem erkekler hem de bayanlar tarafından yaz ayları boyunca giyilmektedir(Diğer ülkelerde çoğunlukla Kimono adı altında satılan ürünler aslında Yukata´dır). Genellikle bunlarla beraber geta lar giyilmektedir. Günümüzde renkli renkli yukatalar Yaz şenliklerinde birçok genç kızın ve erkeğin giysileri olmaya devam etmektedir. Ayak Giyimi Zouri ve Geta Japonya´da en sevilen geleneksel sandaletlerdir. Her ikisi de Y şeklinde bir bantla, ayak baş parmağı ve ikinci parmak sokularak giyilir. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg |
Japon Kültürü
BUDİZM
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Budizm ´in kurucusu Buda (Guatama, Gotama) ( MÖ.563 - 483 ) Kuzey Hindistan ´da Lumbini koruluğunda doğmuş bir filozoftur. Buda “aydınlanmış” anlamına gelir. Budizm ´ in en güçlü yayılma dönemi Hint Hükümdarlarından Aşoka (MÖ. 273 - 236) zamanına rastlar. Aşoka zamanında Budizm ´ Hindistan, Seylan,Suriye,Mısır,Makedonya ve Yunanistan ´a kadar yayılmıştır. Aşoka ´dan sonrada yeni Krallar Budizm ´e girmiş yayılmasını sağlamış hatta Çin,Moğolistan ve Japonya ´nın ileri gelen devlet adamlarının Budizm ´e hizmet etmesini sağlamışlardır. Budizm ´ MS 1.yy Türkistan , 4. yy da Kore , 6.yy da Japonya ve 7.yy da ise Tibet´te yayılmaya başlamıştır. Günümüzde Güney,Doğu;Güneybatı ve Orta Asya ´da çok sayıda taraftarı olan Budizm ´ Avrupa ve Amerika ´da da yayılmaya ve taraftar bulmaya başlamıştır Budizm ´de inanç ve ibadet Budizm ´de inancın temeli “ Buda ´ya sığınırım, Dhamma ´ya (dine,doktrine) sığınırım, Sangha ´ya sığınırım (Rahipler Cemaati,dünyanın en eski bekar rahipler topluluğu)” cümlesi oluşturur.Bunlardan birini inkar eden kişi budist sayılmaz ve Budizm ´e girmek için yukarıdaki cümleyi söylemek gerekir. Sangha ´ya giren rahip ve rahibeler evlenemezler. Budizm ´ de mabetlere “Vihara” denir. Budistler Karma- Ruhgöçü ´ne inanırlar. Vihara da ayda 2 kez bir araya gelen rahipler yaptıkları hataları itiraf ederek benliklerini öldürürler. Bazı dinlerde olduğu gibi Budizm ´de de bir kurtarıcı bekleme inancı vardır. Kurtarıcının isma Metteya veya Maitreye ´ dir. inançlarına göre Metteya tüm dünyayı düzeltmek olarak gelecek ve Buda ´ nın tamamlayamadığı dini tamamlayacaktır. ibadet Stupa denilen mabetlerde yapılır. Stupalar helezoni yapıda inşa edilmiştir. ibadet için Stupaya giren Budist önce Buda ´nın heykeline saygı gösterisi yapar; O ´na çiçek ve tütsü sunar, Budistler kendi evlerinde de bir köşede korudukları Buda heykeline tazimde bulunarak,ibadet ederler. ibadetlerinde klişeleşmiş dua ve söz yoktur. Budizm ´in kutsal ziyaret yerleri ; Budanın doğum yeri( Lumbin) Aydınlanma yeri (Bodhi Gaya) Buda ´ nın ilk vaaz verdiği geyik parkı (Sarnarth ´da) Buda ´nın öldüğü Uttar_Prades şehri, Ganj nehri Kutsal Kitapları Budistler Buda ´nın vaazlarının Pali - Kanon adlı bir kitapta toplandığına ve 400 yıl kadar sözlü olarak nesilden nesile aktarıldığına inanırlar. Budizm ´in kutsal kitabı üç sepet anlamına gelen “Tripitaka veya Tipitaka ´dır”.Tripitaka da; Vinaya Pitaka Sutta Pitaka Abhidhamma adlı bölümler bulunur. Bu kitaplarda rahip ve rahibelerle ilgili kurallar, ayin usulleri, beslenme,giyinme, Buda ´nın hayatı,konuşmaları,vaazların yorumu,Budizm ´ felsefesi vb ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Budizm ´de Mezhepler Budizm ´ başlıca iki büyük mezhebe ayrılır: 1- Hianayana , 2- Mahayana 1 - Hinayana (Küçük Araba) Kişinin kendisini kurtarmasını esas aldığı için böyle isimlendirilmiştir. Bu mezhep Seylan ve Güney Asya ´da yayılmıştır. Mensupları saf Budizm ´e yani Budanın asıl telkinlerine kendilerinin muhatap olduklarını iddia ederek Mahayana koluna bağlı olanları sapkınlıkla suçlarlar 2 - Mahayana ( Büyük Araba) Toplumu bir bütün halinde ele alarak herkesin kurtuluşa ermesini amaç edinmişlerdir. Onlara göre Budizm ´, herkese cevap vermeli, herkesin ihtiyaçlarını gidermeli, doktrinleri basitleştirerek halkın anlayacağı bir seviyeye getirilmelidir. Budizm ´in bu kolu başka din ve doktrinlerden yararlanmakta sakınca görmez. Bu mezhebe göre Nirvanayı gerçekleştiren herkes Buda unvanını alır. Ve ihtiraslarının esiri olarak dünya zevklerinin arkasından koşmaz. Mahayana mensupları,”hata yapabilirim” diye faaliyetleri askıya almanın karşısındadır. “Bu yüzden pişmanlık duymaya lüzum yoktur” derler Mahayana ´ya bağlı kişi kendini kurtuluşa hazırlayabilmek için şü hususlara dikkat etmek zorundadır: Cömertlik Olgun manada bilgelik Budizm ´in ahlak kurallarına bağlılık Meditasyon Karşılaştığı olumsuzluklara sabır göstermek Hiç usanmadan sürekli bir gayret içinde olmak Bu sayılan özellikleriyle Mayayana Budizm ´i dünyanın bir çok bölgesinde yayılma imkanı bulmuş,adeta misyonerli bir hüviyet kazanmıştır BUDA VE ÖĞRETiSi Buda ´nın öğretisinin baslıca özelliği; Buda ´nın aydınlanma sonucu bulmuş olduğu gerçekleri birer dogma olarak sunacak yerde aydınlanma yöntemini öğretmeyi ve böylelikle yöntemi öğrenen kimselerin kendi çabalarıyla bu gerçekleri kendilerinin bulup yasantısal deneyimle doğrulamalarını öngörmesi, Budalık yolunu herkese açık tutmasıdır. Buda ´nın yasadığı dönemde Budizm ´ bir din, Buda da bir peygamber değildi. Şimdiye dek her geliş gidişsimde, içinde hapis olduğum, Duyularla duvaklan mis bu evin, Yapıcısını aradım durdum. Ey yapıcı! Simdi seni buldum. Bir daha bana ev yapmayacaksın, Bütün kirişlerin kirildi, payandaların çöktü. içimde Nirvana ´nın suskunluğundan başka bir şey kalmadı Tutkuların, isteklerin biçimlediği yanılgıdan kurtardım kendimi. Öğretide 4 temel gerçek vardır: Yaşamda ıstırap vardır; ıstırabın bir nedeni vardır; bu neden yok edilirse ıstırapta yok edilmiş olur; bu nedeni yok etmeyi sağlayan bir yol, bir yöntem vardır. 1.Istırap (DUKKHA) ve Yaşamın 3 özelliği Dört okyanusun suyu mu daha çoktur, yoksa sizlerin inleye sızlaya sürdürdüğünüz bu yolculukta sevdiğiniz istediğiniz şeyleri elde edememek, sevmediğiniz istemediğiniz şeylerden kaçınamamak, istediğiniz şeylerin istediğiniz gibi olmaması, istemediğiniz şeylerin istemediğiniz biçimde olması yüzünden akıttığınız göz yaşları mi daha çoktur? Ananızı, babanızı yitirmek, kardeşlerinizi, kızınızı yitirmek, malinizi, mülkünüzü yitirmek... Bu uzun yolculukta tüm bunlara katlandınız ve dört okyanusun suyundan daha çok göz yaşı akıttınız. Buda ıstırap için dukkha sözcüğünü kullanıyordu. Anlamı; ıstırap, üzüntü, tasa, keder, maddesel veya ruhsal sağlıksızlık, uyumsuzluk, tedirginlik, doyumsuzluk, yetersizlik, sürtüşme, çelişki yani olumsuz ruh durumları... Buda ´nın gözlerimizi açmaya çalıştığı gerçek daha çok ıstıraptan korunmak, kurtulmak için izlediğimiz tutumdaki yanlışlarımız, yanılgılarımız. Herkes yaşamda Istırabın olduğunu biliyor, ama yaşamda Tatlı anlar, hoş ve zevkli olan şeyler olduğunu, haz ve zevkin ıstırabı dengeleyebileceğini düşünüp bu anların beklentisi içinde ıstıraba katlanabiliyor. Buda ´ya göre yanılgı işte burada. Buda kaynağı dışımızda olan şeylerden elde ettiğimiz haz ve zevkin ıstırabın asil nedeni olduğunu göstermeye çalışıyordu. Yanılgının dünyanın bu geçiciliğine gözlerimizi kapamak, geçici olan, kalıcı olmayan şeylere tutunmaya çalışmaktan geldiğini, dünyayı gerçek böylesiliği, yapısıyla görememekten kaynaklandığını söylüyordu. “Sevdiğimiz hiç bir şey yok ki, bir gün gelip ya onlar bizden, ya biz onlardan ayrılmayalım.” Buda yaşamı gerçek boyutları içinde kavrayabilmemiz için yaşamın birbiriyle ilgili 3 özelliğinin üzerinde ısrarla duruyordu: Dukkha - Istırap Bir arada bütünleşmiş, bileşmiş, oluşmuş hiç bir şey değişimden, çözülüp dağılmaktan kurtulamaz. Yanılgı değişim içinde olan, geçici olan şeylere sanki hiç değişmeyeceklermiş, sanki kalıcı şeylermiş gibi tutunmaya, sarılmaya çabalamaktan geçiyor. Oysa elde etmek istediğimiz şeyi elde edene kadar o şey değişiyor, koşullar değişiyor, bu arada biz kendimiz de değişiyoruz. Buda ´nın amacı dünyayı ne olduğundan daha kötü ne de daha iyi göstermekti. Onu olduğu gibi iyi ve kötü yanlarıyla, kendimizi hiç bir yanılgıya, yanılsamaya kaptırmadan bütünlüğü içinde gerçek böylesiliğiyle görmemizi sağlamaya çalışıyordu. Istırabın dünyayı olduğu gibi içimize sindirememekten, dünyadan verebileceklerini değil de daha çoğunu beklememizden, istememizden kaynaklandığını anlatma çabası içindeydi. Kötü olan yaşam değil, ona arsızca yapışmaya çabalamaktan, ondan verebileceğinden çoğunu istemekten gelen ıstıraptır. akıp giden yasamla birlikte karşı koymadan, direnmeden akıp gitmesini öğrenmek, dönüsü olmayan bir akis içinde olduğumuzun, yaşamın tek bir aninin bile ikinci kez yaşanmasının olanaksızlığını içten içe kavramak, her saniyenin tadını bilecek biçimde yaşamın sevinçle, kıvançla, coşkuyla kucaklanmasına yol açabilir. Mutluluğun ertelenmesinin de, para biriktirir gibi haz ve zevk biriktirmenin de olanaksızlığı iyice anlaşılabilir. Acaba yaşamda kendimize sığınak yapabileceğimiz Istırabın güçsüz kaldığı, etkisinin azaldığı bir yer, bir zaman var mi? Budizm ´ olduğunu savunuyor. Bu an ve burası... Hiç bir şeyin öteki şeylerden ayrı bir kendiliği, ayrı kalıcı bir benliği olamaz. Istırabın asil nedenini aradığımız, kökenine indiğimiz zaman hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde karşımıza çıkan sorumlunun, bir yandan istek ve tutkularımızı besleyip kışkırtan den Başka birisi olmadığını görüyoruz. “Benim güvenim” ”Benim görevim” ”Benim sorumluluğum” ”Benim başarım” ”Benim param” ”Benim isteklerim” ”Benim heveslerim” ”Benim öldükten sonra ne olacağım” ”Benim öldükten sonra da var olma doyumsuzluğumdan gelen sorunlarım” Nedir bu ben? Buda insan varlığında geçici olmayan değişmeden kalan, dayanıklı bir öz, tözel bir nitelik olmadığını göstermeye çalışıyordu. Bir gövde doğar, büyür, yaşlanır, ölür, çözülür, sürekli değişim içindedir. Bir kimse kolunu, bacağını yitirse de ne azalır, ne de küçülür. Öyleyse insanin gövdesinde olamaz. duygularımızda da olamaz. Çünkü onlar değişse de gene olduğu gibi kalır. duyu organlarımızdan gelen algılarımız da olamaz. önceki düşüncelerimiz, kararlarımız, eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz de olamaz. ayırt edici bilincimizde de olamaz. Bu beş kümede toplanan bedensel ve ruhsal varlığımız gövdemiz, duygularımız, duyu organlarımızdan gelen algılarımız, önceki düşüncelerimiz, kararlarımız ve eylemlerimizle biçim almış eğilimlerimiz, karakter özelliklerimiz, ayırt edici bilincimizin bir araya gelmiş olmasından da oluşmuş olamaz. Çünkü bunlardan hiçbirisi i içermiyorsa o zaman besinin bir araya gelmesi de beni oluşturmaz. O zaman geriye değişmeden kalan tek bir şey kalıyor. Ad... Ben ´e verilen özel ad. Milanda Panha adli kitaptan: Kral Bilge Nagasena ´ya seslenmiş: “Ustam kimsin, adini söyler misin?” “Bana Nagasena diyorlar. Ama bu yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka şeye yaramayan, bir deyim, bir sözcük, içinde bir kimlik, bir benlik yok. Bir ad, bir lakap, bir işaret, yalın bir sözden Başka bir şey değil. Kral inanmaz ve sorular sorar. “Nagasena bu saçlar midir?” “Hayır büyük kral” ... “Duygu ve coşkular midir Nagasena?” “Hayır büyük kral” Nagasena kraldan arabayı tanımlamasını ister. “Tekerlek, dingil, ok, sandık ve kollar bir arada olunca arabadan söz edilir. Araba yalnızca bir ad, adlandırmaktan, belirtmekten Başka bir ise yaramayan bir deyimden Başka bir şey değil.” “Evet kralım. Benim de saçlarım, derim, ... ad ve bedenim, duygularım, algılarım, geçmiş eylemlerimle biçim almış karakter özelliklerim, ayırt edici bilincim bir araya gelince Nagasena adi veriliyor. Ama kimlik, benlik söz konusu olunca burada öyle bir şey yok. Nasıl arabanın beş bölümü bir araya gelince araba diyorlarsa, beş katışmaç bir araya gelince de bir kimden bir den bir özneden söz ediliyor. Buda diyor ki: Ne ben ´in, ne de ben ´e ilişkin kalıcı bir şeyin varlığından söz edilebilir. Ben, ben olarak gelecekte de var olacağım, benim sürekli değişmez bir benliğim var, savında bulunmak hatalıdır. Ben düşüncesini yok etmeli, benlikle kurumlanmak yanılgısını yenmelidir. Buda ´nın görüsüne göre “ben”, insanin hem bedensel hem de ruhsal varlığını oluşturan bu beş kümenin bir arada ve birlikte, sürekli bir akis, sürekli bir değişim içinde olusunun ortaya çıkardığı bir görüngü, bir olgu, insani çevresinden ayrı bir varlık olarak ayırt etme, özerk bir biçimde hareket etme durumundan köklenen bir yanılgı, bir yanılsamadan Başka bir şey değil. ayırt edici bilinç ise karışıp dünyayı ben ve ben olmayan diye ikiye bölünce bu ben yanılgısı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Aslında bilincin ayırt etmeden, seçmeden, bölmeden bütünü kavrama olanağı da var. Ben ´in var olma doyumsuzluğundan kaynaklanan ve ölümün sinirini aştığına inanılan uzantısına verilen ad ´sa ruhtur. Budizm ´de Öz varlık yoktur. Buda ben-ruh yanılgısını sergilemek istiyor. Bir kez ben-ruh yanılgısı oluştu mu bütün varlığımızı sarıyor, bilincimizin özgürce çalışma etkinliği engelleniyor, onun bitmez tükenmez istekleri nasıl yaşamı çekilmez bir hale koyuyor, sorunlarımız yaşamla bile sınırlı kalmıyor, ölümden sonrası ile ilgili sorunlar da gündeme girdiğinden onlar da kaygı ve üzüntü konusu olmaya başlıyor. Buda ben ´i kurtarmaya değil, bizi ben ´den kurtarmaya çalışıyordu. Ölümsüzlüğe erişmek için tek bir yol olduğunu savunuyordu. Öncesizden sonsuza uzanıp giden varoluş zincirinin içindeki yerimizi bulmak, evrensel yaşam ırmağının içimizden aktığının, yaşam gücünün bizim burun deliklerimizde, bizim ciğerlerimizde nefes alıp verdiğinin bilincine erişmek.... |
Japon Kültürü
BUDİZM2
2. Nedensellik Çemberi- bağımlılık ve Özgürlük- Ka Buda ´ya göre varolan her şey nedenselliğin bir sonucu olarak vardır, boşluktan yokluktan oluşan bir evrende nedenselliğin döngüsüne takılan yokluk varlığa dönülür, her neden bir sonucu, her etki bir tepkiyi zorlar. Evrenin değişmez yasası nedensellik (Karma) yasasıdır. Ne başlangıcı ne de sonu olan evrende egemen olan yalnız doğa yasalarıdır. Buda böylelikle tanrıların görevini yasalara yüklemiş, tanrıları gereksizleştirmişti. Değil mi ki insanin geleceğini belirleyen nedenlerin zorladığını sonuçlardır, öyleyse insanin kendi eylemlerinin sonuçlarından kaçıp kurtulması olanaksızdır. Bir çocuğun anasından beklediği gibi tanrıların bize sevecenlik göstermelerini, bizi bağışlamalarını bekleyemeyiz. Eylemlerimizin sonuçlarından kurtulmanın bir yolu varsa, onu ancak kendi çabamızla kendimiz bulmalıyız. On iki halkalı kapalı bir zincir olarak temsil edilen nedensellik yasası: 1. Yanılgı yanlış düşüncelere yol açıyor. 2. Bu düşünceler eğilimlere, karakter özelliklerinin biçimlenmesine ortam hazırlıyor. 3. Buradan da bilinç oluşuyor. 4. Bilincin bentle ben olmayanı ayırt etmesinden özne nesne ikiliği, ad ve beden ortaya çıkıyor. 5. Bundan altı duyu alanı gelişiyor. 6. Bu altı duyudan dolayı duyularla nesneler karşılaşıyor. 7. Bu karşılaşmadan hoşlanma, hoşlanmama gibi duygular oluşuyor. 8. Bu duygular isteklere, tutkulara dönüşüyor. 9. istekler, tutkular bağımlılığa, insanin isteklerinin, tutkularının tutsağı olmasına, bireysel yaşam isteğine yol açıyor. 10. Bundan da oluşuma bağımlılık ortaya çıkıyor. 11. Oluşum doğuşa 12. Doğuşsa ihtiyarlık ve ölüme, ıstıraba, tedirginlik ve umutsuzluğa yol açıyor. Buradan da gene yanılgı çıkıyor ortaya. Buda ´nın yanılgıyı dizinin en başına koymasının nedeni olasılıkla bu döngüden tek çıkış yolunun bu halka olmasıyla açıklanabilir. İstekleri, tutkuları kışkırtan yanılgıdır ana yanılgıyı besleyen de gene istekler ve tutkulardır. Kökünü yanılgıdan alan düşünceler, karar ve eylemlere dönüşüyor. Düşüncelerimiz kararlarımızı, kararlarımız Eylemlerimizi belirlerken, eylemlerimiz de kararlarımızı etkileyip zorluyor. Her düşünce sonrakileri sınırlıyor. Biz kez tam bir özgürlük içinde bir şey düşünmüş olabileceğimizi varsaysak bile, ondan sonraki düşüncelerimizde ayni oranda özgür olamayacağımız açık. Giderek özgürlük alanı kısıtlanıp daralıyor... Şu anda ne olduğumuzu belirleyen dünkü düşüncelerimizdir. Bu gün kafamızdan geçen düşüncelerse yarinki yaşamımızı biçimliyor. Yaşamımız kesinlikle zihnimizin yaratısıdır. Budist metinler dört tür bağımlılıktan söz ediyorlar. 1. isteklerden, tutkulardan gelen bağımlılık 2. Yanlış görüşler, kanılardan kaynaklanan bağımlılık 3. Erdemli bir yaşamla ve kurallara tıpatıp uygun davranmakla kurtuluşa erişilebileceğini sanmaktan gelen bağımlılık 4. Sürekli ve değişmez bir ben ´in varlığına inanmaktan gelen bağımlılık isteklerimizin tümüne yakın bir bölümü toplumun yapay olarak yarattığı gereksiz şeyler. Örneğin toplum bizi zeki bir adam gibi görünmeye isteklendiriyor. Çevremizde beğenilen bir kimse olmak bize nelere mal oluyor ? Bunun karşılaştırmalı bir hesabini yapabilmiş olsak, harcadığımız bunca çaba, üzüntü, sıkıntıya değmeyeceğini anlayacaktık. Başka insanların önüne geçememek, Başka insanlara üstün olamamaktan gelen ezikliklerin ardında hep ben yanılgısı yatıyor ama bu ben yanılgısını besleyen de toplumun özendirici etkisi. Bir kere gözümüzü açıp ta bu koşturmacanın amaçsızlığını, anlamsızlığını görebilsek, bu koşullanmalar, biçimlenmeler etkisini yitirecek, ve bağımlılık da ortadan kalkacak. O zaman ıstırap yerini özgürlüğümüzü yeni bastan kazanmış olmaktan gelen aşkın bir mutluluk duygusuna bırakacak, nedensellik döngüsünden kendimizi kurtarmış, daha doğrusu döngüyü ters yöne çevirmeyi başarmış olacağız insan kendini yanılgıdan nasıl kurtarır? Bu sekiz basamaklı yolla mümkündür. Yanılgıdan kurtaran bilgiye çıkarımcı düşünceyle varılamaz. Çünkü bu tür düşüncede özgürlük yoktur. Budizm ´ görüsüne göre, bizi yanılgıdan kurtaracak bilgiye ancak sezgiyle erişilebilir. insan yanıldığını, yanilmadigini; aldatılmadığını, aldatılmadığını; sevildiğini, sevilmediğini ancak sezgiyle anlayabilir. Uyanan kimse karmanın elinde eli kolu bağlı bir oyuncak olmaktan kendini kurtarmış olur. Koşullanmaya, biçimlenmeye bütünüyle karşı koyabilecek bir insan yok bu dünyada. Yanında yada karşısında tutum almakla her zihnini sınırlamış oluyor. Bizi düşündüğümüz gibi düşünmeye, davrandığımız gibi davranmaya iten ön koşullar, düşünsel yada duygusal zorunluluklar var. Uyanınca bu zorunluluğu fark etmiş oluyoruz ve zorunluluk olmaktan çıkıyor. Bu yüzden de karma değiştirilemez bir alın yazısı sayılmaz, uyanan kimse karmanın bağlarını da koparmış olur. Eylemlerimiz er geç bize geri döner. Her eylemin iyi yada kötü sonuçları eninde sonunda eylemi yapana ulaşır. Buda, kalıcı olan bir yaşamdan öbürüne aktarabileceğimiz, şu gövdemiz içinde saklanan bir şey olamayacağını anlatmaya çalışmıştı Öyleyse gene doğumla söz edilmek istenen neydi? Buda ´ya göre bir yaşamdan ötekine aktarılan ben yada ruh değil, yalnızca eylemlerimizin zorladığını nedensel sonuçlardır. Bu senin gövden de değil, Başka birisinin gövdesi de değil. Ona geçmiş eylemlerin (karma) ürünü gözüyle bakmak daha doğru olur. Önceki bir yaşamda yaptıklarımın ödülü ya da cezası da değil. Ben nedensellik zincirinin bir zorunluluğu olarak varım. Eylemlerin bir sürekliliği var ama ben ´in de bilincin de sürekliliği yok. Buda ´nın dilinde doğum ölüm döngüsü, yaşamların önceki yaşamların etkisiyle biçimlendiğini anlatmaktan öte bir anlam taşımıyordu. 3. Nirvana Nirvana, Batı ´da genelde anlaşıldığı gibi ölümden sonra değil, burada ve şu anda gerçekleştirilebilecek bir ruhsal durumdur. istek ve tutkuların yok olması, Istırabın etkili olmayacağı bir iç barışa, iç suskunluğa, aşkın bir Mutluluğa erişmektir. Nirvana ´ya erişme isteği de dahil olmak üzere tüm istek ve tutkular bırakılmadan, olanla, gelenle yetinmekten gelen iyimser bir yetingenlik kazanılmadan Nirvana gerçekleştirilemez. Nirvana ´yı gerçekleştiren kimse bir yandan da günlük yaşamını normal haliyle sürdürüyor. Eylemlerinin bir takım nedensel zorunluluklar (karma) yaratmaması da olanaksız elbette. Nirvana ´ya erişen kimselerin tek farkı, bu zorunlulukların dışında kalmayı başarabilmesi. Eylemlerinde beğenilmek, beğenilmemek gibi bir güdü etkin olmuyor, yaptığı islerden alkış beklemiyor, basarı ya da kazanç onu fazla sevindirmediği gibi başarısızlık ya da yitim de fazla üzmüyor. Kuskusuz acı da çekiyor ama bunlara bilgece katlanmasını, olayların doğal akımına boyun eğmesini de biliyor. Ben ´i aşınca bütünle bütünleşiyor.. Yarinin getireceklerine kaygısız, ben ´in doyumsuzluğundan gelen bütün sorunlara sırtını çevirmiş, şu yaşam nasıl yaşanmalıysa öyle yaşamaya başlıyor. Özgürlük, coşku, aşkın mutluluk içinde, akıp gitmekte olan yaşam ırmağı içindeki yerinin bilincine erişiyor. Buda ´nın öğretisi, bir yandan ben ´i yokumsarken öbür yandan da bireyciliği en ileri götürmüş olan öğretidir. insanin toplumun kendisine giydirdiği kişiliksiz kişilikten soyunup gerçek varlığıyla baş başa kalınca gerçeği olduğu gibi özümleyecek bir yeteneğe sahip olabileceğine inanıyordu. Buda ölümden sonra ne olduğuyla ilgili sorulara yanıt vermek istemiyordu. Böyle bir soruyla karşılaşınca ya susuyor, ya da söyle diyordu: Göğsünüze zehirli bir ok saplanmış olsa, oku çıkartmaya çalışacak yerde, oku atanın kim olduğunu, hangi kasttan, hangi soydan geldiğini, boyunu boşunu, oku atmaktaki amalini falan mi araştırmaya kalkardınız? Ben bir şeyi açıklamıyorsam bırakın açıklanmamış olarak kalsın. Peki neden açıklamıyorum? Çünkü o şeyin açıklanması size hiç bir yarar sağlamayacaktır da ondan. Çünkü bu sorulara yanıt aramak ne aydınlanmanıza, ne bağımlılıktan kurtulup özgürlüğünüzü kazanmanıza, iç suskunluğuna, gerçeğe ermenize, Nirvana ´ya erişmenize katkıda bulunabilir. Buda öğretisinde hiç bir dogma, iç yaşantıyla doğrulanamayacak hiç bir inanç getirmemeye özen göstermiştir. Varoluş, devingen gücünü nedensellikten alan sürekli bir oluşum, değişim sürecinden Başka bir şey değildir; varoluşun ardında Durağan bir öz, tözel bir nitelik yoktur. Budizm ´de tözsüz, öz varlıksız bir nedensellik vardır. 4.Sekiz basamaklı yüce yol -Tam görüş -Tam anlayış Bu basamaklar kendimizi de, dünyayı da olduğu gibi, gerçek böylesiliğiyle görmeyi, adların biçimlerin gizlediği temel gerçeğin, her şeyin ıstırap, her şeyin oluşum, değişim içinde olduğu, kalıcı bir ben ´in, değişmeyen bir tözün olmadığını anlayışına ulaşmayı amaçlıyor. -Doğru sözlülük -Tam davranış Bu basamak, özgür istencinizin ürünü olan, içten geldiği için, hiç bir amaç gütmeden yapılan davranıştır. -Doğru yaşam biçimi Yaşamını sağlamakta doğruluktan ayrılmamak, kendine yetecek olandan çoğunu elde etmeye çalışmamaktır. -Tam çaba, tam uygulama Her şeyin tam bir özenle, eksiksiz yapılmasıdır. Bir Budist ´in oturması, kalkması bile büyük bir dikkatle yapılmalıdır. Zihnini bencil düşüncelerden arıtmak sürekli bir uğraş olmalıdır. Zihnin arıtılması, bencil düşüncelerden ayıklanması dört yüce duygunun yüzeye çıkmasına olacak sağlar: Sevecenlik, acıma, sevgi, yan tutmama. -Tam bilinçlilik -Tam uyanıklık Bu basamaklar meditasyonla ilgilidir. Meditasyon Batı ´da anlaşıldığı gibi derin derin düşünme değil, düşüncenin aşılmasını, çıkarımcı düşünceden arıtılmış bir zihinle, salt bilinçli olmayı amaçlayan bir yöntem. Tam bilinçlilik, tüm duyumların, duyguların, düşüncelerin ruhsal durumların ardında olacak biçimde bir alicilik, bir uyanıklık durumunu sürdürmektir. Algının kapıları öylesine temizlensin ki, her algı hiç bir engelle karşılaşmadan bilince ulaşabilsin. Sözcükler de bilinçle yaşantı arasına giren bir engel oluyor çoğu kez. Sözcüklerden oluşan düşünceler durmadan bizi, iyi kötü, hoşa giden hoşa gitmeyen gibi ayrımlar yapmaya, yargılara varmaya kışkırtıyor. Artık dünyayı olduğu gibi değil, kurgularla, soyutla, soyutlamalarla yani sözcüklerle dünyayı kavrıyoruz. Gerçeğin sözcüklerle kavramlarla değil, ancak yaşantıyla kavranabileceğini savunan Budizm ´ sözcüklere, kavramlara tutsak olmak yerine onları tam olarak denetim altına almak istiyor. Budist meditasyonun özü nefes alıp verdiğinin ayırdında olmakla başlayan yaygın dikkattir. insan nefes alıp verdiğine duyarlı olunca yaşadığının da farkında oluyor, geleceğe ya da geçmişse değil, kendini şu ana ayarlıyor, şimdide yaşamaya başlıyor, duyulara daha duyumlu, duygulara daha duyarlı oluyor; kendinden kopuk, kendinden habersiz yaşamaktan kurtarıyor kendini, yaşamla da kendiyle de bütünleşiyor. Bu uygulamada yol almış kimse gövdesinde kendi istencine bağlı olmadan bir nefes alıp verme işleminin sürüp gittiğine duyarlı olmaya başlıyor. Bu yaşamsal bir yaşantı olarak kendini açığa vuruyor, ve bu izlenim insanda iç barış, esenlik ve Mutluluğun oluşmasına yol açıyor. Artık zihindeki karmasa yatışmıstır. Buda ´nın meditasyon yöntemi öyle dalıp gitmeyi kendinden geçmeyi değil, tersine sürekli uyanıklılığı, sürekli bilinçli kalmayı gerektiriyor. Tam bilinçlilik gerçekleşince tam uyanıklık kendiliğinden gelir. Burada tüm ikilikler yok olur; düşünenin düşünceden, bilenin bilinişten, öznenin nesneden kopukluğu diye bir şey kalmıyor; zihinle yaşantı arasındaki bölüntü kalkıyor. Bütün bu ayrımların yaşantıyla ayırt edilecek somut bir gerçekliği olmadığını, bunların akıl yoluyla varılmış çıkarımlar olduğunu fark ediyorsunuz. Size “bu benim, bu da benim düşüncem” yada “gören benim, bu da gördüğüm şey” diye ayrım yapmanıza olanak veren şeyin bir gözlemden daha çok, sözcüklerin ve mantığın aracılığıyla elde edilmiş bir kuramdan Başka bir şey olmadığını anlıyorsunuz. |
Japon Kültürü
JAPONCA EGITIM
JAPON ALFABESI Japon yazisi uc hece alfabesinden olusur. Hiragana: 46 heceden olusur ve japonca kelimeleri yazmak icin kullanilir. Katakana: 46 heceden olusur ve yabanci kokenli kelimeleri yazmak icin kullanilir. Kanji: "Jooyoo Kanji" 1945 karakterden olusur ve cince kokenli kelimeleri yazmak icin kullanilir. Roomaji: Japonca kelimelerin Latince transkipsoyonudur. YAZI REFORMU Japon dili diger dillerle karsilastirildigi zaman cok karmasik bir dildir. Bu dilde uc ayri yazi cesidi vardir. Ayrica buna birde Roomaji´ yi (Latince harfler) eklersek isin icinden cikmak iyice zorlasir. Bu yuzden Japonlar defalarca yazi sistemlerini basitlestirmeye veya degistirmeye tesebbus etmislerse de her defasinda vazgecmislerdir. Ikinci Dunya Savasindan sonra 1946 yilinda Kokugo Shingikai 1850 Tooyoo Kanjiyi (Cince karakterlerin guncel kullanimi) yayinladi. 1948 tarihinden itibaren toplam 1850 Tooyoo Kanjiden 881 Kanjinin, Japon ilk ogretiminde ogrenilmesi mecbur tutuldu (Kyooiku Kanji). 1981´de yapilan yeni bir yazi reformu ile Kanji sayisi Jooyoo Kanji adi altinda 1945´e cikartildi. Ilk ogretimde mecbur tutulan Kanji sayisida 881´den 996´ya yukseltildi. Ayrica iki hece alfabesi Hiragana ve Katakana, 46´sar heceden olusmaktadir (bkz. Hiragana ve Katakana hece tablosu). Bugun Jooyoo Kanjinin tum Japon basin ve yayin organlarinda (gazete, dergi vb.) kullanilmasi sinirlandirildi. HİRAGANA http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg KATAKANA |
Japon Kültürü
DUYGU İFADELERİ
Karşısındaki kişi ile konuşurken, karşısındaki ile çatışmaya girmemek ve uyum içinde olmak amacı ile Japonlar kendi görüş ve duygularını gizlerler ve dolaylı olarak kendilerini ifade ederler. Bu sebepten dolayı karşınızdaki şok edecek veya rahatsız edecek hareketlerden kaçının. Japon gülüşü: Mutluluk göz ve ağız ile yapılan hafif bir gülümseme ile ifade edilir. El, vücut ile veya yüksek ses ile mutluluk ifadesi göstermekten kaçının. Bununla birlikte mutluluk ifade eden gülümseme ile sıkıntı veya rahatsızlığı ifade eden gülümsemeyi birbirine karıştırmak çok kolaydır. Bu yüzden gülümseyen bir Japon’un her zaman mutluluk ifade etmeyebileceğini unutmayın. Kızgınlık, sinirlenme: Japonlar özellikle bir topluluk içinde karşısındakine kızsa bile çok nadir olarak açık olarak kızgınlıklarını gösterirler. Kendilerinin yüzde yüz haklı olduklarına inansalar bile karşısındaki kişiyi sakinleştirmek için özür dilerler. Bir kişinin sinirlenip kendini kaybetmesi çocukça kabul edilir, bu sebeple Japonların çoğu sinirlendiklerinde otomatik olarak sinilerini bastırmayı tercih ederler. İki kişi analaşmazlık içine girer veya bozuşurlarsa bunu tartışarak veya beraber içki içmeye giderek dostluk çerçevesi içinde çözmeye gayret ederler. Üzüntü: Kızgınlık göstermek her ne kadar kötü ise, Japonların üzüntülerini ifade etmek için oldukça usta yolları vardır. Bir Japon’un toplumda yetişkin olarak kabul görmesi için acı ve üzüntüsünü hafif bir gülümsemenin arkasına gizlemesi gerekir. Buna “kao de warau kokoro de naku” (Yüzü gülüyor fakat kalbi ağlıyor). Erkeklerin üzüntülerini gizleme ve duygularını kontrol etmeleri beklenmesine rağmen bir erkeğin ağlaması doğal olarak karşılanabilir. Buna “otokonaki denir, aslında bir erkeğin göründüğü kadar soğuk ve duygusuz olmadığını gösterir. ”Morainaki” “sempati ile ağlama” anlamına gelir ve zayıflıktan ziyade insan duygusu belirttiği için doğallıkla karşılanır. Eğer yaşlar içinde ağlayan bir Japon görürseniz bu her zaman o kişin üzüntülü olduğu anlamına gelmez. Bu büyük bir mutluluk göstergesi de olabilir ve “ureshinaki” denir. Telepati: Utangaç, sessiz olmak Japonya’da bir fazilet olarak görülür, özellikle söz konusu romantik duygular ise. Bir kişinin isteklerini açık olarak söylemesi en iyi şekli ile saflık en kötü şekli ile kabalık olarak karşılanır. Bunun sebebi ise teklifi yapacağınız kişiyi zor duruma düşürme ihtimalinizdir. Japonlar sessiz iletişime oldukça duyarlıdırlar. Bir şeyi açık olarak söylemek yerine usta ifadeler ile karşısındaki kişiye aktarırlar. Birçok Japon için iletişim kurmak için konuşmayı değil duyguları ve telepatiyi tercih ederler. Aynı şekilde karşısındaki kişinin kendini söz ile değil telepatik olarak anlamasını beklerler. Japonlar direk olara “hayır” demekten nefret ederler bunun yerine “kangaete mimasu” (“bu knuyu bir düşüneyim”), “zensho shimasu” (“bu konuda ne yapabileceğime bakacağım”), veya “ saa...sore wa chotto...” (“hmm, sanırım bu pek kolay olmayacak”) şeklinde sözler kullanırlar. Bu aslında nahoş durumlardan kaçınmak amacı ile yapılır, fakat her şeyi açık açık söylemeyi tercih eden batılılar tarafından oldukça sıkıcı olan bir durumdur. Bazen konuşma esnasında Japonlar bir anda kafalarını evet şeklinde sallayan dinleyici durumuna geçebilirler, bu konuşan kimsenin karşısındaki Japon’un her şeyi tasdiklediğini zannetmesine yol açabilir, fakat aslında tam tersi oluyor olabilir. Japonlar ile anlaşabilmek için sürekli olarak uyumlu ilişkiler kurmaya, tartışmalardan kaçınmaya ve onların duygularını antma biçimini anlamaya çalışmanız gereklidir. Unutmayın ki, o anlaşılmaz gülümsemenin arkasındaki Japon, bizler gibi bir insandır... |
Japon Kültürü
Geleneksel Japon Müziği
Birçok geleneksel Japon müzik türleri(Hogaku) bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri: Gagaku: Çin ve Kore kökenli saray müziğidir. Bu en eski geleneksel Japon müzik türüdür. Biwagaku: Bu Biwa adı verilen dört telli gitara benzeyen bir enstrümanla yapılan bir müzik türüdür. Nogaku: Noh gösterileri esnasında icra edilen bir müzik türüdür. Genelde bir koro, Hayashi flütü, Tsuzumi davulu ve diğer enstrümanlarla icra edilir. Sokyoku: Koto enstrümanı ile yapılan müzik türüdür. Daha sonra Shamisen ve Shakuhachi ile eşlik edilir. Koto 13 telli kanuna benzer bir çalgıdır. Shakuhachi: 55 cm. uzunluğunda bir flüt ile yapılan müzik türüdür. Çalgının adı eski Japon uzunluk biriminden gelmektedir. Shamisenongaku: Shamisen çalgısı ile yapılan müzik türüdür. Shamisen sadece üç teli olan gitara benzer bir çalgıdır, Kabuki ve Bunraku gösterileri genellikle Shamisen eşliğinde yapılır. Minyo: Japon folk şarkıları. Geleneksel Japon müzik enstrümanları http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg |
Japon Kültürü
SADO - Chado
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Sado ve çay törenlerini konu alan birçok okul bulunmaktadır. Japonya´da çay törenleri çok ince detayları bulunan bir sanat dalıdır ve sallama poşet çayını fincanına koyup üzerine sıcak su dökülüp hazırlanan batı´daki çay tutkunlarına çok yabancıdır. Çay yani O-cha (yeşil çay)´nın Japon kültüründeki yeri , kahve ´nin Amerikan kültüründeki yeri veya ´bir fincan çay´ın İngiliz kültüründeki yerinden çok daha farklıdır. Aynı zamanda sağlığa çok yararlı bir madde olduğu tüm dünya çapında kabul edilmiştir. Japonya´da çay töreninin öğrenilmesi bir genç kızın yapması gereken en önemli geleneklerden biridir. Kaynaklar Japonya´da yeşil çayın ilk kez 6.yy döneminde Budist meditasyonlar sırasında kullanıldığını göstermektedir. Daha sonra Kamakura (1185-1333) döneminde yaşayan Eisai isimli papaz günümüze kadar gelen çay oturumlarını düzenlemeye başlamıştır. Daha sonraki yüzyılda Ikkyu isimli bir keşiş gezilerinde çayı ve çay törenini tanıtarak tüm ülkeye yayılmasına vesile olmuştur. Ikkyu´nun öğrencisi Shuko, Shogun Ashikaga Yoshimasa´nın Ginkakuji sarayında baş çay üstadı konumuna gelmiştir ve burada ilk kez çay töreni odasını kurmuştur. Günümüzdeki bir çok çay okulu büyük üstat Sen No Rikyu (1522-1591)kurallarını örnek almaktadır. Kurslarda Japon kültürü daha ön plana alınarak Çin kültüründen uzaklaşılmaktadır. Rikyu´nun torunu Sotan bir çok çay okulu açmıştır bunlardan Ura Senke halka açıktı, Omote Senke ise soylu sınıfa hizmet vermekteydi . Ura Senke halen günümüzde faaliyetine devam etmektedir ve bu kültürü geçmişten geleceğe hiç bozulmadan aktarmaktadır. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Çay törenleri genellikle özel çay odalarında gerçekleştirilir. Önceki dönemlerde bu çay odaları , hanelerden uzak yeşilliğin içinde sakin yerlere inşa edilen küçük evlerde bulunmaktaydı. Bu evleri halen bir çok milli parklarda ve sarayların bahçelerinde ziyaret edebilirsiniz. Kyoto´da bulunan Katsura Sarayının Shokintei çay evi en güzel örneklerden biridir. Konuklar çay odasına girdikten sonra nijiriguchi kapısının önünde çömelerek dünyevi sorunlardan uzaklaşırlar. Çay töreninin kendine özgü ve başka hiçbir yerde bulunmayan özellikleri vardır : davetliler, mevsim, duvardaki resimler, çevredeki çeşitli bitki ve çiçekler, kullanılan malzemeler, çaydan önce sunulan yemek, vs.. Çay töreni bir çok aşamadan oluşmaktadır, her aşamada insan varoluşun derinliklerinin daha da içine girer , doğaya daha da yakınlaşarak değerinin farkına varır. Aşağıdaki yazı Ura Senke büyük çay üstadı Sen Soshitsu´dan(15.yy) bir alıntıdır : "Çay töreni, Yani çaya giden yol , suyun kaynatılması, çayın konulması ve demlenmesi, davetlilere sunularak içilmesi aşamalarını konu alan basit bir sahnedir. Açık kalplilikle ve saygı ile sunulan çay büyük minnettarlıkla kabul edilir, sunulan çay tüm fiziksel ve ruhsal istekleri tatmin eder. Çılgınlıklarla dolu dünya, arzularımız, heveslerimiz vücudumuzu ve düşüncelerimiz çok yıpratır. O an kendimize baş başa kalabilecek sakin ve barışçıl bir ortam ararız. Chado disiplininde o aranılan yer çay evidir. Ahenk, saygı, saflık ve sükunet prensipleri , Chado´nun kanunlarını oluşturmaktadır. 400 yılından beri değişmeyen bu Japon geleneği birçok Japon olmayan kimsenin bu kültüre olan yakınlığını arttırmıştır ve katılımlarını sağlamıştır. Bu da diğer ulusların insanlarının Chado´ya olan ilgisinin artmasına yol açmış bir çok insanın "Çay Yolu" na katılmasına olanak sağlamıştır. Kullanılan gereçler ise şunlardır: Chasen, çay törenini hazırlayan kişinin çayı karıştırmak için kullandığı bambu karıştırıcı; cha-ire, toz çayın konulduğu seramik kap; kama (kettle) su kaynatılan kap; hashi (chopsticks) yemek çubukları; cha-wan çay kaseleri. Koicha (koyu çay) servisi başta yapılır daha sonra usucha (açık çay) servisi yapılır. Tören esnasında , çeşitli kaiseki (hamur işi), sake ve higashi (şekerleme) servisleri de yapılır. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg |
Japon Kültürü
KARATE - DO
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Karate-do, Japonca´da "boş" anlamına gelen kara ve "el" anlamına gelen te kelimelerinden oluşur. Karate kelimesinin tam Türkçe tercümesi "boş el" olarak karşımıza çıkar. Buna karşın buradaki boş´luk kökenleri Uzak Doğu düşüncesinde aranması gereken felsefi bir kavramdır. Karete kelimesinin anlam olarak karşılığının "boş zihin" (empty mind) olduğunu düşünmek daha doğru olur. Yol anlamına gelen - do ekinin de gelmesiyle Karate-do herhangi bir kendini savunma uygulaması olması olmasının ötesinde başlı başına bir yaşam biçimidir. Doğru Karate çalışmasında amaç zihin ve tekniği bir bütün haline getirmeye çalışmaktır. İdmanlarda fiziksel tekniklerin uygulanması, aslında önce zihinde oluşturulan düşüncelerin saf bir ifadesini ortaya çıkartma çabasıdır. Zihinsel konsantrasyonun geliştirilmesiyle fiziksel hareketlerin özü daha iyi anlaşılır. Kişinin uygulamalarının ve tekniğinin gelişmesiyle ruhun ve zihniyetinin geliştirilmesi ve terbiye edilmesi amaçlanır. Örneğin, Karate-do çalışmaları içerisinde zayıf ve kararsız hareketlerin giderilmesi, zihnimizdeki "zayıflık" ve "karasızlığın" giderilmesine katkıda bulunur. Sonuçta bir Karateka´yı (Karate öğrencisi) güçlü yapan salt fiziksel gücü değil vucüt ve zihin koordinasyonunu sağlama yeteneğidir. Bu anlamıyla Karate-do bir yaşam anlayışı haline alır ve kişinin güçlü, sağlıklı ve barışçı bir birey olarak yaşamasını hedefler. Karate-do yaş, cinsiyet ve fiziksel durum şartı aranmadan isteyen herkesin katılabileceği bir spor çalışması; fiziksel ve zihinsel gelişimi birey olarak gerçekleştirmeye imkân sağlayan bir eğitim yoludur. Karate çalışması temel olarak üç bölüme ayrılır: Kihon (Temel teknikler), Kata (Formlar) ve Kumite ( müsabaka). Her bölüme ait teknikler refleks haline dönüşene değin eğitim en temel düzeyde verilir. Kişi, zaman içinde teknik olarak geliştikçe, fiziksel gelişme de gerçekleşir. Bununla birlikte çalışmalar daha yüksek dayanıklılık gerektirmeye başlar. Bu aşamada öğrenci daha ayrıntılı ve zor kata çalışmalarına ve daha hareketli kumite çalışmalarına başlar. Çalışmalar sürdükçe kişi, dayanıklılık, hız ve koordinasyon kazanır. İdmanlar sırasında Karategi denilen özel ve hafif bir giysi giyilir. Bunun dışında, kişinin kendisini ve çalışma arkadaşını sakatlanma ihtimaline karşı koruyan "ellik" ve "dizlik" kullanılır. Genel kabulün aksine, Karate-do çalışmalarında sakatlanma olayları diğer spor çalışmalarına nazaran daha düşük seviyededir. Kişinin yetkinlik kazanması, hareketlerini ve hislerini kontrol altında tutması ile ölçülür. |
Japon Kültürü
SAMURAY
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Savaş, Japon kültüründe önemli bir yer işgal eder. Ülkenin önemli klanları birbirleriyle pek çok kez karşı karşıya gelmiştir. Japon topraklarının sadece %20’si tarıma elverişli oluşu, toprak kavgasını doğuruyordu. Toprak savaşları da hem tinsel, hem de fiziksel gelişim ve mücadele yöntemlerini doğurdu. Samuraylar da bu olgular içinde ortaya çıktı. M.Ö. 660´da Ölümsüz Savaşçı adıyla bilinen Jimmu Tenno, bir kabilenin başına geçti. Tenno ve kabilesi Yamato bölgesine yerleştiler. Yamato klanı Asya’ya çeşitli seferler düzenledi. Kore ve Çin’in kültürel zenginliklerinden, teknolojilerinden ve savaş sanatlarından etkilendiler. İmparator Keiko, tarihte "Shogun" ünvanını taşıyan ilk kişi oldu. Bir nevi generallik rütbesi gibi de anlaşılabilecek Shogun ünvanı, Keiko’nun savaş sanatlarında geldiği üst noktayı da belirliyordu. Onun oğlu Prens Yamato da savaş sanatları konusunda çok yetenekliydi. Korkusuz, güçlü, gözüpek bir genç olarak tanındı ve Samuraylık anlayışında bir örnek teşkil etti. Samuraylar "bushido" anlayışını temel alıyordu. Bushido, "Savaşçının Yolu" anlamına geliyordu. Bushido felsefesinde korkunun yeri yoktur. Samuray, ölüm korkusunu yenmiş kişidir. Bu, dinginlik kazandırır ve efendiye sadakat sağlardı. 9-12 yüzyılları arasında samuraylar bir sınıf haline geldi. İki adla anılırlardı: Samuray (şövalye), Buşi (savaşçılar). Bu insanların bir kısmı yönetici sınıflara bağlıydılar. Bir kısmı ise para karşılığı savaşabilirdi. Samuraylar, feodal derebeylerine (Daimyo) bütünüyle bağlıydılar. Hizmetlerinin karşılığında mevki ve arazi alırlardı. Daimyo’lar, Samurayları daha fazla arazi kazanmak ve gücünü arttırmak için kullanırlardı. Samuraylar, at üstünde, yaya, silahlı, silahsız dövüş konusunda eğitilmişlerdi. Ok da kullanırlardı. Ancak, 13. yüzyılda Moğol savaşları yaşandıktan sonra, Samurayların kılıç kullanımı ağırlık kazandı. Hatta mızrak ve naginata denen ucu kılıç şekilli mızraklar kullanmaya başladılar. Samurayların iki kılıcı olurdu. Uzun kılıç daito-katana, kısa kılıç shoto-wakizashi’ydi. Samuraylar çoğunlukla kılıçlarına isim (mei) verirler ve onların ruhuna inanırlardı. Çift kılıç taşıma ve kullanmaya daisho denirdi. 1605 yılında Japonya’nın gelmiş geçmiş en ünlü samurayı Miyamoto Musashi, savaşçı yetiştirmek için bir okul açtı. 30 yaşına gelmeden 60’ın üzerinde kılıç dövüşünden galip çıkmayı başaran bu usta, yıllarca kendi okulunda dersler verdi. 1615 yılında bir başka tanınmış Samuray, Tokugawa Ieyasu, samuraylık hakkında bir kitap yazdı ve Samurayların barış zamanı yaşam biçimleri konusunda çeşitli bilgiler verdi. Samuray geleneği,1876 yılında İmparator Meiji tarafından ortadan kaldırıldı. Kılıç taşıma kanunlarını değiştiren Meiji, Samuraylığı tarihe karıştırdı. Ancak ve ancak imparatorluk ordusunda bazı rütbeli subaylar tören amaçlı kılıçlar taşırdı. 20 yüzyılda kılıç tekrar serbestleşti ancak askeri kullanım dışında sportif gelişim için kullanılmayha başlandı. 2. Dünya savaşından da hatırlayacağınız gibi tüm rütbeliler, hatta kamikaze pilotları özellikle de kılıçlıydı. Bushi öğretisinde, hece olarak geçen shi ibaresinin aynı zamanda ölüm demek olduğunu hatırlatalım. Yani, bir nevi bushidoka ölüm korkusunu yenmiş kişidir. Bu dönem öncesinde efendisiz kalan samuraylar, yani roninler zamanla ya isyan ederek öldürüldü ya da kılıçlarıyla seppuku/harakiri yaparak intihar ettiler. |
Japon Kültürü
Japonya´da DÖRT MEVSİM
http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg Japonya´nın dört değişik mevsimide tam anlamı ile yaşamasını sağlayan birçok faktör bulunmaktadır. Adalalar topluluğunun önemli iklim geçiş bölgelerinde bulunması ayrıca Asya Kıtası ile Pasifik okyanusunun etkisi bu faktörlerin başlıcalarıdır. Soğuk ve yoğun yağışlı kışlar ile çok sıcak ve nemli yazlar belki dünyanın heryerinde olabilir fakat Japonya´da aynı dönemlerde büyük değişiklikler gözlemlenebilmektedir. Snowboardçular ve kayakçılar tarafından sabırsızlıkla beklenen kar yağışları Hakuba ve Naeba gibi kar merkezlerine olan talebi yükseltmektedir, kış sporlarına olan ilgiyi de arttırmaktadır. Nagano´ da yapılan kış olimpiyatları kış sporlarının popülerliğini daha da arttırmıştır. Her kış Şubat ayında Sapporo´da yapılan Yuki Matsuri (kar festivali) Japonya içinden ve dışından gelen bir çok turisti bölgeye çekmektedir. İlk bahar ise Japonya´nın en çok beğenilen sembollerinden biridir. Sakura (kiraz çiçekleri) Mart ayı sonunda açmakta ve Nisan ayı boyunca özellikle Kyushu bölgesinde muhteşem manzaraların oluşmasını sağlamaktadır. Daha sonra hanami (çiçek sergileri) dönemi gelir ve binlerce insan bu festivallere katılarak sergilenen çiçekleri ilgiyle izlerler. Hanami geleneği Heian döneminden beri (794~1185) mevcuttur ve Japonların ne kadar doğayla iç içe olduklarının en önemli kanıtlarından biridir. Yetiştirilen çiçeklerin kısa zamanda kaybolan muhteşem görüntüleri insanlara dünya yaşamının ne kadar fani olduğunu hatırlatmaktadır. Daha sonra dört mevsim içerisinde yer verilemeyecek Haziran ayı çok yağışlı geçmektedir vw bundan dolayı tsuyu (yağış mevsimi) olarak adlandırılmaktadır. Tabiki yoğun yağışlar sıcak ve bol nemli geçecek yazın ilk sinyallerini vermeye başlar. Yazın hava sıcaklığı ortalama 30 derecenin üzerine çıkar ve yoğun nem havayı dayanılmaz kılar. Haftasonları, insanlar serinlemek amacıyla ya yüksek ve sıcaktan az etkilenen dağlara giderler ya da plajlarda serinlemeye çalışırlar. Yaz aynı zamanda matsuri (festivaller) ve hanabi (havaifişek) mevsimidir. Senenin en büyük festivali olan , Obon Ağustos ayında kutlanır. Her sene milyonlarca insan tarafından ilgiyle izlenen hanabi taikai (havai fişek gösterisi) Tokyo´da bulunan Sumida Nehri ´nde yapılmaktadır. Temmuz ve Ağustos aylarında okullar kapalıdır.Yüksek okulların baseball takımları ise düzenlenen ulusal şampiyonada birbirleri ile karşılaşırlar. Yazın sona ermesi ve son baharın başlangıcı Pasifik okyanusundan gelen büyük fırtınalar, tayfunlar ve hortumlarla anlaşılır. Çoğu büyük tayfun ilk olarak Kyushu bölgesini etkiler buradan tüm ülkeye yayılır. Sobahar´da meydana gelen şiddetli tayfun ve fırtınalar günümüze kadar bir çok insanın yaşamlarını kaybetmelerinin sebebidir. Eylül ayı tsukimi (ay) festivalinin kutlandığı aydır aynı hanami festivali gibidir fakat günümüzde popülerliğini yitirmiştir. Hava Ekim ve Kasım ayları boyunca gitgide soğur, ve birdenbire her yer kırmızı, kahverengi, sarı, ve yeşil renklerden oluşan örtüye bürünür. Koyo (kızıl yapraklar) özellikle Fuji Dağı´nın eteklerinde ve Kyoto´daki tapınaklarda muhteşem manzaraların oluşmasını sağlarlar. |
Japon Kültürü
JAPONCA
Japonca morfolojik ve sözdizimi açısından Altay Dillerine, sesbilimi açısından Malay-Polenezya dillerine benzer. Sözlüksel bakımdan Japonca´nın Korece ile yaklaşık 200, Moğolca ile de bir o kadar ortak sözcüğü vardır. Japonca´nın fonetik olarak Altay dilleriyle akrabalığı kesin değildir. Japon dilbilimciler dillerini ayrı bir dil olarak görme eğilimindedirler. En eski Japonca metin olan Kociki (Antikçağdaki olaylar üstüne notlar) 712 yılından kalmadır. Koreli keşişler Budizm ile beraber yazıyı VI.yüzyılda Japonya´ya getirdiler. Japonca´nın Çince ile kalıtsal bir bağı olmadığından Kanji´ler (Çin karakterleri) Japonca´ya anlamsal değerlerine ek olarak yaklaşık ses değerleri nedeniyle alındılar.Heian döneminde bu sesçil değerleri özellikle kadınlar kullanıyordu. 901´den kısa bir süre sonra iki kana sistemi (Hiragana ve Katagana) Heian yüksek tabakasında yaygın biçimde kullanılmaya başlandı. Günümüzdeki sistem ancak Meici döneminde (1868´den sonra) yerleşti. Yazı sistemi Japonca’da üç farklı yazı sistemi kullanılmaktadır. Hiragana, Katakana ve Kanji. Kanji’ler Çin karakterleridir. Hiragana ve Katakana ise Kanjilerden türetilmiş fonetik hecelerdir. Katakana Kanji ile yazılamayan Japonca olmayan kelimeleri, yer ve şahıs isimlerini yazmak için kullanılır. Modern Japonca’ya özellikle Batı dillerinden geçen kelimelerin çokluğu Katakananın kullanım alanını genişletmiştir. Katakana’nın yapısı Hiragana’nın yapısıyla ayrıdır. Japon öğrenciler öncelikli olarak Hiragana ve Katakana’yı öğrenmektedirler. Altı yıllık ilkokul eğitimim tamamlanıncaya kadar öğrencilere eğitim kanjisi olarak tanılanan 1006 kanji öğretilmektedir. Hiragana ve Katakana her biri orijinal olarak kanji olan basitleştirilmiş 46 karakterden oluşmaktadır ve ikisi birlikte Kana olarak tanımlanmaktadır.. Japonca bir metne bakıldığında hiç Japonca bilmeyen birisi Kanjilerden oldukça basit Hiragana ve Katakanaları Kanjilerden ayırt edebilir. http://frmsinsi.net/images/forumsins...sinsi.net_.jpg |
Powered by vBulletin®
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.